Bu Ümmetin Üstünlükleri Ve Allah Dostlarının Menkıbeleri - Printable Version +- islami Forum (https://islamiforum.biz) +-- Forum: DiNi KONULAR&iSLAMi BiLGiLER (https://islamiforum.biz/forumdisplay.php?fid=25) +--- Forum: DiNi KISSALAR (https://islamiforum.biz/forumdisplay.php?fid=69) +---- Forum: Evliya Kıssaları (https://islamiforum.biz/forumdisplay.php?fid=74) +---- Thread: Bu Ümmetin Üstünlükleri Ve Allah Dostlarının Menkıbeleri (/showthread.php?tid=1344) |
Bu Ümmetin Üstünlükleri Ve Allah Dostlarının Menkıbeleri - SeliM35 - 10-11-2020 Bu Ümmetin Üstünlükleri Ve Allah Dostlarının Menkıbeleri Bu ümmetin üstünlükleri: 1– (Mesâbîh-i serîf)de bu bâbın evvelinde Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Geçmis ümmetlerin ömrüne nisbetle sizin ömrünüz, ikindi nemâzı vaktiyle günesin batması arasındaki zemân gibidir. Sizin, yehûdîlerin ve nasâranın hâli suna benzer. Isçi çalısdırmak istiyen bir adam dedi ki, kim benim için birer kırâta günün yarısına kadar çalısır. Yehûdîler, günün yarısına kadar çalısdı. O kimse sonra, kim benim için bir kırâta günün ortasından ikindi vaktine kadar çalısır. Nasâra, ikindi vaktine kadar birer kırâta çalısdı. Sonra söyle dedi, kim ikindi vaktinden günesin batmasına kadar ikiser kırâta çalısır. Dikkat ediniz, siz ikindi vaktinden günesin batmasına kadar çalısanlarsınız. Dikkat ediniz. Sizin ücretiniz iki katdır. Yehûdîler ve nasâra kızdılar. Biz çok çalısıyor, az ücret alıyoruz, dediler. Allahü teâlâ onlara, hakkınızı vermekde size zulm etdim mi? buyurdu. Hâyır, dediler. Allahü teâlâ buyurdu ki, o benim diledigime verdigim bir ihsândır.) 2– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ümmetimin içinde beni en çok sevenler, benden sonra gelen, ehlini ve malını beni görmege fedâ eden kimselerdir.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” onların siddetli muhabbetlerini temennî eder. Onların birisi ki, ehlini ve malını beni görmek için ve bana vâsıl olmak için fedâ edeydi, o kimseler bu sıfatla sıfatlanmıslardır. 3– Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlânın kullarından öyleleri vardır ki, Allahü teâlâya birsey için yemîn etseler, muhakkak o sey yerine getirilir. Ümmetimden Allahü teâlânın emrlerini yerine getirenler, eksik olmaz. Onlara karsı koyanlar, küçük düsürmek – 565 – istiyenler, hiçbir zarar yapamazlar. Allahü teâlânın emri gelinceye kadar, onlar bu hasletleri üzere olurlar.) Bu hadîs-i serîfi rivâyet eden Enes “radıyallahü anh” hazretleri dedi ki: Râbi’a adlı hanım benim halam idi. Ensârdan bir câriyenin ön disini kırdı. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûruna geldiler. Da’vâya Resûlullah bakdı. Kısâs yapılmasını emr etdiler. Enes bin Nadr ki, Enes bin Mâlikin amcasıdır. O, Allahü teâlâya yemîn ederek, yâ Resûlallah, onun disini kırma dedi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Yâ Enes! Allahın kitâbı kısâsı emr ediyor!) Sonra disi kırılan câriyenin yakınları kısâs yerine diyeti kabûl etdiler. O durumda Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Allahü teâlânın öyle kulları vardır ki, Allahın adı ile birsey için yemîn etseler, Allahü teâlâ bu sevgili kullarının hâtırı için, o seyi hemen yaratarak, istedikleri hâsıl olur.) (Müslim) serhinde beyân olunmusdur: Enes bin Nadrın (Hâyır, vallahi onun disini kırma) demesinin ma’nâsı, Habîbullah hazretlerinin hükm-i serîflerini red degildir. Belki murâdı, kısâs etmege müstahak olanları vaz geçirmekdir. Afv etmeleri için, Resûlullahı onlardan yana afvda sefâ’at etmek için yöneltmek için idi. Kendisini yemîninde hânis etmiyeceklerine kuvvetle inandıgı için yemîn etdi. Veyâ Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin fadlına ve lutfüne i’timâdı, güveni tam olup, yemînini bozdurmayıp, hasmlarının kalbine afvı ilhâm buyurur, seklindedir. Hadîs-i serîfin ikinci kısmı Sâm ehli için buyurulmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Sâm topragında, benim ümmetimden, Allahü teâlânın emrlerini yerine getiren kimseler eksik olmaz. Onları zelîl etmek, onlara karsı çıkmak istiyenler, hiçbir zarar yapamazlar. Allahü teâlâ sânühü hazretlerinin emr-i serîfi gelene dekden murâd kıyâmetdir, onlar o hasletleri üzere olurlar.) 4– Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ben kardeslerimi görmegi severim!) Eshâb-ı kirâm dediler ki: Yâ Resûlallah! Biz senin ihvânın [kardeslerin] degilmiyiz! Buyurdular ki, (Siz benim Eshâbımsınız. Kardeslerim o kimselerdir ki, gelmemislerdir. Benden sonra gelirler. Ben onların ferâtıyım.) Ya’nî evvel gidip, lâzım olanları onlar – 566 – için hâzırlarım. Bâbın evvelinden buraya kadar zikr olunan hadîs- i serîf, (Mesâbîh-i serîf)in sahîh hadîslerinde vardır. Hasen hadîslerinde ancak bu hadîs-i serîf vârid olmusdur. 5– Enes “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ümmetim yagmur gibidir. Önce gelenler mi, yoksa sonra gelenler mi üstündür bilinmez!) Türpüstî “rahimehullah” buyurmusdur ki, bu hadîs-i serîf ile, evvelkilerin, sonrakiler üzerine efdaliyyetlerinde tereddüt etmemelidir. Zîrâ önce gelenler, sonra gelenlerden; zemânlarının sonraki zemânlardan kıymetli olacagından üstündürler. Hadîs-i serîfde tereddütden murâd, fâideli olmalarındadır. Dîni nesr etmekde, hakîkat ile fâideli olmakdadır. Yagmur, önce ekini bitirir. Sonra, sapı üzerine durdugu hâlde [o hâle gelince] olgunlasdırır, terbiye eder. Yagmurun fâidesinin evvelinde mi, sonunda mı oldugu bilinmez. Böylece; bu ümmetde de, evvelkiler dîni kâim kıldılar; kurdular. Sonrakiler, zemânla insanların bozdugu dîni dogru olarak, önceki gibi kurdular. Bu hadîs-i serîfde isâret olunmusdur ki, muhakkak bu ümmetin âhıri [sonra gelenleri] hayr ve salâhda, dînin kuvvetli olmasında öncekiler gibi olur. O rivâyet üzerine, hadîs-i serîfde bildirildigi gibi, Mehdî hazretlerinin gelmesi mahallinde, Îsâ bin Meryem “alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm” hazretlerinin gelmesi [nüzûlü] vaktinde, geçmis ümmetlerin aksine olarak, çok kuvvetli olup, önce gelenlere benziyecekdir. Zîrâ onların [geçmis ümmetlerin] sonra gelenleri dîni tebdîl ve Kitâbullahı tahrîf etdiler. [Hadîd sûresi 16.cı âyet-i kerîmesinde meâlen], (... Kur’ân-ı kerîmden evvel kitâb verilenler gibi olmayınız! Onlar, kendileri ile Peygamberleri arasındaki zemân uzayınca, kalblerine kasvet yerlesip, çogu dinden çıkıp, kitâblarına göre ameli terk etdiler) buyurulmusdur. (Meâlim-üt-tenzîl) de, sûre-i Âl-i Imrânda, 110.cu âyet-i kerîmenin tefsîrinde, Allahü teâlâ, meâlen, (Sizler, bütün insanlar içinde en iyi bir ümmetsiniz, cemâ’atsiniz...!) buyurmusdur. Katâdeden nakl olunmusdur ki, onlar ümmet-i Muhammeddir. Ondan evvel hazret-i Mûsâdan, hazret-i Dâvüdden ve hazret- i Süleymândan “aleyhimüsselâm” gayri bir Peygamber harb ile emr olunmamısdır. Onlar küffâr ile harb ederler. Küffârı [kâfirleri] dinlerine dâhil ederler. Onlar, insanlar için hayrlı üm- – 567 – met olurlar idi. Denildi ki, linnâs kavl-i serîfi uhricet kavli serîfinin sılasındandır. Ma’nâsı su demek olur ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, insanlar için hayrlı olan bir ümmet seçdi. Yine râvîler an’anesi ile Behrâm bin Hâkimden, o da babasından nakl etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin, (Sizler, bütün insanlar içinde en iyi bir ümmetsiniz, cemâ’atsiniz...) kavl-i serîfinde [Âl-i Imrân sûresi 110.cu âyeti], buyurdu ki, (Siz yetmis ümmeti, Allahü teâlâ katında, onların en iyisi ve mükerremi olarak temâmladınız!) buyurmusdur. Yine râvîler an’anesi ile rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Dahâ önce geçen yetmis ümmetden Allahü teâlâ katında en iyisi ve mükerremi bu [Peygamber efendimizin] ümmetdir.) Teveffi kavl-i serîfi ifâdandır. Esref ma’nâsınadır. Yine an’ane ile Ömer ibnül Hattâb “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Bütün Peygamberlere “aleyhimüsselâm” ben girmeden evvel Cennete girmeleri harâm kılınmısdır. Yine bütün ümmetlere, benim ümmetim girmeden evvel Cennete girmeleri harâm kılınmısdır.) Yine an’ane ile, Abdüllah bin Berdeden, o da babasından rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Cennet ehli yüzyirmi saf olur. Sekseni bu ümmetden, kırkı sâir ümmetlerdendir.) (Me’âlim)den nakl burada temâm oldu. Bizi Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden eyleyen Allahü teâlâya hamd olsun. (Ravda-tül Ulemâ) sâhibi beyân etmis ki, denildi, her safın arası mesrıkla magrib arasınca olur. Her safın arası dünyâ misâli olur. 6– (Mesâbîh)de, Hesâb, Kısâs ve Mîzân bâbında, sahîh hadîs olarak nakl olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Nûh aleyhisselâm, kıyâmet gününde gelir. Ona denilir ki, risâletini kavmine teblîg etdin mi. Nûh aleyhisselâm der ki, (Evet yâ Rabbî!) Ümmetinden süâl olunur ki, Nûh size teblîg etdi mi. Onlar inkâr edib, (Bize korkutucu kimse gelmedi) derler. Sonra Nûh aleyhisselâma denilir ki, sâhidlerin kimdir. Buyurur ki, Muhammed Mustafâ aleyhisselâtü vesselâmın ümmetidir.) Resûlullah “sallallahü – 568 – teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Siz gelirsiniz ve Nûh aleyhisselâm teblîg etdi, diye sehâdet edersiniz!) Sonra Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, [meâl-i serîfi] (Böylece, size insanlara sâhid ve örnek olmanız için...) olan [Bekara sûresinin 143.cü] âyet-i kerîmesini okudular. Bu âyet-i kerîme, ikinci cüz’ün basındaki âyet-i kerîmedir. Muhyissünne Begavî (Me’âlim-üt-tenzîl)de bu âyet-i kerîmeyi tefsîr etmisdir: Bu âyet-i kerîme nâzil olunca, yehûdî ileri gelenleri, Mu’âz bin Cebele “radıyallahü anh” kıble hakkında dediler ki, Muhammed bizim kıblemizi, hasedinden dolayı terk etdi. Bizim kıblemiz Enbiyâ “aleyhimüsselâm” kıblesidir. Bizim insanlar arasında âdil oldugumuzu Muhammed bilir, dediler. Mu’âz “radıyallahü anh”, muhakkak, hak üzere ve âdil olan biziz. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri meâl-i serîfi, (... bunun gibi, sizi adâletli ümmet kıldık...) olan [Bekara sûresinin 143.]cü âyet-i kerîmesinde bunu beyân buyurdu. (Ibrâhîm aleyhisselâm ve zürriyyetini seçip, ayırdıgımız gibi, sizi de seçilmis ve adâlet üzere olan ümmet kıldık) buyuruldu. Bu da onun gibidir. Dinde eksikligi ve fazlalıgı olan din ehlinin, ikisi de zemmedilmisdir. Bize Abdülvâhid bin Ahmed an’ane ile Ebû Sâ’id-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden haber verdi. Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ikindi nemâzından sonra bizim aramızda durdu. Orada, kıyâmete kadar olacak seyleri terk etmekden zikr etdi [söyledi]. Bir gün hurma agaçları arasında bir dıvârın yanında durup, buyurdu: (Âgâh olun [Dikkat ediniz], dünyânın ömründen, geçen zemâna nisbetle kalanı, bugünün kalan zemânı kadar bile degildir. Bu ümmet, yetmis ümmeti, hepsinin iyisi ve ekremi olarak temâmlar!) Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin, [meâl-i serîfi yukarıda zikr olunan âyet-i kerîmenin devâmı olan] (Böylece, insanlara sâhid olacaksınız!) kavl-i serîfini okudular. (Kıyâmet gününde Resûller insanlara teblîg etdikleri) ile alâkalı olarak Ibni Cüreyh dedi ki, ben Atâya (... Böylece insanlara sâhid olacaksınız) kavl-i serîfinin ma’nâsı nedir, dedim. O dedi ki, insanlardan, hakkı terk edenler üzerine, Ümmet-i Muhammed sâhiddirler. (Resûl de sizin üzerinize sâhiddir.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri de onları ta’dîl ve tezkiye edici olur. Bunun beyânı sudur ki, muhakkak Allahü teâlâ sânühü evvelîn ve âhırîni cem’ eder. Ya’nî Allahü teâlâ kıyâmet günü bütün in- – 569 – sanları yüksek bir yerde toplayınca, kâfirlere (Size hiç uyarıcı, sakındırıcı Peygamber gelmedi mi) buyurur. Onlar (bize korkutucu [sakındırıcı] ve müjde verici kimse gelmedi) derler. Allahü Sübhânehü ve teâlâ Enbiyâ aleyhisselâmı bundan süâl eder. Enbiyâ cevâb verirler ki, (biz onlara vahyi teblîg etdik.) Allahü teâlâ Enbiyâdan yine süâl eder. Hâlbuki herseyi bilir. Sâhid tutmakdan dolayı sorar. O zemân Ümmet-i Muhammed getirilir. Ümmet-i Muhammed sehâdet ederler. Muhakkak Enbiyâ teblîg etdiler. O ümmetler derler ki, bunlar nereden bilirler, bizden sonra geldiler. Sonra bu ümmetden süâl olunur. Onlar derler ki, yâ Rabbî! Sen bize Resûl gönderdin. O Resûl ile kitâb nâzil kıldın [gönderdin]. O kitâbda bize haber verdin. Resûllerin ile gönderdigin haberlerin hepsi dogrudur. Ondan sonra Muhammed aleyhisselâm getirilir. Ümmetinin hâlinden süâl olunur. Onların temiz ve dogru olduguna sehâdet eder. (Me’âlim-üttenzîl) den alınan kısm temâm oldu. 7– (Ravda-tül-ülemâ) kitâbının yirmibirinci bâbında, Ebû Mûsâ-el-es’arî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl edilmisdir. Biz mescidde, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûrunda oturmusduk. Habîbullahı vahy agırlıgı kapladı. Vahy geldiginde hâl-i serîfleri böyle olurdu ki, vahyin agırlıgı üzerlerini kaplardı. Hattâ a’zâ-i serîfleri ayrılır derecesinde olurdu. Mubârek basını bir sâat asagı saldı. Sonra basını kaldırdı ki, bize haber versin. Ikinci ve sonra üçüncü kerre yine vahy agırlıgı hâsıl oldu. Yine mubârek basını saldı. Sonra, haber vermek için basını kaldırdı. Dördüncü kerre yine vahy agırlıgı kapladı. Yine mubârek basını saldı. Sonra mubârek basını kaldırıp, secdeye vardı. Biz de onunla berâber secdeye vardık. Secdeyi uzatdı. Mubârek basını secdeden kaldırdı. Biz dedik. Yâ Resûlallah! Size gelen bu dört vahyden bize haber verir misiniz? Buyurdular ki: (Bana Cebrâîl aleyhisselâm, evvelki gelisinde dedi ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, sana selâm söyledi ve buyurdu: Yâ Muhammed! Ümmetinin üçde birinin azâb ve hesâb görmeden Cennete girmesini mi istersin, yoksa bütün günâhkârlarına sefâ’at etmegi mi istersin! Cebrâîl aleyhisselâm, benden yana isâret etdi. Sefâ’atini ihtiyâr etdim. Sonra, ne vakt ki Cebrâîl aleyhisselâm gitdi. Ben istedim ki, size haber vereyim. O sâat yine geldi. Ve dedi ki, muhakkak Rabbil’âlemîn sana selâm söyler ve buyurur ki: Ey Habîbim! – 570 – Ümmetinin yarısının hesâbsız ve azâbsız, Cennete girmesini mi istersin. Yoksa ümmetinin bütün günâhkârlarına sefâ’at etmegi mi istersin. Ben sefâ’atı ihtiyâr etdim [seçdim] ve istedim ki, size haber vereyim. O sâat yine geldi. Ve dedi ki, muhakkak Rabbin selâm söyledi ve buyurdu ki, ey Habîbim! Ümmetinin üçde ikisinin hesâb ve azâb olunmadan Cennete girmesini mi istersin. Yoksa ümmetinin bütün günâhkârlarına sefâ’at etmegi mi istersin. Ben sefâ’ati ihtiyâr etdim [seçdim] ve istedim ki, size haber vereyim. O sâat yine geldi. Ve dedi ki, muhakkak Rabbin sana selâm söyler ve buyurur ki: [Vedduhâ sûresi 5.ci ve Tâhâ sûresi 130.cu âyet-i kerîmesinin bir kısmını okudu. Meâl- i serîfi] (Yâ Muhammed! Onlar bana ve sana îmân getirseler ve bes vakt nemâzı kılsalar, farzları edâ etseler ve senin sünnetini yerine getirseler, sen râzı oluncaya kadar sefâ’at etmene izn veririm.) Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurur ki: (Bana kâfi gelir, bana kâfi gelir!) [Vedduhâ sûresi 5.ci âyet-i kerîmesinde meâlen,] (Ileride [kıyâmet günü] Rabbin sana sefâ’at makâmı vermekde hosnûd olacaksın) ve Tâhâ sûresi 130.cu âyet-i kerîmesinde meâlen, (... Tesbîh et [nemâz kıl] ki, Allahın rızâsına eresin) buyuruldu. 8– (Ravda-tül-ulemâ) kitâbının aynı bâbında; Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kavl-i serîfinde [Hicr sûresi 2.ci âyet-i kerîmesinde] meâlen, (Kâfirler, dünyâda hezîmet, yâhud ölüm ânında, kıyâmet azâbı vukû’unda, müslimân olmaklıgı temennî ederler. Denildi ki, kâfirler Cehennemde mü’minlerin günâhkârlarını görüp, siz müslimânlar iken Cehennemdesiniz. Islâmınız size ne fâide etdi derler. Bir zemân sonra, Allahü teâlânın fadlı ve rahmeti ile o müslimânlar nârdan çıkıp, Cennete gitdiklerinde, kâfirler o vakt ne olaydı, biz de ehl-i islâmdan olaydık, derler) buyuruldu. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu ki, bu ümmetden bir tâife sırat üzerinde habs olunur. Hâlbuki, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, bütün Peygamberlerden önce Cennete dâhil olur. Ümmeti de, bütün ümmetlerden önce Cennete dâhil olur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Cennete girdikden sonra, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, sıratda kalan tâifenin nâr [Cehennem]dan tarafa gönderilmesini ve (Mâlik)e teslîmini emr eder. – 571 – Mâlik, onları görünce, yâ eskiyâ cemâ’ati, siz kimsiniz ve kimin ümmetindensiniz. Cehenneme girenlerin son buldugunu isitmisdim. Cehennem ehlinin hepsi bana, baglı ve zincire vurulmus hâlde ve yüzleri üzerine sürünüp ve yüzleri kara, gözleri gögermis hâlde gelirler. Ammâ, sizin elleriniz baglı degil ve zincire vurulmamıssınız. Yüzleriniz kararmamıs. Gözleriniz gögermemis. Ayaklarınız üzerine yürürsünüz; kimsiniz, der. Onlar, derler ki, yâ Mâlik, bunu bize sorma. Zîrâ biz, muhakkak sana bunu haber vermege hayâ ederiz. Velâkin biz; Kur’ân-ı kerîme uyan, Ramezân ayında oruc tutanlarız. Biz hacca gidenlerdeniz. Biz gâzîleriz [cihâda gidenlerdeniz]. Biz zekât edâ edenlerdeniz. Biz yetîmlere ikrâm edicilerdeniz. Biz cünüb olunca gusl edenlerdeniz. Biz bes vakt nemâz kılıcılardanız. Mâlik der ki, ey mahser eskiyâsı! Allahü teâlâ Kur’ân-ı azîmde sizi ma’siyyetden men’ etmedi mi. Onlar derler ki, yâ Mâlik, bize tevbîh etme. Simdi Allahü teâlânın tevbîhinden ve süâlinden kurtulduk. Sonra onlar bu hâlde iken, Ars tarafından bir nidâ edici, siddetli nidâ eder ve der ki, yâ Mâlik, onları Nârın [Cehennemin] üst tabakasına dâhil et. Hâlbuki onlar, Cehennemin kenârında dururlar. Sonra Mâlik der ki, yâ mahser eskiyâsı! Sübhesiz söyleneni isitdiniz. Fehm etdiniz. Evet isitdik, lâkin bize mühlet ver. Bir sâat nefslerimiz üzerine aglıyalım, derler. Mâlik der ki, benim size mühlet vermege izn yokdur. Mâlike Ars tarafından nidâ gelir ki, (Yâ Mâlik, terk et onları, nefsleri üzerine aglasınlar.) Sonra nefsleri üzerine aglamaga baslarlar. Derler ki: (Biz nârda [Cehennemde] nasıl sabr edelim. Biz günesin harâretine sabr edemezdik. Katran elbisesi giymege nasıl sabr edelim. Biz yumusak elbiseler giymeyi tercih ederdik. Zakkum yimege ve hamîm içmege nasıl sabr edelim. Biz hep güzel yemekler yir, soguk içecekler içerdik.) Bunlar böyle aglarlar iken, Ars tarafından bir nidâ gelir. Yâ Mâlik! Bunları nârın [Cehennemin] birinci tabakasına gönder. Sonra onların yanına siddetli melekler gelir. Onlar, kalb olmadıgı için acıması olmıyan zebânîlerdir. Herbir insana bir zebânî yapısır. O sırada, hepsi seslerini yükseltirler ve derler ki, (Yâ Muhammed, Yâ Ebel Kâsım, Yâ Ebel Erâmil velyetâmâ. Yâ Fahrel kıyâmeh. Yâ Fâtihal bâb. Yâ nârın kapısını ümmetine kapayan! Yâ ümmetine sefâ’at eden. Biz ümmetinin za’îfleriyiz. Nârın [Cehennemin] atesine dayanama- – 572 – yız. Sefâ’atin ile bize imdâd et. Yâ Mâlik, biz ümmet-i Muhammeddeniz.) Sonra Mâlik hazretleri Cennetden tarafa teveccüh eder [döner]. Ellerini kulaklarına koyar. Müezzinler gibi yüksek ses ile nidâ eder ki: Yâ Muhammed! Muhakkak sen, Cennetde ni’metler içindesin [ni’metlenir hâldesin]. Senin za’îf ümmetlerin Nârda feryâd ederler. Onların feryâdına yetis [eris]. Zîrâ za’îfdirler. Cehennemin harâretine sabrları yokdur. O hâlde, Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine haber gelir. Hemen serîrinden [tahtından] sıçrayıp ve Buraka biner ve buyurur, yâ Burak, çabuk ol ki, ümmetim za’îfdirler, Cehennemin harâretine sabr edemezler. Burak da ayaklarını kaldırıp, Cehennemin kenârına koyar. Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri onların seslerini isitdigi vakt, aglarlar. Sonra Muhammed aleyhisselâm Arsın kenârına erisir. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine secdeye varır. Ve sefâ’at eder. Allahü teâlâ ve tekaddes onların hakkındaki sefâ’atini kabûl eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin sefâ’ati ile Cehennemden kurtulurlar. O vakt, kâfir oldukları hâlde, ehl-i nâr temennî ederler; ne olaydı, müslimân olup, Ümmet-i Muhammedden olaydık. Allahü teâlâ hazretlerinin kavl-i serîfi buna isâretdir ki, [Hicr sûresi 2.ci âyetinde; meâlen] (Kâfirlerden, müslimân olmagı temennî etmiyen çok az kimse vardır!) buyurulmusdur. 9– Yine (Ravda-tül-ülemâ) kitâbında, kırkdördüncü bâbda, musîbete sabr beyânında; Sâbit-el Benânî “rahimehullah” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Bize nakl edildi ki, Osmân bin Maz’ûn “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin bir oglu vefât etdi. Ondan dolayı üzüntüsü çok olup, mahzûn oldu. Evinde oturdu. Evinde bir mescid binâ etdi. Orada ibâdet ederdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri isitip, buyurdu ki, (Onu benim yanıma getirin. Onu Cennet ile müjdeleyin!) Sonra onu, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yanına götürdüler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ona buyurdular ki; (Bil, yâ Osmân ki, muhakkak Cehennemin yedi kapısı vardır. Ve Cennetin sekiz kapısı vardır. Cennet kapılarından her birine gitdiginde, oglunu orada görüp, Allahü teâlâdan sana sefâ’at eder hâlde oldugunu görmege râzı olmaz mısın!) Osmân bin Maz’ûn “radıyallahü teâlâ anh”, yâ Resûlallah; râzı oldum, dedi. Süâl edildi ki, yâ Resûlallah! Bizim ogullarımız da böyle – 573 – olur mu? Buyurdular ki, (Evet olur, kıyâmete kadar ümmetimden sabr eden ve sevâb istiyen herkese de böyledir!) 10– Yine (Ravda-tül-ülemâ) kitâbının Cum’a faslı bâbında nakl edilmisdir. Bize imâm-ı Nasr-ül Harbî üstâdı Amr bin Su’aybdan, o babasından, o da dedesinden “radıyallahü teâlâ anh” haber verdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Bir âlem vardır ki, beydâ ve melsâdır [beyâz ve düzdür]. Gümüs gibidir. Bu dünyânın yedi büyüklügünde ve melekler ile doludur. O seklde ki bir igne atsan yere düsmez. Belki meleklerin üzerine düser. Onlardan her bir melek, elinde bir alem [bayrak] vardır ki, üzerinde (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah) yazılmısdır. Her bir Cum’a gecesi toplanırlar. O alemin etrâfında Allahü tebâreke ve teâlâyı tedarru’ ederler. Ümmet-i Muhammedin selâmeti üzerine düâ ederler. Sabâh oluncaya kadar derler ki, yâ Rabbî! Ümmet-i Muhammede acı! Onlara azâb etme! Çünki, sabâh olup, kıyâmetden emîn olurlar. (Yâ Rabbî! Gusl edenleri, Cum’aya hâzırlananları afv eyle, istediklerini bagısla!) diye düâ ederler. Rivâyet eden der ki, alemlerin [bayraklarının] uzunlugu kırk fersâh olur. Düâ etdiklerinde, aglıyarak seslerini yükseltirler. Rabbil’âlemîn onlara ne istersiniz diye buyurur. Derler ki, ümmet-i Muhammedi afv etmeni isteriz. Allahü teâlâ ve tekaddes, (onları afv etdim) buyurur.) 11– Yine (Ravda-tül-ülemâ) kitâbı altmısdördüncü bâbında, Leyletül-Kadrin fazîleti açıklanırken nakl edilmisdir. Denildi ki, Allahü teâlâ ve tekaddes ve azze sânühü; ümmet-i Muhammede Ramezânda bes sey verir ki, onlardan baska kimseye vermemisdir. 1– Ramezânın ilk gecesi oldugu zemân, onlara [bu ümmete] rahmet nazarı ile nazar eder. Her kime ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ rahmet nazarı ile bakar, ona azâb etmez. 2– Allahü teâlâ meleklere buyurur. Bu ayda ibâdetleri bırakın. Ümmet-i Muhammede istigfâr edin. 3– Allahü teâlâ sânühü Cennet meleklerinin reîsi (Rıdvân)a buyurur. Cenneti süsle ve kapılarını aç. Ümmet-i Muhammedden bir kimse bu ayda ölürse, cesedi gelinceye kadar, rûhu Cennete dâhil olsun. 4– Allahü teâlâ hazretleri, Cehennem meleklerinin reîsi (Mâlik)e, Cehennemin kapılarını baglaması için emr eder. Eger, bu ümmetden isyân edenlerden birisi ölür ise, Ramezân ayı geçene kadar, Ce- – 574 – hennemde azâb olunmasın. 5– Allahü teâlâ, onlara Kadr gecesini verir. Hattâ eger bir kimse, o gecede Allahü teâlâ hazretlerine ibâdet etse, günâhlarını afv eder. O gecede Cehennemden âzâd olur. O gecede bütün Ramezân ayı müddetince âzâd olanlar kadar mü’min âzâd olur. 12– (Mesâbîh) kitâbında, Îsâ aleyhisselâmın nüzûlü [gökden inmesi] bâbında, sahîh hadîs olarak bildirilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Îsâ bin Meryem “aleyhisselâm” gökden iner. Mü’minlerin emîri, hazret-i Îsâya gel bize imâm ol, der. Hazret-i Îsâ buyurur, sizin ba’zınız ba’zınız üzerine emîrsiniz.) Denildi ki, yâ Resûlallah, niçin o zemânda Allahü teâlâ müslimânlar üzerine emîri kendilerinden yapar. Buyurdular ki, (Bu ümmetin emîrlerini kendilerinden kılmak, bu ümmete ikrâmdır ve sânlarının büyüklügündendir.) 13– Yine (Mesâbîh)de (Hasr) bâbında, sahîh hadîs olarak bildirilmisdir. Ebû Sâ’id-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretleri [Âdem aleyhisselâma] buyurur: Yâ Âdem! Âdem aleyhisselâm der ki, Lebbeyk, [buyur yâ Rabbî!] Hayr Senin elindedir. Allahü teâlâ buyurur: Nâra [Cehenneme] müstehak olanı gönder. Âdem der ki, nâra müstehak nedir [ne kadardır]. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri buyurur: Her binde dokuzyüzdoksandokuzu. O zemân çocuk yaslı olur. Hâmile kadının çocugu dünyâya gelir. Insanlar, serhos olmadıkları hâlde serhos gibi görünürler. Allahü teâlânın azâbı çok siddetlidir.) Yâ Resûlallah! Hangimiz o binde birden oluruz, diye sorduk. Buyurdu: (Bana müjdelediler. Sizden bir, Ye’cûc ve Me’cûcden bin olacakdır.) Sonra buyurdu: (Nefsim kudretinde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, Cennet ehlinin dörtde biri siz olursunuz!) Biz tekbîr getirdik. Sonra buyurdu: (Siz Cennet ehlinin üçde biri olursunuz!) Biz yine tekbîr getirdik. Sonra buyurdu: (Siz Cennet ehlinin yarısı olursunuz!) Biz yine tekbîr getirdik. (Müslim) hadîs kitâbını serh eden “rahimehullah” demis ki, bir rivâyetde, bir âhır hadîsde buyurdular ki: (Siz Cennet ehlinin üçde ikisi olursunuz. Cennet ehli yüzyirmi saf olacak. Seksen safı ümmetimden olacakdır.) (Müslim)i serh eden diyor ki, çocugun ihtiyârlaması, hâmile – 575 – kadının çocuk dogurması, bu ahvâl dünyâdan çıkmadan öncedir. Çocugun yaslanması, hâmile kadının çocuk dogurması, zâhiri üzerine olur. Denildi ki, belki bu ahvâl kıyâmetde olur. Ma’nâsı o demek olur ki, onların üzerine dehsetli ve siddetli bir mertebe erisir ki, eger hâmile tasavvur olunsa, muhakkak dogurur. Denilir ki, hâmile olarak ölen kadın, hâmile oldugu hâlde hasr olunur. Böyle oldugu takdîrde, o hâlde çocugunu dogurur. Nihâyet sonra buyurdular ki: (Müjdeler olsun size ki, sübhesiz sizden bir sahs ehl-i Cennet, Ye’cûc ve Me’cûcden bin sahs ehl-i nâr olur!) Sonra buyurdular ki: (O Allahü teâlâ hakkı için ki, benim nefsim yed-indedir. Ben ricâ ederim ki, [Cennetlik olan bir kisi] siz olursunuz!) (Müslim serhi)nde beyân olunmus ki, hadîs-i serîfde (Siz) hitâbları, bütün ümmetdir. Birincide, ehl-i Cennetin dörtde biri siz olursunuz, buyurdu. Ikincide buyurdu, üçde bir olursunuz. Üçüncüde buyurdu, yarısı olursunuz. (Müslim serhi)nde buyurdu: (Insanlar arasında siz) hitâbı, müslimânlaradır. Insanlardan murâd kâfirlerdir. Ba’zı rivâyetlerde, entüm (siz) yerine elmüslimûn tasrîh etmisdir (müslimânlar buyurmusdur). Ve finnâs (insanlar) yerine fil küffâr tasrîh etmisdir (kâfirler buyurmusdur). Selmâsî “rahimehullah” beyân etmis ki, (Sizin bütün insanlara nisbetle, azlık bakımından durumunuz, beyâz bir öküzün üzerinde bulunan bir siyâh kıl gibidir. Bu derece az olmanıza ragmen ehl-i Cennetin yarısı olursunuz.) 14– Yine (Mesâbîh) kitâbında, Havz ve sefâ’at bâbında, sahîh hadîs olarak nakl olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Muhakkak, benim havzımın iki ucunun arası Île ile Aden arasındaki mesâfeden uzakdır. Île bir beldedir ki bahr-i ahmer [Kızıldeniz]in Sâm tarafındadır. Oradan Adene birbuçuk aylık mikdârı yol olur. Muhakkak onun bardaklarının sayısı yıldızlardan çokdur. Bir kimse kendi havzına baskalarının develerinin girmesine nasıl mâni’ olursa, ben de ümmetimden baskalarını havzımdan men’ ederim.) Dediler, yâ Resûlallah, Siz bizi bilir misin? Buyurdular ki, (Evet, sizi bilirim. Sizin için bir alâmet olur ki, baska ümmetlerde olmaz. Siz, yüzleriniz, elleriniz ve ayaklarınız, abdestin eserinden ak [nûrlu] oldugunuz hâlde gelirsiniz.) 15– Yine (Mesâbîh)de, aynı bâbın sahîh hadîslerinde, Enes – 576 – “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ne zemân ki kıyâmet günü olur. Insanlar arasat meydânında toplanır. Ba’zısı ba’zısından yana dalga vurur, birbirine karısırlar. Sonra Âdem aleyhisselâma gelirler ve derler ki, Rabbinden sefâ’at eyle. Hazret-i Âdem der ki, ben sefâ’ate ehl degilim. Lâkin, Ibrâhîm aleyhisselâma gidin ki, muhakkak o Halîl-ül rahmândır. Sonra Ibrâhîm aleyhisselâma gelirler. O da der ki, ben sefâ’ate ehl degilim. Mûsâ aleyhisselâma gidin. Muhakkak o kelîmullahdır. Sonra Mûsâ aleyhisselâma gelirler. O da der ki, ben sefâ’ate ehl degilim. Lâkin Îsâ aleyhisselâma gidin ki, muhakkak o, rûhullahdır ve kelîmetullahdır. Sonra Îsâ aleyhisselâma gelirler. O da der ki, ben sefâ’ate ehl degilim. Lâkin, Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine gidin. Sonra bana gelirler. Ben derim. Ben sefâ’ate ehilim. Sonra sefâ’at üzerine izn taleb ederim. Bana izn verilir. Rabbimin bana ilhâm etdigi hamdler ile hamd ederim. Bu ânda o hamdler hıfzımda degildir. Sonra, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine o hamdler ile hamdler ederim. Sonra, secde ederim. Rabbime secde etdigim hâlde bana buyurur: Yâ Muhammed! Kaldır basını, söyle isitilir, süâl eyle cevâb verilir. Sefâ’at eyle, sefâ’atin kabûl olunur. Sonra ben derim ki, yâ Rabbî! (Ümmetî, ümmetî). Rahmet et ümmetime. Ve tafdîl et onların üzerine kerâmetle. [Tekrâr buyurmaları, te’kîdden dolayı veyâ nidâ içindir. Böylece ümmeti kendine yakın olsunlar. Ates onlara yakın olmasın. Zîrâ nûr-i serîfleri atesi söndürür.] Sonra bana denilir, (Git ve çıkar atesden o kimseyi ki, kalbinde zerre mikdârı veyâ hardal dânesi kadar îmânı olsun!)) (Müslim) hadîs kitâbını serh eden beyân etmisdir ki, îmândan murâd, a’mâl-ı zâidedir [islerin, amelin fazlalıgıdır]. Zerre mikdârı îmânda, nefsin tasdîki üzerine, fazladan zâhir veyâ bâtın ameli bulunur. Zîrâ, sâdece îmânı olup, amelden bir fazlalıgı olmıyanlara sefâ’at izni olmaz. Yanında amelden hiçbirseyi olmayıp [ya’nî hiç amel yapmayıp], sâdece îmânı olan kimsenin isi, Allahü tebâreke ve teâlânın rahmetine kalmısdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ben de giderim. Her kimin kalbinde arpa mikdârı îmânı var ise, nârdan [Cehennemden] çıkarırım. Sonra avdet ederim. O hamdler ile hamd ederim ve secde eylerim. Bana denilir ki, yâ Muhammed, basını – 577 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:37 kaldır! Söyle isitilir. Süâl et, cevâb verilir. Sefâ’at et, sefâ’atin kabûl olunur. Ben derim: Yâ Rabbî! Ümmetime rahmet et. Denilir ki, git, kalbinde bir zerre veyâ bir hardal dânesi mikdârı îmânı olan kimseyi nârdan çıkar.) Zerre, ufacık sarı karıncaya derler. Veyâ bacadan giren günes ısıgında görülen tozların bir dânesine zerre derler. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Ben de giderim. Kalbinde zerre mikdârı îmânı olanı çıkarırım. Yine gelirim, secdeye varıp, niyâz ederim. Bana denilir, git, her kimin kalbinde, pek cüz’î, pek cüz’î, pek cüz’î hardal dânesi mikdârı îmânı olursa, nârdan çıkar. Pek cüz’înin tekrârı mübâlaga içindir. Sonra varırım, nârdan çıkarırım. Sonra dönerim. Dördüncü kerre ben derim ki: Yâ Rabbî, Lâ ilâhe illallah, diyen kimselere sefâ’at etmem için bana izn ver!) Selmâsî “rahimehullah” demisdir ki, ben ricâ ederim, bunlardan murâd o kimselerdir ki, ömrlerinde bir amel islememislerdir ki, onunla rahmete kavussun ve nârdan [Cehennemden] kurtulmaga müstehak olsun. Dünyâda bu kelime-i tayyibeyi demisdir. Sonra bu kimsenin sefâ’ate ihtiyâcı da çokdur. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurur: Onları nârdan çıkarmak senin üzerine degil, velâkin, izzetim ve celâlim ve kibriyâm hakkı için, elbette o kimseyi, Lâ ilâhe illallah, dedigi için ben çıkarırım. Halhâlî “rahimehullah” buyurmuslar ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin (Leyse zâlike) kavl-i serîfinin iki ma’nâsı olabilir. Birisi; Lâ ilâhe illallah diyen kimseyi, nârdan çıkarmak için sana sefâ’at etmege izn verilmis ise de, bu is sana bırakılmamısdır. Ikinci ma’nâsı odur ki, onlar hakkında sana sefâ’at izni yokdur. Ancak ben onları fadl ve keremimle afv ederim. Bu ma’nâya göre; hayrlı amel islemiyen kimsenin nârdan [Cehennemden] çıkarılması sefâ’at ile mümkin olmayıp, onun isi Allahü teâlânın lutf ve keremine kalmısdır. 16– Yine (Mesâbîh)de, Seyyid-il Mürselîn “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin fazîletleri bâbında, sahîh hadîs-i serîf olarak rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Allahü teâlâ hazretleri arzı [yeryüzünü] benim için cem’ etdi [küçültdü]. Ben yeryüzünün [arzın] dogusunu batısını gördüm. Muhakkak benim ümmetimin mülkü arzdan [yeryüzünden] bana gösterilen yere kadar yayıla- – 578 – cakdır. Bana kırmızı ve beyâz olmak üzere iki hazîne verildi.) Türpüstî “rahimehullah” demisdir ki, bundan kasd edilen altın ile gümüsdür. Onun için ki, Kisrâ [Îrân] milletinin ve memleketinin nakd parasının çogu altın, Kayser [Bizans] milletinin ve memleketinin nakd parasının çogu da gümüsdür. (Ben Rabbimden, ümmetimi umûmî kıtlık ile helâk etmemesini, eger islâm beldesinde kıtlık vâki’ olursa, az bir yerde olsun; istedim. Ve ırzlarına dokunmamaları için, nefslerinden baska düsman musallat etmemesini, istedim. Rabbim bana buyurdu: Yâ Muhammed! Muhakkak ben bir hükm etsem, elbette o red olunmaz. Ben sana, va’d verdim, ümmetin için ki, onları umûmî kıtlık ile helâk etmem. Onlar üzerine nefslerinden gayri, nefslerine dokunmasınlar diye düsman musallat etmem. Onlar birbiri arasında muhârebe ederlerse, onların düsmanları, onların kendileridir. Ba’zısı ba’zısını helâk eder. Ba’zısı ba’zısını esîr eder.) Tayyibî “rahimehullah” demisdir ki; bu ümmetin ayb kirleri ve günâh pislikleri, yine bu ümmetin elleri ile temizlenir. Ba’zısı ba’zısını temizler. Zîrâ mü’minlerin ba’zıları ba’zılarının evliyâsıdır [yardımcısıdır]. Eger mü’min mü’mine bir seyde yardımcı olsa, o sûretle yardımcıdır. Eger mü’min mü’mine eziyyet etse, o sûretle yardımcıdır. Zîrâ o sey mü’mine erisdikde, ya’nî mü’min eziyyet gördükde, günâhlarına keffâretdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bunun için, ümmeti arasındaki anlasmazlıklarda düâ için men’ olundular. 17– Yine (Mesâbîh) kitâbının sahîh hadîslerinde, yukarıdaki hadîs-i serîfin akabinde, Sa’d “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden nakl edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri Medîne-i münevverede Benû Mu’âviye mescidine tesrîf buyurdular. O mescidde iki rek’at nemâz kıldı. Biz de berâber kıldık. Uzun bir düâ etdi. Sonra döndü ve buyurdu ki: (Rabbimden üç sey istedim. Ikisini bana verdi. Birisinden beni men’ etdi. Ümmetimi umûmî kıtlık ile helâk etmemesini istedim. Suda bogulmakla helâk etmemesini istedim. Bunları bana verdi.) (Mefâtih) sâhibi “rahimehullah” beyân etmis ki, suda bogulmakdan murâd, umûmî bogulmadır. Ya’nî Rabbimden, ümmetimin hepsini suda, fir’avnın kavmini denizde, Nûh aleyhisselâmın kavmini tûfanda bogması gibi, bogmamasını is- – 579 – tedim; demekdir. (Ümmetimin arasında harblerin olmamasını istedim. Beni men’ etdi) buyurdu. 18– Yine (Mesâbîh) kitâbında aynı bâbda hasen hadîs olarak bildiriliyor. Habbâb bin Eret “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri nemâz kıldı ve nemâzı uzatdı. [Ya’nî uzun okuyarak kıldı.] Dediler; yâ Resûlallah! Bir nemâz kıldın ki, böyle uzun nemâz kılmamıs idin. Buyurdular ki: (Evet, bu nemâz ragbet ve heybet nemâzıdır!) (Mefâtih) kitâbının sâhibi beyân etmisdir: Bir nemâzdır ki, onda Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine ragbet vardır. Ya’nî Allahü teâlâ hazretlerinden korku vardır. Ya’nî hudû’ ve husû’ vardır. Bu ümmete sunu ögretmekdedir ki, onlara bir yaramazlık [musîbet] ulassa, Allahü teâlâ hazretlerinden korkarak ve ona sıgınarak, nemâz kılsınlar. Böylece, o zarar, Allahü teâlâ hazretlerinin fadlı ve rahmeti ile ondan gitsin. Lutf ve keremiyle maksadları hâsıl olur. (Ben Allahü teâlâ hazretlerinden, ümmetim için üç sey istedim. Ikisini bana verdi. [Kendilerine] kendi nefslerinden baska düsman musallat etmemesini, umûmî kıtlık ile helâk etmemesini istedim; bana verdi. Ba’zısının ba’zısına zarar vermemesini ve katl etmemesini istedim. Bunu benden men’ etdi.) 19– Yine (Mesâbîh)de hasen olarak nakl olunan hadîs-i serîfin akabinde, Ebû Mâlik-el Es’arî “radıyallahü anh” hazretlerinden nakl edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular: (Muhakkak Allahü teâlâ azze ve celle sizi üç hasletden afv etdi.) (Mefâtih) sâhibi “rahimehullahü teâlâ” demisdir ki, (Hadîs-i serîfde geçen hılâl kelimesi, haslet ma’nâsına gelen, “Halk” kelimesinin çoguludur. Ya’nî Allahü teâlâ azze ve celle, ikrâm ederek, sizi üç zarardan korudu. Peygamberiniz sizin üzerinize beddüâ etmez. Yoksa, cümleniz helâk olursunuz. Ehl-i bâtıl ehl-i Hak üzerine gâlib olmaz. Türpüstî “rahimehullah” demisdir ki, buradan ehl-i hakkın temâmen ortadan silinmiyecegi, hiç olmazsa bir cemâ’atin dâimâ bulunacagı anlasılır. Çünki, Allahü teâlâ, Resûlüne bu dîni kıyâmete kadar koruyacagına söz vermisdir [kefîl olmusdur]. Üçüncüsü, dalâlet üzerine birlesmenizden korudu.) 20– Yine o hadîs-i serîfin akabinde, Avf bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah – 580 – “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, bu ümmet üzerine, biri kendilerinden, biri de düsmanlarından olmak üzere iki kılıcı cem’ etmez!) (Mefâtih) sâhibi demisdir: Ya’nî hem müslimânlar ve hem de kâfirler ile bu ümmet aynı ânda muhârebe etmez. Müslimânlar, yâ kendi aralarında veyâ kâfirler ile harb eder. 21– Yine (Mesâbîh) kitâbında, o bâbın haseninde, Amr bin Kays “radıyallahü anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Biz dünyâya gelmekde âhirleriz [sondayız]. Kıyâmet gününde, Cennete girmekde ve sâir fazîletlerde sâbıklarız [öndeyiz]. Söyliyecegim sözler ile ögünmüyorum. Ibrâhîm Halîlullah, Mûsâ Kelîmullahdır ve ben Habîbullahım. Kıyâmet günü livâ-i hamd benim elimdedir. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri bana va’d etdi ümmetimin sânında ve onları üç seyden halâs etdi. Umûmî kıtlıkdan, düsmanın temâmen helâk etmesinden, dalâlet üzerine birlesmelerinden korudu.) 22– Yine (Mesâbîh)de o bâbın haseninde, Ka’b-ül Ahbâr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Tevrâtdan hikâye eder. Buyurdu ki, Tevrâtda yazılmıs bulduk: Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, Allahü teâlânın Resûlüdür. Benim seçilmis kulumdur. Cefâ edici, hakkı kötüleyici degildir. Kaba degildir. Kelbiden menkûldür: Sözde ve kalb fi’linde kaba degildir. Sokaklarda bagırıcı degildir. Kötülüge kötülükle karsılık verici degildir. Fekat afv edicidir. Merhametlidir. Dogum yeri Mekkedir. Hicret yeri Tayyibe [Medîne]dir. Mülkü Sâmdır. Halhâlî “rahimehullahü teâlâ” demisdir ki, mülkden murâd nübüvvet ve dindir. Ya’nî dîni bütün beldelere yayılır. Sâm ehli Resûlullaha önce tâbi’ olmakda ve kâfirlere gâlib olmakda öncedir. Kâfirler onun üzerine gâlib olmakdan emîn olmadı. Ümmeti çok hamd edicidirler. Allahü teâlâ hazretlerine gizli âsikâr her yerde hamd ederler. Yüksek yerlerde tekbîr getirirler. Allahü teâlâ hazretlerinin azamet ve kudretinde hayretde kalırlar. Semse [günese] râidirler. [Râi: koruyan, çoban demekdir.] (Mefâtih) kitâbının sâhibi demisdir ki; ru’ât, râinin cemi’dir. Günesi gözetliyenlerden murâd, o kimselerdir ki, nemâz vaktlerini hıfz ederler. Semsin [günesin] dogusu ile ve batısı ve seyrine [hareketine] – 581 – bakarak, nemâz vaktini bilirler. Nemâzları vaktinde kılarlar. Bedenlerinde; diz ile topuk arasındaki kısma kadar izâr baglarlar. Bedenlerinin etrâfını, yüzlerini ve kulaklarını, baslarını ve ayaklarını yıkayarak abdest alırlar. Müezzinleri, yüksek yerlerde ezân okur. Muhârebedeki safları ile nemâzdaki safları aynıdır. Tayyibî “rahimehullah” demisdir: Tesbîh olundu. Cemâ’at ile nemâzda olan saflar, nefs-i emmâre ile ve seytân ile mücâhede sebebi ile oldugundan, din düsmanları ile muhârebe ve mücâhede saflarına benzer seklinde ta’bîr buyurdular. Bu açıklamadan ötürü bunlardan her benziyen ve benzetilen olabilir. Belki salât safının zikrini sona almakla, benzetilen yapılması tercîh edilmisdir. Çünki, nemâz safındaki cihâd, (Cihâd-ı ekber) dir. Onların sesi, Tesbîh ve tehlîl, kırâet-i Kur’ân-ı azîm ve zikr okumakla bal arısının sesi gibidir. 23– Sûre-i Enbiyânın sonunda [105.ci âyet-i kerîmesinde meâlen], (Biz Tevrâtdan sonra, Dâvüdün Zebûrunda yazdık ki, arz-ı Cennete benim sâlih kullarım vâris olur!) buyurulmakdadır. Bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde Muhyissünne Imâm-ı Begavî “rahimehullah” hazretleri (Me’âlimüt-tenzîl) kitâbında buyurmusdur: Sa’îd bin Cübeyr “radıyallahü teâlâ anh” ve Mücâhid “rahimehullah” buyurmuslar ki, Zebûr, gökden indirilen kitâblardandır. Zikr, ümm-ül kitâbdır; Allahü teâlâ hazretlerinin katındadır. (Bundan sonra onun zikri levh-i mahfûzda yazıldı) demekdir. Sübhesiz ki, yeryüzü sâlih kullara mîrâs bırakılır. Mücâhid dedi ki, ümmet-i Muhammed vârisdirler. Delîli, Allahü teâlâ kavl-i serîfinde [Zümer sûresi 74.cü âyetinde meâlen], (Allahü teâlâya hamd olsun ki, bize va’dini yerine getirdi. Bizi arza [Cennete] vâris kıldı!) buyurmusdur. Ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” buyurdu: Murâd odur ki, kâfirlerin hâkim oldukları toprakları müslimânlar alır. Bu, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin dîninin izhârı ile ve müslimânların i’zâzı ile bildirilmis olur. Denildi ki, arzdan, arz-ı Mukaddeseyi irâde [kasd] etdi. “Muhakkak ki, bu Kur’ânda (Belâg) vardır. Buradaki (Belâg) maksûda kavusmak demekdir. Ya’nî her kim ki, Kur’ân-ı azîme ittibâ’ eder ve onunla amel eder, umdugu sevâba [karsılıga] kavusur. Denildi ki, belâgan, ya’nî kifâye vardır ve denilir ki, bu seyde belâg ve belîge vardır, deriz. Ya’nî kifâye vardır. Kur’ân-ı azîm ise Cennet azıgıdır. – 582 – Misâfirin belâgı gibi. Ibâdet edenlerden maksad ise, o mü’minler ki, Allahü teâlâya ibâdet edenlerdir. Ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ”, (âlimler) olarak açıkladı. Ka’b-ül ahbâr ise, ümmet-i Muhammedin, bes vakt nemâz kılanları ve oruc tutanlarıdır, diye açıkladı. 24– Bir fârisî risâleden terceme olunmusdur: Hazret-i Süleymân “alâ nebiyyinâ aleyhissalâtü vesselâm” bir gün, deniz kenârında oturmuslar idi. Bir karıncanın geldigini gördü. Agzında bir yesil yaprak tutardı. Deniz kenârına ulasdı. Sudan bir kurbaga çıkdı. O yapragı karıncadan alıp, denize döndü. Karınca geri döndü. Karıncadan sordular ki, bunun hikmeti nedir. Karınca cevâb verdi ki, bu deryânın ortasında, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri bir tas halk etmisdir. O tasın arasında [içinde] bir kurdcagız [böcek] halk etmisdir. Beni onun rızkına sebeb etmisdir. Ben her gün o nesneyi, ona yetecek kadar rızkı getiririm. Deniz kenârına ulasdırırım. Allahü teâlâ hazretlerinin, kurbaga sûretinde yaratdıgı bir melegi o rızkı benden alır, o kurdcagıza [böcege] verir. O böcek, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin kudreti ile, fasîh dil ile söyler ki; Sübhânallah ki, beni halk etdi, deniz ortasında ve tas arasında bana mekân verdi. Benim rızkımı unutmadı. Ilâhî, ümmet-i Muhammedi ümîdsiz etme! 25– (Mesâbîh)de, Kitâb ve sünnete sıkı sarılmak bâbının hasen hadîsler kısmında, Bilâl bin Hâris-el Müzenî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Bir kimse, benim terk edilmis veyâ unutulmus sünnetlerimden bir sünnetimi, meselâ cemâ’at ile nemâz kılmak gibi, bayram nemâzı gibi, Kur’ân-ı azîm-üs-sânı kırâ’et etmek gibi ve ilm tahsîli gibi, ihyâ etse, kendi amel etmekle, yâ ondan yana tergîb ile muhakkak o kimseye, onunla amel edenlerin ecri kadar onların ecrlerinden bir sey noksan olmaksızın, ecr verilir. Bir kimse, bid’at, dalâlet ihdâs etse [çıkarsa] ki, Allahü tebâreke ve teâlâ ve Resûlü ona râzı olmaz.) Bid’at iki nev’dir. Biri hasenedir. Imâmların ihdâs etdikleri âdet-i hasenedir. Meselâ minâre gibi. Birisi seyyiedir. Imâmların inkâr etdikleri bid’atlerdir. Kabr üzerine binâ etmek gibi. Bid’ati ihdâs eden kimsenin üzerine, onunla amel edenlerin günâhları da yüklenir ve onların günâhından bir seyi eksilmez. – 583 – [(Fâideli Bilgiler) kitâbının 164.cü ve 408.ci sahîfelerinde (Bid’at) hakkında ma’lûmât vardır. Lütfen oradan okuyunuz!] 26– Yine o bâbın hasen hadîsler kısmında, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Siz öyle bir zemânda geldiniz ki, Allahü teâlânın emrlerinden onda dokuzunu yapıp, birini yapmazsanız helâk olursunuz! Cehenneme gidersiniz! Bir zemân gelecek ki, o zemânın mü’minleri, emrlerin birini yapabilip, dokuzunu bıraksalar, Cehennemden kurtulurlar! O zemânda îmânı olanlara müjdeler olsun!) Türpüstî “rahimehullahü teâlâ” beyân etmis ki, bu kavli sarf etmek, bütün emrler için câiz degildir. [Ya’nî emr olunanların hepsi için degildir.] Zîrâ muhakkak biz biliriz, dînin aslında bildirildigi gibi öyle emrler vardır ki, mü’minlerden hiçbir ferd onu terk edemez. Onu ihmâl etmek için özr makbûl olmaz. O farzlar kendisini ilgilendirir. Bunlardan mu’âf olamaz. Bu hadîs- i serîf, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker içindir. Ya’nî, muhakkak siz bir zemândasınız ki, sizden biriniz, emr-i ma’rûf ve nehy-i münkerden emr olunanların onda birini terk etse helâk olur. Zîrâ muhakkak din kuvvetlenmis, hak meydâna çıkmısdır. Dînin yardımcıları çokdur. Sizden biriniz ma’zûr olmaz. Gevsekligi özr olmaz. Fekat, fesâd zemânında, fitneler çogaldıgında Hak gizli olur. O zemân böyle degildir. 27– Yine (Mesâbîh) kitâbının ilm bölümünde, hasen hadîslerden biri, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Imâm-ı Begavî buyurmus ki, bize erismisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ azze ve celle hazretleri, bu ümmet için, her yüz senenin basında bir müceddid gönderir. Bu dîni kuvvetlendirir!) Ya’nî ilm azalsa, mübtedi’ler gâlib olsa [bid’at sâhibleri çogalsa], Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri rabbânî ilm sâhibi âlime tevfîk verir ki, insanlara dînî ilmleri ta’lîm eder ve beyân eder. Böylece, sünnet bid’atden ayrılır. Dînin emrlerini hakkı ile yapanlar çogalır. Bu, Allahü teâlâ hazretlerinin bu ümmete bir lutfudur. 28– Yine (Mesâbîh-i serîf) kitâbının, Tahâret bölümünün, sahîh hadîsler kısmında, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” – 584 – hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Benim ümmetim, kıyâmet günü da’vet olunduklarında [çagrıldıklarında], abdestin te’sîri ile, yüzleri, kol ve ayakları, beyâz ve nûrludur. Beyâzlıgını çogaltabilen çogaltsın!) Sârih [Mesâbîhi serh eden] “rahimehullahü teâlâ” beyân etmisdir ki, da’vet olunurlar kavl-i serîfinden murâd, ihtimâldir ki, ismlendirilmis olmakdır. Ya’nî benim ümmetime, ey yüz, kol ve ayakları beyâz olanlar, Cennete dâhil olunuz, denilir. Demek olur ki, benim ümmetim, yüz, kol ve ayakları beyâz oldukları hâlde, Cennetden yana çagrılırlar. (Müslim) kitâbını serh eden “rahimehullahü teâlâ” demisdir ki, ba’zıları bu hadîs-i serîf ile bunun üzerine istidlâl etmisdir ki, muhakkak abdest bu ümmetin hasâisindendir. Ba’zıları dediler ki, abdest bu ümmete mahsûs degildir. Abdest uzvlarının beyâz ve nûrlu olması bu ümmete mahsûsdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, abdest aldıkdan sonra buyurmusdur ki: (Bu benim ve benden evvel gelen Peygamberlerin abdestidir!) Bu hadîs-i serîf za’îfdir. Sahîh oldugu takdîrde, Enbiyâ “alâ nebiyyinâ aleyhissalâtü vesselâm” hazretleri, kendileri abdest alıp, ümmetleri abdest almamıs olma ihtimâli vardır, seklinde cevâb verildi. Yine hadîs-i serîfin akabinde, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Mü’minin abdest suyu erisdigi yerine, hilye de erisir!) Ya’nî nûr, abdest alınan uzv üzerine ulasır. Hilye; nûr, beyâzlık demekdir. 29– Yine (Mesâbîh-i serîf)de Savm [oruc] bölümünün, sahîh hadîsler kısmında, nakl olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Bizim orucumuz ile ehl-i kitâbın orucu arasındaki fark, sahûr yemegidir!) (Müslim) kitâbını serh eden “rahimehullah” beyân etmisdir ki, bizim savmımız ile ehl-i kitâbın savmının arasındaki fark sahûr yemegidir. Zîrâ onlar sahûra kalkmazlar ve bizde sahûr müstehâbdır. (Ekletül seharî), sahûr yimege derler. (Gudve) ve (asve), yinilen sey çok da olsa sabâh ve aksam yemegidir. Hemzenin ötüresi ile ükleten okunursa, bir lokma anlamına gelir. (Ekle) kelimesinin basındaki hemze fethalıdır. Ya’nî (Ekleten) diye okunur. Bir kerre yemek demekdir. Kâdî “rahimehullah” bu – 585 – hadîs-i serîfdeki (ekleten] kelimesini; (ükleten) diye okumus, böyle oldugunu söylemisdir. Dogru olanı fetha ile (ekleten) seklinde okunmasıdır. Zîrâ, burada maksad odur. (Mefâtih) sâhibi “rahimehullah” beyân etmis ki, yimek, içmek ve cimâ’, benî Isrâîl üzerine, orucları gecelerinde uyudukdan sonra harâm idi; onlara câiz degildi. Onlara aksam uyuyuncaya kadar câiz idi. Islâmiyyetin baslangıcında da böyle idi. Sonra Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri fecre kadar yimek, içmek ve cimâ’a izn verdi. 30– Yine (Mesâbîh)in Kur’ân-ı kerîmin fazîletleri bölümünün hasen hadîsler kısmında rivâyet edilmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, arzı ve semâvatı yaratmazdan bin sene evvel, Tâhâ ve Yasîn sûrelerini meleklere okudu. Ya’nî ma’nâlarını ilhâm etdi. Ne vakt ki melekler Kur’ân-ı azîm-üssânı isitdiler, dediler, ne güzel bir hayâtdır ki, Tûbâ agacı o ümmet için olsun ki, bu Kur’ân-ı azîm onların üzerine nâzil olur; bu Kur’ân-ı hakîmi yüklenen kalblere ve okuyan dillere müjdeler olsun!) 31– (Mesâbîh)de aynı faslın hasen hadîsler kısmında, Ubeyy bin Ka’b “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Ben ümmî bir ümmet üzerine gönderildim!) (Mefâtih) kitâbının sâhibi beyân etmis [açıklamısdır]ki, ümmî lügatde mensûbdur. Arablarda okuma ve yazma bilmiyendir. Her kim ki, okumak ve yazmak bilmez, o kimselere denir. Ya’nî anadan dogdugu hâl üzere kalmısdır. Onlardan ba’zısı kadın, ba’zısı ihtiyâr erkek, ba’zısı çocukdur, ya’nî küçükdür. Ba’zı kisiler aslâ okumamısdır. (Mefâtih) kitâbının sahîbi demisdir. Eger bir kırâet üzere okusam, ümmet okumaga kâdir olmazlar. Zîrâ insanlardan birkaç kimsenin dili bir tarafa mâildir. Anlatmaga kâdir olmaz. O kimsenin dili idgâma mâildir. O kimse ki, dili, izhâra mâildir. Bunların gayri gibi. Cebrâîl aleyhisselâm buyurdu: Yâ Muhammed! Muhakkak Kur’ân-ı kerîm yedi harf üzerine nâzil oldu. Bir rivâyetde buyurdu, bu harflerden herbiri sifâ vericidir. Ya’nî bunlardan her biri kırâet eden kârîlerin sadr [gögüs]larına, illetlerine, hastalık- – 586 – larına sifâ verir. Murâdları hâsıl olur. [Hadîs-i serîfde buyuruldu: (Önce inen kitâblar, bir harf, ya’nî kelime idi ve birseyi bildirirlerdi. Kur’ân-ı kerîm yedi harf üzerine nâzil oldu. Yedi sey bildirmekdedir. Zecr (yasak), Emr, Halâl, Harâm, Muhkem (açık bildirilenler), mütesâbîh (açıkca anlasılamıyan) ve misâller. Bunlardan, halâli halâl biliniz! Harâmı harâm biliniz! Emr edilenleri yapınız! Yasak edilenlerden sakınınız! Misâl ve hikâye olanlardan ibret alınız! Muhkem olanlara uyunuz. Mütesâbîh olanlara inanınız. Bunlara inandık. Hepsini Rabbimiz bildirmisdir, deyiniz!) (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbı 184.cü sahîfeye bakınız!] (Mefâtih) kitâbının sâhibi bu vechle beyân etmisdir. Ba’zı sârihler demislerdir ki, (Kâfiye kelimesi, ecrde) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin sıdkına hüccet olmakda mu’cize oldugu içindir. 32– Yine (Mesâbîh)de, De’avât [düâlar] bölümünün, sahîh hadîsler sonunda, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Her nebî için bir da’vet-i müstecâbe vardır. [Her Peygamberin bir düâsı kabûl olundu.] Her Peygamber düâsının kabûl olunması için acele etdi. Peygamberler “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm”, Allahü tebâreke ve teâlâya, ümmetleri üzerine denizde bogulmaları, suda gark olmaları, zelzele, sayha, tas atılması, kötü sekle girmek ve yere batması gibi; felâketleri için düâ etdiler. Ben düâmı; ümmetim üzerine sefâ’at etmek için sakladım. Allahü teâlâya sirk kosmadan ölmüs olan kimseye, benim sefâ’atimi Allahü teâlâ kabûl eder.) (Müslim) hadîs kitâbını serh eden demisdir ki, insâallah buyurdukları, temennî ve teberrük içindir. Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin su emr-i serîfine imtisâlen buyurdu: (Yârın ben su isi yaparım demeyin, insâallah yaparım deyin.) [Kehf sûresi 23.cü âyet-i kerîme meâlî.] Ba’zı sârihler buyurmuslar ki, bu hadîs-i serîfde, mü’minlerin âsîlerinin Cehennemde sonsuz kalmıyacaklarına delîl vardır. Zîrâ, sefâ’at hastalıga ilâc gibidir. Ilâc, rûh sâhibi olan diri kimseye sifâ verir. Îmân rûh gibidir. Günâh hastalık gibidir. Sirk, Allahü teâlâ muhâfaza etsin, rûhsuz meyyit gibidir. Mâdem rûh vardır. Ilâc fâide verir. Rûh çık- – 587 – dıkdan sonra ilâc da fâidesiz kalır. 33– Yine (Mesâbîh)de; Tesbîh, tahmîd, tehlîlin sevâbı bâbında bildirilen hasen hadîs-i serîflerde; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Mi’râc gecesi, Ibrâhîm aleyhisselâm ile karsılasdım. Bana dedi, yâ Muhammed! Benden, ümmetine selâm söyle! Onlara haber ver ki, muhakkak Cennetin topragı tayyibdir. Suyu tatlıdır. Zemîni düz ve agaçsız oldugundan, oraya dikilen fidanın, Sübhânallahi velhamdülillâhi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber oldugunu haber ver.) Türpüstî “rahimehullahü teâlâ” demis ki, fidan tayyib (temiz) toprakda yetisir. Tatlı su ile gelisir. Ekinin iyisi düz ve agaçsız arazîde olur. Bu kelimeleri söyliyen Cennete vârîs olur, buyurulmusdur. Cennetde agaç dikmek için ugrasmak bosa gitmez. Zîrâ oradaki ekinin telef olması, çabuk çürümesi yokdur. 34– Yine (Mesâbîh)de, Hesâb, kısâs ve Mîzân bâbında, hasen hadîs olarak bildiriliyor. Ebû Emâme “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden isitdim. Buyurdular ki: (Rabbim bana ümmetimden yetmis bin kimseyi, hesâb ve azâb olunmadan Cennete dâhil etmegi va’d etdi. Bunlardan her bin ile yetmis bin kisi dahî ve Rabbimin avuçları ile üç avuç mikdârı kimseler Cennete girer!) (Müslim) kitâbını serh eden demisdir ki, (avuç, avuç) kavl-i serîfinden murâd, ümmetin Cennete çok gireceginden, mübâlagadır. Yoksa avuç ve ölçü Allahü teâlâ için yokdur. Allahü teâlâ mahlûklara âid seylerden münezzehdir, uzakdır. Buradaki mübâlagadan maksad, hadsiz ve hudûdsuzdur. Bu ümmetden hesâb ve azâb görmeden Cennete girenlerin çok oldugu bildirilmekdedir. Fekat bu, Allahü teâlânın rahmet deryâsının genisligine nisbeten bir avuç bugday menzilesindedir. 35– Yine (Mesâbîh)de, o hadîs-i serîf yazıldıkdan sonra, bir hadîs-i serîf rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki: (Muhakkak ki, Allahü teâlâ kıyâmet günü insanlar arasından ümmetimden birini seçer. Onun için, herbirinin uzunlugu gözün görebildigi yere kadar olan doksan dokuz amel defteri nesr eder [ortaya çıkarır, açar].) (Eserîden nakl edilmisdir ki, bu her amel defterinin genisligi ve uzunlugu, insanın gözünün görebildigi yere kadardır.) Sonra, – 588 – Allahü teâlâ o kimseye, ([bu amel defterinde] yazılı olanlardan bir seyi inkâr edebilir misin. Sana benim Hafazâ meleklerim zulm etdiler mi, diye sorar. O kimse der ki; hâyır yâ Rabbî! Sonra Allahü teâlâ hazretleri buyurur ki; senin için bir özr var mıdır. O kul; hâyır yâ Rabbî, der. Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurur ki; Evet muhakkak ki, bizim indimizde senin için bir hasene vardır. Bugün aslâ sana zulm edilmez. Sonra Allahü teâlâ, üzerinde “Eshedü en lâ ilâhe illallah ve eshedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh” yazılı olan bir kâgıd çıkarır. O kimseye; terâzîni hâzırla buyurur. O kul, yâ Rabbî, bu amel defterlerinin yanında bu kâgıdın agırlıgı ne olur ki, der. Allahü teâlâ buyurur ki, bugün sana aslâ zulm olunmaz.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri sözlerine devâmla buyurdular ki; (Sonra amel defterleri bir kefeye, o kâgıd bir kefeye konur. Amel defteri hafîf, o kâgıd agır gelir.) Allahü teâlânın tevhîdini bildiren kelime-i tevhîd karsısında ma’siyyetden hiçbir sey agır gelemez. Bilâkis kelime-i tevhîd bütün ma’siyyetler karsısında agır gelir. 36– Yine (Mesâbîh) kitâbının Kur’ân-ı kerîmin fazîletleri bölümünün hasen hadîsler faslının evvelinde, Ebû Sa’îd-il Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinden rivâyet edilmisdir. Buyurdu ki; ben muhâcirlerin fakîrlerinden bir cemâ’at ile oturuyordum. Ba’zılarının üzerini elbiseleri örtmedigi için, birbirlerini siper ederler idi. Bir kâri’ yanımızda Kur’ân-ı kerîm okuyordu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” o sırada gelip, yanımızda durdu. O kâri’ sükût etdi [susdu]. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” selâm verdi. Sonra buyurdu: (Siz ne islersiniz [ne yapıyorsunuz]). Biz dedik ki, (Kitâbullahı dinliyorduk.) Buyurdu ki: (Allahü teâlâya hamd olsun ki, ümmetimden berâber bulunmaga emr olundugum kimseler kıldı.) (Mefâtih) kitâbının sâhibi beyân etmisdir. Allahü teâlâya hamd olsun ki, ümmetimden sâlihler, fakîrler ve kendine yakın kıldıgı bir zümre yaratdı. Onları kendine çok yakın kılması sebebiyle bana onlarla birlikde bulunmaya sabr etmemi emr etdi. [Kehf sûresi 28.ci âyetinde meâlen] (Sabâh aksam Rablerinin rızâsını dileyerek, Ona yalvaranlarla berâber sen de sabr et. Dünyâ hayâtının güzelliklerini isteyerek, gözlerini o kimselerden ayırma. Bizi anmakdan gâfil kıldıgımız ve isinde asırı gide- – 589 – rek hevesine uyan kimseye uyma) buyurdu. Bu âyet-i kerîmedeki sabr, habs (hâkim olmak) demekdir. “Sabâh aksam Rablerinin rızâsını dilerler” buyurulmasını müfessîrler, Onlar Kur’ân-ı kerîmi ve ahkâm-ı islâmiyyeyi sabâh ve aksam senden ögrenirler demekdir, diye tefsîr etmislerdir. Âyet-i kerîmede “Onun vechini isterler” buyurulmasını ise, (Onlar Allahü teâlânın rızâsını taleb ederler) diye tefsîr etmislerdir. “Gözlerini onlardan çevirme” buyurulmasını da, gözlerini, bakıslarını onlardan çevirip, zenginler tarafına bakma, diye tefsîr etmislerdir. BÜYÜK ÂLIMLER (Silsile-i aliyye)[1] Nebî, Sıddîk ve Selmân, Kâsım, Ca’fer, Bistâmî, irfân kaynagı oldu, Ebül-Hasen Harkânî. Ebû Alî Fârmedî geldi sonra bu meydâna, çok Velî yetisdirdi, hem Yûsüf-i Hemedânî. Abdülhâlık Goncdüvânî, ma’rifetler semâsında, dünyâyı aydınlatdı, hem Ârif-i Rîvegerî. Mâverâ-ün-nehr ili, Tûr-i Sînâ gibi oldu, nûrlandıranlardan biri, Mahmûd-i Incirfagnevî. Alî Râmîtenîdir Azîzân ve pîr-i Nessâc, çok kerâmet gösterdi, Muhammed Bâbâ Semmâsî. Seyyid Emîr Gilâl de, ilm deryâsında sadef, andan meydâna geldi, Behâüddîn-i Buhârî. Alâ’üddîn-i Attâr, zemânının kutbu idi, Ya’kûb-ı Çerhîde oldu zâhir, envâr-ı rahmânî. Ubeydüllah-i Ahrâr ve kâdî Muhammed Zâhid, Dervîs Muhammed geldi ve Hâcegî Muhammed Emkenegî. Bâkî billahdan gelen, nûrlara kendi de katıp, binlerce kalb temizledi, imâm-ı Ahmed Rabbânî. Urvet-ül-vüskâ Ma’sûm ve Seyfeddînle seyyid Nûr, ve Mazherle Abdüllah, sonra Hâlid-i Bagdâdî. Feyz verdiler bunlar da, sonra bu nûru Abdüllah, Anadoluya yaydı, hem de Tâhâ-yı Hakkârî. – 590 – [1] 1- Bu si’rin bir sûreti (Se’âdet-i Ebediyye) kitâbının 969.cu sahîfesinde mevcûddur. 2- Her ism hakkında genis bilgi, (Se’âdet-i Ebediyye) sahîfe 1059 da baslıyan yazıda mevcûddur. Hem seyyid-i Sâlih de, kardesin yerini tutup, fenâ-fillâha kavusdu Sıbgatullâh-i Hîzânî. Bu üç Velînin sohbetlerinde yükselip, mürsid-i kâmil oldu, seyyid Fehîm-i Arvâsî. Bu otuzdört Velînin kalbleri, bir ayna gibi, yaydılar hep cihâna, envâr-ı Resûlillâhi. Bütün bu nûrlar en son, toplandı bir hazînede, ismi bu hazînenin: Abdülhakîm-i Arvâsî. Gelince kalblere müceddid-i elfin feyzi, yetisdi her yerde birer hakîkî Velî. Bu hâli görünce mason ile yehûdî, müslimânlara saldırdı, canavar gibi. Bu hücûmları, islâmı yok etmek içindi, bunu haber veriyor, Mâide sûresi. Hem bu sûre, islâma müsrikler saldıracak diyor, masonların müsrik olduklarını haber veriyor. Meshûr yalanları ile aldatıp câhilleri, Ehl-i sünnetden ayırdılar, binlerce müslimânı. Hücûmlardan korunur, (Âyet-el kürsî) okuyan, hıfz-ı ilâhîde olur, (istigfâr düâsı) okuyan.[1] Resûlullah buyurdu ki, (Âhıretde azâb görmez, dünyâ islerinde, bana tâbi’ olan). Se’âdete kavusamaz, önderi seytân olan! dostlar, ahbâblar kaldı mı, ne oldu anan baban? Bir hocamız, mason olmus, dîne çatdı hiç durmadan, ingiliz diploması var, lâkin, kafası bombos nâdân. Güler yüzle, tatlı dille, bol numara vermekle, arkadaslarımı aldatdı, yalan sözlerle hemân. Îmânım var diyor, her bozuk inanan, Ehl-i sünnetdedir, iyi bil, hakîkî îmân! Çok sükr islâm âlimi gördüm, sözleri ilm ve irfân, dedi ki, (aldatılamaz, fen dersleri okuyan!) Dînimi ondan ögrendim, rûhu olsun sâdümân! Avrupa, hem Amerika, kısacası bütün cihân. – 591 – [1] Istigfâr düâsı, (Estagfirullahel’azîm, ellezî lâ ilâhe illâ huv elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh)dir. Istigfâr, (Estagfirullah)dır. Ma’nâsı, (Beni afv et Allahım)dır. Urvet-ül vüskâ Ma’sûm-ı Müceddidî, bes vakt nemâzdan sonra, üç kerre istigfâr düâsı ve 67 kerre istigfâr okurdu ve yüzkırkbin talebesine okumasını emr ederdi. Dinleri bozuk ise de, diyorlar vardır Nîrân! kâfirler yanacak, kurtulur ancak iyi insan! Iyi insan olmak için, Muhammed aleyhisselâma inan, Cehenneme girmeyecek, bu son Peygambere uyan. Târîhi dikkat ile oku, ey körpecik Nev-civân! mala, makâma aldananın sonu olmus âh, figân. Aman yâ Rabbî, el-aman! Garîb oldu âhır zemân! Islâmiyyet unutuldu, moda oldu harâm, yalan! Pârisde, Profesör olunca, Resûlullaha çatan, Hamîdullah kurtulamaz, ebedî azâbdan. (Fâideli Bilgiler) kitâbı, sözlerini yazıyor, Çok alçak oldugunu anlar, bunları okuyan. Seyyid Kutb denilen bir ahmak da, kendini müctehid zan ediyor, Mahv olur, dogru sanarak, sözlerine aldanan. Ömür geçer, hersey biter, kâfirlerin gidecegi mekân. karanlık bir çukurdur, arkadas olur yılan, çiyan, Hak teâlâ, bu vatanı pek kıymetlendirdi, topragının çok yerine mü’minler secde etdi. Bu topraklardan gelen, ecdâdımızın seslerini duyan, anlar ki, Cennete kavusur, Muhammed aleyhisselâma uyan. Yâ Rabbî! Bu vatanı koruyan kumandanlara yardım et, bu millete hizmet etmegi, herbirine nasîb et. Mü’minlere hizmet, çok büyük ni’metdir, bu ni’mete kavusanın gidecegi yer Cennetdir. Müslimânın kabri, Cennet bagçesi olur, bu ni’mete kavusamaz, mü’minin kalbini kıran. Vandan gelen bir Velî Istanbulda, senelerce, bunları hep söyledi, yerlesdi hakîkî îmân. Ankaranın topragı, binüçyüzaltmısikide, cem’i zıddeyn yaparak, sâd oldu Hâcı Bayram. Düâ edecegin zemân, Silsileyi oku hemân! Sâlihleri söyleyince, yagar rahmet-i Rahmân! Selâm olsun, düâ olsun, bu yazardan dâimâ, Silsile-i aliyyenin ervâhına yâ Sübhân! Sonra, bir Fâtiha ile istigfâr düâsı okuyup, sevâbını Muhammed aleyhisselâmın mubârek rûhuna ve Enbiyânın ve Evliyânın ve Silsile-i aliyyenin ve Âbâ ve Ecdâdının ervâhına hediyye ve nûrlu kalblerine ilticâ etmelidir. 1960 Erzincan. |