Welcome, Guest
You have to register before you can post on our site.

Username
  

Password
  





Search Forums

(Advanced Search)

Forum Statistics
» Members: 6
» Latest member: Faruq
» Forum threads: 1,867
» Forum posts: 1,931

Full Statistics

 
  Namaz Sureleri Zammi Surelerin Arapçasi Türkçesi Ve Meali
Posted by: SeliM35 - 09-26-2019, 01:44 PM - Forum: Kurân-ı Kerim Arapça - No Replies

   

NAMAZ  SURELERİ - ZAMMI SURELERİN ARAPÇASI, TÜRKÇESİ VE MEALİ

Fatiha suresi

Bismillahirrahmanirrahim

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ العَالَمِينَ () وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى رَسُولِنَا مُحَمَّدٍ وَ ﺁلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينْ ()

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ العَالَمِينَ () الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ () مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ () إيَّاكَ نَعْبُدُ وإيَّاكَ نَسْتَعِينُ () اِهْدِنَا الصِّراطَ الْمُسْتَقِيمَ () صِرَاطَ الَّذِينَ أنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالِّيِنَ.()
Okunuşu

2.El-hamdü lillahi Rabbil-âlemiyn.
3.Er’Rahmânir-Rahiym.
4.Mâliki Yevmiddiyn
5.Iyyâake-nâbüdü ve iyyâakenesteiyn
6.İhdinassırâtal-müstekıym
7.Sıraatalleziyne-en’amte aleyhim, gayril mağdubi aleyhim ve leddâlliyn. Amin.

Fatiha

1.Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla.
2.Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
3.O, rahmândır ve rahîmdir.
4.Ceza gününün mâlikidir.
5.Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. 6.Bize doğru yolu göster.
7.Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!

Fil Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِاَصْحَابِ الْفِيلِ (1) اَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ فِي تَضْلِيلٍ (2) وَاَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْرًا اَبَابِيلَ (3) تَرْمِيهِمْ بِحِجَارَةٍ مِنْ سِجِّيلٍ (4) فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَاْكُولٍ (5)
Okunuşu

1.Elem tera keyfe feale rabbüke bi eshaabil fiyl
2.Elem yec’al keydehüm fii tadliyl
3.Ve ersele aley him tayran ebâabiyl
4.Termiyhim bi hıcâaratim min sicciyl
5.Fecealehüm Ke asfim me’küül

1.Rabbin fil sahiplerine neler etti, görmedin mi?
2.Onların kötü planlarını boşa çıkarmadı mı?
3.Onların üstüne ebâbil kuşlarını gönderdi.
4.O kuşlar, onların üzerlerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar atıyordu.
5.Böylece Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi.

Kureyş Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِلاِيِلاَفِ قُرَيْشٍ (1) اِيلاَفِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَآءِ وَالصَّيْفِ (2) فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ (3) الَّذِي اَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ وَآمَنَهُمْ مِنْ خََوْفٍ (4)

Okunuşu

1.Li iylâafi kurayşin
2.İlâafihim rihleteş şitâaaai vessayf
3.Fel ya’büdüü rabbehâazel beyt
4.Ellezii et ‘amehüm min cuuın ve âmene hüm min havf

1.Kureyş’e kolaylaştırıldığı,
2.Evet, kış ve yaz seyahatleri onlara kolaylaştırıldığı için,
3.Onlar, şu evin Rabbine kulluk etsinlerki,

4.Kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kıldı.

Maun Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِاَرَاَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ (1) فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ (2) وَلاَ يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ (3) فَوَيْلٌ لِلْمُصَلِّينَ (4) الَّذِينَ هُمْ عَنْ صَلاَتِهِمْ سَاهُونَ (5) اَلَّذِينَ هُمْ يُرَآؤُنَ (6) وَيَمْنَعُونَ الْمَاعُونَ (7)

Okunuşu

1.Eraeytellezi yükezzibi biddiyn
2.Fezâalikellezi yedü’ul yetiym
3.Velâa yehuddu alâa ta’aamil miskiyn
4.Feveylül lil musalliyn
5.Elleziyne hüm an salâatihim sâahüün
6.Elleziyne hüm an yüraa üüne
7.Ve yemneuunel mâauun

1.Dini yalanlayanı gördün mü?
2.İşte o, yetimi itip kakar;
3. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez;
4.Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki,
5.Onlar namazlarını ciddiye almazlar.
6.Onlar gösteriş yapanlardır,
7.Ve hayra da mâni olurlar.

Kevser Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ اِنَّآ اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ (1) فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْ (2) اِنَّ شَانِئَكَ هُوَ اْلاَبْتَرُ (3)

Okunuşu

1.İnnâa e’taynâakel kevser
2.Fesalli li rabbike ven har
3.İnne şâanieke hüvel ebter

1. Kuşkusuz biz sana Kevser’i verdik.
2.Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes.
3.Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir.

Kâfirun Suresi


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِقُلْ يَآ اَيُّهَا الْكَافِرُونَ (1) لآ اَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ (2) وَلآ اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ اَعْبُدُ (3) وَلاَ اَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدْتُمْ (4) وَلآ اَنْتُمْ عَابِدُونَ مَآ اَعْبُدُ (5) لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ (6)

Okunuşu

1.Kul yâa eyyühel kâafiruun
2.Lâa e’büdü mâa tebüdüün
3.Velâa entüm aabidüüne mâa a’büd
4.Velâa ene aabidüm mâa abed-tüm
5.Velâa entüm aabidüüne mâa e’büd
6.Leküm diynüküm veliye diyn

l.De ki: Ey kâfirler!
2.Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam.
3.Siz de benim taptığıma tapmıyorsunuz.
4.Ben de sizin taptıklarınıza asla tapacak değilim.
5.Evet, siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz.
6.Sizin dininiz size, benim dinim de banadır

Nasr Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِاِذَا جَآءَ نَصْرُ اللهِ وَالْفَتْحُ (1) وَرَاَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللهِ اَفْوَاجًا (2) فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ اِنَّهُ كَانَ تَوَّابًا (3)

Okunuşu

1.İzâa câaaae nasrullaahi vel fethu
2.Ve raeytennâase yedhu-lüüne fii diynillahi efvâacâa
3.Fesebbih bihamdi rabbike vesteğfirhü innehüü kâane tevvaâbâa

1.Allah’ın yardımı ve zaferi geldiği,
2.Ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit
3.Rabbine hamdederek O’nu tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.

Tebbet Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِتَبَّتْ يَدَآ اَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ (1) مَآ اَغْنََى عَنْهُ مَالُهُ وَمَا كَسَبَ (2) سَيَصْلَى نَارًا ذَاتَ لَهَبٍ (3) وَامْرَاَتُهُ حَمَّالَةَ الْحَطَبِ (4) فِي جِيدِهَا حَبْلٌ مِنْ مَسَدٍ (5)

Okunuşu

1.Tebbet yedâaa ebiylehebivve tebbe
2.Mâa ağnâa anhü mâalü-hüü ve mâa keseb
3.Se yaslâa nâaran zâate leheb
4.Vemraetühüü hammâaletel hatab
5.Fii ciydihâa hablüm mim mesed

1.Ebu Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da.
2.Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi.
3.O, alevli bir ateşte yanacak.
4.Odun taşıyıcı olarak karısı da (ateşe girecek).
5.Ve boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.

İhlas Suresi


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِقُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ (1) اَللهُ الصَّمَدُ (2) لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ (3) وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُُفُواً اَحَدٌ (4)

Okunuşu

1.Kul hüvellâahü ehad
2.Ellâahüs samed
3.Lem yelid ve lem yüüled
4.Velem yeküllehüü küfüven ehad

1.De ki: O, Allah birdir.
2.Allah sameddir.
3.O, doğurmamış ve doğmamıştır.
4.Onun hiçbir dengi yoktur

Felak Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِقُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ (1) مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ (2) وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ اِذَا وَقَبَ (3) وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ (4) وَمِنْ شَرَّ حَاسِدٍ اِذَا حَسَدَ (5)

Okunuşu

1.Kul euuzü birabbil felak
2.Min şerri maa halak
3.Ve min şerri ğaasikın izâa vekab
4.Ve min şerrin neffâasati fil ‘ukad
5.Ve min şerri haasidin izâa hased

1.De ki: “Ben ağaran sabahın Rabbine sığınırım,
2.Yarattığı şeylerin şerrinden,
3.Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,
4.Ve düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden,
5.Ve kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!

Nas Suresi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِقُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ (1) مَلِكِ النَّاسِ (2) اِلَهِ النَّاسِ (3) مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ (4) الَّذِي يُوَسْوِسُ صُدُورِ النَّاسِ (5) مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ (6)

Okunuşu

1.Kul euuzü birabbinâas
2.Melikinnâas
3.İlâahinnâas
4.Min şerril vesvâasil hannâas
5.Ellezii yüvesvisü fii sudüürinnâas*
6.Minel cinneti vennâas

1.De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine,
2.İnsanların Melikine (mutlak sahip ve hakimine),
3.İnsanların İlâhına.
4.O sinsi vesvesenin şerrinden,
5.O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.
6.Gerek cinlerden, gerek insanlardan olan bütün vesvesecilerin şerrinden Allah’a sığınırım!


Asr Suresi


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَالْعَصْرِ (1) اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَفِي خُسْرٍ (2) اِلاَّ الَّذِينَ اَمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ (3)

Okunuşu
Bismillahirrahmânirrahîm.
1- Vel asr
2- İnnel insane le fi husr
3- İllellezıne amenu ve amilus salihati ve tevasav bil hakkı ve tevasav bis sabr

Anlamı
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
1- Asra yemin olsun ki,
2- İnsan mutlaka ziyandadır.
3- Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.

Duha Suresi


Duhâ sûresi, Mekke döneminde inmiştir. 11 âyettir. Duhâ, kuşluk vakti demektir

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

1. وَالضُّحَى
1. Vedduhâ
1. Kuşluk vaktine andolsun,

2. وَاللَّيْلِ إِذَا سَجَى
2. Velleyli izē secē.
2. Karanlığı çöktüğü vakit geceye andolsun ki,

3. مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا قَلَى
3. Mē veddeake rabbüke vemē galē.
3. Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da.[1]

4. وَلَلْآخِرَةُ خَيْرٌ لَّكَ مِنَ الْأُولَى
4. Velel â[k]hiratü [k]hayrül-leke minel ûlē.
5. Muhakkak ki âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.

5. وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَى
5. Velesevfe yuğtîke Rabbüke feterdâ.
5. Şüphesiz, Rabbin sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.

6. أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيماً فَآوَى
6. Elem yecidke yetîmen feēvē.
6. Seni yetim bulup da barındırmadı mı?

7. وَوَجَدَكَ ضَالّاً فَهَدَى
7. Ve vecedeke dâllen fehedē.
7. Seni yolunu kaybetmiş olarak bulup da yola iletmedi mi?

8. وَوَجَدَكَ عَائِلاً فَأَغْنَى
8. Ve vecedeke âilen feağnē.
8. Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi?

9. فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ
9. Feemmel yetîme felē teghar.
9. Öyleyse sakın yetimi ezme!

10. وَأَمَّا السَّائِلَ فَلَا تَنْهَرْ
10. Ve emmessēile feilē tenhar.
10. Sakın isteyeni azarlama!

11. وَأَمَّا بِنِعْمَةِ رَبِّكَ فَحَدِّثْ
11. Ve emmē biniğmeti Rabbike fehaddis.
11. Rabbinin nimetine gelince; işte onu anlat.

Okunuşu
Bismillahirrahmânirrahîm.
1- Vedduha
2- Velleyli iza seca
3- Ma vedde'ake rabbüke ve ma kala
4- Ve lel'ahıretü hayrün leke minel'ula
5- Ve lesevfe yu'tıyke rabbüke feterda
6- Elem yecidke yetiymen feava
7- Ve vecedeke dallen feheda
8- Ve vecedeke 'ailen feağna
9- Femmel yetiyme fela takher
10- Ve emmessaile fela tenher
11- Ve emma binı'meti rabbike fehaddis

Anlamı
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
1- Andolsun kuşluk vaktine
2- ve dindiği zaman o geceye ki,
3- Rabbin sana veda etmedi ve darılmadı!
4- Ve kesinlikle senin için sonu önünden (ahiret dünyadan) daha hayırlıdır.
5- ileride Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın!
6- O, seni bir yetim iken barındırmadı mı?
7- Seni, yol bilmez iken (doğru) yola koymadı mı?
8- Seni bir yoksul iken zengin etmedi mi?
9- Öyle ise, sakın yetime kahretme (onu horlama)!
10- El açıp isteyeni de azarlama!
11- Fakat Rabbinin nimetini anlat da anlat!

Kadir Suresi


Kadir Suresi, Okunuşu ve Anlamı

القدر
بسم الله الرحمن الرحيم
Bismillâhirrahmânirrahîm.
Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla.
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ
1. İnnê enzelnâhü fî leyletilkadri
1. Doğrusu Biz, onu (Kurân'ı) Kadir gecesinde indirdik.
وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ
2.Ve mê edrâke mê leyletülkadri.
2. Kadr gecesinin ne olduğunu bilir misin sen?
لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ
3. Leyletülkadri hayrun min elfi şehrin.
3. Kadr (Kadir) gecesi; bin aydan daha hayırlıdır.
تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْرٍ
4. Tenezzelülmelêiketü verrûhu fîhê biizni rabbihim min külli emrin
4. O gece Rab'lerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner...
سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
5. Selêmün hiye hattê matla’ıl fecri
5. Artık o gece bir esenliktir gider... Tâ [ki] tan ağarana kadar...

Okunuşu
Bismillahirrahmânirrahîm.
1- İnna enzelnahü fiy leyletilkadr
2- Ve ma edrake ma leyletülkadr
3- Leyletülkadri hayrüm min elfi şehr
4- Tenezzelülmelaiketü verruhu fiyha biizni rabbihim min külli emr
5- Selamün hiye hatta matle'ılfecr

Anlamı
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
1- Biz o (Kur'ân)nu Kadir gecesinde indirdik.
2- Kadir gecesinin ne olduğunu sen nereden bileceksin?
3- Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4- Melekler ve Ruh (Cebrail veya Ruh adındaki melek) o gece

İnşirah Suresi



بسم الله الرحمن الرحيم (') أَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ صَدْرَكَ (') وَوَضَعْنَا عَنْكَ وِزْرَكَ (') الَّذِي أَنْقَضَ ظَهْرَكَ (') وَرَفَعْنَا لَكَ ذِكْرَكَ (') فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا (') إِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا(') فَإِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ (') وَإِلَى رَبِّكَ فَارْغَبْ 

İnşirah Sûresi Türkçe Okunuşu:

    1-) Elem neşrah leke sadrak.
    2-) Vevedağnee anke vizrak.
    3-) Ellezî engada zahrak.
    4-) Ve rafeğnâ leke zikrak.
    5-) Feinne meal usri yusrâ.
    6-) İnne meal usri yusrâ.
    7-) Feizâ ferağte fensab.
    8) Ve ilee rabbike ferğab.

İnşirah Sûresi Meali:

    1-) Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?
    2-) Yükünü senden alıp atmadık mı?
    3-) O senin belini büken yükü
    4-) Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi?
    5-) Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.
    6-) Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.
    7-) Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul,
    8) Yalnız Rabbine yönel.

Print this item

  Kuranda geçen yağmur ile ilgili ayetler
Posted by: SeliM35 - 09-26-2019, 01:30 PM - Forum: Kurân-ı Kerim Arapça - No Replies



Yağmur ile ilgili Ayetler

O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah'a eşler koşmayın. (Bakara Suresi, 22)

Kendilerinden önce nice nesilleri yıkıma uğrattığımızı görmüyorlar mı? Biz, sizi yerleşik kılmadığımız bir biçimde onları yeryüzünde (büyük bir güç ve servetle) yerleşik kıldık; gökten üzerlerine sağanak (bol yağmurlar) yağdırdık, nehirleri de altlarından akar yaptık. Ama günahları nedeniyle Biz onları yıkıma uğrattık ve arkalarından başka nesiller (inşa edip) var ettik. (Enam Suresi, 6)

O, gökten su indirendir. Bununla herşeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiştaneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmışsalkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır. (Enam Suresi, 99)

Ey kavmim, Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. Üstünüze gökten sağanak (yağmurlar, bol nimetler) yağdırsın ve gücünüze güç katsın. Suçlu-günahkarlar olarak yüz çevirmeyin." (Hud Suresi, 52)

Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız. (Nahl Suresi, 10)

Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 65)

Görmedin mi, Allah, gökten su indirdi, böylece yeryüzü yemyeşil donatıldı. Şüphesiz Allah, lutfedicidir, herşeyden haberdardır. (Hac Suresi, 63)

Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz. (Müminun Suresi, 1

Görmedin mi ki, Allah bulutları sürmekte, sonra aralarını birleştirmekte, sonra da onları üst üste yığmaktadır; böylece, yağmurun bunların arasından akıp-çıktığını görürsün. Gökten içinde dolu bulunan dağlar (gibi bulutlar) indiriverir, onu dilediğine isabet ettirir de, dilediğinden onu çevirir; şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kamaştırıp götürüverecektir. (Nur Suresi, 43)

Ve kendi rahmetinin önünde rüzgarları müjdeciler olarak gönderen O'dur. Biz, gökten tertemiz su indirdik; Onunla ölü bir beldeyi (toprağı) canlandırmak ve yarattığımız hayvanlardan ve insanlardan birçoğunu onunla sulamak için. (Furkan Suresi, 48-49)

(Onlar mı) Yoksa, gökleri ve yeri yaratan ve size gökten su indiren mi? Ki onunla (o suyla) gönül alıcı bahçeler bitirdik, sizin içinse bir ağacını bitirmek (bile) mümkün değildir. Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır, onlar sapıklıkta devam eden bir kavimdir. (Neml Suresi, 60)

Andolsun onlara: "Gökten su indirip de ölümünden sonra yeryüzünü dirilten kimdir?" diye soracak olursan, şüphesiz: "Allah" diyecekler. De ki: "Hamd Allah'ındır." Hayır, onların çoğu akletmiyorlar. (Ankebut Suresi, 63)

Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır. (Lokman Suresi, 34)

Görmüyorlar mı; Biz, suyu çorak toprağa sürüyoruz da onunla ekin bitiriyoruz; ondan hayvanları, kendileri yemektedir? Yine de görmüyorlar mı? (Secde Suresi, 27)

Allah'ın gökyüzünden su indirdiğini görmedin mi? Böylece Biz onunla, renkleri değişik olan meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz, kırmızı renkleri değişik ve siyah yollar (kıldık). (Fatır Suresi, 27)

O'nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüşve kupkuru) görmendir. Ama Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, herşeye güç yetirendir. (Fussilet Suresi, 39)

O'dur ki, onlar umutlarını kestikten sonra yağmuru indirir ve rahmetini serip-yayar. O, Veli'dir, Hamid'dir. (Şura Suresi, 2

Ve gökten mübarek (bereket ve rahmet yüklü) su indirdik; böylece onunla bahçeler ve biçilecek taneler bitirdik. (Kaf Suresi, 9)


-----oOo------

Güzel Kurani kerimimizde geçen yağmur ile ilgili ayetler. Kuranda geçen yağmur ile ilgili ayetler tarafmizca seçilip otomatik listelenmekte.
Kuranda yağmur ile alakali tahmini 17 ayet geçiyor
2:19 - Yahut (onların durumu), gökten boşanan, içinde karanlıklar, gök gürlemesi ve şimşek(ler) bulunan bir yağmur(a tutulmuşun hali) gibidir. Yıldırımlardan ölmek korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Oysa Allah, inkârcıları tamamen kuşatmıştır.
2:22 - O (Rabb) ki yeri sizin için bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile, Allah'a eşler koşmayın.
2:264 - Ey iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin. O adam gibi ki, insanlara gösteriş için malını dağıtır da ne Allah'a inanır, ne ahiret gününe. Artık onun hâli, bir kayanın hâline benzer ki, üzerinde biraz toprak varmış, derken şiddetli bir sağnak inmiş de onu yalçın bir kaya halinde bırakıvermiş. Öyle kimseler, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez.
2:265 - Allah'ın rızasını aramak, kendilerini veya kendilerinden bir kısmını Allah yolunda sabit kılmak için mallarını Allah yolunda harcayanların hâli ise, bir tepedeki güzel bir bahçenin hâline benzer ki, ona kuvvetli bir sağnak düşmüş de yemişlerini iki kat vermiştir. Böyle bir bahçeye yağmur düşmese bile mutlaka bir çisenti vardır. Allah, yaptıklarınızı görür.
4:102 - Sen onların aralarında bulunup da onlara namaz kıldırdığında içlerinden bir kısmı seninle beraber namaza dursun. Silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secdeye vardıklarında diğer bir kısmı arkanızda beklesin. Sonra o namaz kılmamış olan diğer kısım gelsin seninle beraber kılsınlar ve ihtiyatlı bulunsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler arzu ederler ki, silahlarınızdan ve eşyanızdan bir gafil olsanız da size ani bir baskın yapsalar. Eğer size yağmur gibi bir eziyet erişir veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda bir vebal yoktur. Bununla beraber ihtiyatı elden bırakmayın. Kuşkusuz Allah kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.
6:6 - Kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkanları onlara vermiştik. Onlara gökten bol bol yağmur indirmiş, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından dolayı helak ettik. Ve kendilerinden sonra başka bir nesil yarattık.
12:49 - "Sonra da onun arkasından yağışlı bir sene gelecek ki, halk onda sıkıntıdan kurtulacak, (üzüm, zeytin gibi mahsülleri) sıkıp faydalanacak."
24:43 - Görmez misin ki Allah bulutları (dilediği yere) sürüklüyor; sonra onları biraraya getirip üstüste yığıyor. İşte görüyorsun ki bunlar arasında yağmur çıkıyor. O, gökten, sanki oradaki dağlardan da dolu indirir. Artık onu dilediğine isabet ettirir; dilediğinden de onu uzak tutar; bu bulutlardan çıkan şimşeğin parıltısı nerdeyse gözleri alır!
25:40 - (Resulüm!) Andolsun ki, (bu Mekke'li putperestler), bela ve fenalık yağmuruna tutulmuş olan beldeye uğramışlardır. Peki onu da görmüyorlar mıydı? Hayır! Onlar öldükten sonra dirilmeyi ummamaktadırlar.
26:173 - Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki, (uyarılanların) o yağmuru ne kötü bir yağmurdu!
27:58 - Onların üzerlerine öyle bir yağmur indirdik ki, ne kötü idi uyarılanların yağmuru!
30:48 - Allah O'dur ki, rüzgarları gönderir de bir bulut savururlar. Derken onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle serer, parça parça da eder. Derken yağmuru görürsün, aralarından çıkar. Derken onu kullarından kimlere diliyorsa döküverdi mi derhal yüzleri güler.
31:34 - Şüphesiz ki, kıyamet saatinin bilgisi Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya dişi oluşunu, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır.
42:28 - İnsanlar ümitlerini kestikten sonra yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan O'dur. Övülmeye layık olan gerçek dost O'dur.
46:24 - O azabı, vadilerine doğru yayılan bir bulut halinde gördükleri zaman: "Bu bize yağmur yağdıracak yaygın bir buluttur." dediler. Hud ise: "O sizin acele gelmesini istediğiniz şeydir. O bir rüzgârdır ki, içerisinde acı bir azab vardır.
57:20 - Biliniz ki dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs ve kendi aranızda övünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibarettir. Bu, tıpkı bir yağmura benzer ki; bitirdiği ot, ekincilerin hoşuna gider, sonra kurur, onu sapsarı görürsün, sonra çerçöp olur. Ahirette ise çetin bir azab; Allah'tan mağfiret ve rıza vardır. Dünya hayatı, aldatıcı bir zevkten başka bir şey değildir.
71:11 - "Üzerinize gökten bol yağmur yağdırsın."

----oOo-------



&#64831إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنْزَلَ اللهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَأَحْيَا بِهِ الأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ&#64830(البقرة:164).




&#64831وَهُوَ الَّذِي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ حَتَّى إِذَا أَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَأَنْزَلْنَا بِهِ الْمَاءَ فَأَخْرَجْنَا بِهِ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ كَذَلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتَى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ&#64830(الأعراف:57)




&#64831الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلاَ تَجْعَلُوا لِلَّهِ أَنْدَادًا وَأَنْتُمْ تَعْلَمُونَ&#64830(البقرة:22).



الله الذي يرسل الرياح فتثير سحابا فيبسطه في السماء كيف يشاء ويجعله كسفا فترى الودق يخرج من خلاله فاذا اصاب به من يشاء من عباده اذا هم يستبشرون وإن كانوا من قبل ان ينزل عليهم من قبله لمبلسين فانظر الى اثار رحمت الله كيف يحيي الارض بعد موتها ان ذلك لمحيي الموتى وهو على كل شيء قدير" [ الروم ]


" ومن اياته يريكم البرق خوفا وطمعا وينزل من السماء ماء فيحيي به الأرض بعد موتها إن في ذلك لايات لقوم يعقلون " [الروم ]



" إن الله عنده علم الساعة وينزل الغيث ويعلم ما في الارحام وما تدري نفس ماذا تكسب غدا وما تدري نفس بأي أرض تموت إن الله عليم خبير " [ لقمان ]




" هو الذي يريكم اياته وينزل لكم من السماء رزقا وما يتذكر إلا من ينيب " [ غافر ]



" وهو الذي ينزل الغيث من بعد ما قنطوا وينشر رحمته وهو الولي الحميد " [ الشورى ]



" هو الذي يريكم البرق خوفا وطمعا وينشئ السحاب الثقال " [ لقمان ]



" ومن اياته يريكم البرق خوفا وطمعا وينزل من السماء ماء فيحيي به الأرض بعد موتها إن في ذلك لايات لقوم يعقلون " [ الروم ]




" والله انزل من السماء ماء فاحيا به الارض بعد موتها ان في ذلك لاية لقوم يسمعون " [ النحل ]



" ولئن سالتهم من نزل من السماء ماء فاحيا به الارض من بعد موتها ليقولن الله قل الحمد لله بل اكثرهم لا يعقلون " [ العنكبوت ]



" والله الذي ارسل الرياح فتثير سحابا فسقناه الى بلد ميت فاحيينا به الارض بعد موتها كذلك النشور " [ فاطر ]


" واختلاف الليل والنهار وما أنزل الله من السماء من رزق فاحيا به الأرض بعد موتها وتصريف الرياح ايات لقوم يعقلون [ الجاثية ]


" اعلموا ان الله يحيي الارض بعد موتها قد بينا لكم الايات لعلكم تعقلون " [ الحديد ]

Print this item

  İçki Yasağı ile ilgili Ayet Ve Hadisler
Posted by: SeliM35 - 09-26-2019, 01:26 PM - Forum: Kurân-ı Kerim Arapça - No Replies

İçki Yasağı ile ilgili Ayet Ve Hadisler

Kuranda içki ile alakali tahmini 7 ayet geçiyor

2:219 - Ey Muhammed! Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin. İşte böylece Allah, size âyetlerini açıklıyor. Umulur ki siz düşünürsünüz.
5:90 - Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar) ve fal okları şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz.
5:91 - Şeytan, içki ve kumarla sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?
10:4 - Dönüşünüz hep O'nadır. Allah'ın vaadi haktır. Herşeyi ilk baştan yaratan O'dur. Sonra iman edip salih amel işleyenleri hak ettikleri ölçüde mükâfatlandırmak için geri döndürecek olan yine O'dur. Kâfirlere de inkâr ettikleri için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap vardır.
16:67 - Hurma ve üzüm ağaçlarının meyvalarından da hem içki, hem de güzel gıdalar edinirsiniz. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.
18:29 - Ve de ki: O hak Rabbimizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin. Çünkü biz zalimler için öyle bir ateş hazırlamışız ki, duvarları, çepeçevre onları içine alacaktır. Eğer feryad edip yardım isteseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su ile cevap verilir. O ne kötü bir içecek ve ne kötü bir dayanma yeri!
37:67 - Sonra üzerine onlar için kaynar bir içecek vardır.

AYETLER :

Sana, şarap ve kumar hakkında soru sorarlar. De ki: Her ikisinde de büyük bir günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür. Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. "İhtiyaç fazlasını" de. Allah size âyetleri böyle açıklar ki düşünesiniz. (Bakara 2/219)

Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi? (Maide, 5/90,91)

HADiSLER :

Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Mekke'nin fethedildiği sene Hz. Peygamber (aleyhissâlatu vesselâm)'i Mekke'de işittim, şöyle buyuruyordu: "Cenab-ı Allah içki, ölmüş hayvan, domuz ve putun alım-satımını yasakladı." Bunun üzerine: "Ey Allah'ın Resûlü "ölmüş hayvanların iç yağı hakkında ne buyurursunuz, zîra onunla gemiler yağların, derilere sürülür, kandiller aydınlatılır" dendi. Cevâben: "O (nun satışı) haramdır" buyurdu ve ilâve etti: "Allah Yahudilerin canını alsın. Allah onlara ölmüş hayvanların iç yağını haram kıldığı vakit bu yağı erittiler, sonra satıp parasını yediler."
Buhârî, Büyû 112, Meğâzî 50; Müslim, Müsâkât 71 (1581); Ebu Dâvud, Büyû 66 (3486); Tirmizî, Büyû 93, (7, 309-310); İbnu Mâce, Ticarât 11, (2167).

El-Muğîre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm) buyurdu ki: "Kim içki satarsa, hınzır kasaplığı da yapsın"
Ebu Dâvud, Büyû 66, (3489).

Ebu Mâlik veya Ebu Amir el-Eş'ari radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Ümmetimden bir kavim, ferci (zinayı), ipeği, içkiyi, çalgıyı helal addedecektir. Bir kısım kavimler de bir dağın eteğine inecekler. Onların sürüsünü, çoban sabahları yanlarına getirecek. (Fakir) bir adam da, bir ihtiyacı için yanlarına gelecek. Onlar adama:
"Bize yarın gel! derler. Bunun üzerine Allah onları geceleyin yakalayıverir ve dağı tepelerine koyarak bir kısmını helak eder. Geri kalanları da mesh ederek Kıyamete kadar maymun ve hınzırlara çevirir."
Buhari, Eşribe 6.

Ebu'd-Derdâ radıyallahu anh anlatıyor: "Halilim Aleyhissalâtu vesselâm bana şu vasiyette bulundu: "Hiçbir şeyi Allah'a ortak kılma, hatta param parça edilsen, ateşlerde yakılsan da; bile bile hiçbir namazını terk etme; kim namazı bile bile terkederse ondan Allah'ın zimmeti (garantisi) kalkar; içki içme, çünkü o, bütün kötülüklerin anahtarıdır."

Hz. Câbir radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah ve ahiret gününe inanan kimse izarsız hamama girmesin. Kim Allah'a ve ahirete inanıyorsa, bir özrü olmadan hanımını hamâma sokmasın. Kim Allah'a ve ahirete, inanıyorsa üzerinde içki bulunan sofraya oturmasın."
Tirmizi, Edeb 43, (2802); Nesai, Gusl 2, (1, 198 ).

Sevr İbnu Zeyd el-Dîlî anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallâhu anh), hamr için uygulanması gereken haddin miktarı hususunda (Ashabla) istişarede bulundu. Hz. Ali (radıyallâhu anh): "Seksen sopa vurulmasını uygun görüyorum" dedi. Çünkü kişi, içince sarhoş olur, sarhoş olunca hezeyana düşer (saçmalar), hezeyana düştü mü iftira atar. (İftiranın cezası ise 80 sopadır). Böylece Hz. Ömer (radıyallâhu anh) içki içenler için haddi 80 sopa takdir etti."
Muvatta, Eşribe 2, (2, 842).

İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim (ısrarla) içki içerse dördüncü sefere kadar kamçılayın, sonra (devam ederse) öldürün."
Ebû Dâvud, Hudud 37, (4482); Tirmizî, Hudud 15, (1444).


İbnu Şihâb (rahimehullah)'a:

"- Köle içki içecek olursa ona tatbik edilecek haddin miktarı nedir?" diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi:
"- Bana ulaştığına göre, ona, hüre verilen cezanın yarısını uygulamak gerekir. Hz. Ömer, Hz. Osman ve İbnu Ömer (radıyallâhu anhüm ecmain) içkide, kölelerine, hürlere tatbik ettikleri haddin yarısını tatbik ederlerdi."
Muvatta, Eşribe 3, (2, 842).

Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Lakabı Hımâr olan bir adam vardı. Bu zat zaman zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı güldürürdü. Hz. Peygamber bu adamı, içki sebebiyle dövdürmüştü. Bir gün yine içki suçuyla getirildi. Resûlullah emretti, celde uygulandı. Cemaatten birisi: "Allah'ım şu adama lânet et! Kaç sefer içki sebebiyle getirildi, bir türlü ıslah olmuyor)" diye beddua etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
" Ona lânet etmeyin. Allah'a yeminle söylüyorum, bu adam hakkında bildiğim bir şey varsa o da Allah ve Resûlü'nü (samimiyetle) sevmiş olmasıdır" buyurdu."
Buhârî, Hudud 5.
Ebû Dâvud'da, Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh)'den kaydedilen bir rivâyette: "Böyle söylemeyin, fakat şöyle deyin: "Ey Allah’ım, ona rahmet et, onun taksiratını affet!" buyurmuştur.

Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselam) buyurdular ki: "Sarhoşluk veren her içki haramdır."
Buhârî, Eşribe 4, Vudü 71; Müslim, Eşribe 67-68, (2001); Muvatta, Eşribe 9, (2, 845); Ebu Dâvud, Eşribe 5, (3682, 3687); Tirmizî, Eşribe 2, 3, (1864,1867); Nesâî, Eşribe 23, 8, (298 ).

Hz. Huzeyfe radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Hamr (sarhoş edici içki), günahın her çeşidinin kaynağıdır. Kadın, şeytanın oltasıdır, dünya sevgisi her çeşit hatanın başıdır."
Rezin tahric etmiştir.

İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:
"Üç kişi vardır, Kıyamet günü Allah onlara nazar etmez: Anne ve babasının hukukuna riayet etmeyen kimse, erkekleşen kadın ve deyyûs kimse."
Nesâî, Zekat 69, (5, 81).

Yine Nesâî'nin bir rivayetinde Resûlullah şöyle buyurmuştur:
"Üç kişi vardır, cennete girmeyecektir: Anne babasının hukukuna riayet etmeyen kimse; içki düşkünü olan kimse; verdiğini başa kakan kimse."
Nesâî, Zekat 69, (5, 81)

Print this item

  Kur'an-ı Kerim Okuma ve Hatimi İle ilgili Merak Edilenler
Posted by: SeliM35 - 09-26-2019, 01:22 PM - Forum: Kurân-ı Kerim Arapça - No Replies



Kur'an-ı Kerim Okuma ve Hatimi İle ilgili Merak Edilenler

Sorular?

Apartmanımızdaki kadınlar toplanıp mukabele okuyoruz. Bazı meselelerimiz oluyor:

I - En güzel hatim nasıl olmalıdır?

2- Kadın adetli iken Kur`an`ı dinleyebilir ve yüzünden takip edebilir mi?

3- "Ha`mim" ler tek seferde okunacak deniyor doğru mudur?

4- Hatim duası nasıl olmalıdır?

5- Kur'an-ı Kerim dinleyen ya da her satırı yerine bir ihlas okuyan hatmetmiş olur mu?

Cevaplar:

Önce Kur`an`ı okumaktan maksadın onu anlamak ve yaşamak olduğunu söyleyelim. Bu yüzden camide yapılan va`zı dinlemek, (manasını anlamadığı) Kur`an dinlemekten daha sevaptır denmiştir.( F. Hindiye V/317 ) Yine bu yüzden, manasını düşünme mümkün olamıyacağı için Kur`an`ı üç günden kısa sürede hatmetmek mekruhtur denmiştir.( F. Hindiye V/318) Çünkü Kur`an`ın kendi ifadesi ile o "hayatta olanları uyarmak için" indirilmiştir. Okunması da, yaşanmasını sağlayacağı için ibadettir. Onun için en güzel hatim; herhalde Kur`an`ın anlamaya çalışarak okunduğu hatimdir. Hepsini anlayamayan, imkanı kadar anlar. Mesela Ramazanda mukabele okuyan kadınlar-erkekler, hiç olmazsa her cüzden bir sayfanın mealini, sağlam bir mealden okuyarak manasını düşünebilir ve böylece Kur`an`ın ne olduğunu bir nebze anlayabilirler. Kur`an`ı bir yılda bir kere hatmedebilen onu terketmiş olmaktan kurtulmuş olur. Hafızların ise kırk günde bir hatmetmesi güzeldir. (F. Hindiye V/317)

Hatmin bitirilişinde "ihlas suresi"ni üç defa okumanın hoş olmadığını söyleyen fıkıhçılar varsa da, çoğunluk bunun güzel olacağını, bunun okuma esnasında yapılan hatalar için bir telafi sayılacağını söylemişlerdir. Kur`an`ı Kerimi dinleyen dinlemiş olma sevabı, okuyan da okumuş olma sevabı alır. Dinleyen okumuş olmaz. Ancak gaye Kur`an`ı hatmetmek değil, düşünmek ve anlamak olduğu için, dinleyen okuyandan daha çok sevap alır. Çünkü dinlerken daha iyi düşünülür. Ama müslümanın Kur`an okumayı bilmesi de ayrı bir görevdir.

Durum böyle olunca her satır için bir "Ihlas" okuyan da Kur`an`ın tamamını okumuş olmaz, satırları sayısınca "ihlas" okumuş olur.( F. Hindiye V/317) Öyle yapacağına okuyanı dinlemesi ve bir yandan da okumayı öğrenmeye çalışması, Allahu a`lem, daha sevap olur.

"Ha-mim"lerin tek seferde okunacağına dair hiçbirşey bi1miyoruz.

Adetli kadın Kur`an`a bakabilir, dinleyebilir; dinlemelidir.

Hatim duasına gelince: Bu da günümüzde bir takım bid`atlara konu olan bir meseledir. Gerçi: "Kur`an-ı hatmedenin kabul edilecek bir duası vardır" anlamında iki hadis rivayet edilmiştir.( Suyuti, el-Cami`us-sağir) Ancak bunlar meşhur hadis kitaplarında bulunmadıktan başka, çok zayıf kabul edilen hadislerdir. Bu yüzden Hanefilere göre hatim yapıldığında cemaatle dua yapmak uygun görülmemiştir; çünkü bu konuda Rasulullah`tan birşey nakledilmemiştir.( Hindiye V/318) Hele duada.okuyanların ve kendileri için okunanların isimlerini zikretmek riyaya ve gösterişe sebep olabilir. Toplulukta hatim duası yapmanın sakıncalı görülmesi riya ve gösterişe uygun olma ihtimalinden kaynaklanabilir. Ayrıca bu hadislerle, zayıf da olsalar, fazilet babında amel edilebilir ve gösterişe ve riyaya girmeden yapılırsa inşallah bir sakıncası olmaz. Enes b. Malik`in hatim yaptığında eşini ve çocuklarını toplayıp dua yapmış olması da bunu destekler. Böyle olursa hatim duası müstehap olur, demişlerdir.

Ibn Merduye`nin Ebu Hureyre`den naklettiğine göre: "Rasulullah Kur`an`ı hatmettiği zaman ayakta dua ederlerdi". Beyhaki`nin "Şu`abü`1-İman"da kaydettiğine göre Rasulullah (s.a.s):"Kim Kur`an`ı okur da Rabbine hamdeder, O`nun Rasulüne salat eder ve Rabbinden mağfiret dilerse, karşılığında hayrı talep etmiş olur." buyurmuştur. Beyhaki`nin yine aynı yerde Ebu Ca`fer`den naklettiğine göre Ali b. Hüseyin Rasulullah`ın Kur`an`ı hatmettiğinde, ayakta olarak O`na yanaşır hamdle hamdettiğini ve ... dua ettiğini söylemiştir. Ibn Durays`in nakline göre Abdullah b. Mes`ud: "Kur`an`ı hatmedenin kabul olacak bir duası vardır" demiştir.( Buraya kadar olan rivayetler için bk. Suyuti, ed-Dürru`1-mensur VNI/698-99) Demek ki bu söz hadis değil, Ibn Mes`ud`un sözüdür. Abde b. Lübabe ve Mücahid: "Kur`an hatmedildiğinde yapılan duanın makbul olduğu söylenirdi" demişlerdir.( Suyuti, et-Tibyan fi-adab-i hameleti`1-Kur`an 126; Darimi, Sünen N/470; Nevevi el-Ezkar`da, Hakem b. Uteybe`den sahih senetlerle rivayet edildiğini söyler

2) Ibrahim (en-Nehai) demiştir ki: "Kişi Kur`an`ı gündüz okursa, melekler ona akşama kadar salat ederler, gece okursa sabaha kadar salat ederler." Süleyman el-A`mes: "İşte bu yüzden arkadaşlanmızın gecenin ve gündüzün başında hatmetmek istediklerini gördüm" demiştir.( Darimi N/469; Benzer sözler başkalarından da rivayet edilmiştir. (Nevevi, el-Ezkar 87) Malik b. Dinar`ın: "Kur`an`ın hatmedilişinde hazır bulunun" dediği vakidir.( Bu ve önceki iki rakamın alıntıları için bk. ed-Durays el-Beceli, Fedailü`1-Kur`an, (Tahki"k: Gazve Bedir, Dimesk 1408-1987) 44-45)

Print this item

  Kurani Kerim de geçen Kabe ile ilgili ayetler
Posted by: SeliM35 - 09-26-2019, 01:14 PM - Forum: Kurân-ı Kerim Arapça - No Replies

Kurani Kerim de geçen Kabe ile ilgili ayetler


أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِّلنَّاسِ وَأَمْناً وَاتَّخِذُواْ مِن مَّقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى وَعَهِدْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَن طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

BAKARA Suresi 125

Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ(emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ(musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye lit tâifîne vel âkifîne ver rukkais sucûd.

Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.”

burda evimi kelimesiinin sonuna bir zamir ye si eklenmiş gibi sanki

BAKARA Suresi 125

#################

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

إِنَّ أَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِي بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِّلْعَالَمِينَ

ALİ İMRAN Suresi 96

İnne evvele beytin vudia lin nâsi lellezî bi bekkete mubâreken ve huden lil âlemîn

Meali:
insanlar için yapılmış olan ilk Beyt ( yani Ev, vudzia yani insanlarin icine girdikleri ilk ev vaadz olduklari dahil olduklari)
Mübarek Mekke şehrindedir, ve Allah insanlari (Adem ile Havayi bagişlayip) o evde dogru yola iletdi.(yeni bir sülb) soy verdi.

ALİ İMRAN-96. ayet-i kerimesi


أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

فِيهِ آيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَّقَامُ إِبْرَاهِيمَ وَمَن دَخَلَهُ كَانَ آمِنًا وَلِلّهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ إِلَيْهِ سَبِيلاً وَمَن كَفَرَ فَإِنَّ الله غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَمِينَ

ALİ İMRAN Suresi 97.

Fîhi âyâtun beyyinâtun makâmu ibrâhîm(ibrâhîme), ve men dahalehu kâne âminâ(âminen), ve lillâhi alen nâsi hiccul beyti menistetâa ileyhi sebîlâ(sebîlen), ve men kefere fe innallâhe ganiyyun anil âlemîn.

Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse, güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa), şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.)

ALİ İMRAN Suresi 97


أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

جَعَلَ اللّهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِّلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلاَئِدَ ذَلِكَ لِتَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَأَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

MAİDE Suresi 97

Cealallâhul ka’betel beytel harâme kıyâmen lin nâsi veş şehral harâme vel hedye vel kalâid(kalâide) zâlike li ta’lemû ennellâhe ya’lemu mâ fîs semâvâti ve ma fîl ardı ve ennellâhe bikulli şey’in alîm.

Allah; Ka’be’yi, o saygıdeğer evi, haram ayı , hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları insanlar(ın din ve dünyaları) için ayakta kalma (ve canlanma) sebebi kıldı. Bunlar, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah’ın bildiğini ve Allah’ın (zaten) her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu bilmeniz içindir.

MAİDE Suresi 97


أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وَإِذْ بَوَّأْنَا لِإِبْرَاهِيمَ مَكَانَ الْبَيْتِ أَن لَّا تُشْرِكْ بِي شَيْئًا وَطَهِّرْ بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْقَائِمِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

HACC Suresi 26

Ve iz bevve’nâ li ibrâhîme mekânel beyti en lâ tuşrik bî şey’en ve tahhir beytiye lit tâifîne vel kâimîne ver rukkais sucûd.

Hani biz İbrahim’e, Kâbe’nin yerini, “Bana hiçbir şeyi ortak koşma; evimi, tavaf edenler, namaz kılanlar, rükû ve secde edenler için temizle” diye belirlemiştik.

HACC Suresi 26

Print this item

  Kurani Kerimde"Raşid-Raşit - رشد Kelimesi Geçen 13 Adet Ayet ve Meali
Posted by: SeliM35 - 09-26-2019, 07:26 AM - Forum: Kurân-ı Kerim Arapça - No Replies



Kurani Kerimde"Raşid-Raşit - رشد" Kelimesi Geçen 13 Adet Ayet - Arapca Metni ve Meali

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

واذا سالك عبادي عني فاني قريب اجيب دعوة الداع اذا دعان فليستجيبوا لي وليؤمنوا بي لعلهم يرشدون

Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.

Bakara / 186

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


لا اكراه في الدين قد تبين الرشد من الغي فمن يكفر بالطاغوت ويؤمن بالله فقد استمسك بالعروة الوثقى لا انفصام لها والله سميع عليم

Dinde zorlama yoktur; Artık hak ile batıl iyice ayrılmıştır. Tağutu (saptırıcıları) inkar edip Allah'a inanan kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır. Allah işitendir, bilendir.

Bakara / 256

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

ابتلوا اليتامى حتى اذا بلغوا النكاح فان انستم منهم رشدا فادفعوا اليهم اموالهم ولا تأكلوها اسرافا وبدارا ان يكبروا ومن كان غنيا فليستعفف ومن كان فقيرا فليأكل بالمعروف فاذا دفعتم اليهم اموالهم فاشهدوا عليهم وكفى بالله حسيبا

Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin; onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyecekler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan, iffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman

Nisâ / 6

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


ساصرف عن اياتي الذين يتكبرون في الارض بغير الحق وان يروا كل اية لا يؤمنوا بها وان يروا سبيل الرشد لا يتخذوه سبيلا وان يروا سبيل الغي يتخذوه سبيلا ذلك بانهم كذبوا باياتنا وكانوا عنها غافلين

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları, ayetlerimden yüz çevirteceğim. Onlar bütün ayetleri görseler yine de inanmazlar; doğru yolu görseler, yol olarak benimsemezler; azgınlık yolunu görseler, hemen onu yol edinirler. Bu, onların mucizelerimizi yalan saymaları ve onlardan habersiz görünmelerinden ileri gelir.

A’râf / 146

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


ذ اوى الفتية الى الكهف فقالوا ربنا اتنا من لدنك رحمة وهيئ لنا من امرنا رشدا

Birkaç genç mağaraya sığınmış: "Rabbimiz! Katından bize

Kehf / 10

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم


وترى الشمس اذا طلعت تزاور عن كهفهم ذات اليمين واذا غربت تقرضهم ذات الشمال وهم في فجوة منه ذلك من ايات الله من يهد الله فهو المهتد ومن يضلل فلن تجد له وليا مرشدا

Baksaydın, güneşin mağaralarının sağ tarafından doğup meylettiğini, sol tarafından onlara dokunmadan battığını, onların da mağaranın genişçe bir yerinde bulunduğunu görürdün. Bu, Allah'ın mucizelerindendir; Allah'ın doğru yola eriştirdiği kimse hak yoldadır. Kimi de saptırırsa artık ona, doğru yola götürecek bir rehber bulamazsın.*

Kehf / 17

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

الا ان يشاء الله واذكر ربك اذا نسيت وقل عسى ان يهدين ربي لاقرب من هذا رشدا

Herhangi bir şey için, Allah'ın dilemesi dışında: "Ben yarın onu yapacağım" deme. Unuttuğun zaman Rabbini an ve şöyle de: "Umulur ki, Rabbim beni doğruya daha yakın olana eriştirir."

Kehf / 24

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

قال له موسى هل اتبعك على ان تعلمن مما علمت رشدا

Musa ona: "Sana öğretileni bana hayra götüren bir bilgi olarak öğretmen için peşinden gelebilir miyim?" dedi.

Kehf / 66

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

ولقد اتينا ابرهيم رشده من قبل وكنا به عالمين

And olsun ki, daha önce İbrahim'e de akla uygun olanı göstermiştik. Biz onu biliyorduk.

Enbiyâ / 51

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

يهدي الى الرشد فامنا به ولن نشرك بربنا احدا

De ki: "Cinlerden bir topluluğun Kuran'ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle demişlerdir;" "Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kuran dinledik de ona inandık; biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız."

Cin / 2

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

وانا لا ندري اشر اريد بمن في الارض ام اراد بهم ربهم رشدا

"Yeryüzünde olanlara kötülük mü murad edildi, yahut Rableri onlara bir iyilik mi dilemiştir, doğrusu biz bilemeyiz."

Cin / 10

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

انا منا المسلمون ومنا القاسطون فمن اسلم فاولئك تحروا رشدا

"İçimizde, kendini Allah'a vermiş olanlar da, yazık edenler de vardır. Kendini Allah'a veren kimseler, işte onlar, doğru yolu arayanlar, ona layık olanlardır."

Cin / 14

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

قل اني لا املك لكم ضرا ولا رشدا

De ki: "Ben size zarar vermeye de iyilik yapmaya da kadir değilim."

Cin / 21

Kurani Kerimde,"Raşid,-Raşit ,رشد , Kelimesi ,Geçen, 13 Adet, Ayet , Arapca Metni,ve Meali

Print this item

  Fatiha Suresinin Diğer İsimleri
Posted by: SeliM35 - 09-26-2019, 07:16 AM - Forum: Kurân-ı Kerim Arapça - No Replies

Fatiha Suresinin Diğer İsimleri


Bir şeyin evveline “Fâtiha” âhirine ve sonuna “hâtime” denildiğinden ve Kur’ân-ı Kerîm’in başı “elhamdülillâh” sûresi olduğundan bu mübârek sûreye “Fâtiha-i Şerîfe” denilir. Fâtiha-i Şerîfenin diğer isimleri:

Hamd ve Şükür Sûresi: Cenâb-ı Hakk’a hamd ve şükür ile başladığından ve Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk’a mahsus medihler bu sûrede olduğundan bu isim verildi.

Ümmü’l-Kur’ân: Bütün Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk’a mahsus medihler ve kullarına emirler ve müjdeler ve korkutmalar icmâlen bu mübârek Fâtiha Sûresinde olduğundan bu sûre-i şerîf Kur’ân’ın anası ve esası yerindedir.

Kenz: Fâtiha-i Şerîfe bir rahmet hazinesidir. Çünkü Peygamber Efendimiz “Fâtiha Sûresi arşın altındaki hazineden inmiştir” buyurdular.

Şifâ ve Şâfiye: Peygamber Efendimiz “Fâtiha Suresi Kur’ân-ı Kerîm’in aslı mesabesinde olup hastalık için okununca şifâ hâsıl olur” buyurduklarından Şifâ Suresi denilmiştir.

Namaz Sûresi: Namazlarda okunması vacip olup Allâhü Teâlâ Resûlullâh Efendimize: “Namazı kulumla aramızda paylaşırım. Yani namaz kılana sevap verip onu bağışlarım” buyurduklarından bu sûreye namaz sûresi denilir.

Seb‘u’l-Mesânî:
Bu Sûre-i celîle Peygamberimize en evvel meleklerin büyüğü olan Cebrail aleyhisselam vasıtasıyla hem Mekke’de ve hem de Medîne’de indirilmiştir. Yedi ayetli olması ve her namazda tekrar edilmesi sebebiyle “Seb‘u’l-mesânî” denilir.

Ta‘lîm-i Mes’ele: Bu sûrede istemenin ve duânın şartı ve edebi öğretilmiştir. İstemenin şartı: evvela marifet, sonra amel, sonra ihtiyacın arzedilmesidir. Edebi ise evvelâ istenilen zatı medih, sonra istediğini almaya ehil olduğunu beyan, sonra en güzel şeyi seçip onu istemektir. İstenilecek en mükemmel şey ise nimetin kendisi değil onu kazanma yoludur. Zira bir nimetin doğru yolunu bulmak onu her zaman bulmaktır.

Print this item

  Âmenerrasûlü Arapca Text ve Okunuşu Meali ve Âmenerrasûlü’nün Fazîleti
Posted by: SeliM35 - 09-26-2019, 07:11 AM - Forum: Kurân-ı Kerim Arapça - No Replies

Amenerrasulü Arapca Text

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

ءَامَنَ ٱلرَّسُولُ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِۦ وَٱلْمُؤْمِنُونَ ۚ كُلٌّ ءَامَنَ بِٱللَّهِ وَمَلَٰٓئِكَتِهِۦ وَكُتُبِهِۦ وَرُسُلِهِۦ لَا نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِۦ ۚ وَقَالُوا۟ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا ۖ غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ ٱلْمَصِيرُ لَا يُكَلِّفُ ٱللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا ٱكْتَسَبَتْ ۗ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَآ إِن نَّسِينَآ أَوْ أَخْطَأْنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَآ إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُۥ عَلَى ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِۦ ۖ وَٱعْفُ عَنَّا وَٱغْفِرْ لَنَا وَٱرْحَمْنَآ ۚ أَنتَ مَوْلَىٰنَا فَٱنصُرْنَا عَلَى ٱلْقَوْمِ ٱلْكَٰفِرِينَ


Amenerrasulü Arapca Okunuşu


AMENERRASULÜ’NÜN OKUNUŞU:
Amenerrasulü bima ünzile ileyhi mirrabbihi vel mü’minun, küllün amene billahi vemelaiketihi ve kütübihi ve rusülih, la nüferriku beyne ehadin min rusülih, ve kalu semi’na ve ata’na gufraneke rabbena ve ileykelmesir.
La yükellifullahü nefsenilla vüs’aha, leha ma kesebet ve aleyha mektesebet, rabbena latüahızna innesiyna ev ahta’na, rabbena vela tahmil aleyna ısran kema hameltehü alelleziyne min gablina, rabbena vela tühammilna, mala takatelena bih, va’fü anna, vağfirlena, verhamna, ente mevlana fensurna alel gavmil kafiriyn.


AMENERRASULÜ’NÜN MEALİ:
O peygamber de kendisine Rabbinden indirilene iman etti, Mü’minler de (onlardan) her biri Allah’a, onun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı.”Onun (Allah’ın) peygamberlerinden hiç birini diğerlerinin arkasından ayırmayız (hepsine inanırız), dinledik, (kabul ettik) emrine itaat ettik, Ey Rabbimiz, mağfiretini isteriz. Son varışımız ancak sanadır” dediler.
Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Herkesin kazandığı hayır faidesine, yaptığı şer kendi zararınadır. “Ey Rabbimiz, unuttuk, yahut yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme. Ey Rabbimiz, bizden evvelki ümmetlere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme, Ey Rabbimiz takat getiremeyeceğimizi bize taşıtma. Bizden sadır olan günahları sil, bağışla, bizi esirge. Sen mevlamızsın bizim. Artık kafirler ruhuna karşı bize yardım et


ÂMENERRASÛLÜ’NÜN FAZÎLETİ


“Âmene’r-Rasûlü” Bakara Sûresi’nin 285. âyeti, îmân ve îtikad edilmesi zarûrî olan esasları; 286. âyeti de yedi duâ cümlesi bildirmektedir. Allâhü Teâlâ’nın kullarına lutfettiği kolaylıkları, kulların da Kerîm ve Rahîm olan Allâh’a nasıl dua, tazarru ve niyazda bulunacaklarını telkîn buyurmaktadır.

Bu iki âyet Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla nazil olmamış, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bunları Mirac gecesinde vâsıtasız işitmişlerdir.

Nitekim hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur: “(Mirac gecesinde) Resûlullâh’a (s.a.v.) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin son iki âyeti (Âmenerrasûlü...) ve ümmetinden, Allâh’a hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayanların büyük günahlarının bağışlanacağı.”

Bakara sûresi nâzil olup Resûlullâh (s.a.v.) her duâ cümlesini okudukça Allâhü Teâlâ “Duânı kabul ettim.” buyurmuştur.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

“Allâhü Teâlâ Bakara Sûresi’ni iki âyet (Âmenerresûlü) ile sona erdirdi. Bunları bana arşın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, hanımlarınıza ve çocuklarınıza öğretiniz. Çünkü bunlar hem büyük rahmettir, hem Kur’an’dır, hem duâdır.”

“Kim üzüntü ve keder ânında Âyetü’l-Kürsî ve Bakara Sûresi’nin sonu(ndaki iki âyeti: âmenerresûlü)nü okursa Allâhü Teâlâ ona yardım eder.”

“(Bakara Sûresi’nin sonundaki) Bu iki âyet bir evde üç gece okunmazsa o eve şeytan yaklaşır.”

Hz. Ali (k.v.) buyurdular ki: “Âmenerrasûlü’yü okumadan uyuyacak aklı başında bir Müslüman bulunacağını sanmıyorum. Muhakkak o iki âyet arşın altındaki bir hazinedendir.”

Cebrâil (a.s.) Resûlullâh’a (s.a.v.) Bakara Sûresi’nin sonunda ‘Âmîn’ demesini telkîn etmiştir.

Sual: Yatsı namazından sonra okunan Âmenerresülü’nün [Bekara 285-286] fazileti nedir?
CEVAP
Âmenerresülünün fazileti çoktur. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:

(Gece Bekara sûresinin son iki ayetini (Âmenerresülüyü) okuyana, bu iki âyet, her şey için kâfidir.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace]

(Gece Âmenerresülüyü okuyana, her şey için yeterlidir. Bu iki âyeti yatsıdan sonra okuyana, geceyi ibadetle geçirmiş sevabı verilir.) [Şir’a]

(Bana Arşın altındaki hazineden benden önce hiç bir peygambere verilmeyen Bekara sûresinin son âyetleri [Âmenerresülü] verildi.) [İ. Ahmed]

(Bir rahmet, Kur’an ve dua olan Bekara sûresinin son iki âyetini öğrenin, çoluk çocuğunuza da öğretin.) [Hâkim]

(Vefat eden Müslümanı fazla bekletmeyin, kabrine götürmekte acele edin. Kabrinde onun başucunda Fatiha, ayak ucunda ise Bekara sûresinin sonunu okuyun.) [Taberani]

İslam büyükleri de buyuruyor ki:

Akıllı insan, Âmenerresülüyü okumadan yatmaz. (Ömer bin Hattab)

(Bekara sûresinin sonundan üç âyeti okumadan yatana akıllı denmez. (Ali bin Ebu Talib)

Resulullah efendimize Mi'racda verilen üç özel şey:
1- Beş vakit namaz,
2- Âmenerresülü,
3- Şirk üzere ölmeyenlerin günahlarına şefaat etme yetkisi. (Abdullah ibni Mes'ûd)

Âmenerresülüyü okumak, geceyi ihyâ etmeye ve kötülüklerden korunmaya kâfidir. (İmâm-ı Nevevi)

Cenazeyi defnettikten sonra, etrafında oturup veya çömelip, sessizce Bekara sûresinin başını ve sonunu okumak, ölü için dua ve istiğfâr etmek müstehaptır. (İbni Âbidîn)

Âmenerresülüyü okumak, gece ibadet, vird ve zikir yerine geçer. Sevap ve fazilet olarak yeter. O gece, gelebilecek âfetlerden, şeytanın, insanların ve cinlerin şerrinden korur. (Bedreddin Aynî)

Aklı başında hiçbir adam görmedik ki Bakara Suresi’nin son iki ayetini okumadan uyusun.”
Bu söz Hz. Ömer ile Hz. Ali’ye (ra) aittir. Bakara Suresi’nin son iki ayetinin ne kadar önemli olduğunu Kainatın İftihar Tablosu’ndan bizzat işitmişler ve bu iki ayeti hayatları boyunca uyumadan önce okumuşlar.


Hz. Peygamber “Amenerrasulü” diye başlayan Bakara Suresi’nin son iki ayeti hakkında bakın neler buyuruyorlar: “Her kim geceleyin Bakara Suresi’nden bu iki ayeti okursa ona yeter.” “Allah Teala, Bakara Suresi’ni iki ayetle sona erdirdi ki, bunları bana, Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, çocuklarınıza belletiniz, öğretiniz. Çünkü bunlar salattır (namazdır), hem duadır, hem Kur’an’dır.”

Efendimiz’in (sas) bu kadar önemle vurguladığı Bakara Suresi’nin son iki ayetinin meali hakikaten çok muazzam hele de bu günlerde daha da bir anlam kazanıyor. Şöyle ki; “Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de. Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve resullerine iman etti. “O’nun resullerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz.” dediler ve eklediler “İşittik ve itaat ettik ya Rabbena, affını dileriz, dönüşümüz Sana’dır
.
Allah hiçbir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir. Ya Rabbena! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma. Ya Rabbena! Bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ya Rabbena takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma. Affet bizi, lütfen bağışla kusurlarımızı, merhamet buyur bize. Sensin Mevlamız, yardımcımız. Kafir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize.”
Şimdi teklifimizi yapalım: Efendimiz’in buyurduğu gibi bu iki ayeti bir hafta içinde bilmiyorsak önce kendimiz öğrenelim sonra eşlerimize, çocuklarımıza öğretelim ve bugünden itibaren her gece yatmadan önce mutlaka okuyalım.


AMENERRASULÜ’NÜN FAZİLETİ HAKKINDAKİ HADİSİ ŞERİFLER
OKUNUŞU:Amenerrasulü bima ünzile ileyhi mirrabbihi vel mü’minun,küllün amene billahi vemelaiketihi ve kütübihi ve rusülih,la nüferriku beyne ehadin min rusülih,ve kalu semi’na ve ata’na gufraneke rabbena ve ileykelmesir.La yükellifullahü nefsenilla vüs’aha,leha ma kesebet ve aleyha,mektesebet,rabbena latüahızna innesiyna ev ahta’na,rabbena vela tahmil aleyna ısran kema hameltehü alelleziyne min gablina,rabbena vela tühammilna,mala takatelena bih,va’fü anna,vağfirlena,verhamna,ente mevlana fensurna alel gavmil kafiriyn.

MEALİ ALİSİ:O peygamber de kendisine Rabbinden indirilene iman etti,Mü’minler de (onlardan) her biri Allah’a,onun meleklerine,kitaplarına,peygamberlerine inandı.”Onun(Allah’ın) peygamberlerinden hiç birini diğerlerinin arkasından ayırmayız(hepsine inanırız),dinledik,(kabul ettik)emrine itaat ettik,Ey Rabbimiz,mağfiretini isteriz.Son varışımız ancak sanadır” dediler.Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez.Herkesin kazandığı hayır faidesine,yaptığı şer kendi zararınadır.”Ey Rabbimiz,unuttuk,yahut yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme.Ey Rabbimiz,bizden evvelki ümmetlere yüklediğin gibi üstümüze ağır bir yük yükleme,Ey Rabbimiz takat getiremeyeceğimizi bize taşıtma.Bizden sadır olan günahları sil,bağışla,bizi esirge.Sen mevlamızsın bizim.Artık kafirler ruhuna karşı bize yardım et.”
Bu ayeti kerimeler hakkında Resulü Ekrem buyurdu:
“Allah Teala cennet hazinelerinden olan iki ayeti(ayetel kürsi,amenerrasulü) bana indirdi.Allah mahlukatı yaratmazdan iki bin sene evvel o iki ayeti kudret eli ile yazdı.Kim gece yatsı namazından sonra o iki ayeti okursa gece ibadetinden ona kafi gelir.”

Resulü Ekrem yine bu iki ayetin faziletine dair buyurdu:
“Kim Sure-i Bakara’nın son iki ayetini geceleyin okursa,onlar , ona gece namazı kılmak yerine kifayet eder.”
“Cenab-ı Ecelli Ala,Sure-i Bakara’yı iki ayetle bitirdi ve bunları bana arşın altındaki bir hazineden verdi.Bunları öğreniniz,kadınlarınıza,oğullarınıza öğretiniz,çünkü bunlar hem salattır,hem Kur’an’dır.”
“Sure-i Bakara’nın sonundaki ayetler bana arşın altındaki hazineden verildi.Onlar benden evvel hiç bir nebiye verilmemiştir.”

“Bir insan bu ayetleri geceleyin okursa bir muradına kifayet eder.O gece o eve şeytan giremez.”
Bu ayet-i kerimelerin okunmasına gerek gece gerek gündüz olsun devam edilmelidir.Bu ayetler hakkında Cenab-ı Peygamber Efendimizin çok müjdeleri vardır.

Size bir ezbeleme tekniği söylüyorum

1- Kelime kelime kendinizi sıkmadan ezberlemeye çalışın,

2- Ezber esnasında Allah'tan yardım dileyin,

3- Ezberlerken başka şeyle meşgul olmayın,

4- Allah zihin açıklığı versin...

5-Bir kelime ezberleyin sonra ikinci kelime sonra iki kelimyi birlkte okumaya baslayin sonra 3. kelime ve sonra 3 kelimeyi birkilkte okumaya baslayin

Print this item

  Yasin suresi - Türkce ve Arapca Text ve Okunuşu - Anlami Faziletleri
Posted by: SeliM35 - 09-26-2019, 06:58 AM - Forum: Kurân-ı Kerim Arapça - No Replies

Yasin suresi Türkce Okunuşu Arapca Okunuşu ve Anlami

YASİN-İ ŞERİF

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm

( 1 ) Yâsiyn ( 2 ) velkur'ânilhakiym ( 3 ) inneke leminelmürseliyne ( 4 ) alâ siratin müstekiym ( 5 ) tenziylel aziyzirrahiym ( 6 ) litünzire kavmen mâ ünzire abâühüm fehüm gafilûn ( 7 ) lekad hakkalkavlü alâ ekserihim fehüm la yü'minun ( 8 ) inna cealnâ fiy a'nakihim aglâlen fehiye ilel'ezkani fehüm mukmehun ( 9 ) ve cealna min beyni eydiyhim sedden ve min halfihim sedden feagseynahüm fehüm lâ yübsirun ( 10 ) ve sevaün aleyhim eenzertehüm em lem tünzirhüm lâ yü'minun ( 11 ) innema tünzirü menittebe azzikre ve hasiyer rahmane bilgayb febessirhü bimagfiretin ve ecrin keriym ( 12 ) inna nahnü nuhyilmevta ve nektübü ma kaddemu ve asarehüm ve külle sey'in ahsaynahü fiy imamin mübiyn ( 13 ) vadrib lehüm meselen ashabel karyeh izcaehel mürselun ( 14 ) iz erselna ileyhimüsneyni fekezzebuhüma feazzezna bisalisin fekalû inna ileyküm mürselun ( 15 ) kalu mâ entüm illâ beserün mislüna ve mâ enzelerrahmanü min sey'in in entüm illâ tekzibun ( 16 ) kalu rabbüna yalemü inna ileyküm lemürselun ( 17 ) ve ma aleyna illelbelagul mübiyn ( 18 ) kalû inna tetayyerna biküm lein lem tentehu lenercümenneküm ve leyemessenneküm minna azabün eliym ( 19 ) kalu tairüküm meaküm ein zükkirtüm bel entüm kavmün müsrifun ( 20 ) ve cae min aksalmediyneti recülün yes'a, kale ya kavmit tebiul mürseliyne ( 21 ) ittebiu men lâ yes’elüküm ecren vehüm mühtedun ( 22 ) ve maliye la a'büdülleziy fetareni ve ileyhi türceun ( 23 ) eettehizü min dunihi aliheten in yüridnir rahmanü bidurrin lâ tugni anniy sefaatühüm sey'en ve lâ yünkizune ( 24 ) inniy izen lefiy dalâlin mübiyn ( 25 ) inniy amentü birabbiküm fesmeun ( 26 ) kiyledhulil cenneh, kale ya leyte kavmiy yalemune ( 27 ) bima gafere liy rabbiy ve cealeniy minel mükremiyn ( 28 ) ve ma enzelna alâ kavmihî min badihî min cündin minessemâi ve ma künna münziliyne ( 29 ) in kanet illâ sayhaten vahideten feiza hüm hamidun ( 30 ) ya hasreten alel ibad ma ye'tiyhim min resulin illâ kanu bihî yestehziun ( 31 ) elem yerev kem ehlekna kablehüm minelkuruni ennehüm ileyhim lâ yerciun ( 32 ) ve in küllün lemma cemiun ledeyna muhdarun ( 33 ) ve ayetün lehümül ardulmeyteh ahyeynaha ve ahrecna minha habben feminhü ye'külun ( 34 ) ve cealna fiyha cennatin min nehiylin ve a'nabin ve feccerna fiyha mineluyuni ( 35 ) liye'külu min semerihî ve ma amilethü eydiyhim efelâ yeskürune ( 36 ) sübhanelleziy halekal ezvace külleha mimma tünbitül ardu ve min enfüsihim ve mimma lâ yalemun( 37 ) ve ayetün lehümülleyl neslehu minhünnehare feizahüm muzlimune ( 38 ) vessemsü tecriy limüstekarrin leha zalike takdiyrül aziyzil aliym ( 39 ) velkamere kaddernahü menazile hatta a'dekel urcunil kadiym ( 40 ) lessemsü yenbegiy leha en tüdrikel kamere ve lelleylü sabikun nehar ve küllün fiy felekin yesbehun ( 41 ) ve ayetün lehüm enna hamelna zürriyyetehüm fiyl fülkil meshuni ( 42 ) ve halakna lehüm min mislihî ma yerkebun ( 43 ) ve in nese' nugrikhüm felâ sariyha lehüm ve lâ hüm yünkazune ( 44 ) illâ rahmeten minna ve metaan ilâ hiyn ( 45 ) ve iza kiyle lehümütteku ma beyne eydiyküm ve ma halfeküm lealleküm türhamune ( 46 ) ve ma te'tiyhim min ayetin min ayati rabbihim illâ kanu anha mu'ridiyn ( 47 ) ve iza kiyle lehüm enfiku mimma rezekakümullahü, kalelleziyne keferu, lilleziyne amenû enutimü men lev yesaullahü at'ameh, in entüm illâ fiy dalâlin mübiyn ( 48 ) ve yekûlûne meta hazalva'dü in küntüm sadikiyn ( 49 ) ma yenzurune illâ sayhaten vahideten te’huzühüm ve hüm yehissimun ( 50 ) felâ yestetiyune tavsiyeten ve la ilâ ehlihim yerciun ( 51 ) ve nüfiha fiyssuri feizâhüm minel'ecdasi ilâ rabbihim yensilun ( 52 ) kalu ya veylena men beasena min merkadina haza ma veader rahmanü ve sadekalmürselun ( 53 ) in kanet illâ sayhaten vahideten feizahüm cemiyun ledeyna muhdarun ( 54 ) felyevme lâ tuzlemü nefsün sey'en ve lâ tüczevne illâ ma küntüm ta'melun ( 55 ) inne ashabel cennetil yevme fiy sügulin fâkihun( 56 ) hüm ve ezvacühüm fiy zilâlin alel'erâiki müttekiun ( 57 ) lehüm fiyha fâkihetün ve lehüm ma yeddeun ( 58 ) selâmün kavlen min rabbin rahiym ( 59 ) vemtazul yevme eyyühel mücrimun ( 60 ) elem ahad ileyküm ya beniy ademe en lâ ta'büdüs seytan innehu leküm adüvvün mübiynün ( 61 ) ve enibüduniy, haza siratun müstekiym ( 62 ) ve lekad edalle minküm cibillen kesiyra efelem tekunu ta'kilun ( 63 ) hazihî cehennemülletiy küntüm tuadun ( 64 ) islevhel yevme bima küntüm tekfürûn ( 65 ) elyevme nahtimü ala efvahihim ve tükellimüna eydiyhim ve teshedü ercülühüm bimâ kânu yeksibûn ( 66 ) velev nesâu letamesna alâ ayünihim festebekussirata feenna yübsirun ( 67 ) velev nesaü lemesahnahüm alâ mekanetihim femestetau mudiyyen ve lâ yerciun ( 68 ) ve men nüammirhü nünekkishü fiylhalk, efelâ ya'kilun ( 69 ) ve ma allemnahüs si're ve ma yenbegiy leh, in hüve illâ zikrün ve kur'ânün mübiyn ( 70 ) liyünzire men kane hayyen ve yehik kalkavlü alelkafiriyne ( 71 ) evelem yerev enna halakna lehüm mimma amilet eydiyna enamen fehüm leha mâlikun ( 72 ) ve zellelnaha lehüm feminha rekubühüm ve minha ye'külun ( 73 ) ve lehüm fiyha men'afiu ve mesarib efelâ yeskürune ( 74 ) vettehazu min dunillâhi âliheten leallehüm yünsarun ( 75 ) lâ yestetiyune nasrehüm ve hüm lehüm cündün muhdarun ( 76 ) felâyahzünke kavlühüm, innâ na’lemü ma yüsirrune ve ma yulinun ( 77 ) evelem yerel'insanü enna halaknahü min nutfetin feiza hüve hasiymün mübiyn ( 78 ) ve darebe lena meselen ve nesiye halkah kale men yuhyiylizame ve hiye remiym ( 79 ) kul yuhyiyhelleziy enseeha evvele merreh ve hüve bikülli halkin aliymün ( 80 ) elleziy ceale leküm mines seceril'ahdari naren feiza entüm minhü tukidûn ( 81 ) eveleyselleziy halekassemavati vel'arda, bikâdirin alâ en yahlüka mislehüm, belâ ve hüvel hallâkul aliym ( 82 ) innema emrühû iza erade sey’en, en yekule lehu kün, feyekun ( 83 ) fesübhanelleziy biyedihî melekûtü külli sey'in ve ileyhi türceûn.


YASiN SURESi TÜRKÇE MEALİ
( DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI )


36-YÂSÎN

Sûre, ismini iki harften ibaret olan ilk âyetten almıştır. Mekke'de inmiştir. 83 ( seksenüç ) âyettir. Sûreye isim olarak verilen "yâsîn"in, genellikle "Ey insan!" manasına geldiği kabul edilir. Bununla kasdedilen, Hz. Peygamber'dir. Yâsîn sûresi Kur'an'ın kalbi kabul edilmiş ve müslümanlar arasında ayrı bir önem kazanmıştır. Fazileti hakkında hadisler vardır. Rahmân ve Rahîm ( olan ) Allah'ın adıyla.

1. Yâsîn,

2. Hikmet dolu Kur'an hakkı için,

3. Sen şüphesiz peygamberlerdensin.

4. Doğru yol üzerindesin.

5. ( Bu Kur'an ) üstün ve çok merhametli Allah tarafından indirilmiştir.

6. Ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için indirilmiştir.

7. Andolsun ki onların çoğu gafletlerinin cezasını hak etmişlerdir. Çünkü onlar iman etmiyorlar.

8. Biz, onların boyunlarına halkalar geçirdik. O halkalar çenelere kadar dayanmaktadır. Bu yüzden kafaları yukarı kalkıktır.

9. Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık göremezler.

10. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar.

11. Sen ancak zikre ( Kur'an'a ) uyan ve görmeden Rahmân'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.

12. Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz. Onların yaptıkları her işi, bıraktıkları her izi yazarız. Biz, her şeyi apaçık bir kitapta ( levh-i mahfuz'da ) sayıp yazmışızdır.

13. Onlara, şu şehir halkını misal getir: Hani onlara elçiler gelmişti.

14. İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz! dediler.

15. Elçilere dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahmân, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz.

16. ( Elçiler ) dediler ki: Rabbimiz biliyor; biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz.

17. "Bizim vazifemiz, açık bir şekilde Allah'ın buyruklarını size tebliğ etmekten başka bir şey değildir" dediler.

18. ( Bunun üzerine onlar: ) Doğrusu siz bize uğursuz geldiniz. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun sizi taşlarız. Ve bizden size mutlaka fena bir kötülük dokunur, dediler.

19. Elçiler şöyle cevap verdi: Sizin uğursuzluğunuz sizinle beraberdir. Size nasihat ediliyorsa bu uğursuzluk mudur? Bilakis, siz aşırı giden bir milletsiniz.

20. Derken şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi. "Ey kavmim! dedi, bu elçilere uyunuz!"

21. "Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir."

22. "Bana ne olmuş ki, beni yaratana ibadet etmeyecekmişim! Halbuki, hepiniz O'na döndürüleceksiniz."

23. "O'ndan başka tanrılar mı edineyim? O çok esirgeyici Allah, eğer bana bir zarar dilerse onların ( putların ) şefâati bana hiçbir fayda vermez, beni kurtaramazlar."

24. "İşte o zaman ben apaçık bir sapıklığın içine gömülmüş olurum."

25. "Şüphesiz ben, Rabbinize inandım, beni dinleyin."

26. Ona: Cennete gir" denilince. "Keşke, dedi, kavmim bilseydi!"

27. "Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını !"

28. Biz ondan sonra, onun milletini helâk etmek için üzerlerine gökten herhangi bir ordu indirmedik ve indirecek de değildik.

29. ( Onları helâk eden ) korkunç sesten başka bir şey değildi. Birdenbire sönüverdiler.

30. Ne yazık şu kullara! Onlara bir peygamber gelmeyegörsün, ille de onunla alay etmeye kalkışırlar.

31. Müşrikler görmüyorlar mı ki, onlardan önce nice kavimler helâk ettik. Onlar tekrar dönüp de bunlara gelmezler.

32. Elbette onların hepsi ( kıyamet gününde ) karşımızda hazır bulunacaklar.

33. ( Bu hususta ) ölü toprak onlar için mühim bir delildir. Biz ona yağmurla hayat verdik ve ondan dane çıkardık. İşte onlar bundan yerler.

34. Biz, yeryüzünde nice nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda birçok pınarlar fışkırttık.

35. Ta ki, onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler. Hâla şükretmeyecekler mi?

36. Yerin bitirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ı tesbih ve takdis ederim.

37. Gece de onlar için bir ibret alâmetidir. Biz ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler.

38. Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar ( döner ). İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.

39. Ay için de birtakım menziller ( yörüngeler ) tayin ettik. Nihayet o, eğri hurma dalı gibi ( hilâl ) olur da geri döner.

40. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzerler.

41. Onların zürriyetlerini dopdolu bir gemide taşımamız da onlar için büyük bir ibrettir.

42. Onlar için, bunun gibi binecekleri başka şeyler de yarattık.

43. Dilesek onları suda boğarız. O zaman ne onların imdadına koşan olur, ne de onlar kurtarılırlar.

44. Ancak bizim tarafımızdan bir rahmet ve belli bir zamana kadar dünyadan faydalandırmamız müstesnadır.

45. Onlara yapmakta olduğunuz ve yapıp arkada bıraktığınız işlerde Allah'tan korkun; umulur ki size merhamet olunur denildiğinde ( aldırmazlar ).

46. Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmeyedursun, ille de ondan yüz çevirmişlerdir.

47. Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız? Siz gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz.

48. Onlar: Eğer gerçekten doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecektir? derler.

49. Onlar, birbirleriyle çekişip dururken kendilerini ansızın yakalayacak korkunç bir sesi bekliyorlar.

50. İşte o anda onlar ne bir vasiyyette bulunabilirler, ne de ailelerine dönebilirler.

51. Nihayet Sûr'a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler.

52. ( İşte o zaman: ) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın vâdettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! derler.

53. Olan müthiş bir sesten ibarettir. Bunun üzerine onların hepsi hemen huzurumuzda hazır bulunurlar.

54. O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız.

55. O gün cennetlikler, gerçekten nimetler içinde safa sürerler.

56. Onlar ve eşleri gölgeler altında tahtlara kurulurlar.

57. Orada onlar için her çeşit meyve vardır. Bütün arzuları yerine getirilir.

58. Onlara merhametli Rabb'in söylediği selam vardır.

59. "Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!"

60. "Ey Adem oğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır" demedim mi?

61. "Ve bana kulluk ediniz, doğru yol budur" demedim mi?

62. Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hâla akıl erdiremiyor musunuz?

63. İşte, bu size vâdedilen cehennemdir.

64. İnkârınız sebebiyle bugün oraya girin!

65. O gün onların ağızlarını mühürleriz; yaptıklarını bize elleri anlatır, ayakları da şahitlik eder.

66. Dilesek onların gözlerini büsbütün kör ederdik. O zaman doğru yolu bulmaya koşuşurlar, ama nasıl göreceklerdi?

67. Eğer dilesek oldukları yerde onların şekillerini değiştirirdik de ne ileriye gitmeye güçleri yeterdi ne de geri gelmeye!

68. Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çeviririz. Hiç düşünmüyorlar mı?

69. Biz ona ( Peygamber'e ) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.

70. Diri olanları uyarsın ve kâfirler cezayı hak etsinler diye.

71. Görmüyorlar mı ki, biz kudretimizin eseri olmak üzere onlar için birçok hayvan yarattık. Bu sayede onlar bunlara sahip olmuşlardır.

72. Bu hayvanları onların emrine verdik. Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler.

73. Bu hayvanlarda onlar için nice faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâla şükretmezler mi?

74. Onlar, yardım göreceklerini umarak Allah'tan başka ilâhlar edindiler.

75. Halbuki ilâhların onlara yardım etmeye güçleri yetmez. Aksine kendileri bunlar için yardıma hazır askerlerdir.

76. ( Resûlüm! ) O halde onların sözleri sakın seni üzmesin. Kuşkusuz biz, onların gizlemekte olduklarını da, açığa vurduklarını da biliyoruz.

77. İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş.

78. Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyor.

79. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir.

80. Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur. İşte siz ateşi ondan yakıyorsunuz.

81. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yaratıcıdır.

82. Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı "Ol" demekten ibarettir. Hemen oluverir.

83. Her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah'ın şanı ne kadar yücedir! Siz de O'na döneceksiniz.



Yasin Suresi Tefsiri



36-YASİN:

1-2-3- Yâsin, çoğunluğun görüşüne göre Halil ve Sibeveyh'in açıkladıkları gibi sûrenin ismidir. Bazılarına göre yemindir. Allah Teâlâ'nın isimlerindendir. Bazılarına göre de Allah Teâlâ'nın kelâmını açtığı bir söz anahtarıdır. Bakara Sûresi'nin başında hakkında yapılan açıklama genel olarak burada da geçerlidir. Yalnız burada özel olarak şu iki rivayet vardır: Birisi, İkrime vasıtasıyla İbnü Abbas'tan rivayet edildiği üzere, Ey insan! demek olmasıdır. Birisi de Saîd b. Cübeyr'den rivayet edildiği üzere Hz. Peygamber'in bir ismi olmasıdır ki, "Emin ol ki sen, hiç şüphesiz gönderilen peygamberlerdensin." hitabı bunu andırır. Şifâ-i Şeri'fte anlatıldığı üzere Nakkaş, Hz. Peygamber'den: "Benim Kur'ân'da yedi ismim vardır: 'Muhammed, Ahmed, Tâhâ, Yâsin, Müddessir, Müzzemmil, Abdullah" diye rivayet etmiştir. "Hakâyık Tefsiri" sahibi Sülemî, Vâsıtî'den ve Cafer b. Muhammed'den: "Yâsin'in yâ seyyid ( ey efendi ) demek olduğunu da anlatmıştır.

Kırâet: Ebu Bekir, Hamza, Kisâi, Ravh, Halefi Âşir, "yâ"nın fethasını imâle ile okurlar. Aşere kırâetlerinin hepsinde "sin" vakıfta ve vasılda ( duruşta ve geçişte ) sâkin okunur. Kâlûn, İbnü Kesir, Ebu Amr, Hafs, Hamza "nûn"u vasılda izhar, diğerleri idğam ederler. Ancak Ebu Cafer hep sekit yaptığı için, onda da izhar lâzım gelir. de "vâv" kasem ( yemin ) içindir. Yalnız Yâsin'de yemin mânâsı bulunduğuna göre, atf için olmasını da caiz görenler olmuştur. Dilimizde ayrıca bir yemin harfi bulunmadığından, birçok yerlerde kasemi "hakkı için" diyerek ifade ediyoruz ki şöyle demek olur: Hem Kur'ân'ı Hakîm hakkı için. Hakîm: Hikmetli, hikmet söyleyen, hikmet sahibi yahut çok hakim ve muhkem ( sağlam ) mânâlarına gelir ki, Kur'ân hakkında hepsi de doğrudur. Emin ol ki sen, hiç şüphesiz risalet görevi ile gönderilen peygamberlerdensin. Görülüyor ki bu hitab hem yemin, hem hem , hem de isim cümlesi ile takviye edilip pekiştirilmiştir. Bu kadar kuvvetli tekit ise, ancak muhatabın, konuyu şiddetle inkâr ettiği makamda yakışır. Onun için burada muhatap Peygamberin kendisi olduğu halde, ona tebliğde bu derece tekide ne lüzum vardı? diye bir soru sorulabilir. Buna cevap şudur: Bu cümle "Fakat Allah sana indirdiği ile şahitlik eder ki, O bunu kendi ilmiyle indirmiştir. ( Buna ) melekler de şahitlik ederler. ( Aslında ) şahit olarak Allah yeter." ( Nisâ, 4/166 ) buyurulduğu üzere, gerçekte Allah tarafından Hz. Muhammed'in peygamberliğine bir şahitliktir. Bundan dolayı bu tekitler, işin başında şiddetli küfür ve inkârlarla karşılaşan Peygamberi kamu karşısında layıkıyla tatmin etmek ve güvence vermek içindir. Bu bakımdan şöyle demek olur. Bütün inkârcıların, inatçıların, kâfirlerin küfür ve inkârlarına rağmen emin ol ki sen, şüphesiz o peygamberlik görevi ile gönderilen, yani Allah'ın tebliğ edilmek üzere emanetini taşıyan ve dinlenilmediği takdirde hesabının sorulması kesinleşmiş elçileri olan hak peygamberlerdensin.

4- Dosdoğru bir yol üzeresin. Hiç eğriliği olmayan, dosdoğru Allah'a götüren yeni bir cadde üzerinde gönderildin ki, o islam şeriatıdır. Tenzile, nasb ile de ref' ile de okunur. Yani zaman zaman indirdiği vahyi ile O aziz, rahîm'in, bütün güç ve kuvvet, galibiyet ve zafer kendisinin olan ve kudretini tanıyan müminlere vereceği nimet ve rahmetine nihayet olmayan yüce kudret sahibi Allah'ın, burada Esmâü'l-Hüsnâ ( Allah'ın güzel isimleri )dan" özellikle bu iki yüce ismin anılması "Allah şöyle yazmıştır: Andolsun ki, galib gelecek olan ben ve peygamberlerimdir." ( Mücadele, 58/21 ) ifadesiyle "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." ( Enbiya, 21/107 ) ifadesine işarettir.

5-6-Bu Kur'ân'ın indirilişinin hikmeti korkutup sakındırman için. Yani bu dünyanın bir âhireti bulunduğunu, sonunda hep o çok güçlü ve çok merhametli olan Allah'ın huzuruna varılıp hesap verileceğini, doğru yoldan gitmeyenlerin, tehlikeden korunmayanların sonlarının kötü olduğunu haber verip sakındırasın diye. Bir kavmi ki, babaları korkutulmadı. Pek uzak dedelerine değilse de yakın babalarına uyarıcı, yani Allah korkusunu anlatacak peygamber gönderilmedi de onlar, o kavim gafil kimselerdir. Doğru yolun ne olduğundan, sonucun nereye varacağından haberleri yoktur.

Kasas Sûresi'nde "Andolsun ki biz, ilk kuşakları helâk ettikten sonra Musa'ya kitap verdik.." ( Kasas, 28/43 ) âyetinde açıklandığı üzere Musa'ya Tevrat, ilk kuşakların helâk edilmesinden sonra verilmişti. O zamandan Hz. Muhammed'in peygamberliğine kadar geçen orta kuşaklar arasında İsrailoğullarına birçok peygamberler gönderilmiş olduğu halde, Araplara doğrudan doğruya bir peygamber gönderilmemiş olduğundan büsbütün gaflet ve dini bilgilerden mahrumiyet içindeydiler. Böylece Allah'ın rahmeti, Kur'ân'ın Arapça olmasını ve son peygamberin Araplardan gelmesini gerektirmişti. Gerçi Kur'ân'ın uyarısı Araba mahsus değil ve Resulullah, "Ey kitap ehli! Peygamberlerin arasının kesildiği bir dönemde bize ne bir müjdeci, ne de bir uyarıcı gelmedi demeyesiniz diye, size açıkça anlatan peygamberimiz gelmiştir. İşte böylece size müjdeci de, uyarıcı da gelmiş." ( Mâide, 5/19 ) buyurulduğu üzere, hem bütün kitap ehline gönderilmiş, hem de "Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik." ( Sebe', 34/28 ) âyetinin ifadesince bütün insanları davetle görevli bir müjdeci ve uyarıcı ise de, bu davet ve uyarı işin başında "En yakın akrabalarını uyar." ( Şuarâ, 26/214 ) emri uyarınca, en yakınından "Biz hiçbir peygamberi kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın." ( İbrahim, 14/4 ) âyeti gereğince de Araptan başlayacaktı. Çünkü bunlar büsbütün gâfildiler.

7- Andolsun ki, daha çoklarına karşı ( azab ) sözü hak oldu. Kelimesinde kaseme cevaptır. "Allah'a yemin ederim ki muhakkak.." takdirinde Allah Teâlâ'nın yüce ismine bir yemini işaret eder.

Tefsircilerin çoğu burada "söz"den maksadın, "Andolsun ki, cehennemi bütün cinlerden ve insanlardan dolduracağım." ( Secde, 32/13 ) kelimesi olduğunu söylemişlerdir. Nitekim "Şüphesiz Rabbinin kelimesi üzerlerine hak olanlar inanmazlar." ( Yunus, 10/96 ) âyetinde de böyledir. Yani bu yüce söz gereğince haklarında azab ile hüküm vacib oldu. Ancak buna şöyle bir soru sorulur: "Halkı ıslah edici kimseler olduğu halde, Rabbin o ülkeleri zulüm ile helak edecek değildi." ( Hûd, 11/117 ), "Biz bir peygamber gönderinceye kadar ( hiçbir kavme ) azab edecek değiliz." ( İsrâ, 17/15 ) buyurulmuşken, burada "onlar gafildirler" diye gafletleri anlatılan bir kavim aleyhinde azab nasıl hak olur? Cevap olarak, bunlara o sözün ( azabın ) hak olması, peygamber gönderilmeden önce değil, gönderildikten sonra Ebu Cehil gibi inad edip kabul etmeyenlere aittir, deniliyor.

Fakat bu, itibarla doğru olsa da, sonradan çoklarının imana gelmiş olduklarına göre, bunlara imana gelmez bir çoğunluk denilemeyeceği gibi, peygamberin gönderilişinden sonra çoğunluğun bu şekilde hemen mahkûm edilişi de "Babaları uyarılmayan ve kendileri de gafil olan." mazeretiyle âyetin gelişine de uygun düşmüyor. O halde bu çoğunluğun, o kavmin içinden çok dışında olması gerekir. Çünkü nahivde bilinmektedir ki, ism-i tafdilin izafetle ( tamlama halinde ) kullanılışının iki şekli vardır: Birisinde "muzâfun ileyh"ten bir cüz ( parça ) olması şart olur. "Yusuf, insanların en güzelidir." ifadesi gibi. Diğerinde ise mutlak fazlalık kastedilmekle "muzâfun ileyh"ten hariç olabilir. "Yusuf, kardeşlerinin en güzelidir." cümlesinde olduğu gibi ki, işte burada "onların çoğu " bu mânâ ile düşünüldüğü takdirde, bu çoğunluğun, o gafillerin dışında bulunan ve babaları uyarılmış olan azgınlara yorumlanacağından bir soru gelemez. Yani sadece o gafillerin içinden çoklarına değil, onların daha çoklarına, babalarına peygamber gönderilmiş olduğu halde, doğru yoldan ayrılmış olan pek çok kavimlere söz ( azab sözü ) hak olmuştur. Artık onlar imana gelmezler. Onun için korkutmaya onlardan başlamak, hikmete uygun olmaz.

8- Çünkü biz onların boyunlarında birtakım bağlar, kelepçeler yapmışızdır.

AĞLAL: Gayının zammesiyle "gull"ün çoğuludur. Bahir'de denilir ki: Gull; zorlama tazyik, azab etmek, esirlik mânâsıyla boynu saran ve boyun ile beraber iki veya bir eli de bağlayandır. Râgıb da şöyle der: Organları ortasına alan bağdır. Bazıları da azab etmek ve şiddet göstermek için eli boyuna bağlayan bağdır, diye ifade etmişlerdir. Kâmus mütercimi de hapsedilenin ve delinin boynuna geçirdikleri demir toka ve lâleye ( halkaya ) denilir, diye anlatmıştır. m Demek ki gull, kelepçe ve lâle ( halka ) denilen demir bağlardır. Ebu Hayyan, Bahir'de diyor ki: Zâhir olan bu âyetinin, istiâre değil, hakikat olmasıdır. İman etmeyeceklerini haber verince, ahiretteki hallerinden de bir şey haber verilmiş demektir. Bununla beraber âlimlerin çoğu bunun bir istiâre olduğunu söylemişlerdir ki, hidayetlerine engel olan ruhsal ve sosyal alışkanlık ve şartların "Biz her insanın kuşunu ( yaptıklarını ) kendi boynuna doladık." ( İsrâ, 17/13 ) âyeti gereğince kazanılmış bir ceza halinde tabiat ve ondan ayrılmayışını tasvirdir. Çünkü tomruk ve kelepçe gibi bağların, ceza ve azab aletlerinden olması itibariyle zorunlu olan yaratılışları değil, kazanmakla hak edişi gerektiren cezaî bir zorlamayı ifade eder. İlk bakışta çağdaş medeniyetin boyun bağlarını hatırlatır gibi görünen bu "ağlâl" hem ferdin yaratılış kabiliyetini yanlış hedeflere sevk eden toplum baskısının kötü sıkıntılarını, hem de batıl itikatlar, çirkin alışkanlıklar, kötü huylar, taklid, taassub, nefsin arzuları gibi küfür ve günahlardan hoşlandırıp, imandan kaçındıran fena huylara ve durumlara nefislerin alıştırıla alıştırıla değişmez hale getirilmiş olmasını temsildir. Evet o kelepçeler "Allah onların kalblerini mühürlemiştir." ( Bakara, 2/7 ) ifadesi üzere çıkmaz bir şekilde boyunlarına geçirilmiş. Onlar; o demir çemberler, enli, dik yakalıklar halinde Çenelere dayanmıştır. Burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmuş kalmışlardır.

9-Gerçeği görmek için etraflarına bakmazlar ve bakamazlar. Hem önlerinden bir sed, arkalarından bir sed çekmişizdir. Kendilerini sarmışızdır da artık baksalar da görmezler.

10-Onun için Onlara karşı birdir de ha korkutmuşsun kendilerini, ha korkutmamışsın imana gelmezler.

11- Ancak o kimseyi korkutup uyarırsın, yani çoğunluk öyle olmakla beraber, sen yine herkesi de uyaracaksın, çünkü uyarmanın o kimselere faydası olur, o kimseleri sakındırır, korundurursun ki zikri ( Kur'ân )ı takip etmekte; kitabı, Kur'ân'ı gerçekten düşünerek vird emekte, nasihat dinlemekte ve Rahman olan Allah'a gayıbda korku beslemektedir. Yani ahirette olacağı gibi henüz huzuruna varmış olmayıp, gıyabında bulunduğu halde, O'nun yüceliğini ve büyüklüğünü sayarak azabından korkar, Rahmân'dır diye rahmetine güvenip aldanmaz. "Kullarıma haber ver ki ben çok bağışlayıcı, çok merhamet edeyim. Benim azabım da o acı verici azabdır." ( Hıcr, 15/49-50 ) buyurduğunu hesab eder, emirlerini tutar. Yahut kendi gaybında içinden, yani yalnız görünürde değil, Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği kalbinin iç yüzünden korku duyar. Hangi kavimden olursa olsun. İşte onu hem bir bağışlanma, hem de şerefli bir mükafatla müjdele. Mağfiret ve ecr'deki tenvinler tefhim ( büyüklük ) içindir. Yani hiçbir günah bırakmayıp örten geniş, önemli bir mağfiret ( bağışlanma ) ve hiçbir minnet ve eksikliği olmayan şanlı, şerefli güzel bir ecir ile müjdele. Demek ki, peygamberlik yalnız korkutmak için değil, hem de böyle büyük müjde ile müjdeleme hikmeti içindir. Bu korkutma ve müjdelemenin asıl sır ve hikmeti ise şudur:

12- Gerçekten biz biziz. Bilinmektedir ki, Allah Teâlâ'nın "biz" buyurması büyüklük ve yücelik içindir. Yani büyüklük şanımız olan biz, güç ve kuvveti bilinen Allah'ız, yahut biz başka değil, yalnız biz ölüleri diriltiriz ve önceden gönderdikleri şeyleri; hayatlarında yaptıkları iyi ve kötü bütün amelleri ve eserlerini, yani geriye bıraktıkları faydalı veya zararlı eserlerini, gerek okuttukları ilimler, yazdıkları kitaplar, yaptıkları vakıflar, medreseler, mescidler, mektebler, yollar, çeşmeler, köprüler, hastaneler, çeşitli imaretler gibi hayır ve hasenat kuruluşlarını ve gerek zulüm ve düşmanlık kanunlarını tesis, günah ve isyan örnekleri tertib eden fesat ocakları gibi uğursuz şer ve kötülüklerini ve hatta bütün izlerini ve gölgelerini yazarız, adlarına, hesaplarına geçiririz. Sahih bir hadiste rivayet edilmiştir ki: "İnsan öldüğü zaman şu üçten başka bütün ameli kesilir: Sadaka-i cariye ( devam eden sadaka ), kendisinden faydalanılan ilim, ona dua eden salih evlat." Demek ki, bu hadis-i şerif kalacak hayırlı eserlerin kısımlarını açıklamıştır. Âyet bunların zıddı olan kötü eserlerin de yazılacağını açıklıyor. Ve zaten her şeyi önce açık bir kütükte, bir ana kitapta, yani Levh-i mahfuz'da sayıp yazmışızdır. Yani her şey, oluşundan önce Allah'ın ilminde belli olup Levh-i mahfuz'da bütün sayısıyla zabtedilmiş olmakla beraber, olduktan sonra da bütün izleri ve gölgeleriyle yazılır ve insanlar bu şekilde yaptıklarından sorumlu tutulur. Böyle korkut ve müjdele.

Meâl-i Şerifi

13- Sen onlara, o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.

14- Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de ( onları ) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: "Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz." dediler.

15- Onlar da: "Siz bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz, hem Rahman olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz." dediler.

16- Peygamberler dediler ki: "Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz."

17- "Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir."

18- Onlar dediler ki: "Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size pek acıklı bir azab dokunur."

19- Peygamberler de şöyle cevap verdiler: "Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir. Size öğüt verildi diye mi ( uğursuzluğa uğradınız )? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavimsiniz."

20- O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: "Ey kavmim! Uyun o elçilere!"

21- "Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir."

22- "Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz."

23- "Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar."

24- "Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum."

25- "Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni."

26- ( Sonra ona ) "haydi gir cennete!" denildi. O da dedi ki: "Ne olurdu kavmim bilseydi!"

27- "Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını."

28- Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.

29- Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.

30- Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine glen her bir peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.

31- Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice kuşakları helak etmişiz. Onlar artık kendilerine dönüp gelmiyorlar.

32- Onların hepsi toplanıp, sadece bizim huzurumuza getirilmişlerdir.

13- "Sen onlara o şehir halkını örnek ver." Eserlerin yazılmasına ve asil bir örnekte birçok şeyin sayılmasına bir misal gibi olan bu mesel, gerek üzerlerine azab sözü hak olanları korkutmak ve gerekse Kur'ân'a uyanları müjdelemek konusunda peygambere vaad edilmiş olan inkılâbların önemli bir örneğini vermektedir ki, buna bu itibarla Yâsin'in kalbi denilse yeridir. Yani Hıristiyanlığın karşısında müşrik Romalılar nasıl söndüyse İslâmiyetin karşısında da öyle devletler yıkılacak "Onu bütün dinlere üstün kılma." ( Fetih, 48/28 ) sırrı ortaya çıkacaktır. Burada, bu şehrin Antakya, elçilerin de İsa ( a.s. )ın havarilerinden gönderilenler olduğu naklediliyor. O hade şehir halkının, memleket halkı ve anılan kavmin de Romalılar olduğu anlaşılır.

14- "Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalanlamışlardı." Bunun zahiri, bunların Allah tarafından peygamberlik verilmiş resuller olduğunu gösterir. Ebu Hayyan der ki: "Siz ancak bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz" denilmiş olması da buna delalet eder. Çünkü bu konuşma peygamberlere karşı olur. İbnü Abbas'ın ve Ka'b'ın görüşü de budur. Fakat Katâde ve diğerleri demişlerdir ki, bunlar, Havarilerden olup İsâ ( a.s. ) kaldırılışı sırasında gönderdi. Buna göre "biz gönderdik" buyurulması, Hz. İsa tarafından gönderilmeleri de Allah Teâlâ'nın emriyle olduğundan dolayı olmuş oluyor. Bazıları bu ikisinin Yuhanna ile Pavlus olduğunu "Biz ( o peygamberleri ) bir üçüncüsü ile destekledik." Bu üçüncüsünün de Şem'unussafâ olduğunu söylemişlerdir. Fakat açıklamanın asıl hedefinin temsil olması bakımından bunun bu şekilde ifade buyurulması, Hz. Muhmmed'in peygamberliğinin şan ve şerefini temsilde açık denecek kadar bir işaretle göstermek içindir. Yani ikinin bir üçüncü ile takviyesi, Hz. Musa ve Hz. İsa'nın sonradan Hz. Muhammed'in peygamberliği ile "Kendisinden öncekileri tasdik edici olarak." ( Âl-i İmran, 3/3 ) güç ve takviyesini temsil ediyor. Önce Musa ve İsa'yı göndermiştik, bunları yalanladılar, sonra da Muhammed ( a.s ) ile bunlara güç ve kuvvet verdik denilmiş gibi oluyor. Elçiler o şehre vardılar da haberiniz olsun biz, sizlere gönderilmiş elçileriz dediler.

15-19-O şehir sahipleri ( elçilere karşı ) şöyle dediler: Siz bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz." Fazla ne meziyetiniz olabilir ki öyle bir davada bulunuyorsunuz. Ve Rahmân hiçbir şey indirmemiştir. Ne vahiy, ne peygamberlik, ne kitap. Siz sırf yalan söylüyorsunuz. Vahiy ve peygamberliği, insanın peygamberliğini esasından inkâr ettiler. Çünkü Romalılar müşrik, putperest idiler. Bununla beraber Allah'ı inkâr etmemişlerdi.

20- O esnada şehrin ta öbür ucundan bir adam bu adam, bu kahraman fedai, bu büyük mücahid, bu güzel vâiz, doğru cennete giden ve Allah Teâlâ'nın özellikle ikramına kavuşan bu sevgili şehit, Yâsin sahibi Habibi Neccar diye tanınmaktadır.

MEDİNE, şehir demektir. Medine'nin aksâsı, şehrin en ucu, ta öte başı demek oluyor ki, elçilerin tebliğleri ve onlara karşı edilen muamele şehrin her tarafından işitilmiş, açık tebliğ yapılmıştı. Bu medine ( şehir ) de Antakya'dır diyorlar ve o zaman büyük ve geniş bir şehir olduğunu söylüyorlar. Bununla beraber "Medinenin aksâsından" demek, o memleket idarecilerinin en ileri gelenlerinden bir zat mânâsını da andırır. Elçilere suikast edilmek üzere bulunduğunu haber alıp bu zat geldi koşuyordu. Yani koşarak geldi, iman edenlere örnek olmak, irşad etmek için bütün gayretiyle çalışıyordu. Bakınız kısaca ne güzel ögüt verdi: Ey benim kavmim! Ey hemşerilerim dedi uyun, o gönderilen elçilere uyun; dedikleri yola gidin.

21-Demek önce hemşerilik şefkatini ileri sürerek öğüdü takdim ve onların resul olduklarını haber vermekle imanını açıkladı, bunu gerektiren sebepleri de şu tekit ile izah etti:

Uyun o kimseye ki Sizden bir ücret itemez. Dünya ile ilgili bir maksat ve karşılık talep etmez. Kendileri ise hidayete ermiş, doğru yolu tutmuşlar. Burada şöyle bir kıyas-ı mukassim ( ikilem, yani mantıkta iki şıkkı da aynı sonuca varan kıyas ), bir dilem vardır: Bir yolcunun bir rehbere uyması için iki engel düşünülebilir. Ya biçimsiz bir ücret istemesi yahut ehliyetine güven duyulmamasıdır. Bunlar ise hem bir ücret istemiyorlar, hem hidayet sahibi kimseler. O halde bunlar resul olmasalar bile doğru ve ücret istemediklerinden dolayı kendilerine uymamak için hiçbir sebep yoktur.

22-Hidayetlerinin açıklığını beyan ile engelin olmayışından sonra imanı gerektiren şeyin varlığını göstermek için de buyuruluyor ki: Hem benim neyime ki, ibadet ve kulluk etmeyeyim? O beni yaradana. Bu, imanı gerekli kılan sebebe işaret ve bu söz, irşatta incelik için şefkat gösterilmek suretiyle en güzel bir dokunmadır. Yani o resuller, bizi, yaradana kulluk etmeye ve yalnız O'nu mabud tanıyıp, O'na ibadet etmeye davet ediyorlar. Bunun doğruluğu ise açıktır. Ben sizi kendim gibi düşünüyorum, ben beni yaradana kulluk etmeyi borcum, vazifem bilirim, çünkü beni yaratmıştır. O'na karşı bu vazifemi yapmamak için hiçbir özrüm ve engelim yok. O halde siz, o sizi yaradan Rabbinize niye ibadet etmeyesiniz. Halbuki hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz. O halde O'na kulluktan nasıl kaçınırsınız?

23- Hiç ben O'ndan başka ilâhlar mı edinirim, başka mabudlar mı tutarım? Çünkü eğer O Rahmân, rahmetiyle beni yaratmış olan Rahmân, ya beni bir zararla, bir sıkıntı ile sıkmak isterse onların, yani O'ndan başka tapılanların benden yana şefaatleri hiçbir fayda vermez. Ve beni kurtaramazlar.

24-Hiçbiri mabud olamazlar. Şüphesiz ki o takdirde beni yaradan Rahmân'dan başka mabudlar edindiğim durumda apaçık bir sapıklık içindeyimdir.

25- "Ben sizin Rabbinize iman ettim, beni dinleyin." Bu güzel sözlerin sonu olan bu güzel hitabede birkaç mânâ vardır:

Birincisi: Resullere hitaptır; halkın öldürmek için hücumu üzerine onlara şöyle ikrar edip şahit tutmuştur: Haberiniz olsun ey resuller! Ben sizin Rabbinize gerçekten iman ettim, şimdi beni duyun da şahid olun. Yarın âhirette O'nun huzurunda şahitlik edin.

İkincisi: Yine kavmine hitaptır ki, şöyle demek olur: Haberiniz olsun, ben o sizi yaradan Rabbinize şüphesiz iman ettim, ey kavmim! Gelin dinleyin beni de o resullere uyun, siz de iman edin.

Üçüncüsü: Geleceğin insanları da dahil olmak üzere duyma kabiliyeti olan herkese hitap veya yemin olarak, haberiniz olsun, ben iman getirdim, Rabbiniz aşkına bundan böyle dinleyin beni, benim hitabımı, mâcerâ ve menkıbelerimi ey duygusu olanlar!

26-Bakınız sonuç ne oldu gir cennete! denildi. Yani şehit edildi, doğrudan doğruya cennete girmekle kendisine ikram edildi ki, Allah yolunda şehit olanlar hep böyledir. Böyle denince ne dedi, bilir misiniz? Dedi ki: ay! Bu ne güzelmiş! keşke kavmim bilselerdi

27- Rabbim bana ne büyük mağfiret buyurdu da beni böyle ikram edilen kullarından kıldı. Kavmi hakkında böyle temennide bulundu. Demek kavmini unutuvermemiş, kin ve intikam duygusu da beslememiş, düşmanlarına bile merhamet eden evliyâ ruhu ile istemişti ki, kendinin erdiği mutluluğu bilseler de, cinayetlerine, küfürlerine tevbe edip iman ve ibadet yolunu tutsalar, Allah yolunda fedailik etseler. Bununla beraber bu temenni, haklı bir öğünme mânâsından uzak değildir.

28-Şimdi hiç şüphe yok ki, burada hatıra şöyle bir soru gelir: Böyle bir kahramanı, böyle yüksek bir öğütçü ve mücahidi öldüren o kavme Allah Teâlâ ne yaptı? Böyle bir soruya karşı buyuruluyor ki: Onun arkasıdan da kavminin üzerine gökten bir ordu indirmedik. Yani onu dinlemeyip öldüren kavmini de onun arkasından sağ bırakmadık, gerçi o şehidin arkasında ve Resullerin elinde bir ordu yoktu. Bununla beraber onlarla harp için gökten bir ordu da indirmedik, indirmiş de değildir. Yani bu gibi durumlarda gökten apaçık bir ordu indirivermek Allah'ın âdeti olmamış olduğu gibi, olağanüstü olarak da indirmedik. Daha doğrusu indirecek de değildik. Allah'ın bir kavmi mahvetmesi için öyle ordular indirmesine gerek yoktur. "Bedir" de, "Hendek"te melekler indirmesi bile sadece müminlere bir müjde ile kalblerini huzura kavuşturmak içindi. O bir iş dileyince sadece: "ol!" der, oluverir.

29-Onun için olan hadise başka değil, sâde bir gürültü oldu. Tek bir ses, bir haykırma, Cebrail'in bir haykırması. Hemen sönüvermişlerdi. Önüne geleni yakmak isteyen o ateşli kavim, o zamandan itibaren sönmüşlerdir. Bundan Antakya halkının mahvolduğunu, helâk olduğunu anlamak istemişlerse de Hıristiyanlık daveti karşısında müşrik Roma devletinin ortadan kalkmış olduğunu anlamak daha kapsamlıdır.

30- Yazıklar olsun o kullara... Bu yalnız o sönenlere bir üzüntü duymak değildir. Kendilerine azab sözü hak olan çoğunluğa, meselin özlü tatbiki olan bir uyarı, gafillere de bir tenbihtir.

31- Ya görmediler de mi onlar?

O alay edip duran kullar? Kendilerinden önce ne kadar nesiller helak etmişiz. Onlar, kendilerine dönüp gelmiyorlar, yani dünyaya bir daha dönmüyorlar.

32- Ve hepsi; o helâk edilen ve henüz edilmeyen, hepsi başka değil, yalnız toplanıp bizim huzurumuza getirilmekte olan bir toplum bulunuyorlar. Böyle iken nasıl olur da başka ilâhlar edinip şirk koşarlar?

İHZAR: Huzura getirmek demektir. Mahkemeye rızasıyla gelmeyen kimseyi tutup, zorla hakimin huzuruna getirmek mânâsında kullanılır ki, burada özellikle bu mânâyadır. Yani herkes ölmekle yok olup gitmiyor, hesap ve ceza için Hak Teâlâ'nın huzuruna toplanıp sevk ediliyorlar.

Bu tebliğden sonra bir de aklî delillerle aydınlatılarak buyuruluyor ki:

Meâl-i Şerifi

33- Hem bir delildir onlara ölü toprak. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.

34- Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular fışkırttık.

35- ( Bunu ), Onun ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye ( yaptık ). Hâlâ şükretmeyecekler mi?

36- Yerin bitkilerinden, kendi nefislerinden ve daha bilemeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ın şanı ne yücedir.

37- Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.

38- Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.

39- Ay'a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi ( yay haline ) dönmüştür.

40- Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.

41- Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.

42- Yine kendileri için onun gibi binecek şeyler yaratmamızdır.

43- Eğer dilesek onları boğarız da o zaman ne onların feryadına yetişen bulunur, ne de onlar kurtarılır.

44- Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak başka.

45- Durum böyle iken onlara: "Önünüzdekinden ve arkanızdakinden korkun ki size rahmet edilsin" denildiği zaman,

46- Ve kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler.

47- Onlara: "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın" dendiği zaman, o kâfirler, müminler için: "Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?" dediler.

48- Yine onlar: "Eğer doğru söylüyorsanız bu ( kıyamet ) vaadi ne zaman?" diyorlar.

49- Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir.

50- O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler.

33- Hem bir âyet, yani Allah Teâlâ'nın kudretinin büyüklüğüne ve ölüleri diriltebileceğine açık bir delil ve alamettir. Onlara, o gafillere ve inkârcılara o ölü arz, arz, toprak bilinmektedir ki cansızdır. Hatta Hıcr Sûresi'nde "Yeryüzünü sönmüş kül halinde görürsün." ( Hacc, 22/5 ) buyurulduğu üzere sönmüş bir taş halinde, hayat ile tamamen zıt bir durum ölüdür. Hele bir öğle sıcağında bir Arabistan çölünün manzarası düşünülürse onun hayattan ne kadar uzak olduğu görülür. Eğer tabiata kalsaydı o ölü toprakta bir ot bile bitmezdi. Fakat biz ona hayat verdik. Onda hayat yarattık, bitkisel ve hayvansal organlarla dirilik, şenlik meydana getirdik.

Hayatın önce bir hücreden başladığını göstererek de buyuruluyor ki: ve ondan, yani yerden bir dâne çıkardık.

HABB: "Habbe" ( dâne )nin cins ismidir ki, azına da çoğuna söylenir. Çoğulu "hubûb", onun çoğulu "hubûbat"tır. Dilimizde olduğu üzere özellikle buğday, arpa, pirinç, susam gibi yenen dânelerde yaygın olmakla beraber, genellikle ot ve çiçek tohumlarında da bilinmektedir. Kamus sahibi "Besâir"de der ki: "Hubub"un bir tekine "habbe" denilmesi, şey'in aslı ve öz maddesi olması itibarıyladır." Bu bakımdan bir "habbe" ( dâne ), hayatın ilk başlangıcı olan bir hücre ( cellule ) demektir. Burada da bu cinse işaretle "ondan bir dâne çıkardık" buyurulmuştur. Fen ilimleri açısından düşünüldüğü zaman yerin unsurlarından bir hayat hücreciğinin oluşumu, bir habbe ( dâne )nin çıkması tabiî değildir. Tohumsuz bir hayat hücreciği tabiî olarak teşekkül edemez, ( genration spontane'e olmaz ). Gerçekten bir eksinin, kendiliğinden bir artı oluvermesi akla da uygun gelmez. Bununla beraber yerde hayat işi meydana geldiği için, yine fen ilimleriyle uğraşanlar derler ki: Fakat başlangıçta ilk tohumun, ilk hücrenin tabiat dışı olarak meydana gelmiş olduğunu kabul etmek zorunludur. İşte bu nokta doğrudan doğruya tabiatlar üzerinde hakim olan yüce yaratıcının ölülere hayat veren ilâhî kudretini gösterir. Bunun bir seçim olduğunu söylemek de aynı mânâyı ispat etmektir. Çünkü seçimin ( insanın peygamber olarak gönderilmesinin ) her derecesi tabiat üstü bir gelişme arzeder. ( En'am Sûresi, 6/95. âyetinin tefsirine bkz. ) Bu şekilde ölü toprağa bitkisel hayattan başlayan bir hayat verilip ondan dâneler çıkarıldığı ve böyle tek hücrelerden başlayan bu hayatın, insan hayatına doğru yetiştirilip geliştirildiği ince bir imtihan tarzında edebî bir vecize ile hatırlatılarak buyuruluyor ki: Ondan bir dâne çıkardık da şimdi ondan yiyorlar. Belli ki bu şöyle demektir: O insanları da yarattık da o dânelerden yiyip duruyorlar.

34- Sonra onların birleşmesi ve gelişmesiyle bilhassa insan hayatının devam etmesinin ve gelişmesinin sebeplerine destek sağlandığı anlatılmak üzere de buyuruluyor ki hem onda, o yerde bahçeler yaptık. O tek hücreli hayatı üretip, birleştirip, düzenleyerek birbirine girmiş güzel, hoş bağlar meydana getirdik. Hurmalıklar ve üzümlükler, neler. İşte bunlar bitkisel hayatın en mükemmel şekli ve insan zevklerinin en tatlı kaynaklarıdırlar. Ve onda, yani yerde yahut o bahçeler içinde kaynaklardan çaylar, pınarlar akıttık

35- ki onun ürünlerinden, Allah'ın verdiği meyvesinden, gelirinden ve ellerinin yaptığı şirası, pekmezi ve teferruatı gibi mamüllerinden yesinler, faydalansınlar diye. Buna göre de işareti vardır. Okurken burada durulmaz. Bununla beraber burada nın nâfiye ( olumsuzluk edatı ) olması da caiz görülmüştür. Buna göre de durmak caiz olup mânâ şöyle olur: "Ürününden yesinler. Onu, onların elleri yapmadı". Yani o bağlara bakmaları, suyu ve çapası gibi işlerinde çalışmaları gerekirse de alıp istifade edecekleri o ürün, onların yapısı değil, Allah'ın vergisidir. Hâlâ şükretmeyecekler mi? Şirk ve nankörlükten vazgeçip tevhid ve iman ile ibadet ve kulluk etmeyecekler mi?

Abdülkadir Geylanî ( k.s. ) "Fütûhu'l-Gayb"da der ki: "Şükür ya dil, ya kalp veya organlarla olur."

Dil ile şükür: Nimetin Allah Teâlâ'dan olduğunu kabul ve yaratıklara nispeti terk etmektir. Ne kendine, ne güç, kuvvet ve kazancına, ne de senden başkasından ellerinde meydana gelenlerin hiç birine isnad etmemek. Çünkü sen de, onlar da hep o nimet için sebep, âlet ve vasıtasınız. Onu taksim eden, gönderen, var eden, onunla uğraştıran, sebepleri yaratan azîz ve celîl olan yüce Allah'tır. Kısmet eden O, veren O, var eden O'dur. Şükre en layık olan O'dur. Hediyeyi getiren uşağa bakılmaz, gönderen efendiye bakılır. Bu bakışı bilmeyenler hakkındadır ki "Onlar dünya hayatından görüleni bilirler. Ahiretten ise habersizdirler." ( Rum, 30/7 ) buyurmuştur. Zahire, sebebe bakıp da, ilmi ve anlayışı ondan ilerisine geçmeyen cahildir, eksiktir, aklı kısadır. Çünkü akıllıya akıllı denmesi, işin sonunu görmesi itibarıyladır.

Kalb ile şükür: Sende olan nimetlerin hepsinin, açıkta, gizlide, hareket ve sakinliğindeki menfaatlerin, lezzetlerin tamamının başkasından değil, ancak Allah'tan olduğuna sürekli bir itikadla sağlam bir şekilde bağlanmaktır ki, dilinle şükrün, kalbindeki şükrün tercümanı olur. "Allah, gizli ve açık olarak nimetlerini size bol bol vermiştir." ( Lokman, 31/20 ), "Sizde nimet adına ne varsa, hepsi Allah'tandır." ( Nahl, 16/53 ) ve "Allah'ın nimetlerini sayacak olsanız saymakla bitiremezsiniz." ( İbrahim, 14/34 ) buyuruluyor ki, mümin için Allah'tan başka nimet verici kalmaz.

Organların şükrüne gelince: Bütün organlarını yüce Allah'a ibadette hareket ettirip kullanmaktır. O halde Allah'tan yüz çevirme bulunan herhangi bir hususta yaratıklardan hiçbirine uymamak gerekir ki bu, nefsi, arzuyu, iradeyi, uzun amelleri ve diğer yaratıkları içine alır. Allah'a itaati asıl ve uyulacak şey, O'nun dışındakileri de fer' ( teferruat ) ve tabi kılmak gibi ki, başka başka türlü yaparsan zorba, zalim ve Allah'ın hükmünün dışında hüküm vermiş olursun. "Her kim Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerdir." ( Mâide, 5/44 )

Bakara Sûresi ( 32. âyet ) inde ve İsrâ Sûresi'nin başında ( İsrâ, 17/1 ) açıklandığı üzere "sübhan" tesbihinin özel adıdır. Bununla beraber büyük hayret yerinde de kullanılır. Tesbih de tenzihin en ileri derecesidir. Yani herhangi bir lekeden, yaraşıksızlıktan itikatta, sözde, fiilde son derece tenzihtir. Bu şekilde, "tesbih ederim" yahut "tesbih ediniz" anlamını ifade eden bu tesbihin, burada böyle sözün başında getirilmesi ne güzeldir!

Birincisi: Bu, bir taraftan şükretmeyenleri kınama, bir taraftan da şükredeceklere şükrün başının, mükemmel bir tenzih ile tevhid olduğunu öğretmektir.

İkincisi: Sıla yerinde anılan kudretin eserlerinin önemini vurgulamakla şükrü gerektiren sebepleri fazlasıyla tekittir.

36-Üçüncüsü: Eşleri yaratanın eşsizliğini, ortak ve benzerden münezzeh birliğini ispat eden edebî bir tıbak sanatı vardır: Tesbih O yaradana yahut ne yüce sübhandır O yaradan ki bütün o çiftlerin hepsini yarattı.

EZVAC: "Zevc"in çoğuludur. Zevc, çift ve eş demektir ki, Ragıb'ın açıkladığı gibi, iki yakının her birine de ve bir diğerine benzer veya zıt olarak ilgili bulunan her şeye de denir. Bu itibarla dünyadaki şeylerin hepsi, bir zıddı veya benzeri yahut da herhangi bir bileşiği ve karşıtı bulunması yönüyle çifttirler. Mesela cisim ve ruh, madde ve kuvvet, cevher ve araz, iç ve dış, yer ve gök, karanlık ve aydınlık, dünya ve ahiret gibi ki elektrik bile artı ve eksi diye ikiye ayrılıyor. O halde "Çiftleri yarattı" demek, "bütün çeşit ve sınıflarıyla âlemi yarattı" demeye eşittir. Ancak burada asıl sevk, bütün âlemin yaratılışını anlatmak değil, bir ortak ve benzeri bulunan bütün eşlerin, bütün çiftlerin yaratılmış olduğunu ve dolayısıyla yaratılmışın yaratıcıya eş olamayacağını anlatatarak yaratıcının böyle şeylerden tenzih edilmiş olduğunu ve birliğini ispat etmektir. Bundan başka "ezvac" ( çiftler ) denmesinde diğer bir nükte daha vardır ki, insan hayatı için önceki nimetlerden daha fazla önem taşıyan evlenme nimetinin yaratılmasına işaretle şükre yöneltmeyi ifade eder. Nitekim çiftler şöyle açıklanıyor: O çiftleri ki yerin bitirdiklerinden, önceki âyette anlatılan ve anlatılmayan bitki ve ağaç çeşitleri, ve kendi nefislerinden, erkek ve dişi ve daha bilemeyecekleri şeylerden ki ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de bir insanın hatırına gelmiştir.

37- Onlara bir delil de gecedir. Mekânda tecelli eden ( görülen ) ilâhî kudreti hatırlattıktan sonra, bununla da zamanda tecelli eden ilâhî kudrete işaret buyuruluyor. Şöyle ki: Ondan gündüzü yüzeriz. "Selh kelimesi, biri diğerinin lazımı iki mânâ ile kullanılır saymak çıkarmak: denilir ki, "koyundan deriyi yüzdüm, soydum, giderdim" demek olur. Diğerinde ise "Koyunu deriden soydum" denilir ki, açtım, meydana çıkardım demek olur. Türkçe'de de "elmayı soydum" yahut "elmanın kabuğunu soydum" dediğimize göre, biz de "soymak" kelimesinde bu iki şekli, farklı farksız kullanıyoruz demektir. Burada her iki mânâ ile de tefsir edilmiştir ki, ikisi de doğrudur. Birincisine göre geceden gündüzün yüzülmesi, bir kurbanın derisi yüzülüyormuş gibi çevreden ışığın sıyrılıp sönmesiyle, asıl yokluğu hatırlatan karanlığın ortaya çıkışı, yani akşam olma hadisesi demek olur ki, "derken bir de bakarlar ki, onlar karanlığa dalmışlardır" sözünde takib ve müfâcee ( hemen arkasından ve birden bire oluş ) bu mânâda açık olduğundan tefsircilerin çoğu bu yönü tercih etmişlerdir. Bu şekilde gece yalnız bir korkutma delili olarak hatırlatılmış oluyor. İkinci mânâya göre ise geceden gündüzün yüzülmesi, karanlık içinden aydınlığın çıkarılması, yani sabah olma hadisesi olmuş oluyor ki, bunda ölülere hayat vermekten örnek olan bir müjde neşesi vardır. Nitekim "geceler gebedir" denilir. Buna göre "Bir de bakarlar ki onlar karanlığa dalmışlardır." ifadesi, yine aynı günün sonunun geceye varacağını göstermiş olur.

38- Güneş de, bir âyettir. Yani gece ve gündüzün sebebi gibi görünen güneş de Allah'ın kudretine bir delildir. Kendisi için takdir edilen bir müstekar için cereyan ediyor ( akıp gidiyor ). Güneşin bu akışının yalnız mekanda hareketi diye anlamamalı, mekan ve zamanla ilgili bütün eserleri ve durumlarıyla varlık âleminde sürüp gitmesi mânâsına anlamalıdır. Mesela ışık ve ısı yayması da onun bir cereyanı ( akışı )dır.

MÜSTEKARR: Mimli masdar, ismi zaman, ismi mekan olabildiği, da birkaç mânâya geldiği için, bu ifade birçok mânâlara uygundur.

Birincisi: Güneş kendisi için takdir ve tahsis edilmiş ve istikrar sebebiyle, yani sabit bir karar, düzenli bir kanun ile cereyan eder. Hesapsız, başı boş, kör bir tesadüf ile değil.

İkincisi: Bir istikrar için, yani kendi âleminde bir karar ve ölçü meydana getirmek hikmet ve gayesiyle yahut sonunda bir sükunete erip durmak için cereyan ediyor ( akıp gidiyor ).

Üçüncüsü: İsmi zaman olduğuna göre kendine mahsus bir istikrar zamanı için, yani duracağı bir vakte, belirli bir zamana kadar cereyan eder ki, bu vakit, "Güneş toplanıp dürüldüğü zaman." ( Tekvir, 81/1 ) ifadesindeki vakittir.

Dördüncüsü: İsmi mekan olduğuna göre, kendine özgü bir istikrar yerine mahsus, yani yerinde sabit olarak cereyan eder, kendi ekseninde döner yahut kendisinin karargahı olan âlemin menfaatleri için cereyan eder. Bu mânâda vatana hizmet için bir teşvik de vardır. Nihayet birinci "ilâ" mânâsına olmak üzere şu mânâ da vardır: Kendisi için bir istikrar noktasına doğru gitmektedir. Tatbiki, birkaç şekilde açıklamaya muhtemel bulunan bu mânâya göre, güneşin diğer bir merkeze doğru hareket etmekte bulunduğu da anlaşılabiliyor. Nitekim bir hadis-i şerifte de "Güneşin istikrar yeri Arş'ın altındadır." diye rivayet edilmiştir.

İşte o, şaşırtıcı cereyan o azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir. Yani kudretiyle her şeye galib ve hakim ve ilmiyle her şeyi kuşatmış olan ve sana Kur'ân'ı indirip doğru yolu gösteren Allah'ın takdiri, yani bütün sınırlarını ve genişliklerini bilip biçmesiyledir. Yoksa ne yaptığını bilmez, kör bir tabiatın eseri değil, bizzat ezelî bir müessir ( etken ) hiç değildir.

39- Aya gelince ona konak konak ölçü biçmişizdir. O güneş gibi istikrarlı bir şekilde akıp gitmez. Ona birtakım konaklar ve her konaklamaya göre bir ölçü tayin etmişizdir. Gezegendir, her gün bir konak yerine gelir, her konağa göre bir şekilde görünür. Araplar, ayın konaklarını şunlarla saymışlardır: Şertan, butayn, süreyya, deberan, hek'a, hen'a, zira', nesre, tarf, cebhe, zübre, sarfe, avva, simâk, gafir, zubânâ, iklîl, kalb, şevle, neâim, belde, sa'düzzâbih, sa'dübüla', sa'düssüud, sa'dül'ahbiye fer'uddelvil, muahhar, reşa. Bunlardan her gece bir konağa konar da geleceğe kadar nuru ( aydınlığı ) arta arta, sonra da eksile eksile son konakta -ki kavuşumdan öncedir- iyice incelir, kavislenir. Nihayet dönüp eski urcun gibi olana kadar.

URCÛN: Eğri salkım çöpü demektir. Özellikle hurma salkımının dip çöpü ki eskisi, yani geçen seneninki, daha ince, daha eğri, daha renkli olur. Bu benzetme, çok şaşırtıcı bir güzelliktedir. Zannedildiği gibi hilâlin ilk ve son şeklini göstermekle kalmıyor, Ay'ın o konaklarda giderken dünya etrafında bir ayda kat ettiği yörüngenin bir hattını da göstermiş oluyor.

Eski denilmekle bu yörünge üzerinde Ay'ın her konaktaki hacmi de hayal ettirilmiş bulunuyor ki, eski astronomiciler bu benzetmenin inceliğini kavrayamazlardı.

40-Bu takdir o kadar güzel ve bu vazife dağılımı o kadar yerindedir ki ne güneşin kendisine aya çatmak yaraşır, ne gece gündüzün önüne geçer. Hepsi bir felekte ( yörüngede ) yüzerler. Biri diğerine çarpmaz, vazifeleri o kadar güzel ve düzenli dağıtılmıştır. "yüzerler" çoğul kipiyle getirilmekle hepsinden maksadın, yalnız güneş ve aydan her biri değil, bütün gök cisimleri olduğu anlatılmıştır. Bu bakımdan yeni astronomi kanunlarına işaret eden bu âyetin bir benzeri Enbiyâ Sûresi'nde geçmiş olduğundan ( Enbiyâ, 21/33 ) âyetinin tefsirine bakınız.

Yalnız güneşin yüzdüğü felek nedir? Bu bir yörünge olduğuna göre, onun da bir gezegen olması gerekmiyor mu? diye sorulabilir. Gerçi ekseni etrafında da dönme yeri mânâsına yörünge denebilirse de bundan zahir ( açık ) olan, güneşin yukarda anlatıldığı üzere, hadis-i şerifin gösterdiği gibi arşın altında diğer bir istikrar yerine, bir merkeze doğru hareket ettiğini ve dolayısıyla onun yüzdüğü feleğin de ona olan yörünge ve hareket yeri olduğunu kabul etmek gerekir.

41- Bizim, dolu gemide nesillerini taşımamız da kendileri için bir delildir. "Dolu gemi" denilince önce Hz. Nuh'un gemisi hatıra gelir. Fakat burada "nesilleri" kaydı, bunu kastetmeye engeldir. Bu karîne ( ipucu ) ile burada "dolu gemi", hamile kadınların rahimlerinden mecazdır, beliğ bir istiâredir. Evet babanın sülbünden ( belinden ) bir tufan ile atılan nesiller, anaların rahimlerinde Hz. Nuh'un gemisi gibi bir kurtuluş gemisi bulur.

42- Kendileri için onun gibi binecek şeyler de yarattık. Bu bütün deniz ve kara bineklerini içine alır.

43- Ve dilesek onları, o nesilleri dolu gemi gibi olan rahimlerde, kendilerini de onun gibi bindikleri gemilerde boğarız da ne o nesiller için bir feryatçı, bir feryad eden veya feryada yetişen bulunur ne de berikiler boğulmakta oldukları denizden kurtarılırlar.

44- Ancak bizden bir rahmet ile ve bir zamana kadar yaşatmak için olursa başka. Ancak o takdirde kurtarılırlar.

45-46- "Onlara: Korunun... dendiği zaman..." Objektif ve yaratılışla ilgili delillerden sonra Allah'ın indirdiği âyetlerden de yüz çevirdiklerini açıklamadır.

47- "Onlara: Allah'ın size verdiği rızıktan infak edin dendiği zaman inkâr edenler dediler ki..." Bu âyetin zındıklar hakkında indiği söylenir. Mekke'de birtakım zındıklar, sadaka ve yardım için teşvik edildiklerinde Allah fakir edecek, biz besleyeceğiz öyle mi? diye böyle küfür ederlermiş ki, bu zındıkların eski İran'dan aksetmiş olmaları gerektir.

48- Bir de derler ki ne zaman bu vaad? Bu ölülerin dirilmesi, bu Allah'ın huzuruna getirilme vaadi eğer doğru iseniz, yani böyle diyerek alay etmek isterler.

49- Fakat başka değil, bir tek çığlığa bakıyorlar. Ki ilk üfürülüşü, yani sûrun birinci üfürülüşü. Bir çığlık ki un idgamıdır. Yani bir çığlık ki, onlar birbirlerine geçmiş çekişip dururlarken kendilerini alıverir.

50- O zaman artık bir tavsiyeye, -hiçbir işleri hakkında bir kelime vasiyet etmeye- bile güçleri yetmez. Ailelerine de dönecek değiller.

Meâl-i Şerifi

51- Sûr'a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.

52- Onlar: "Eyvah başımıza gelenlere! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? O Rahmân'ın vaad buyurduğu işte bu imiş. Gönderilen peygamberler de doğru söylemişler" derler.

53- Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir.

54- Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.

55- Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler.

56- Kendileri ve eşleri gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.

57- Onlara orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey onlarındır.

58- ( Onlara ) Rahîm olan Rab'den "selâm" sözü vardır.

59- Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.

60-61- "Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size and vermedim mi?" ( buyurulacak )

62- Böyle iken o sizden birçok nesilleri yoldan çıkardı. Ya o zaman düşünmüyor muydunuz?

63- İşte bu size vaad edilen cehennemdir.

64- Bugün yaslanın ona bakalım inkâr ettiğiniz için.

65- Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.

66- Hem dileseydik gözlerini üzerinden silme kör ediverirdik de yola dökülürlerdi. Fakat nereden görecekler?

67- Yine dileseydik oldukları yerde kılıklarını değiştirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne de geri dönebilirlerdi.

51-54- "Sûra üfürülür." İkinci üfürüş: "Sonra ona bir daha üfürülür, bu kere de o yıkılanlar kalkmış, bakıyorlardır." ( Zümer, 39/68 ), "O gün hiç kimseye zulmedilmez..." Burada a kadar o gün onlara söyleneceği hikâye etmektir.

55-58- Haberiniz olsun ki, cennetlikler, salih amellerle cennete sahip olanlar. Gerçi cennete girmek, esas itibarıyla Allah'ın lütfuyladır. Fakat "ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz" buyurulması itibarıyla burada bu mânâ hatırlatılmıştır. "meyve" denmesi de sırf zevkten çok, çalışmanın meyvesine işaret eder. Erîkeler. Erike, haclede, yani gelin odasında döşenen süslü koltuktur. Ve onlara iddia ettikleri, istedikleri var, davayı kazandılar, yani selam var Rahîm olan, yani sonunda müminleri rahmetiyle murada erdiren ve ortağı benzeri olmayan bir Rabden doğrudan doğruya söylenen bir selam. Bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber ( s.a.v. ) demiştir ki: "Cennet ehli nimetleri içinde zevke ererlerken kendilerine bir nur parıldar, başlarını kaldırır bakarlar ki üzerlerinden Rab, kendilerini cemalinin şerefi ile şereflendirmiş. "Ey cennet ehli!

Selam üzerinize olsun." buyuruyor. İşte ilâhî sözü budur. Bunun üzerine onlara nazar buyurur, onlar da O'na bakarlar ve baktıkları müddetçe diğer nimetlerden hiçbir şeye iltifat etmezler. Ta perdeleninceye kadar ki, o zaman da üzerlerinde ve yurtlarında nur bâki kalır.

59-65- Sizden birçok nesilleri şaşırttı, yani birçok toplumların ahlâklarını bozdu. "Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz..." İşte Nur Sûresi'nde "O gün onların dilleri, elleri ve ayakları, işledikleri şeyler hakkında kendilerine şahitlik ederler." ( Nur, 24/24 ) buyurulan gün, bu gündür.

66- "Eğer dileseydik gözlerini üzerinden silme ederdik." Bu da ahirete ait zannedilmiş ise de dünyaya ait bir tehdit olarak "bir tek çığlığa bakıyorlar" sözüne atfedilmiş olması, mânâ itibarıyla daha uygundur. Yani ahirette öyle olacağı gibi biz de dilersek şimdi o nankörlüğü yapan, "Allah dileseydi onları doyururdu" diyen kâfirlerin gözlerini büsbütün siler, kör ediverirdik de yola dökülürlerdi, yola gelmekte yarış ederlerdi. Çünkü her küfredenin gözü kör edilivermiş olsaydı, bu bir sığındırma olur, hepsi imana gelirdi. Fakat o kâfirler nerden görecekler? Burada "görmez" kalb gözü ile tefsir edilmiştir. Yani o kadar ilâhî delilleri görmeyen o basiretsiz kâfirler, bunu böyle yapabileceğimizi idrak etmezler.

67- Dilesek onları tam kuvvetleri çağında mesh de ediverir ( kılıklarını değiştirir ) oldukları yere donduruverirdik de ne geçebilir ne dönebilirlerdi. Şu halde böyle irade buyurulmuyorsa yapılamayacağından değil, cezaları ahirette verileceği içindir. Bununla beraber:

Meâl-i Şerifi

68- Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu ( güç ve kuvvetini alarak ) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?

69- Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da... O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır.

70- ( Bu ), diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azab sözünün hak olması içindir.

71- Şunu da görmediler mi: Biz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar.

72- Onları, kendilerinin hizmetine vermişiz de, hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.

73- Onlarda daha birçok menfaatleri ve türlü içecekleri de var. Hâlâ şükretmeyecekler mi?

74- Onlar, Allah'tan başka birtakım ilâhlar edindiler. Güya yardım olunacaklar.

75- Onların, onlara yardıma güçleri yetmez. Kendileri ise onlar için bazı askerlerdir.

76- O halde onların sözleri seni üzmesin. Biz onların içlerini de biliriz, dışlarını da.

77- İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de, şimdi apaçık bir hasım kesildi?

78- Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: "Kim diriltecekmiş o çürümüş kemikleri?" dedi.

79- De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir."

80- Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O'dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız.

81- Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.

82- O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece "Ol!" demektir. O da hemen oluverir.

83- O halde her şeyin mülkü ve tasarrufu ( hükümranlığı ) elinde bulunan Allah'ın şanı ne yücedir. Siz de yalnız O'na döndürüleceksiniz.

68- Bununla beraber her kimin ömrünü uzatıyorsak; gençlik çağında almayıp uzun ömürle yaşatıyorsak yaratılışta tepesi üstü dikiyoruz. Yani başlangıçtakinin, gençliğin aksine olarak günden güne kuvvetten düşürüp zayıflığını artırıyor, ölüme doğru yürütüyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?Bunu yapan kudretin daha önce o gözle silmeyi ve kılık değiştirmeyi de yapabileceğini anlayıp da doğru yolu tutmayacaklar mı?

69- Biz ona, yani peygambere şiir öğretmedik. Bu söylenenleri bir şiir saymamalıdır. Kur'ân'ın ne söz olarak, ne de mânâ olarak şiir olmadığı açıktır. Bir kere Kur'ân'ın sözlerinde şiir sözünün vezin ve kafiyesi yoktur. Mânâ bakımından ise şiir, gerçek olup olmadığı aranmaksızın hoşlandırmak veya tiksindirmek, coşturmak veya küstürmek gibi hisleri gıcıklayan hayalî kuruntulara, zanna dayanan kıyaslara, duygu oyunlarına aittir. Kur'ân ise Hakk'ın doğru yolunu gösteren hikmetler ve hükümler ile irfan nuru, kesin iman rehberi bir ilâhî yadigârdır. Fakat kâfirlerin birçokları onu bir şiir gibi düşünmek ve düşündürmekte ısrar ettikleri ve bu şekilde peygamberi bir şair gibi tanıttırmak istedikleri için buyuruyor: Biz ona şiir öğretmedik. Hem o , ona yaraşmaz da. Çünkü "Şairlere gelince onlara da azgınlar uyar." ( Şuara, 26/224 ). Ne peygamberlik makamına şairlik yaraşır, ne de Kur'ân'a şiir demek.

O Kur'ân başka değil, ancak bir zikir; sırf Allah tarafından bir öğüt ve irşad ve apaçık bir Kur'ân'dır. İbadetlerde ve ibadethanelerde okunacak Allah kelâmıdır.

70- Hayatı, yani aklı, duygusu olanı korkutup, gafletten uyandırmak, küfürde ısrar ile kâfirlik edenler aleyhine azab sözünün hak olması için. Bundan önce çoklarına olduğu gibi azab ile hükmün vacib olması için.

71-76- Şunu da mı görmediler, o gafiller ki, uyanmıyorlar. Biz kendileri için ellerimizin yaptığı şeylerden, yani başka hiçbir sanatın katkısı olmayıp, doğrudan doğruya kendimizin var ettiğimiz nimetlerden en'am, yumuşak hayvanlar yarattık... Bu hatırlatmada birçok yönlerden incelikler vardır ki, bunu tefsirden çok, okuyanların zevki takdir edecektir.

77-78-79- "İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi?" Rivayet olunuyor ki Ubey b. Halef Hz. Peygamber ( s.a.v. )'in huzuruna bir çürümüş kemikle gelmiş, onu eliyle ufalayarak "Allah bunu böyle çürüdükten sonra diriltir der misin?" demiş. "Evet, seni de diriltir ve ateşe kor." buyurmuş ve bu âyet, bu sebeple inmiştir. Ve O, yaratmanın hepsini hakkıyla bilir. Yani her yarattığını bütün incelikleriyle, her birinin toplanan ve dağılan bütün parçaları, usul ve fürûu ( aslı ve dalları ), durumları, halleri, nicelikleri, miktarları, her türlü özellikleriyle bilir. Her yaratmayı, yaratmanın her türlüsünü bilir, maddeli maddesiz, âletli âletsiz, örnekli örneksiz, gerek ilkin, gerek sonra her çeşidini bilir. Bütün mesele bundan ibarettir.

80- O Allah, size yeşil ağaçtan bir ateş yaptı. Meşhur olan bu ağaç, "merh" ile "afar" denilen iki ağaçtır ki, ikisi de yemyeşil, suları damlarken merh çakmak yerinde afare sürtülmek suretiyle ateş çıkarılır, bedevîlerce bilinmektedir. Bunun birini erkek, birini dişi yerinde de varsaymışlardır. Bununla beraber "Her ağaçta bir ateş vardır. Fakat merh ile afar bol bulmuştur" diye bir mesel vardır. Bu bakımdan bazı tefsirciler demişlerdir ki, ağaçtan maksat cinstir. Merh ve afar misal yoluyla anılmıştır. Ancak burada dikkate değer nokta şudur ki, bundan maksat ağaçtaki odun veya kömürü göstermek değil, sürtme ve temas ile yeşil ağaçtan meydana gelen hararet ve tutuşmayı anlatmaktır. Bu ise şimdi bildiğimize göre bir elektrik olayıdır. Demek ki bu şekilde âyet elektriğe işaret etmiş ve bu işaretten "ol" emrini anlamaya zihinleri yaklaştırmak için bir misal de verilmiş oluyor. Yapmış da siz ondan çakıp çakıp hemen tutuşturuyorsunuz. Yani bilfiil deneyle bildiğiniz şüphesiz bir ateş. Demek ki sırf teorik akıl ile bilinemeyecek gerçekler deneyle ortaya çıkar.

81- Hem o gökleri ve yeri, yani bütün şu âlemi yaratmış olan Allah, onların benzerini, onlar gibisini, yani o çürümüş insanlar gibi küçüğünü, hatta bütün o âlemin benzerini diğer bir yaratış ile, yine yaratmaya kâdir değil midir? Evet kâdirdir. Ve o, öyle yaratan, öyle bilendir.

82- O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece "ol!" demektir. O hemen oluverir.

83- O halde tesbih O'na, her şeyin hükümranlığı elinde bulunan, her şeyde dilediği gibi tasarruf eden Sübhan'a ( şanı yüce Allah'a ) dır. Hep de döndürülüp O'na götürüleceksiniz. O'na Yasin sahibi ( Habib Neccar ) gibi koşa koşa iman ve İslâm ile, kendi rızasıyla dönüş yaparak, bağışlanmaya ve ikrama kavuşmak istemeyenler de sonunda zorla döndürülecekler, yakalanıp O'nun yüce huzuruna götürülecekler, hesapları görülüp cezaları verilecektir.

İbnü Abbas hazretlerinden rivayet edilmiştir ki Yasin hakkında rivayet edilen faziletlerin, niçin ona mahsus olduğunu bilmiyordum, bu âyet için inmiş.

Melekût ( hükümranlık ) yukarılarda da geçtiği üzere "mülk"ün mübalağa sigasıdır ki, tam bir hakimiyetle saltanatın idare sırları demektir.

Şimdi bu melekût ve döndürülmeye bir açıklama olmak üzere "Vessâffâti" Sûresi başlıyor.


Yasin Suresinin İnişi

Sûre, ismini iki harften ibaret olan ilk âyetten almıştır. Mekke'de inmiştir. 83 ( seksenüç ) âyettir. Sûreye isim olarak verilen "yâsîn"in, genellikle "Ey insan!" manasına geldiği kabul edilir. Bununla kasdedilen, Hz. Peygamber'dir. Yani Peygamberimizin bir ismide Yasindir.Yâsîn sûresi Kur'an'ın kalbi kabul edilmiş ve müslümanlar arasında ayrı bir önem kazanmıştır. Fazileti hakkında hadisler vardır.

Yasin Suresi Kaç Ayet



Mekkîdir, seksen üç âyettir. ( 83 )

Hz. Peygamber ( saa ) şöyle buyuruyor: “Her şeyin bir kalbi olduğu gibi Kuran’ın da bir kalbi vardır ve o Yasin Suresidir.”

İmam Bakır ( as ): “Her kim ömründe bir defa Yasin Suresini okursa, Allah dünya ve ahirette, yerdeki ve göklerde yarattıklarının sayısıca onun hakkında sevap yazılmasını emreder ve bir o kadar da günahlarının silinmesini emreder. Fakirlik, borç, ev hasarı, mutsuzluk, delilik, kötü hastalıklar, vesvese, şüphecilik ve ölüm zorluğunu ondan uzaklaştırır. Ölüm anında Allah Teala’nın kendisi melekleri vasıta koymaksızın onun ruhunu teslim alır.”


Yasin Suresinin Hikmeti


YASİN SURESİNİN HİKMETİ
- Kim bu sureyi ihlasla okursa içinde Yasin olmayan Kur'ân'ı on defa okuyup hatmetmiş gibi Allah kendisine sevab ihsan eder.
Tirmizî, Enes îbn-i Mâlik'ten

- Geceleyin Allah'ın rızasını gözeterek Yasin Suresini okuyan kimsenin günahları bağışlanır, Öyleyse bu sureyi ölülerinize okuyun.
Taberâni Ebu Hureyre'den

- Her gece Yasin Suresini okumaya devam ederek bu hal üzere ölen kimse şehit olarak vefat eder.
Taberâni, Ebu Hureyre'den

- Yasin Suresi 7, 21 veya 41 defa okunursa tesirinde şek ve şüphe olmadığı beyan edilmiştir. Allahû Tealâ'nın bütün taleplerini gerçekleştireceği ihtiyaç duyduğu şeyleri yerine getireceği söylenmiştir.
Yüksek dereceli memurların yanında işlerinin kolaylıkla halledilmesini isteyen kimse 7, 25 veya 41 defa Yasin okuyarak girsin. Allah ( c.c ) onun ihtiyacını mutlaka yerine getirir.

- Mühim islerin halli için: Yasin Suresi arka arkaya 4 kere okunmalıdır. Her mübin âyeti okunduğunda 7 defa "mübin duası" okunmalı.
"La ilahe illallâhül hakkul mübîn"
- Bu zikri günde 100 defa okuyanın rızkı genişler, işleri kolaylaşır ve fakirlikten halâs olur. Günde 1000 defa okuyanın ahlâkı güzelleşir. Tabiatı salâha erer

Yâsin sûresini çokça okuyunuz; çünkü onda on bereket vardir:

1. Aç kimse okursa karni doyar
2. Çiplak kimse okursa, giyinir;
3. Bekâr okursa, kismeti açilir, evlenir;
4. Korkan kimse okursa, korktugundan emin olur;
5. Dünya isinden üzülenin üzüntüsü zail olur;
6. Yolculuk halinde olan, yol sikintisindan kurtulur;
7. Kaybi olan, kaybettigine kavusur;
8. Ölüm halinde okundugunda, sikintilar kaybolur;
9. Susuz okudugunda, susuzlugunu giderir;
10. Hasta okudugunda, eceli gelmemisse, sifa bulur."

-Kur'ân-in kalbi Yâsin sûresidir. Allââh ve ahireti dileyerek bir kimse Yâsîn'i okursa, Allâh kendisini mutlaka bagislar. Ölülerinize Yâsîn okuyunuz."

Yasin Suresi Fazileti




Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

“Her gece Yasîn sûresine devam edip, bu hâl üzere iken vefât eden kimse şehid olur. )

( Kur’ân-ı kerîmdeki bir sûre, okuyana şefaat eder, dinliyenin affına sebep olur, âhırette korktuğundan emin olur. Bu Yâsin sûresidir.”

“Ölüm hastası yanında Yâsin-i şerîf okununca, her harfi için bir melek gelip rûhun kolay çıkmasına duâ eder. Yıkanırken yanında bulunurlar. Cenazesi ile birlikte giderler. Namazında, defninde bulununlar ve hep duâ ederler.”

“Şeytanlar, Yasîn sûresinden ve bir de Haşr sûresinin son kısmı ile Mu’avvizeteyn sûrelerinden kaçarlar.”

“Kabristana giren kimse, Yasîn sûresini okusa, o gün meyyitlerin azâbları hafifler. Meyyitlerin sayısı kadar, ona da sevâb verilir.”

“Yanında Yasîn-i şerîf okunan hasta, suya kanmış olarak vefât eder ve doymuş olarak kabre girer.”

“Müslüman bir hasta yanında Yasîn-i şerîf okunursa, Rıdvân ismindeki melek Cennet şerbeti getirir. Suya kanmış olarak rûh teslim eder. Doymuş olarak kabre girer. Suya ihtiyacı olmaz.”

“Yasîn okuyunuz. Onda on bereket vardır. Aç okursa, doyar. Çıplak okursa, giyinir. Bekâr okursa, evlenir. Korkan okursa, emin olur. Mahzun okursa ferahlar. Misafir okursa, seferde yardım görür. Kayıp bulunur. Hasta okursa şifâ bulur. Ölü üzerine okunursa azabı hafifler. Susayan okursa, suya kavuşur.”

“Bir kimse ana-babasının veya birinin kabrini her Cuma ziyaret eder ve orada Yasîn okursa Allahü teâlâ ona, Yasîn’in her harfi miktarınca mağfiret eder.”

“Kur’ân-ı kerîmin kalbi Yasîn’dir. Muhakkak ki o dertlere şifâdır. Allahı ve âhıret yurdunu dileyerek bir kimse Yasîn’i okursa, Allah kendisini mutlaka bağışlar.”

“Her gece Yasîn sûresini okuyan kimse, muhakkak sûrette şehid olarak ölür.”

“Cuma geceleri Yasîn sûresini okuyan kimse, Allahü teâlânın magfiretine kavuşmuş halde sabahlar.”

Yasîn sûresinin faydaları

Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

“Kur’ân-ı kerîmde bir sûre vardır ki, ona Allah katında “Azîme” denir. O sûreyi okuyan kimse, kıyâmet günü çok kimseye şefaat edecektir. O sûre Yasîn sûresidir.”

Yasîn sûre-i şerîfesini okumanın faidelerinden birkaçı:

1- Eceli gelmiyen hasta şifâ bulur.

2- Eceli gelen hasta ölüm acısı duymaz.

3- Ölürken Cennet meleklerini görür.

4- İnsan korktuğundan emin olur.

5- Garipler yardımcı bulur.

6- Aç olan, tok olur. Yani ummadığı yerden rızık gelir.

7- Susuz olan, kanıncaya dek su bulur.

8- Bekarların evlenmesi kolay olur.

9- Elbisesi olmayan elbise bulur.

10- Gayb olan şey bulunur.

Fakat bunlara niyyet ederek ve inanarak okumak lazımdır.

İmâm-ı Şa’rânî buyuruyor ki:

“Hastam iyi olursa veya şu işim hasıl olursa, sevâbı Seyyidet Nefîse hazretlerine olmak üzere, Allah için, üç Yasîn okumak veya bir koyun kesmek nezrim olsun derse, bu dileğinin kabul olduğu çok tecrübe edilmiştir.”

Malik bin Yesar ( ra )’ dan rivayet edilmiştir: Peygamber ( sav ); “Kur’an’ın kalbi Yasin-i Şerif’tir. Kim onu Allah rızasını talep ederek ve ahiret sevabı için okursa, Allah onun günahlarını magfiret eder. Onu ölülerinizin üzerine okuyunuz.” buyurdu.

-Ebu Hureyre ( ra )’ dan rivayet edilmiştir: Peygamber ( sav ) şöyle buyurdu; “Kim bir gecede, Allah rızası için Yasin’i okursa günahları af olunur.”

-Enes ( ra )’ dan rivayet edilmiştir: dedi ki; Rasulullah ( sav ) buyurdu: “Herşeyin bir kalbi vardır ve Kur’an’ın kalbi de Yasin’dir. Her kim Sure-i Yasin’i okursa Allah ona bu sureyi okuması sebebiyle Kur’an’ı on kere okumuş kadar sevap ihsan eder.”

-Hz. Ali ( ra )’ den rivayet edildigine göre Rasulullah ( sav ) kendilerine şöyle demiştir: “Ya Ali! Yasin Suresini oku, zira Yasin Suresinde on bereket vardır;

1-Yitigi olan okursa yitigine kavuşur,

2-Mahkum okursa hapisten kurtulur,

3-Çıplak okursa giydirilir,

4-Onu okuyan aç doyar,

5-Bekar okursa evlendirilir,

6-Yolcu okursa yolculugunda yardım görür,

7-Susuz okursa suya kanar,

8-Hasta okursa afiyet bulup iyileşir,

9-Korku içinde olan okursa korktugundan emin olur,

10-Ölümcül hastanın yanında okunsa elem ve ızdırabı hafifler.

-Aişe ( ra )’ dan; “Muhakkak ki Kur’an’da bir sure vardır. Kendisini çok okuyana şefaat eder. Dinleyen ise magfiret olunur. O, Sure-i Yasin dir.

Yasin Suresi Arapca Text olarak

سُوۡرَةُ یسٓ
بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ
يسٓ (١) وَٱلۡقُرۡءَانِ ٱلۡحَكِيمِ (٢) إِنَّكَ لَمِنَ ٱلۡمُرۡسَلِينَ (٣) عَلَىٰ صِرَٲطٍ۬ مُّسۡتَقِيمٍ۬ (٤) تَنزِيلَ ٱلۡعَزِيزِ ٱلرَّحِيمِ (٥) لِتُنذِرَ قَوۡمً۬ا مَّآ أُنذِرَ ءَابَآؤُهُمۡ فَهُمۡ غَـٰفِلُونَ (٦) لَقَدۡ حَقَّ ٱلۡقَوۡلُ عَلَىٰٓ أَكۡثَرِهِمۡ فَهُمۡ لَا يُؤۡمِنُونَ (٧) إِنَّا جَعَلۡنَا فِىٓ أَعۡنَـٰقِهِمۡ أَغۡلَـٰلاً۬ فَهِىَ إِلَى ٱلۡأَذۡقَانِ فَهُم مُّقۡمَحُونَ (٨) وَجَعَلۡنَا مِنۢ بَيۡنِ أَيۡدِيہِمۡ سَدًّ۬ا وَمِنۡ خَلۡفِهِمۡ سَدًّ۬ا فَأَغۡشَيۡنَـٰهُمۡ فَهُمۡ لَا يُبۡصِرُونَ (٩) وَسَوَآءٌ عَلَيۡہِمۡ ءَأَنذَرۡتَهُمۡ أَمۡ لَمۡ تُنذِرۡهُمۡ لَا يُؤۡمِنُونَ (١٠) إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ ٱتَّبَعَ ٱلذِّڪۡرَ وَخَشِىَ ٱلرَّحۡمَـٰنَ بِٱلۡغَيۡبِۖ فَبَشِّرۡهُ بِمَغۡفِرَةٍ۬ وَأَجۡرٍ۬ ڪَرِيمٍ (١١) إِنَّا نَحۡنُ نُحۡىِ ٱلۡمَوۡتَىٰ وَنَڪۡتُبُ مَا قَدَّمُواْ وَءَاثَـٰرَهُمۡۚ وَكُلَّ شَىۡءٍ أَحۡصَيۡنَـٰهُ فِىٓ إِمَامٍ۬ مُّبِينٍ۬ (١٢) وَٱضۡرِبۡ لَهُم مَّثَلاً أَصۡحَـٰبَ ٱلۡقَرۡيَةِ إِذۡ جَآءَهَا ٱلۡمُرۡسَلُونَ (١٣) إِذۡ أَرۡسَلۡنَآ إِلَيۡہِمُ ٱثۡنَيۡنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزۡنَا بِثَالِثٍ۬ فَقَالُوٓاْ إِنَّآ إِلَيۡكُم مُّرۡسَلُونَ (١٤) قَالُواْ مَآ أَنتُمۡ إِلَّا بَشَرٌ۬ مِّثۡلُنَا وَمَآ أَنزَلَ ٱلرَّحۡمَـٰنُ مِن شَىۡءٍ إِنۡ أَنتُمۡ إِلَّا تَكۡذِبُونَ (١٥) قَالُواْ رَبُّنَا يَعۡلَمُ إِنَّآ إِلَيۡكُمۡ لَمُرۡسَلُونَ (١٦) وَمَا عَلَيۡنَآ إِلَّا ٱلۡبَلَـٰغُ ٱلۡمُبِينُ (١٧) قَالُوٓاْ إِنَّا تَطَيَّرۡنَا بِكُمۡۖ لَٮِٕن لَّمۡ تَنتَهُواْ لَنَرۡجُمَنَّكُمۡ وَلَيَمَسَّنَّكُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ۬ (١٨) قَالُواْ طَـٰٓٮِٕرُكُم مَّعَكُمۡۚ أَٮِٕن ذُڪِّرۡتُمۚ بَلۡ أَنتُمۡ قَوۡمٌ۬ مُّسۡرِفُونَ (١٩) وَجَآءَ مِنۡ أَقۡصَا ٱلۡمَدِينَةِ رَجُلٌ۬ يَسۡعَىٰ قَالَ يَـٰقَوۡمِ ٱتَّبِعُواْ ٱلۡمُرۡسَلِينَ (٢٠) ٱتَّبِعُواْ مَن لَّا يَسۡـَٔلُكُمۡ أَجۡرً۬ا وَهُم مُّهۡتَدُونَ (٢١) وَمَا لِىَ لَآ أَعۡبُدُ ٱلَّذِى فَطَرَنِى وَإِلَيۡهِ تُرۡجَعُونَ (٢٢) ءَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِۦۤ ءَالِهَةً إِن يُرِدۡنِ ٱلرَّحۡمَـٰنُ بِضُرٍّ۬ لَّا تُغۡنِ عَنِّى شَفَـٰعَتُهُمۡ شَيۡـًٔ۬ا وَلَا يُنقِذُونِ (٢٣) إِنِّىٓ إِذً۬ا لَّفِى ضَلَـٰلٍ۬ مُّبِينٍ (٢٤) إِنِّىٓ ءَامَنتُ بِرَبِّكُمۡ فَٱسۡمَعُونِ (٢٥) قِيلَ ٱدۡخُلِ ٱلۡجَنَّةَۖ قَالَ يَـٰلَيۡتَ قَوۡمِى يَعۡلَمُونَ (٢٦) بِمَا غَفَرَ لِى رَبِّى وَجَعَلَنِى مِنَ ٱلۡمُكۡرَمِينَ (٢٧) ۞ وَمَآ أَنزَلۡنَا عَلَىٰ قَوۡمِهِۦ مِنۢ بَعۡدِهِۦ مِن جُندٍ۬ مِّنَ ٱلسَّمَآءِ وَمَا كُنَّا مُنزِلِينَ (٢٨) إِن كَانَتۡ إِلَّا صَيۡحَةً۬ وَٲحِدَةً۬ فَإِذَا هُمۡ خَـٰمِدُونَ (٢٩) يَـٰحَسۡرَةً عَلَى ٱلۡعِبَادِ‌ۚ مَا يَأۡتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا كَانُواْ بِهِۦ يَسۡتَہۡزِءُونَ (٣٠) أَلَمۡ يَرَوۡاْ كَمۡ أَهۡلَكۡنَا قَبۡلَهُم مِّنَ ٱلۡقُرُونِ أَنَّہُمۡ إِلَيۡہِمۡ لَا يَرۡجِعُونَ (٣١) وَإِن كُلٌّ۬ لَّمَّا جَمِيعٌ۬ لَّدَيۡنَا مُحۡضَرُونَ (٣٢) وَءَايَةٌ۬ لَّهُمُ ٱلۡأَرۡضُ ٱلۡمَيۡتَةُ أَحۡيَيۡنَـٰهَا وَأَخۡرَجۡنَا مِنۡہَا حَبًّ۬ا فَمِنۡهُ يَأۡڪُلُونَ (٣٣) وَجَعَلۡنَا فِيهَا جَنَّـٰتٍ۬ مِّن نَّخِيلٍ۬ وَأَعۡنَـٰبٍ۬ وَفَجَّرۡنَا فِيہَا مِنَ ٱلۡعُيُونِ (٣٤) لِيَأۡڪُلُواْ مِن ثَمَرِهِۦ وَمَا عَمِلَتۡهُ أَيۡدِيهِمۡ‌ۖ أَفَلَا يَشۡڪُرُونَ (٣٥) سُبۡحَـٰنَ ٱلَّذِى خَلَقَ ٱلۡأَزۡوَٲجَ ڪُلَّهَا مِمَّا تُنۢبِتُ ٱلۡأَرۡضُ وَمِنۡ أَنفُسِهِمۡ وَمِمَّا لَا يَعۡلَمُونَ (٣٦) وَءَايَةٌ۬ لَّهُمُ ٱلَّيۡلُ نَسۡلَخُ مِنۡهُ ٱلنَّہَارَ فَإِذَا هُم مُّظۡلِمُونَ (٣٧) وَٱلشَّمۡسُ تَجۡرِى لِمُسۡتَقَرٍّ۬ لَّهَا‌ۚ ذَٲلِكَ تَقۡدِيرُ ٱلۡعَزِيزِ ٱلۡعَلِيمِ (٣٨) وَٱلۡقَمَرَ قَدَّرۡنَـٰهُ مَنَازِلَ حَتَّىٰ عَادَ كَٱلۡعُرۡجُونِ ٱلۡقَدِيمِ (٣٩) لَا ٱلشَّمۡسُ يَنۢبَغِى لَهَآ أَن تُدۡرِكَ ٱلۡقَمَرَ وَلَا ٱلَّيۡلُ سَابِقُ ٱلنَّہَارِ‌ۚ وَكُلٌّ۬ فِى فَلَكٍ۬ يَسۡبَحُونَ (٤٠) وَءَايَةٌ۬ لَّهُمۡ أَنَّا حَمَلۡنَا ذُرِّيَّتَہُمۡ فِى ٱلۡفُلۡكِ ٱلۡمَشۡحُونِ (٤١) وَخَلَقۡنَا لَهُم مِّن مِّثۡلِهِۦ مَا يَرۡكَبُونَ (٤٢) وَإِن نَّشَأۡ نُغۡرِقۡهُمۡ فَلَا صَرِيخَ لَهُمۡ وَلَا هُمۡ يُنقَذُونَ (٤٣) إِلَّا رَحۡمَةً۬ مِّنَّا وَمَتَـٰعًا إِلَىٰ حِينٍ۬ (٤٤) وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ ٱتَّقُواْ مَا بَيۡنَ أَيۡدِيكُمۡ وَمَا خَلۡفَكُمۡ لَعَلَّكُمۡ تُرۡحَمُونَ (٤٥) وَمَا تَأۡتِيہِم مِّنۡ ءَايَةٍ۬ مِّنۡ ءَايَـٰتِ رَبِّہِمۡ إِلَّا كَانُواْ عَنۡہَا مُعۡرِضِينَ (٤٦) وَإِذَا قِيلَ لَهُمۡ أَنفِقُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ ٱللَّهُ قَالَ ٱلَّذِينَ ڪَفَرُواْ لِلَّذِينَ ءَامَنُوٓاْ أَنُطۡعِمُ مَن لَّوۡ يَشَآءُ ٱللَّهُ أَطۡعَمَهُ ۥۤ إِنۡ أَنتُمۡ إِلَّا فِى ضَلَـٰلٍ۬ مُّبِينٍ۬ (٤٧) وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هَـٰذَا ٱلۡوَعۡدُ إِن كُنتُمۡ صَـٰدِقِينَ (٤٨) مَا يَنظُرُونَ إِلَّا صَيۡحَةً۬ وَٲحِدَةً۬ تَأۡخُذُهُمۡ وَهُمۡ يَخِصِّمُونَ (٤٩) فَلَا يَسۡتَطِيعُونَ تَوۡصِيَةً۬ وَلَآ إِلَىٰٓ أَهۡلِهِمۡ يَرۡجِعُونَ (٥٠) وَنُفِخَ فِى ٱلصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ ٱلۡأَجۡدَاثِ إِلَىٰ رَبِّهِمۡ يَنسِلُونَ (٥١) قَالُواْ يَـٰوَيۡلَنَا مَنۢ بَعَثَنَا مِن مَّرۡقَدِنَاۜ‌ۗ هَـٰذَا مَا وَعَدَ ٱلرَّحۡمَـٰنُ وَصَدَقَ ٱلۡمُرۡسَلُونَ (٥٢) إِن ڪَانَتۡ إِلَّا صَيۡحَةً۬ وَٲحِدَةً۬ فَإِذَا هُمۡ جَمِيعٌ۬ لَّدَيۡنَا مُحۡضَرُونَ (٥٣) فَٱلۡيَوۡمَ لَا تُظۡلَمُ نَفۡسٌ۬ شَيۡـًٔ۬ا وَلَا تُجۡزَوۡنَ إِلَّا مَا ڪُنتُمۡ تَعۡمَلُونَ (٥٤) إِنَّ أَصۡحَـٰبَ ٱلۡجَنَّةِ ٱلۡيَوۡمَ فِى شُغُلٍ۬ فَـٰكِهُونَ (٥٥) هُمۡ وَأَزۡوَٲجُهُمۡ فِى ظِلَـٰلٍ عَلَى ٱلۡأَرَآٮِٕكِ مُتَّكِـُٔونَ (٥٦) لَهُمۡ فِيہَا فَـٰكِهَةٌ۬ وَلَهُم مَّا يَدَّعُونَ (٥٧) سَلَـٰمٌ۬ قَوۡلاً۬ مِّن رَّبٍّ۬ رَّحِيمٍ۬ (٥٨) وَٱمۡتَـٰزُواْ ٱلۡيَوۡمَ أَيُّہَا ٱلۡمُجۡرِمُونَ (٥٩) ۞ أَلَمۡ أَعۡهَدۡ إِلَيۡكُمۡ يَـٰبَنِىٓ ءَادَمَ أَن لَّا تَعۡبُدُواْ ٱلشَّيۡطَـٰنَ‌ۖ إِنَّهُ ۥ لَكُمۡ عَدُوٌّ۬ مُّبِينٌ۬ (٦٠) وَأَنِ ٱعۡبُدُونِى‌ۚ هَـٰذَا صِرَٲطٌ۬ مُّسۡتَقِيمٌ۬ (٦١) وَلَقَدۡ أَضَلَّ مِنكُمۡ جِبِلاًّ۬ كَثِيرًا‌ۖ أَفَلَمۡ تَكُونُواْ تَعۡقِلُونَ (٦٢) هَـٰذِهِۦ جَهَنَّمُ ٱلَّتِى كُنتُمۡ تُوعَدُونَ (٦٣) ٱصۡلَوۡهَا ٱلۡيَوۡمَ بِمَا كُنتُمۡ تَكۡفُرُونَ (٦٤) ٱلۡيَوۡمَ نَخۡتِمُ عَلَىٰٓ أَفۡوَٲهِهِمۡ وَتُكَلِّمُنَآ أَيۡدِيہِمۡ وَتَشۡہَدُ أَرۡجُلُهُم بِمَا كَانُواْ يَكۡسِبُونَ (٦٥) وَلَوۡ نَشَآءُ لَطَمَسۡنَا عَلَىٰٓ أَعۡيُنِہِمۡ فَٱسۡتَبَقُواْ ٱلصِّرَٲطَ فَأَنَّىٰ يُبۡصِرُونَ (٦٦) وَلَوۡ نَشَآءُ لَمَسَخۡنَـٰهُمۡ عَلَىٰ مَڪَانَتِهِمۡ فَمَا ٱسۡتَطَـٰعُواْ مُضِيًّ۬ا وَلَا يَرۡجِعُونَ (٦٧) وَمَن نُّعَمِّرۡهُ نُنَڪِّسۡهُ فِى ٱلۡخَلۡقِ‌ۖ أَفَلَا يَعۡقِلُونَ (٦٨) وَمَا عَلَّمۡنَـٰهُ ٱلشِّعۡرَ وَمَا يَنۢبَغِى لَهُ ۥۤ‌ۚ إِنۡ هُوَ إِلَّا ذِكۡرٌ۬ وَقُرۡءَانٌ۬ مُّبِينٌ۬ (٦٩) لِّيُنذِرَ مَن كَانَ حَيًّ۬ا وَيَحِقَّ ٱلۡقَوۡلُ عَلَى ٱلۡكَـٰفِرِينَ (٧٠) أَوَلَمۡ يَرَوۡاْ أَنَّا خَلَقۡنَا لَهُم مِّمَّا عَمِلَتۡ أَيۡدِينَآ أَنۡعَـٰمً۬ا فَهُمۡ لَهَا مَـٰلِكُونَ (٧١) وَذَلَّلۡنَـٰهَا لَهُمۡ فَمِنۡہَا رَكُوبُہُمۡ وَمِنۡہَا يَأۡكُلُونَ (٧٢) وَلَهُمۡ فِيہَا مَنَـٰفِعُ وَمَشَارِبُ‌ۖ أَفَلَا يَشۡكُرُونَ (٧٣) وَٱتَّخَذُواْ مِن دُونِ ٱللَّهِ ءَالِهَةً۬ لَّعَلَّهُمۡ يُنصَرُونَ (٧٤) لَا يَسۡتَطِيعُونَ نَصۡرَهُمۡ وَهُمۡ لَهُمۡ جُندٌ۬ مُّحۡضَرُونَ (٧٥) فَلَا يَحۡزُنكَ قَوۡلُهُمۡ‌ۘ إِنَّا نَعۡلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعۡلِنُونَ (٧٦) أَوَلَمۡ يَرَ ٱلۡإِنسَـٰنُ أَنَّا خَلَقۡنَـٰهُ مِن نُّطۡفَةٍ۬ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ۬ مُّبِينٌ۬ (٧٧) وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً۬ وَنَسِىَ خَلۡقَهُ ۥ‌ۖ قَالَ مَن يُحۡىِ ٱلۡعِظَـٰمَ وَهِىَ رَمِيمٌ۬ (٧٨) قُلۡ يُحۡيِيہَا ٱلَّذِىٓ أَنشَأَهَآ أَوَّلَ مَرَّةٍ۬‌ۖ وَهُوَ بِكُلِّ خَلۡقٍ عَلِيمٌ (٧٩) ٱلَّذِى جَعَلَ لَكُم مِّنَ ٱلشَّجَرِ ٱلۡأَخۡضَرِ نَارً۬ا فَإِذَآ أَنتُم مِّنۡهُ تُوقِدُونَ (٨٠) أَوَلَيۡسَ ٱلَّذِى خَلَقَ ٱلسَّمَـٰوَٲتِ وَٱلۡأَرۡضَ بِقَـٰدِرٍ عَلَىٰٓ أَن يَخۡلُقَ مِثۡلَهُم‌ۚ بَلَىٰ وَهُوَ ٱلۡخَلَّـٰقُ ٱلۡعَلِيمُ (٨١) إِنَّمَآ أَمۡرُهُ ۥۤ إِذَآ أَرَادَ شَيۡـًٔا أَن يَقُولَ لَهُ ۥ كُن فَيَكُونُ (٨٢) فَسُبۡحَـٰنَ ٱلَّذِى بِيَدِهِۦ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىۡءٍ۬ وَإِلَيۡهِ تُرۡجَعُونَ (٨٣)

Print this item