Resûlullahın Ehl-i Beytinin Menkıbeleri “Sallallahü Teâlâ Aleyhi ve Sellem” - Printable Version +- islami Forum (https://islamiforum.biz) +-- Forum: DiNi KONULAR&iSLAMi BiLGiLER (https://islamiforum.biz/forumdisplay.php?fid=25) +--- Forum: DiNi KISSALAR (https://islamiforum.biz/forumdisplay.php?fid=69) +---- Forum: Dört Halifenin Kıssaları (https://islamiforum.biz/forumdisplay.php?fid=71) +---- Thread: Resûlullahın Ehl-i Beytinin Menkıbeleri “Sallallahü Teâlâ Aleyhi ve Sellem” (/showthread.php?tid=1343) |
Resûlullahın Ehl-i Beytinin Menkıbeleri “Sallallahü Teâlâ Aleyhi ve Sellem” - SeliM35 - 10-11-2020 Resûlullahın Ehl-i Beytinin Menkıbeleri “Sallallahü Teâlâ Aleyhi ve Sellem” Birinci Menâkıb: Muhyissünne [Imâm-ı Begavî] “rahimehullahü teâlâ” (Mesâbîh-i serîf)inde, bu bâbın evvelinde, Sa’d bin Ebî Vakkâs “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet etmislerdir. Sa’d “radıyallahü anh” dedi ki, meâl-i serîfi, (Geliniz! Biz ve siz ogullarımızı, kadınlarımızı ve nefslerimizi çagıralım!) olan, Âl-i Imrân sûresi 61.ci âyet-i kerîmesi nâzil oldugu vaktde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Alîyi, Fâtımayı, Haseni ve Hüseyni “radıyallahü anhüm” çagırdı. Buyurdular ki, (Yâ Rabbî! Bunlar benim ehl-i beytimdir.) Âise “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretleri buyurdular ki: Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” üzerinde bir bürd-i yemânî [Yemen kumasından bir cübbe] vardı. Kara yünden idi. O sırada Hasen bin Alî geldi. Onu kisvesinin [cübbesinin] altına aldı. Sonra Hüseyn geldi. Onu da dâhil etdiler. Sonra Alî geldi. Onu da dâhil etdiler. Sonra Fâtımayı çagırdılar. Hazret-i Fâtıma mestûre olarak geldi. Onu da cübbesinin altına aldılar. Sonra meâl-i serîfi, (... Allahü teâlâ sizlerden ricsi, ya’nî her kusûr ve kirleri gidermek istiyor. Ve sizi tam bir tahâret ile temizlemek istiyor...) olan, Ahzâb sûresinin 33.cü âyet-i kerîmesini okudular. Yine Muhyissünne Imâm-ı Begavî “rahimehullah”, (Meâlimüt- tenzîl)de bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde nakl etmisdir. Ebû Sa’îd Ahmed bin Muhammed el Hamîdî haber verdi. Ona Ibni Abdüllah bin Dinâr haber verdi. O Serîk bin Ebîden, o Atâdan, o Yesârdan, o Ümm-ü Seleme “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinden haber verdi. Ümm-ü Seleme “radıyallahü anhâ” buyurdu ki: Bu âyet-i kerîme benim evimde nâzil oldu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Fâtıma, Alî, Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hazretleri için buyurdular ki: (Bunlar benim ehl-i beytimdir!) Ümm-ü Seleme dedi ki: (Yâ Resûlallah! Ben senin ehl-i beytinden degil miyim, dedim.) Buyurdu ki, (Evet, insâallahü teâlâ!) buyurdu. Zeyd bin Erkâm dedi ki: Ehl-i beyt o kimsedir ki, ona zekât al- – 539 – mak harâmdır. Bunlar, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sonra, Alînin, Ukaylın, Ca’ferin ve Abbâsın yakınlarıdır “radıyallahü teâlâ anhüm”. Muhyissünnenin kelâmı temâm oldu. Serh-i Mesâbîhden ba’zısında söyle bildirilmisdir ki, ehl-i Resûl; kendilerinin zekât alması harâm olan kimseler diye bahs olunmusdur. (Müslim)in ba’zı rivâyetlerinde de söyle bildirilmisdir: Onlar Hâsimîdirler, Muttalibîdirler, onların mevâlîleri de böyledir. Ikinci Menâkıb: Âise “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Ezvâc-ı tâhirâtın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hepsi, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr-u serîflerinde idik. Fâtıma-tüz-zehrâ “radıyallahü anhâ” geldi. Yürümesi Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yürümesinden hafî degildir. Fâtımayı gördügü vakt, (Merhabâ yâ kızım,) buyurdu. Sonra oturdu. Sonra gizli konusdular. Fâtıma yüksek sesle agladı. O vakt, Fâtımanın hüznünü gördü. Ikinci kerre gizli konusdular. O zemân Fâtıma güldü. Sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” se’âdetle kalkıp gitdi. Ben Fâtımadan “radıyallahü anhâ” sana gizli ne söyledi diye sordum. Fâtıma “radıyallahü anhâ” dedi ki, ben Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin sırrını açıklıyamam. Resûlullah hazretleri âhırete intikâl buyurdukları zemân, Âise “radıyallahü anhâ” buyurdular ki: Ben Fâtımaya dedim ki, sana yemîn veririm ki, benim senin üzerinde hakkım olsun ki, onu haber veresin. Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhâ” dedi: Bana gizli söyledigi vakt, haber verdi ki, (Cebrâîl aleyhisselâm, Kur’ân-ı azîm-üs-sânı her sene benimle bir kerre mukâbele ederdi [okurdu]. Bu sene benimle iki kerre mukâbele etdi [okudu]. Bundan ecelimin yaklasdıgı anlasılır. Allahü teâlâ hazretlerine ittikâ eyle ve sabr eyle. Zîrâ muhakkak ben senin için ne güzel selefim. [Senden önce ölürüm.]) Ben agladım. Üzüldügümü görünce, ikinci kerre yine gizli olarak söyledi. Buyurdu ki, (Yâ Fâtıma! Cennet ehli kadınların, mü’minlerin hanımlarının, seyyidesi olursun. Râzı olmaz mısın.) Bir rivâyetde, bana gizli olarak o hastalıgında, vefâtının yaklasdıgını haber verdiginde, ben agladım. Sonra gizli olarak, (Ehl-i beytimden bana evvel kavusan sen olursun) buyurdukda, ben güldüm, seklinde bildirilmisdir. (Mesâbîh) den alınmısdır. Müsevvir bin Mahremeden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri – 540 – buyurdular ki: (Fâtıma benden bir parçadır. Her kim onu gadaba getirir ise, beni gadaba getirir.) Baska bir rivâyetde, (Ona eziyyet eden, bana eziyyet etmis olur) buyuruldu. Üçüncü Menâkıb: Zeyd bin Erkam “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Mekke ile Medîne arasında bulunan Gadırhum denilen mevzi’de hutbe okudu. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine hamd ve senâ etdi. Va’z ve nasîhat etdi. Sonra buyurdu ki: (Ey insanlar! Ben insanım. Rabbimin huzûruna da’vet olundum. Benden sonra size iki sey bırakıyorum. Bunlara yapısırsanız, yoldan çıkmazsınız. Birincisi ikincisinden dahâ büyükdür. Biri Allahü teâlânın kitâbı olan Kur’ân-ı kerîmdir ki, gökden yere kadar uzanmıs saglam bir ipdir. Ikincisi ehl-i beytimdir, ehl-i beytimdir, ehl-i beytimdir. Bunların ikisi birbirinden ayrılmaz. Bunlara uymıyan benim yolumdan ayrılır.) Bir rivâyetde, Allahü teâlânın kitâbı, Allahın ipidir. Ona tutunan hidâyete kavusur. Onu terk eden dalâletde olur, buyuruldu. (Serh-i sünne)de dedi ki, bunlara sekaleyn tesmiye etdi. Onun için ki bunlar ile ahz, bunlar ile amel etmek agırdır. Ve yine böylece muhâfaza ve onlara ihtirâm ve halîfe oldukları zemân emrlerine uymak agırdır. Dördüncü Menâkıb: Berâ’ bin Âzib “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Dedi ki: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini gördüm. Hasen bin Alî “radıyallahü teâlâ anhümâ” omuzu üzerinde idi. Buyurdu ki, (Allahım! Muhakkak, ben bunu severim. Sen de sev! Bunu sevenleri de sev!) Ebû Hüreyreden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet olunur. Ben Resûlullah hazretleri ile gündüz vakti bir sâatde, dısarı çıkdık. Fâtıma-tüz-Zehrânın “radıyallahü anhâ” evine geldik. Buyurdu ki: (Küçük çocuk, küçük çocuk.) Küçük çocuk diye hazret-i Haseni irâde ederler idi. Gecikmeden hemen hazret- i Hasen sür’atle geldi. Hattâ birbiri ile kucaklasdılar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Yâ Rabbî! Ben onu severim. Sen de sev! Onu sevenleri de sev!) Ebû Bekrden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etdiler. Dedi ki: Ben, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimizi minber üzerinde gördüm. Hasen bin Alî “radıyallahü teâlâ anh” da yanında idi. Resûl aleyhisselâm bir kerre cemâ’ate bakardı. Bir kerre torunu Hasene bakardı. Buyurdu ki: (Bu benim – 541 – oglum seyyiddir. Ümmîd edilir ki, Allahü teâlâ müslimânlardan iki büyük fırkayı bu oglum sebebi ile barısdırır.) Türpüstî “rahimehullahü teâlâ” buyurmus ki: (Iki büyük cemâ’at diye vasf etdiler. Zîrâ müslimânlar o günde iki fırka oldular. Bir fırka hazret-i Hasen tarafında, bir fırka hazret-i Mu’âviye tarafında idi. Hazret-i Hasen “radıyallahü anh” o gün bütün müslimânlar üzerine halîfe olmaya en ziyâde hakkı olan idi. Lâkin vera’ı, bütün insanlara sefkati, onu mülkü ve dünyâyı terk etmege sevk etdi. Hâsâ ki hilâfeti bırakmak istegi, illetden ve zilletden dolayı degildi. Zîrâ o günde hazret-i Hasene kırk bin kimse, ugrunda cân ve bas fedâ etmek üzerine bî’at etdi. Hazret- i Hasen buyurdu ki, fâide ve zararı bileliden beri, Muhammed aleyhisselâmın halîfesi olmak için olsa bile, bir hacamât dolusu kanın dökülmesini bile arzû etmedim. Hazret-i Hasenin bu isi ba’zı tâifesine güç geldi. Hattâ asabiyyetle ve câhiliyyet gayreti ile bu ise kızanlar oldu. Hasen “radıyallahü anh” hazretlerinin yanına geldiklerinde, esselâmü aleyke yâ Ar-el mü’minîn [Ey mü’minlerin ar etdigi kimse] diye söylemege basladılar. Hazret-i Hasen “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki, (El-ar hayr minennâr) (Ar [utanmak], nârdan hayrlıdır.) Bu hadîs-i serîfi Sahâbe-i güzîn hazretlerinden bir cemâ’at rivâyet etmisdir. Seref ve fazîlet cihetinden bu kâfîdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ona seyyid diye ad koymusdur. O kimsede bundan ziyâde seref olamaz.) Türpüstînin kelâmı sona erdi. (Serh-i Sünne)de buyurmus ki, bu hadîs-i serîfde, bunun üzerine delîl vardır ki, bu iki fırkadan hiçbiri islâm milletinden çıkmamısdır. Zîrâ Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri hepsine müslimân buyurdu. Hâlbuki birisi ictihâdında hatâ etmis, birisi dogruyu bulmusdur. Her yerdeki rey’ ve mezhebde ihtilâf vâki’ olur. Onda te’vîlinin yolu budur ki, eger te’vîl etdiginde bir sübhesi olursa, o te’vîlde hatâ dahî etmis ise, bundan dolayıdır ki, ehl-i bâgînin sehâdeti kabûl olmak üzerine ve kâdîlarının hükmi nâfiz olmak üzerine ve selef ihtilâf etdiler ki, bu sekldeki fitnelerde konusmamak iyidir. Allahü tebâreke ve teâlâ, o islere ellerimizi bulasdırmadı, biz de dillerimizi bulasdırmamalıyız. (Serh-i Sünne)nin kelâmı sona erdi. Abdüllah ibni Ömerden “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet – 542 – olunmusdur. Hazret-i Hasen ve Hüseyn hakkında Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Ikisi dünyâdan iki reyhândır.) (Mefâtih) kitâbının sâhibi beyân etmis ki, burada reyhân, rızkla tefsîr olunmusdur. Zimâhserî dedi ki, ya’nî o ikisi Allahü teâlâ hazretlerinin o rızkındandır ki, beni bunlarla rızklandırdı. Nitekim, söyle de denir; (Sübhânellahi reyhânehü). Bu kelimeler masdariyye olarak mensûb, mef’ûldürler. Ya’nî (Esbehallahe sübhâna ve istezekahü istirzâkan) (Sübhânımız, Rabbimiz) olan Allahü teâlâyı noksan sıfatlardan tenzîh eder, ondan rızklandırması için rızk isterim demekdir. Denildi ki, hadîs-i serîfde geçen reyhân ile güzel koku murâd edilmisdir. Zîrâ evlâdı reyhân gibi koklarlar. Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet ediliyor. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, hazret-i Haseni ziyâde oksardı. Hazret-i Hüseyn, Resûlullah hazretlerine en çok benziyen kimse idi. Besinci Menâkıb: Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bir gün beni mubârek sînelerine basdı. Buyurdu ki, (Yâ Rabbî! Buna hikmeti ögret!) ve bir rivâyetde (Kitâbı ögret!) buyurdu. Tayyibî “rahimehullah” buyurmus ki, bunun ma’nâsı budur ki, hikmetden sünnet murâd olunur. Zîrâ hikmet kitâb ile söylenince, sünnet irâde olunur. [Ya’nî sünnet ma’nâsına gelir.] Hikmet, esyânın aslını efdal ilmler ile bilmek demekdir. Buhârî serhinde beyân olunmus ki, kitâbdan murâd ile Kur’ân-ı azîm-üs-sânın lafzları kasd edilmekdedir. Allahü teâlâ hazretleri, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Abdüllah ibni Abbâs hakkındaki düâsını kabûl etmisdir. Yine Abdüllah ibni Abbâsdan rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” halâya gitmisdi. Ben abdest suyunu hâzırladım. Buyurdular ki, bu suyu kim hâzır etdi. Cevâb verdiler ki, Abdüllah ibni Abbâs hâzırladı. Buyurdular ki: (Yâ Rabbî! Onu dinde fakîh yap!) Altıncı Menâkıb: Üsâme bin Zeyd “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beni kucagına alırdı ve Haseni “radıyallahü anh” da kucagına alırdı. Buyururdu ki: (Yâ Rabbî! Bu ikisini – 543 – sev, ben bunları seviyorum.) Yine Üsâmeden “radıyallahü anh” rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri beni bir dizi üzerine oturtdu. Haseni de diger dizi üzerine oturtdu. Sonra ikimizi bir yere getirdi ve buyurdu ki: (Yâ Rabbî, bu ikisine merhamet et! Ben bunlara merhamet ediyorum!) Ma’lûm olsun ki, bu bâbın evvelinden buraya kadar nakl olunan hadîs-i serîfler, (Mesâbîh-i serîf)in sahîhinden [sahîh hadîslerinden] nakl olunmusdur. Bundan böyle, insâallahü teâlâ haseninden nakl olunur [hasen hadîsler bildirilir]. Yedinci Menâkıb: Câbir “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini arafe günü hacda gördüm. Kusvâ adlı devesi üzerinde hutbe okudu. (Ey insanlar! Size, onlara yapısıp, dalâlete düsmemeniz için, Allahü teâlânın kitâbını ve ıtrem ehl-i beytimi bırakdım) buyurdugunu isitdim. Türpüstî “rahimehullahü teâlâ” buyurmusdur ki, ıtre için ba’zıları dediler ki, kisinin ıtresi, yakınları demekdir. Ba’zıları dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin ıtresi, Abdülmuttalib ogullarıdır. Ba’zısı dedi, kisinin ıtresi, ehl-i beytidir. Yakın olsun, uzak olsun ev halkıdır. Lügat ma’nâsı i’tibâriyle de, kisinin ehl-i beyti ve kavminin yakınlarıdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ıtreyi beyân buyurdular. Ehl-i beyt ile berâber ifâde olundugunda, ıtreden murâd-ı serîfleri, asabeleri ve ezvâc-ı tâhirâtıdır “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Zeyd bin Erkam “radıyallahü anh” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak ben size, eger benden sonra onlara tutunursanız, iki sey bırakıyorum. Birisi, digerine nazaran dahâ büyükdür. Bu Kitâbullahdır ki, gökden yere kadar uzanan ipdir. Ikincisi, ıtrem olan ehl-i beytimdir. Aslâ birbirlerinden ayrılmazlar. Tâ ki benim havzıma ulasırlar. Siz de, o ikisinden yana ne yol ile halef olursunuz nazar ediniz.) Tayyibî “rahmetullahi aleyh” hazretleri beyân buyurmuslar ki, bir seye imsâk etmek, tutunmak, ona baglanmak, onu hıfz etmekle [korumak ile] olur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri [Hac sûresi 65.ci âyetinde meâlen] buyurur: (Elbette Allahü teâlâ semâyı, yere düsmemesi için tutar. Ancak [kıyâmet günü] kendi izni ile tutar.) Ancak lâyık olan seye tutunulur. Temessük geçen yerlerde temessük olunan – 544 – sey de bildirilmisdir ki, ipdir. (Kitâbullah, gökden yere kadar uzanan ipdir) sözünde sanki insanlar, tabî’atlerinin, sehvetlerinin istedigi seylerin bulundugu bir yerde durmuslar, nefslerinin çirkin arzûlarını yerine getirmek isterken, Allahü teâlâ lutf edip, insanların yükselmesini irâde ederek, Kur’ân-ı kerîm ipini onlara yaklasdırır. O ipe tutunanlar kurtulur. Orada kalanlar helâk olur. Kur’ân-ı azîm-üs-sâna temessük, onda bildirilen ile amel etmek, yasak edilenden kaçmakdır.Itrete temessük ma’nâsı, onlara muhabbetdir. Ya’nî ehl-i beyti sevmek, onların dogru yolunda, izinde yürümekdir. Yine Zeyd bin Erkam “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Alî, Fâtıma, Hasen ve Hüseyn “radıyallahü anhüm” için buyurdular ki: (Onlarla muhârebe edenler ile ben harbdeyim. Onları selâmetde bırakana, ben de selâmetdeyim!) Burada harb adâlet ma’nâsınadır. Selâmet de sulh ma’nâsınadır. Burada mübâlagalı ma’nâda kullanılmakdadır. Âise “radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinden Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine, insanların en sevgilisi kim idi diye süâl olundu. Buyurdular ki: (Fâtıma-tüzzehrâ.) Erkeklerden sevgili olan hangisidir, diye süâl olundu. Buyurdular ki: (Fâtımanın zevci “radıyallahü anhüm”.) Ebû Sa’îd “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Hasen ve Hüseyn, Cennet ehlinin gençlerinin seyyididir.) Imâm-ı Nevevî “rahimehullah” hazretleri fetvâsında buyurmuslardır ki, bu hadîsde bir mes’ele vardır. Bu hadîs-i serîf sahîh midir, degil midir. Ma’nâsı ne demekdir. Onlar genç iken mi, yaslandıkda mı vefât etdiler. Ebû Sa’îd-i Hudrîden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Hasen ve Hüseyn, Cennet ehlinin gençleridir.) (Tirmizî) rivâyet etdi ve dedi ki, bu hadîs-i serîf hasen ve sahîhdir. Enes “radıyallahü anh” hazretlerinden bildirilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerine; (Peygamberlerden sonra, önce ve sonra gelenlerden Cennet ehlinin yaslılarının seyyidi bu ikisidir.) buyurdu. Tirmizî rivâyet etdi ve dedi ki, bu hadîs hasendir. Ebû Bekr ve Ömer; Ha- – 545 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:35 sen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” hazretleri yaslı olarak vefât etdiler. Hadîs-i serîfin ma’nâsı budur ki, muhakkak Hasen ve Hüseyn genç olarak Cennete girenlerin seyyidleridir. Ebû Bekr ve Ömer yaslı olarak Cennete girenlerin seyyididirler. Cennet ehlinin hepsi, otuzüç yasında kimseler olacaklardır. Seyyid olan o kimselerin ömrleri, digerlerinden az veyâ çok olabilir. [Seyyid olanlar, digerlerinden dahâ üstün ve kemâl sâhibidirler.] (Nevevî)nin fetvâsı burada sona erdi. Üsâme bin Zeyd “radıyallahü anh” hazretleri, rivâyet eder. Ben Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûruna bir gece, ba’zı hâcetimden dolayı varmısdım. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” birsey ile örtünmüs olarak çıkdı. Bu seklde neden çıkdıgını bilemedim. Hâcetimi [isimi] bitirdikden sonra dedim ki, (Yâ Resûlallah, örtündügün seyin altında ne vardır.) Örtüyü açdı. Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri mubârek kucaklarında idi. Buyurdular ki: (Bu ikisi ogullarımdır. Kızımın ogullarıdır. Yâ Rabbî! Bu ikisini seviyorum. Bunları sevenleri de seviyorum!) Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden süâl olundu ki, ehl-i beytinizden hangisini dahâ çok seviyorsunuz. Buyurdu: (Hasen ve Hüseyn ve Fâtımayı “radıyallahü teâlâ anhüm” seviyorum. Iki oglumu çagırın. Koklıyayım ve bagrıma basayım!) Gayb yolu ile, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” o ikisini koklar ve bagrına basar. Büreyde “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri hutbe okuyordu. O sırada Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhüm” geldiler. Üzerlerinde kırmızı gömlek vardı. Yürürken düserlerdi. Zîrâ yasları küçük idi. Hemen Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” minberden inip, ikisini de yanına alıp, minbere çıkardı. Karsısına oturtdu. Sonra; meâl-i serîfi, (Mallarınız ve evlâdlarınız ancak fitnedir) âyet-i kerîmesini okudu. Sonra, (Bu iki sabinin yüzlerine bakdım. Düserler ve yürürler idi. Sabr edemedim. Sözlerimi kesip, bu ikisini yukarı götürdüm) buyurdular. Ya’lâ bin Mürre “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Hüseyn benden, ben de Hüseyndenim. Hüseyni seveni Allahü teâlâ da sever. Hüseyn, torunlardan bir torundur.) Sârih – 546 – Tayyibî “rahimehullahü teâlâ” beyân eylemislerdir ki; Kâdî “rahimehullah” buyurdu ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, hazret-i imâm-ı Hüseyn ile kavmi arasında meydâna gelecek hâdiseleri bilip, o sebebden hazret-i Hüseyni husûsî olarak zikr edip, beyân buyurdular ki, kendi zât-ı serîfleri ile hazret-i imâm-ı Hüseyn muhabbetde, hurmetde ve ta’rizde ve muhârebede ve onu te’kidde bir oldugu anlasılsın. (Hüseyni seveni, Allahü teâlâ sever) buyurdular. Zîrâ, muhakkak, hazret-i Hüseyne muhabbet, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine muhabbetdir. Resûlullaha muhabbet Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine muhabbetdir. Türpüstî “rahimehullahü teâlâ” buyurdular ki: (Sibt: Torun), sebâtdandır. Sebât o secereye derler ki, çok dalları vardır. Bir gövdeye baglıdır. Veled [ogul] secere [agaç] menzilesinde [yerinde] olur. Bunun tefsîrinde denildi ki, (Elbette o, hayrda, ümmetlerden bir ümmetdir.) Yine hadîs-i serîfde buyrulmusdur ki: (Hasen ve Hüseyn, Resûlullahın iki torunudur.) Sunu da derim ki, (Sibt)den murâd kabîledir. Ya’nî o ikisinden iki kabîle hâsıl olur [dal, budak salar, çogalır]. O ikisine (sibt) tesmiye etdiler. [Torun dediler.] O ikisi asl olur [gövde olur]. Evlâdı, torunları da tâife olur. Türpüstînin kelâmı temâm oldu. Buyurulmusdur ki, avâm arasında Hasen “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin nesilleri bitmisdir diye yanlıs bir inanıs vardır. Böyle inanmak dogru degildir. Türpüstînin rivâyet buyurdugu hadîs-i serîf, böyle düsünenlerin i’tikâdını tekzîb eder. Hem menâkıb-ı serîflerini beyân etdiler. Açıklamıslardır ki, vefât etdiklerinde ondört ogulları kaldı. Birçok kızları kaldı. Mahdûmlarının ismleri, Abdüllah, Kâsım, Hüseyn-el Ebrim ve Ukayl, Hasen-el Müsennâ ve Zeyd, Abdürrahmân ve Ahmed, Ömer ve Ismâ’îl ve Fadl ve Ebû Bekr ve Talha. Bu kadar evlâddan nesîlleri kalmamak mümkün degildir. Nakl olunmusdur ki, Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruhül’azîz” hazretleri kendi tasnîf etdigi (Gunyet-üt-tâlibîn) adı verilen risâlede, kendi dedelerinin silsilesini Hasen “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine ulasdırır. Bu yol ile beyân buyurmusdur: Muhyiddîn Ebû Muhammed Abdülkâdîr ibni Ebî Sâlih Cengi Dost bin Abdüllah bin Yahyâ bin Dâvüd bin Mûsâ bin Abdüllah bin Hasen-el Müsennâ ibni Hasen bin Alî bin Ebî Tâ- – 547 – lib “radıyallahü teâlâ anhümâ ve rahmetullahi aleyhim ecma’în”. Bu fakîr ve pürtaksîr-ül âciz, Seyyid Eyyûb der ki, biz de böyle tesbît etdik. Seyyid Mahmûd el-mülekkab bil azîz [Azîz lakabı ile lakablanmıs] “kuddise sirruh” hazretlerinin meclis-i serîflerinde hâzır olan ba’zı ehibba ve arkadasları buyururlardı, biz Hasenîyiz. Siyâdetimiz silsilesi Hasen “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine erisir. Hem ekserî i’timâd edilir kisilerden isitdigimiz budur ki, Mekke-i mükerreme serrefehallahü teâlâ bi serefihâ [orasını seref ile sereflendirdi], serîflerin silsileleri hazret-i Hasene ulasır. Bu tafsîlatlı bilgiden gâye odur ki, bunların hepsini bos sayıp, temâmını inkâr gerekmez. Neseb-i serîfleri, ihtimâl ki kalmısdır. Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Hasen, Resûl-i muhterem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin gögüsden basa kadar olan kısmına, Hüseyn; Resûlullahın gögüsden asagıya kadar kısmına, insanların en çok benziyenidir. Huzeyfe “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Huzeyfe der ki, vâlideme dedim ki: Bana izn ver, varayım, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleriyle aksam nemâzı kılayım. Söyliyeyim de, bana ve sana istigfâr etsin [ya’nî düâ buyursun]. Geldim. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ile aksam nemâzını kıldım. Sonra yine nemâz ile mesgûl oldu. Yatsı nemâzını da kıldı. Sonra geri döndü. Ben de tâbi’ oldum. Benim sesimi [gelisimi] isitdi. (Kimdir, Huzeyfe midir) buyurdu. Evet yâ Resûlallah! dedim. Buyurdular ki: (Nedir hâcetin [istegin]. Allahü teâlâ hazretleri seni ve anneni afv etsin.) Sonra buyurdular ki: (Simdiye kadar hiç bir yere gelmemis melek bu gece geldi. Rabbinden izn istemis ki, benim üzerime selâm versin ve Bana müjde versin ki, muhakkak Fâtıma, Cennet ehli kadınların seyyidesidir. Hasen ve Hüseyn, Cennet ehli gençlerin seyyididirler.) Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretleri rivâyet etmisdir. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Hasen bin Alîyi omuzuna almısdı. Bir kisi dedi ki; Yâ ogul; ne güzel zâtın omuzundasın. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Omuzumdaki de güzeldir.) Bu menkıbenin evvelinden buraya kadar temâmı, (Mesâbîh)in hasen hadîslerinden bildirilmisdir. – 548 – Sekizinci Menâkıb: Imâm-ı Hasen ve imâm-ı Hüseyn ve Abdüllah bin Ca’fer “radıyallahü teâlâ anhüm” Medîne-i münevvereye giderken, yolda erzâkları kalmadı. Sahrâda oldukları için, yiyecek birsey alacak yer de olmayıp, açlık ve susuzlukdan gâyet muzdarib oldular. Allahü teâlâya tevekkül etdik deyip, yoldan sapdılar. Birâz gitdikleri gibi, ovanın orta yerinde bir karaltı gördüler. Ona dogru sürüp, gitdiler. Bakdılar ki, bir kara çadır içinde, bir kadıncıkdan baska kimse yok. Kadıncagıza selâm verdiler. O kadıncagız da, letâfet ile selâmlarını alıp ve bunlara dikkat ile bakdı. Hâtırına bu geldi ki, bu üç sultânın dünyâda benzerleri az bulunur. Kadına dediler ki, bir yiyecegin var mıdır. O dedi ki, bir keçim vardır. Kendiniz sagınız, südünü içiniz. Imâmlardan birisi sagdı, bir çanak südü bir imâma verdi. Bir çanak da Abdüllaha verdi. Bir çanak da kendi içdi. Ondan sonra kadına dediler ki, baska yiyecegin yok mudur. Kadıncagız dedi ki, bu keçimi bogazlayıp, yiyin. O kadın, bunu böyle söyleyince, Abdüllah hazretleri o keçiyi kesip, pisirip, yidiler. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerine hamd edip, atlarına bindiler. Sonra kadıncagıza dediler ki, Medîne-i münevvereye vardıgın zemân, mutlaka bize ugrayasın ki, biz Seyyidlerdeniz ve Hâsimîlerdeniz. Se’âdetle dönüp, gitdiler. Bir zemân sonra o kadıncagızın kocası geldi. Gördü ki, ortada keçi yok. Keçi ne oldu diye sordu. Hanımı da meydâna gelen hâdiseyi anlatdı. Kocası da huzûrsuz olup, ey aklsız hanım! Niçin böyle yapdın. Bizim ondan gayri nesnemiz yok idi, dedi. Hanımcagız dedi ki, Allahü teâlâ rahîmdir. Kullarını aç koymaz. Bunun gibi güzel yigitler, asîlzâdeler evimize geldi. Onları müsâfir etmeden göndermek insâf degildir. Bir keçi nedir ki, öyle sultânlardan esirgerim. Ammâ kadıncagız, imâmları bilmez idi. Güzel yigitleri gördügünde, mubârek yüzlerinin nûrânîliginden ve sözlerinin tatlılıgından, firâsetle bildi ki, asîlzâdeler ve çelebî insanlardır. Onun için kendilerinden bir nesne esirgemedi. Bu dünyâda bütün malı bir keçi olup, onu da müsâfirlerine ikrâm etmek o kadıncagızın kemâl derecede cömerdligini gösterir. Artık, kadıncagız, kocası ile birseyler alıp-satmak için, Medîne- i münevvereye gitdiler. Sehr içinde gezerken, hikmet-i ilâhî, imâm-ı Hüseyn “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine Bâb-ı selâm önünden geçerken rast geldiler. Imâm hazretleri, kadıncagızı gördü ve tanıdı. Acele adam gönderip, huzûr-ı serîflerine – 549 – getirdiler. Kadıncagıza hitâb edip, buyurdular ki, benim kim oldugumu bilir misin? Bilmem, deyip, cevâb verdi. Imâm hazretleri buyurdu ki, o üç yigit, bir zemân senin çadırına ugradılar. Sen onlara süt içirdin. Keçiyi kesdiler. Onların biri, benim. Emr etdi, bunlara ziyâde ikrâmda bulundular. Hikmet-i Rabbânî imâm hazretlerinin yanında fazla bir sey bulunmadıgından, beyt-ül mâl emînine adam gönderdiler. Bize bin dirhem gümüs ve yüz koyun versin. Insâallah biz yine veririz, dediler. Beyt-ül mâl emîni verdi. Huzûr-ı serîflerine getirdiler. Temâmını kadıncagıza verip, bizi ma’zûr tut, dedi. Yanlarına adam verip, imâm-ı Hasen “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine gönderdi. Imâm-ı Hasen de bunları iyi karsılayıp, yanında bulundugu kadar ikrâm etdi. Ve onların yanında fazla nesne bulunmadıgı için, beyt-ül mâl emînine adam gönderip, bin dirhem ile ikiyüz koyun karz [ödünç, borç] aldılar. Hepsini o kadıncagıza verip, özr dilediler. Sonra yanlarına bir adam verip, Abdüllah bin Ca’fer hazretlerine gönderdiler. Abdüllah hazretleri, imâmlar ile bulusdunuz mu diye süâl etdi. Evet, onlardan geliriz, dediler. Abdüllah hazretleri buyurdu: Ne olaydı, önce bizim yanımıza gelseydiniz! Zîrâ onların ellerinde, dünyâ malı karâr etmez [bulunmaz]. Hâzır nesneleri bulunmadıgı için, belki ızdırâb çekmislerdir. Bunlar dediler ki, her biri biner dirhem ve yüz ve ikiyüzer koyun ihsân etdiler. Abdüllah hazretleri çok ni’metler verip, ikibin dirhem ve dörtyüz koyun ihsân etdi. Hazret-i Abdüllah bin Ca’fer varlıklı idi. Ondan sonra, kadıncagız kocası ile dörtbin dirhem gümüs ve bu kadar [yediyüz] koyunu alıp, sevinerek evlerine döndüler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin evlâdının sehâveti [cömerdligi, ikrâmları] bu mertebede olunca, lâyık olan odur ki, ümmeti olan kisi dünyâya ragbet etmeyip, eline geçeni infâk edip, onların izinden gidip, tâ ki, dünyâda müslimânlıkları ma’mûr, âhıretde de günâhları afv edilmis olur. Dokuzuncu Menâkıb: Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden nakl edilmisdir: Ben Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûrunda idim. Hazret-i Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhâ” aglıyarak gelip, dedi ki, yâ babacagım! Hasen ve Hüseyn evden çıkıp, gitdiler. Uzun müddet geçdi. Alî de evde yok ki, gidip, onları çagırsın. Ne yapacagız? Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” – 550 – hazretleri buyurdu ki: Yâ Fâtıma! Gam yime. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri onları hıfz eder. Düâ buyurdu ki: (Yâ Rabbî! O ikisini, eger denizde iseler de, inâyet kayıgın ile, kenâra getir. Eger sahrâda iseler de, hidâyet rehberin ile menzile getir [evine getir].) Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm gelip, dedi ki, yâ Resûlallah! Onlar dünyâdakilerin fâdılları, âhıretdekilerin büyüklerindendir. Vâlideleri onlardan a’lâdır. Hiç elem çekme ki, o iki seyhzâdeleriniz Neccâr ogullarının bagçesinde emniyyetdedirler. Allahü teâlâ hazretleri onların muhâfazasına iki melek müvekkîl etmisdir. Kanatlarını onlara gerip, hizmetleri ile mesgûldürler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, o bagçeye dogru yola koyuldu. Imâm-ı Hüseyni melek getirip, eve dönerken, Ebû Eyyûb-i Ensârî “radıyallahü teâlâ anh” melegi his etmeyip, zan etdi ki, ikisini de hazret-i Resûl-i ekrem götürmekdedir. Dedi ki, yâ Resûlallah! Seyhzâdelerin birini bana verin, götüreyim. Cenâbınızın yükünü hafîfleteyim. Hazret-i Resûl-i ekrem buyurdu ki, (Yâ Ebâ Eyyûb! Bunlar dünyâda mükerrem, ukbâda [âhıretde] muhteremdir. Vâlideleri kendilerinden esref ve efdaldir.) Sahâbe-i güzîn hazretlerine teveccüh edip, buyurdular ki, (Ey kavmim! Size haber vereyim mi, ced ve cedde [dede ve nine] cihetinden [yönünden] insanların en sereflisi kimdir.) Dediler, siz buyurun. Buyurdular ki, (Hasen ve Hüseyn ki, cedleri [dedeleri] Resûlullah, ceddeleri [nineleri] Hadîce binti Huveyliddir. Arab kabîlelerinin sereflisindendir. Haber vereyim mi, baba ve anne cihetinden esref kimdir.) Dediler, yâ Resûlallah, siz buyurun. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Hasen ve Hüseyn ki, babaları Alî bin Ebî Tâlib, anneleri Fâtıma binti Resûlullahdır “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”. Ve size dayı ve teyze cihetinden efdal kimdir, haber vereyim mi!) Dediler, kimdir siz söyleyin yâ Resûlallah! Buyurdular ki, (Hasen ve Hüseyn ki, dayıları Kâsım bin Resûlullahdır. Teyzeleri Zeyneb binti Resûlullahdır. Ve haber vereyim mi size, amca ve hala cihetinden esref kimdir.) Dediler, kimdir, yâ Resûlallah! Buyurdular, (Hasen ve Hüseyn ki, amcaları Ca’fer Tayyâr, halaları Ümmihâni binti Ebû Tâlibdir “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în”.) Onuncu Menâkıb: Abdüllah ibni Zübeyr “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretleri rivâyet etmisdir. Imâm-ı Hasen “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri ile bir sefere çıkmısdık. Bir hurmalıga – 551 – ugradık. Hurma agaçlarında hurma kalmamıs, kurumusdu. Orada konakladık. Abdüllah ibni Zübeyr der ki, ben arzû etdim ki, ne olaydı, bu agaçlarda hurma olsaydı. Imâm-ı Hasene dedim. Imâm arzûmu kabûl edip, düâ ile mesgûl olmaga basladı. Düâsı çabuk kabûl olup, hemen bir agaç yeserip, hurma meydâna geldi. [Orada bulunanlar bu sihrdir, dedi. Hâyır, Resûlullahın torununun düâsı ile Allahü teâlâ yaratdı, buyurdu. (Sevâhid-ün nübüvve)de böyle yazılıdır.] Onbirinci Menâkıb: (Kenz-ül Gârâib) kitâbında yazılıdır. Bir gün bir a’râbî Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine, bir ceylân yavrusunu hediyye getirdi. Hazret-i Fahr-i kevneyn onu imâm-ı Hasene lutf etdi [hediyye buyurdu]. Hazret-i imâm-ı Hüseyn bunu isitince, Muhammed Mustafâ hazretlerinin huzûr-ı serîflerine gelip, dedi ki, yâ dedecegim. Ben de ceylân yavrusu isterim. Hiçbir behâne ile tesellî bulmayıp, aglamaga basladı. Hazret-i Resûl-i ekrem düsünceli otururken gördü ki, sahrâdan bir ceylân, yavrusunu alıp, acele ile gelir. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı serîfine geldikde, fasîh bir lisân ile; yâ Resûlallah! Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri ben fakîre iki yavru ihsân etmisdi. Birini bir avcı tutup, size getirdi. Biri benim ile kaldı. Onu emzirmege mesgûl iken, nidâ geldi ki, ey azîz, bir yavrun Hasene vâsıl oldu. Hazret-i Hüseyn de ceylân yavrusu istiyor. Aglamaga basladı. Durmayıp, bir yavrunu da çabuk huzûra götür. Onun sıkıntısını kalbinden gider. Yoksa bir damla göz yası çıkarsa ars titrer. Melekler onun üzüntüsüne tâkat getiremezler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bu haberden mesrûr olup, o ceylân yavrusunu da Hüseyne verip, hâtır-ı serîfini tesellî etdi. Ey azîzler! Gökdeki melekler ve yeryüzündeki vahsî hayvânlar, bir damla göz yasının o mubârek torunun gözünden damlamasını revâ görmediler. Onların gönüllerini incitenler ne cevâb verir. Onikinci Menâkıb: Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinden Dıhye “radıyallahü teâlâ anh” dâimâ ticâret için, sefere gidip-gelirdi. Allahü teâlâ hazretleri bir güzellik vermis idi ki, seferden geldikde, sehre girdigi vakt, Medîne ehlinin hâtunları varıp, Dıhye hazretlerinin hüsn ve cemâlini seyr ederlerdi. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı serîfleri- – 552 – ne geldikde, ekserî Dıhye hazretlerinin sûretinde gelirdi. Birgün hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm, Fahr-i âlem hazretlerinin huzûr-ı serîflerinde oturdu. Hazret-i Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhümâ” o zemân henüz çocuk idiler. O sırada biri Dıhyeyi görüp, geriye dönüp, kardesine haber verdi ki, büyük babamızın yanında Dıhye oturur. Gel yanına varalım dedi. Ikisi de acele ile mescide girdiler. Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâmın mubârek dizleri üzerine oturdular. Mubârek ellerini hazret-i Cebrâîlin mubârek koynuna uzatdılar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bu seyhzâdelerin böyle yapdıklarını görünce, hicâb edip, bunları men’ etmek istedi. Hazret-i Cebrâîl, Resûlullah hazretlerinin mahcûb oldugunu görünce buyurdu ki, yâ Resûlallah! Niçin elem çekersin. Bunlar küçük iken, hazret-i Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhümâ” teheccüd nemâzını kılarken, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri beni gönderdi. Hazret-i Fâtıma nemâzda iken elem çekmeyip, râhatca teheccüd kılsın diye, bunların besiklerini sallardım. Ammâ yâ Resûlallah! Bu tecessüsden murâd-ı serîfiniz nedir, ben onun için hayretdeyim. Yoksa bu hareketlerini bana karsı bir edebsizlik mi saydınız; böyle saymayınız. Hazret-i Fâtıma teheccüd nemâzından sonra uyurken, bunlar aglardı. Allahü teâlâdan bana, var bunların besiklerini salla, Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhâ” uykusundan uyanmasın diye fermân gelirdi. (Cennetde, Alî, Hasen ve Hüseyn “radıyallahü anhüm” için bir nehr vardır). Sadâsını bunların mubârek kulaklarına ben getirmisdim. Onların üzerine çıkıp, ellerini koynuma sokmaları acâib olmaz. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Yâ kardesim! Ma’sûmlardır. Simdi birsey yapmadılar. Bir küstâhlık ederler diye mâni’ oldum. Zîrâ Dıhye derler eshâbımdan birisi vardır ki, dısarıya gider, her geldiginde bize gelse, bunlara bir hediyye ile gelirdi. Sizi Dıhye zan edip, ellerini koynunuza uzatdılar.) Cebrâîl aleyhisselâm, Allahü teâlâ hazretlerine teveccüh edip, buyurdu ki, yâ Rabbî! Habîbin yanında beni utandırma. Niyâz etdigi gibi, güzel hitâb erisdi ki, (oturdugun yerden gözlerini yum. Iki elini Cennet içine uzat. Her ne eline gelirse, al.) Hazret-i Cebrâîl ellerini Cennete uzatdıgı gibi, bir yesil salkım üzüm ve bir kırmızı nâr eline gelip, büyük seyhzâde ki, hazret-i Hasendir, üzümü aldı. Küçük seyhzâde ki hazret-i Hüseyndir, nârı aldı. Seyhzâdeler bunları yerken, bir dilenci seslendi ki, yâ ehl-i beyt. O üzüm ve nârdan bana da verin. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazret- – 553 – leri fıtratları îcâbı vermek istedikde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm mâni’ oldu. Yâ Resûlallah! Bu dilenci iblîsdir. Cennet meyvesi ona harâm iken, hîle ile almak ister. Iblîs oradan kayb olup, seyhzâdeler meyveleri yirken, hazret-i Cebrâîl aglamaga baslayıp, buyurdu ki, yâ Resûlallah! Bu iki seyhzâdelerin birini cam zehri ile ve birini kılınç ile sehîd etseler gerekdir. Bu musîbetler ile Senin derecen yükselecekdir. Onüçüncü Menâkıb: (Hadîka-i Fudûli) kitâbından nakl edilmisdir. Bir bayram günü halk toplanmıs, nes’eli idiler. Seyhzâdeler [hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn] de geldiler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hizmetine müserref olup [huzûr-ı serîflerine varıp], tazarru’ ile arz etdiler ki, ey Seyyidi Kâinât! Kureys ileri gelenlerinin çocukları, giydikleri yeni ve renkli elbise ile övünürler. Bizim de yeni ve renkli elbisemiz olsa idi, giyerdik. Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bu endîse ile, Allahü teâlânın dergâhına niyâz ederken, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm gelip, Cennetden kâfurlu iki elbise getirdi. Birini hazret-i Hasene, birini hazret-i Hüseyne verdi. O seyhzâdeler elbiseleri renksiz görüp, tazarru’ etdiler ki, bizim elbiselerimiz de renkli olsa idi dediler. Cebrâîl aleyhisselâm bu kolaydır; yâ Resûlallah. Emr buyur, su getirsinler. Ben elbiselerin üzerine dökeyim. Siz de ayı ikiye bölen eliniz ile ovalayın. Seyhzâdeler renk begensinler, dedi. O emr söylendikde, hazret-i Hasen, buyurdu, bana, zümrüt renkli elbise sevimlidir. Hazret-i Hüseyn buyurdu, bana lâle renkli elbise sevimlidir. Hemen istedikleri gibi mesrûr olup, elbiseleri giyip, sevindiklerinde, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm agladı. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki: (Yâ kardesim Cebrâîl! Herkesin sevindigi bir zemânda senin aglamanın hikmeti nedir!) Cebrâîl aleyhisselâm buyurdu ki: Ey seyyid-i mükerrem! Cennetde gördügün kasrları unutdun mu ki, hazret-i Hasenin kasrı yesil, hazret-i Hüseynin kasrı kırmızıdır. Bu elbiselerin rengi de onlara isâretdir ki, hazret-i Hasen zehr içip, vefât edecegi sırada, mubârek rengi zümrüt gibi olur. Hazret-i Hüseynin mubârek yüzü kana boyandıgı zemân, rengi kırmızı olur. Kıt’a: Zemânın sâkisinin iltifâtı budur ki, Hasenin bardagına zehr dökmekdir, Felek cellâdının ahdi de, sehîd Hüseyne kılıç çekmekdir. – 554 – Ondördüncü Menâkıb: (Sevâhid-ün nübüvve) kitâbında yazılıdır. Bir gün Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhümâ” Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr- ı serîflerinde güres tutarlardı. Resûlullah hazretleri; yâ Hasen tut Hüseyni, buyururdu. Fâtıma “radıyallahü anhâ” orada hâzır idi. Dedi, yâ Resûlallah! Hasen, kardesinden büyükdür. Acabâ, küçük olana yardımcı olmak dahâ uygun iken, niçin Hasen tarafını tutarsınız! Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Yâ Fâtıma! Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm Hüseyne yardım ediyor.) Onbesinci Menâkıb: (Uyûn-ür-rızâ) kitâbında, Hüseyn bin Alîden “radıyallahü teâlâ anhümâ” nakl edilmisdir. Bir gün büyük Ceddimin hizmetinde Ubeyy bin Kâ’b “radıyallahü teâlâ anh” hâzır idi. Ben vardım. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular ki, (Merhabâ! Yâ Ebâ Abdüllah! Yâ zeynes-semâvat-i velard!). Ubeyy bin Kâ’b “radıyallahü anh” dedi ki, yâ Resûlallah! Âsûmânın ve yerin senden baska zîneti var mıdır. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdu: (Ey Ubeyy bin Kâ’b! O ma’bûd hakkı için ki, beni insanlara resûl olarak gönderdi, Hüseyn bin Alî yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyâde zînet, göklerin tabakalarıdır.) Onaltıncı Menâkıb: Ibni Ishâk Isbâdâti nakl etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Hasen ve Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhümâ” Arsın iki süsüdürler!) O zemân, Allahü teâlâya Cennet, lisân-ı hâl ile dedi ki, (Yâ Rabbî! Sebebi nedir ki, beni miskînlere ve dervîslere mesken edersin.) Nidâ geldi ki, ey Cennet! Bu se’âdete râzı olmaz mısın ki, erkânını [köselerini] Hasen ve Hüseyn ile süslerim! Cennet o müjdeye övünüp, râzıyım, râzıyım, dedi. Ne mutlu se’âdete kavusmus olanlara ki, arsın ve Cennetin köselerinin zînetleri olan bunların yakınlık derecelerini düsünmelidir. Onyedinci Menâkıb: Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin menkıbeleri bâbında beyân olunmus idi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine ziyâfet vermisdi. Alî “radıyallahü teâlâ anh” o ziyâfetden çıkıp, eve geldi. Hazret-i Fâtıma-tüz-zehrâ “radıyallahü teâlâ anhümâ”, hazret-i Alîde hüzün görüp, sordu: Yâ Alî! Bu ne hüzündür ki, sende müsâhe- – 555 – de ederim. Hazret-i Alî buyurdu ki, yâ Fâtıma! Eger bizim de dünyâlıgımız olsa idi, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini evimize da’vet ederdik. Nitekim bugün hazret- i Osmân da’vet etdi. Hazret-i Fâtıma buyurdu ki: Biz de da’vet edelim. Hazret-i Alî dedi: Yâ Resûlullahın kızı. Yâ Habîbullahın kerîmesi. Ne ile ikrâm edersin. Hangi ta’âmı yidirirsin. Hazret-i Fâtıma buyurdu ki: O Habîbullahdır. Ona Allahü teâlâ ikrâm eder ve ta’âm verir. Hazret-i Alî, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûrlarına varıp, dedi ki: Yâ Resûlallah! Kerîmeniz Fâtıma-tüz-zehrâ sizi evine da’vet eder. Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Yâ Alî! Yalnız beni mi, eshâbımla berâber mi?) Alî “radıyallahü anh” dedi ki: Eshâb-ı kirâm da berâber buyursunlar. Eshâb-ı kirâm ile berâber kalkıp, devletli ve se’âdetli hazret-i Fâtımanın, mubârek evlerine geldiler. Hazret-i Fâtıma, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin dergâhına teveccüh edip, dedi ki, yâ Rabbî! Muhakkak senin Habîbin bugün miskîn kulunun evine geldi. Sen onlara ikrâm eyle, ni’metler ver. Ben fakîr, onlara ikrâm etmege ve ni’met vermege kâdir degilim [gücüm yetmez]. Bir çömlegi vardı. Ates üzerine [ocaga] koydu. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri kendi lutf ve keremi ile o çömlegi ta’âm ile doldurdu. Hazret-i Fâtıma o ta’âmı Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr-ı serîflerine getirdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ve Eshâb- ı güzîn o ta’âmdan yidiler. Resûlullah hazretleri buyurdular ki, (Is bu ta’âm Cennet ta’âmlarındandır.) Ondan sonra hazret- i Fâtıma “radıyallahü teâlâ anhâ” evine girip, secde eyledi ve dedi ki, (Yâ Rabbî! Benim kölem yokdur ki âzâd edeyim. Velâkin dilerim ki, ümmet-i Muhammedin günâhkârlarından bir mikdârını, Cehennem atesinden âzâd eyleyesin!) Derhâl Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Dedi ki, yâ Resûlallah! Senin kızın Fâtıma-tüz-zehrâ günâhkâr ümmet için, münâcât etdi. Allahü teâlâ buyurdu ki: (Habîbime selâm eyle ve de ki, Fâtımanın evine gelenlerin her bir adımına yüz er ve yüz kadın Cehennem azâbından âzâd eyledim.) Bizi müslimân olmakla ve Muhammed aleyhisselâmın ümmeti olmakla sereflendiren Allahü teâlâya hamd olsun. Resûlüne, âline, ezvâcına ve eshâbına ve evlâdına ve uyanlara selâm olsun. – 556 – ONBIRINCI BÂB Eshâb-ı Kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” Menâkıbı: Yûsüf-i Erdebîli “rahimehullahü teâlâ” (Envâr) adlı kitâbında Seyh Ebû Amr bin Salâhdan nakl etmisdir. O dedi ki, (Ma’rife-tül hadîs) adlı kitâbda, Imâm-ı Nevevînin “rahimehullah” (Irsâd) adlı kitâbından alarak dedi ki: Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinin hepsi âdildirler. Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” âhırete intikâlleri sırasında yüzondörtbin Sahâbe mevcûd idiler. Kur’ân-ı azîm-üs-sân ve sahîh hadîs-i serîflerde, hepsinin adâletleri ve büyüklükleri bildirilmekdedir “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’in”. Birinci Menâkıb: (Mesâbîh-i serîf) kitâbının, bu bâbının sahîh hadîs-i serîfler kısmının evvelinde, Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Eshâbımı kötülemeyiniz! Sizlerden biri Uhud dagı kadar altın sadaka verse, Eshâbımdan birinin bir müd arpa sadakasının veyâ yarısının sevâbına kavusamaz.) Kevrânî “rahimehullahü teâlâ” buyurmus ki, muhakkak sizin biriniz, Uhud dagı kadar altın sadaka vermekle, Sahâbe-i güzînin bir müd veyâ onun yarısı mikdârı sadakasında nâil oldugu ecr ve sevâba kavusamaz. Sahâbî; o kimsedir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini, mü’min oldugu hâlde bir kerre gören kimse demekdir. Denildi ki, hadîs-i serîfin ma’nâsı sudur: Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinden fakîr olan birinin Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin huzûrunda, az bir mal vermesi, onlardan sonra gelenlerin vermelerinden efdaldir. Sahâbe-i güzînin fazîleti, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûrlarına ve sohbet-i serîflerine erismek ile oldu. Baska birsey ile olmadı. Zîrâ onlar vahy zemânına yetisdiler. Bizden birimizin bin sene ömrü olsa, bütün ömrümüzce, Alla- – 557 – hü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin emrlerine imtisâl etsek ve yasaklarından kaçınsak, belki kendi zemânımızın cümle insanlarının âbidi olsak, bütün ibâdetlerimiz, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bir sâat sohbetinde olmaga mukâbil olmaz. Bundan dolayıdır ki, onların fazîletine hiçbir sey esid olmaz. Kevrânînin kelâmı temâm oldu. (Müslim) sârihi “rahimehullahü teâlâ” beyân etmis ki, Sahâbe- i güzîn “radıyallahü teâlâ anhüm” hazretlerinin seb’i [onları kötülemek] harâmdır. Harâm olan fuhs ile aynıdır. Onlardan fitnelere karısmıs olsun veyâ olmasın aynıdır. Zîrâ onlar müctehiddir. Onların sânlarına yakısmıyan ma’nâlar söylemek büyük günâhlardandır. Bütün âlimlerin mezhebi odur ki, onları kötüliyen ta’zîr olunur. Katl olunmaz. Ba’zı mâlikî mezhebi âlimleri katl olunur, dedi. Tayyibî hazretleri demisdir ki, Sahâbe-i kirâmın hepsi, mutlaka âdildirler. Kur’ân-ı azîm-üs-sân ve hadîs-i serîflerin ve i’timâd olunur kimselerin icmâ’ları ile anlasılmakdadır. Yine (Envâr) kitâbında Yûsüf-i Erdebîli “rahimehullahü teâlâ” demisdir ki, Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine ta’n etmek câiz degildir. O Sahâbe-i kirâmın büyüklerindendir. Yezîdden baskasına la’net etmek ve kötülemek câiz degildir. [Hattâ onu bile kötülemek lüzûmsuzdur.] Zîrâ hepsi mü’min ve müslimândırlar. Allahü teâlânın irâdesine kalmısdır. Isterse azâb eder, isterse rahmet eder. Imâm-ı Gazâlî ve Nevevî ve gayrileri böyle dediler. Hüccet-ül islâm imâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” buyurmusdur ki: Hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseynin “radıyallahü anhümâ” sehîd edilmelerini ve Sahâbe-i kirâmın arasında meydâna gelen çekisme ve çarpısmaları hikâye etmek, anlatmak harâmdır. Çünki, Eshâb-ı kirâmın ba’zısına bugz etmege sebeb olur. Hâlbuki onlar dinde âlimdirler. Din imâmları bilgilerini rivâyet yolu ile onlardan almısdır. Bu dogru yol ile dogru din bilgilerini ögrendik. Onları kötüleyen kimse kendi mel’ûndur. Kendi nefsine ve dînine ta’n etmis olur. Imâm-ı Gazâlînin kelâmı temâm oldu. Ikinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i serîf)de, yukarıda bildirilen hadîs-i serîfin devâmında bildirilmisdir. Ebû Bürdeden ve onun da babasından nakl olunan hadîs-i serîfde, Resûlullah – 558 – “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek basını semâdan yana kaldırarak, (Yıldızlar gökde emene’dir [rahmet veyâ emînin çogulu]. Yıldızlar gitdigi zemân, gökde va’d olunan seyler olur. Ben de Eshâbım üzerine emînim. Gitdigim zemân, Eshâbıma va’d olunan seyler gelir. Eshâbım da ümmetim üzerine emenedir. Eshâbım gidince, ümmetime va’d olunan seyler gelir) buyurdular. (Müslim) hadîs kitâbını serh eden “rahimehullahü teâlâ” beyân etmisler ki; hadîs-i serîfde geçen emenetün kelimesi, emân, rahmet demekdir ve emînin çoguludur. Emîn ise hâfız, koruyucu ya’nî sebebdir. Gökler için va’d olunan seyler, kıyâmet günündeki yarılması, dagılmasıdır. Yıldızların gitmesinden maksad, karârması ve dökülmesidir. (Ben Eshâbıma emeneyim ve ben ki gitdim; Eshâbıma, fitneden, harbden ve ba’zı arabların irtidâdından, kalblerde meydâna gelen ihtilâflardan va’d olunan seyler gelir, demekdir.) Bunlarla alâkalı olan seyleri açıkca bildirdiler. Buyurdukları hersey vâki’ oldu. Ümmetine va’d olunan seyler, zuhûra geldi. Bid’at fırkalarının zuhûru, dinde olan çesidli reformist hareketler, seytânın arkadaslarının meydâna çıkması, [Deccâl] rûmun zuhûru, Mekke ve Medînenin harâb olması, hayrât ehlinin gitmesi, ser ehlinin gelmesi ve kıyâmetin bunlar üzerine kopması bunlardandır. Üçüncü Menâkıb: Yine o hadîs-i serîfin devâmında, Ebû Sa’îd-i Hudrîden “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Insanlar üzerine bir zemân gelir. Bir kısm kimseler gazâ ederler. Içinizde Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Eshâbından kimse var mıdır, derler. Evet derler. Sonra harb kazanılır. Ondan sonra nâs [insanlar] üzerine bir zemân gelir ki, harb ederler. Içlerinden bir cemâ’at derler ki, içinizde Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” eshâbı ile görüsmüs [tâbi’înden] kimse var mıdır. Derler ki, evet. Sonra harb kazanılır. Yine insanlar üzerine bir zemân gelir ki, harb ederler. Bir cemâ’at der ki, içinizde Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Eshâbını görmüs olanları gören [tebe-i tâbi’înden] kimse var mıdır. Derler ki, evet. Sonra harb kazanılır. [Ya’nî feth müyesser olur.]) Bu hadîs-i serîfde – 559 – (Buhârî) ve (Müslim) müttefiklerdir. [Ya’nî her ikisinde de vardır.] (Müslim) rivâyetinde ziyâde etmisdir ki, dördüncü ordu da vardır. Ya’nî denilir ki, (Bakınız! Içinizde, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Eshâbını göreni görenini göreni görmüs kimse var mıdır!) Bir kisi bulunur. Harb kazanılır. Tayyibî “rahimehullahü teâlâ” buyurmus ki, bu hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri için mu’cize, Eshâb-ı kirâm, tâbi’în ve tebe-i tâbi’în “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” için fazîlet vardır. Dördüncü Menâkıb: Yine o hadîs-i serîfin devâmında, Imrân bin Husayndan “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ümmetimin üstünleri benim zemânımda bulunanlardır. Ya’nî Eshâbımdır. Sonra o kimselerdir ki, Eshâbımı ta’kîb eder. Sonra o kimselerdir ki, onları ta’kîb edeni ta’kîb eder. Muhakkak onlardan sonra bir kavm gelir ki, onlardan sâhidlik istenmeden sâhidlik ederler ve hıyânet ederler. Onların yapdıkları o hıyânet ile onlarda emânet kalmaz. O kimsenin hilâfınca ki, tahkîr olundugunda, bir kerre hıyânet eder. O hıyânet etmis olur. Ammâ onunla emânetden çıkmaz. Ba’zı hâllerde sözünde durmazlar. Onlarda semizlik zâhir olur [sismân olurlar].) Bir rivâyetde (Istenmeden yemîn edenler...) buyurulmusdur. Türpüstî “rahimehullah” demisdir ki: Bir kerre gaflet ile hıyânet edenden güven kalkmaz. Devâmlı hıyânet yapanda emniyyet kalmaz. Ona güvenilmez. Sismânlık ile de din islerinde fazla dikkat etmemek ve gafletde olmak anlasılır. Çünki, umûmiyyetle sismân kimseler, din islerine az ehemmiyyet verir. Nefslerine riyâzet çekdirmeyip, arzû ve isteklerinin çogu, lezîz yemekler ve uyku olur. Bu hadîs-i serîfler sahîh hadîslerdendir. Bundan sonra nakl olunanlar da öyledir. Besinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i serîf)de, Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Eshâbıma ikrâm [hurmet] ediniz. Sübhesiz, Eshâbım sizin üstünlerinizdir [hayrlılarınızdır]. Sonra onları ta’kîb edenler, sonra da onları ta’kîb edenler üstündürler. Sonra yalan yayılır. Hattâ istenmedigi hâl- – 560 – de yemîn eder, istenmeden sâhidlik ederler. Dikkat ediniz. Cennetin ortasına girerek se’âdete kavusmak isteyen, cemâ’atden ayrılmasın. Çünki, seytân kendi görüsüne uyarak cemâ’atden ayrılan ile birlikdedir. Iki kisi bir araya gelse seytân onlardan çok uzak olur. Ancak yabancı bir kadın ile bir erkek bir araya gelirse seytân onların üçüncüsü olur. Kim iyiliklerinden dolayı sevinir, kötülüklerine üzülürse, mü’mindir.) Yine (Mesâbîh- i serîf)in hasen hadîslerinde, Câbir “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Beni gören ve beni göreni gören müslimânı Cehennem atesi yakmaz.) Altıncı Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i serîf)in hasen hadîsler kısmında, Abdüllah bin Magfel “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretlerinden korkunuz! Allahü teâlâ hazretlerinden Eshâbım hakkında korkun. Onları kötü sözlerinize hedef ittihâz etmeyiniz. Her kim ki onlara bugz eyler, bana bugz etdigi için bugz eder. Her kim ki onlara ezâ eder, bana ezâ [eziyyet) eder. Her kim ki bana ezâ eder, Allahü teâlâ hazretlerine ezâ [eziyyet] eder. Her kim ki Allahü teâlâ hazretlerine ezâ ederse, ona azâb yapması yakındır.) Yedinci Menâkıb: Yine (Mesâbîh-i serîf)in haseninde [hasen hadîslerinde], Enes “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ümmetimde Eshâbım tuz gibidir. Yemek ancak tuz ile lezzetli olur.) Abdüllah bin Zübeyr “radıyallahü anh” babasından nakl etdigi hadîs-i serîfde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Kıyâmet günü, eshâbımdan herbiri, kabrlerinden kalkarken, vefât etdigi memleketin bütün mü’minlerinin önlerine düserek ve onlara nûr ve ısık saçarak, arasat meydânına götürürler.) Ibni Mes’ûd “radıyallahü anh” hazretleri rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Eshâbımdan bana, beni rencîde edecek birsey söylemeyiniz. Ben onların yanına kalbim selîm olarak çıkmak isterim!) Ya’nî Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri arzû eder ki, dünyâdan o hâlde çıkmak is- – 561 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:36 ter ki, kalb-i serîfleri Eshâbından râzı olsun. Onlardan birisine hıkd [kin] baglamıs olmasın. Onun için onlarla alâkalı iyi olmıyan seyleri bildirmeyin demekdir. Sekizinci Menâkıb: (Ravda-tül ulemâ) kitâbı yirmiyedinci bâbda, Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” üstünlükleri beyân olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hadîs-i serîflerine uymak ve taklîd etmek câizdir. Bunda ihtilâf yokdur. Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” kavl-i serîflerini taklîd câiz midir, degil midir, ihtilâf etdiler. Âlimlerimiz, zâhir usûlde dediler ki, câizdir. Bütün Sahâbenin kavlleri huccetdir. Ma’nâlarını bilmeden, onu tasdîk ederiz ve amel ederiz. Hattâ Imâm-ı a’zam “rahimehullah” hazretlerinden rivâyet olunmus ki, kendisine soruldu: Sizin sözleriniz, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kitâbı Kur’ân-ı kerîme muhâlif olursa, ne yapmak gerekdir. Buyurdu ki: Benim kavlimi terk edip, Kitâbullaha uyunuz [onun bildirdigi gibi yapınız!]. Yine soruldu: Sizin kavliniz Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kavline muhâlif olursa, ne yapmak gerekdir. Buyurdu ki: Benim kavlimi terk edip, Resûlullahın kavli ile amel ediniz. Sonra yine soruldu: Sahâbe-i güzîn hazretlerinin kavlleri, senin kavline muhâlif olursa, ne yapmak lâzımdır. Buyurdu ki: Benim kavlimi terk edip, Sahâbe-i kirâmın kavlini tutunuz. Denildi ki, tâbi’înin kavli senin kavline muhâlif olursa, ne yapmak lâzımdır. Buyurdu ki: Biz de onlar gibiyiz. Avâmın kavlini taklîd câiz degildir. Zâhir olan âlimlerimizden rivâyet olunur ki, Sahâbe-i güzînin kavlleri, sözleri hüccetdir. Kavlleri taklîd olunur. Imâm-ı Sâfi’î “rahimehullahü teâlâ” zâhir usûlünde dedi ki, Sahâbe-i güzîn hazretlerinden her bir kimsenin kavli taklîd olunmaz. Imâm-ı Sâfi’î mezhebi âlimlerinden ba’zıları dediler ki, dört kimsenin kavli taklîd olunur. Onlar (Halîfe-i râsid)dir. Ebû Bekr, Ömer, Osmân, Alî “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”. Biz deriz ki, bütün Eshâb-ı kirâmın kavlleri taklîd olunur. Ondan dolayı Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Bir hadîs-i serîfde buyurdular ki: (Eshâbım gökdeki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız dogru yolu bulursunuz!) Ondan dolayı ki, ümmeti bunun – 562 – üzerine icmâ’ etmisdir ki, insanların en üstünleri, en efdalleri Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Eshâbıdır. Eger kavlleri taklîd olunmasa, diger ümmetler üzerine üstünlükleri açık olmazdı. Allahü teâlâ hazretleri onların fazîletlerini, üstünlüklerini bildirmek için Âl-i Imrân sûresi 159.cu âyet-i kerîmesini gönderdi. Meâl-i serîfi, (Allahü teâlânın rahmeti ile sen onlara suhûlet gösterirsin. Eger sen, kötü yaratılıslı, katı kalbli olsa idin, onlar yanından dagılırlar idi. Onları afv et. Onların magfiretini iste ve islerinde onlar ile müsâvere et!) olan bu âyet-i kerîme, Eshâb-ı güzînin fazîletleri üzerine ve onların kavllerine ittibâ’ üzerine delîldir. Aslında Resûl-i ekrem hazretleri onlar ile müsâvereye muhtâc degildi. Bununla berâber emr olundu. (Ravda-tül ülemâ) kitâbının sözü temâm oldu. (Mîzân-i Sa’rânî) kitâbında, Imâm-ı Sâfi’î hazretlerinin (Rey’ sâhibleri ve onlardan sakınmak) ile alâkalı sözünün nakl edildigi faslda, Ibni Salâhdan “rahimehullah” söyle rivâyet etmisdir. Hadîs ilminde nakl etmis ki, Imâm-ı Sâfi’î hazretleri (Risâle-i kadîme)sinde, Sahâbe-i güzîn hazretleri üzerine senâdan sonra dedi ki, onlar o senâya ehldir. (Sahâbe, ilm, ictihâd, vera’ ve akl bakımından bizden üstündür. Onların rey’lerini çok begeniriz. Bize göre, bizim rey’lerimizden evlâdır!) buyurmusdur. Beyhekî de rivâyet etmisdir ki, Imâm-ı Sâfi’î hazretlerine soruldu; (yaya olarak hacca gidecegim diye nezr eden bir kimse, sözünde durmasa ne yapması lâzım gelir.) Yemîn keffâreti verir diye cevâb vermisdir. Süâl eden kimse bu fetvâ karsısında duraklayınca, Imâm-ı Sâfi’î buyurmus ki, (Benden çok üstün olan Ibni Ebî Ribâh “radıyallahü teâlâ anh” da böyle fetvâ verdi. [Bu zât sahâbeden idi.]) Yine (Mîzân)da bundan evvel beyân buyurmuslardır ki, Imâm-ı Sâfi’î; Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hadîs-i serîflerinden baska, Eshâb-ı kirâmın ve tâbi’înin sözlerinden de ictihâd ederken fâidelenmislerdir. Yine (Mîzân)da, Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe hazretlerinin, fazîleti, makâmı ve ilmi beyânında nakl olunmus ki, Imâm-ı Sâfi’î hazretleri; Imâm-ı a’zamın kabrini ziyâret sırasında, ictihâdını terk etdi. Sabâh nemâzı vaktinde, sabâh nemâzını kıldı. Sonra buyurdu: (Ben nasıl okuyayım, Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin huzûrunda ki, o sabâh nemâzı kılarken kunût okumamıs- – 563 – dır.) Imâm-ı Sâfi’î de, edebini gözetmekden dolayı okumadı. Böylece edeb kapısını açdı. Bütün müctehidlere ve kavllerine, iyi düsünülmesini, ictihâdlarından dolayı kötülenemiyeceginin bilinmesinin lâzım oldugunu ve bunların Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sözlerinden delîller çıkararak ictihâd etdiklerini bildirmek istedi. Yine (Mîzân)da nakl etmisdir ki, Imâm-ı Sâfi’î hazretleri buyurdu ki, her zemânda hadîs âlimleri Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” gibidir. Zemân-ı serîflerinde buyururlardı ki, (Ben hadîs âlimlerinden birisini görsem, güyâ Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin Eshâb-ı güzîninden birisini görmüs gibi olurum!) (Mîzân)ın sözü temâm oldu. Ma’lûmdur ki, (Mîzân)dan nakl olan (Ravda)dan nakl olunanı nakz eder. Imâm-ı Sâfi’î hakkında ve onların yüksek sânlarına lâyık olan da budur. Evliyânın efdali, Sıddîk-ı ekber, ba’dehu Fârûk, ve Zinnûreynden sonra, Alîdir ol Velîyullah. Kalan Eshâbı hem ki, cümlesinin zikri hayrolsun, cemî’i Âl-ü Eshâb-ı kirâmı severim fillah. Asere-i mübessere ve Fâtıma, Hasen ve Hüseyn, bu ümmetden bunlara Cennet ile neshedü billah. Ve gayri kimseye aynîle Cennetlik denilmez ki, o gaybe hükm olur, gaybi ne bilsin kimse gayrillah. Ve Eshâb-ı kirâmın cümlesinden sonra ümmeümmetden, cemî’i Tâbi’în olmusdur, efdalü Evliyaillah. |