Thread Rating:
  • 1 Vote(s) - 2 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Helaller - Haramlar ve Helaller ile haramlar arasındaki şüphelile
#1
Dini-1 
Helaller - Haramlar ve Helaller ile haramlar arasındaki şüpheliler nelerdir?

İSLAMDA HELAL VE HARAMLAR NELERDİR ?

İslam tevhid dinidir..! Zatında ve sıfatlarında Allahu Teala’nın bir ve
tek olduğunu, O’ndan başka hiçbir varlığının ibadete layık bulunmadığını
ilan etmiş, bu birliği dinin temeli kılmıştır. Bu temel inanca aykırı
inançlar küfür, davranışlar ise en azından haram’dır. Haram ve Helal
Mefhumu dinin özü ve şekli, dindarların Allah’a kulluk nizamnamesi ile
yakından ilgilidir. Nizam fikri ile mutlak serbestlik fikri bir arada
düşünülemez. Bir yerde nizam varsa mutlak hürriyeti kayıt altına alan,
sınırlayan kaideler, emir ve yasaklarda var demektir.

İslam, kulun kendini ve Rabbini bilmesi, O’ na kulluk edebilmesi,
böylece ebedi saadete erebilmesi için Allah’ ın lütfettiği son din,
irşad ve nizam olduğuna göre onda helal ve haramı birbirinden ayıran
sınırların bulunması tabiidir. Bir hadis-i şerifte ifade buyrulan
teşbihe göre, haram sınırının ötesi Allah’ ın korusudur; o sınırı aşmak
bir yana, oraya yaklaşmak bile tehlikelidir. Hemen bütün din, hukuk ve
ahlak sistemlerinde yasaklar, çirkin ve yakışıksız telakki edilen
davranışlar vardır. Semavi dinlerin sonuncusu ve en mütekamili olan
İslam da, fert ve cemiyet halinde insanlığın hayrına olmak üzere
getirdiği mükellefiyetler manzumesi içinde yasaklara yer vermiştir.
Yasaklar menfi ( yapılmaması istenen) mükellefiyetlerdir.
Mükellefiyetler ise gökler, düzlükler ve dağların yüklenemediği, insan
denilen “kemale namzet” müstesna varlığın boyuna göre biçilmiş “emanet”
lerdir. Bu “emanet” mükellefiyetler, dıştaki kirleri, pasları silerek
cevheri ortaya çıkaran, kimin neye layık olduğunu meydana koyan imtihan
ve deneme vasıtalarıdır. İnsan ne taş ne hayvandır, ne de melek; o,
büyük kabiliyetler ihtiva eden, eşsiz meyvelerin planını saklayan bir
çekirdektir.

Dünya zemininde, ömür denilen mevsimler içinde, en son ilahi dinin
rahmet ve terbiyesine kendisini teslim ederse ( mükellefiyetlerini
yerine getirirse) melekleri kendine hayran bırakır. Aynı zeminde nefis
ve şeytanın arzularına boyun eğer, onların pembe bardakta sundukları
zehiri gıda zannederse özünü zayi eder, taş – toprak ve gübre arasında
çürüyüp gider. İşte, insanoğlunun ferdi hayatında, haramlara riayetin de
dahi bulunduğu mükellefiyetlerin böylesine önemli bir rolü vardır.

ÖZENLE DİKKAT ETMEMİZ GEREKEN HELAL VE HARAM ESASLARI

Helal, yasak olmayan, serbest sahayı ifade eder; bunun tabanında “yapana
sevap, yapmayana günah olmayan” mubah vardır, sonra sırasıyla müstehap,
vacip, farz gelir. Helal, mübahın sınırında son bulur. Bundan sonra
mekruh ve haram vardır. Bunların ikisinin de yapılmaması Şafii
tarafından istenmiştir. Ancak mekruhta kesinlik yoktur, Haramda ise
kesinlik vardır; Haram ve mekruh işleyen dünyada kınanır, bazı cezalara
müstehak olur, ahrette ise azaba uğrar. Mekruhu haramdan ayıran ölçü
hanifilere göre delilin haramda kat’i ( kesin), mekruhta zanni
olmasıdır. ( İmam Muhammed’e göre) Diğer müctehidlere göre yasaklama
iradesinin mekruhta sert ve kesin olmaması, haram da ise sert ve kesin
olmasıdır. Haram kılınan şey veya fiil, kendisinde bulunan, hiç
ayrılmayan bir zarar, kötülük ve pislik sebebi ile haram kılınmış ise
buna “Li –aynihi haram” denir. Kendi tabiat ve vasfından değil de
kazanma şekli ve yolu gibi dıştan bir sebep ile haram ise “Li-gayrihi
haram” denir. Domuz ve şarap birincisine, çalınmış ekmek, gasp edilmiş
para ikincisine örnektir.

Haram, haramın dereceleri, haram olan her şey ve her davranış kötü,
çirkin ve yasak olmakla beraber kötüden daha kötüye doğru bir sıralanış
da bahis mevzudur.

1. Dürüst ( Adil) Mü’minlerin Sakındığı Haramlar:

Bunlar fıkıh ve fetva kitaplarında haram olduğu kaydedilen şeyler ve
davranışlardır. Bunlardan sakınanlara “Adl” ( cem’i “udul”),
sakınmayanlara “fasık, günahkar, asi” denir. Ve bunlar için kısmen
dünyada, kül halinde ahrette verilecek çeşitli cezalar vardır.

2. Salih kulların sakındığı Şeyler:

Müftüler kaideye ve zahire bakarak ruhsat verdikleri, caiz ve helaldir
dedikleri halde haram ihtimali ve şüphesi bulunduğu için iyi ( Salih)
kulların sakındığı şeyler vardır:

a) Şüphe kuvvetli, haram ihtimali galip ise onu haram kabul etmek gerekir.

b) Helal ihtimali galip ise onu helal saymak gerekir; zayıf bir
ihtimal ve şüphe yüzünden çekinmek insanı ve vesveseye götürür; vurduğu
bir avı “belki bunu birisi yakalamış, sahip olmuştur da sonra onun
elinden kaçmıştır” diye yemeyen kimsenin hali vesvesedir.

c) Kaçınmak, uzak durmak gerekli olmamakla beraber müstehab ve iyi
olan şüpheli durumlar vardır ki Resul-i Ekrem ( s.a.v.)’in “Sana şüpheli
geleni bırak, şüpheli gelmeyeni al…!” ( Buhari, Tirmizi) buyruğu bana
işarettir. Ancak burada kaçınmak müstehab olduğuna göre işlemek ve
kaçınmamak haram değil, tenzihen mekruh olur.

3. Muttakilerin Kaçırdığı Şeyler ve Davranışlar

Bu derecedekilerin uzak durdukları şeyler içinde şüpheli olan ve
hakkında haramdır fetvası bulunanlar vardır; ayrıca takva sahibi kul,
ihtiyata riayet olsun ve nefis haram konusunda gevşekliğe alışmasın diye
bazı şeyleri yiyip içmeyi, bazı davranışlarda bulunmayı terk
etmektedir. Nitekim Hatemü’l-Enbiya ( s.a.v.) şöyle buyurmuştur.
“Mahzurlu olana düşmek korkusu ile mahsursuz olanı da terk etmedikçe
kul, muttakiler derecesine ulaşamaz” ( Tirmizi. K.El Kıyamet,19) Hz.
Ömer’inde “Harama düşmemek için helalin onda dokuzunu bıraktığımız
olurdu” dediği rivayet edilmiştir.

4. Sıddıkların Haramı:

Nihayet ortada hiçbir şüphe, harama düşme korku ve ihtimali bulunmadığı
halde ya elde ediliş yolunda kerahat bulunduğu için, yahut da Allah’a
ibadet ve O’nun rızasını elde etme manası taşımadığı için ter edilen şey
ve davranışlar vardır ki bu derecelerin terk ancak sıddıyklerın
karıdır. Bu derecede bulunan Allah kulları yalnızca haram ve
mekruhlardan değil, nefislerine ait mübah, zevk ve isteklerden de
sıyrılmışlardır; onların her hareket ve duruşları Allah içindir;
yaşamalarının tek mana ve sebebi de O’na kulluk edebilmektir. Yalnız
Allah’a kulluk etmek, şirkin açık ve gizli bütün nevilerinden kurtulmuş
olmak, tasarruflarında nefsin nasibini ortadan kaldırmak has kulluktur.
Ve bu kulluk, rütbe, devlet ve saadetlerin en büyüğüdür.

A) Haram Kılınan Naslar ve Hikmeti:

Kur’ an – ı Kerim’ de haram olan yiyecekler bazı ayetlerde
özetlenerek, bazısında ise teferruata girilerek ifade edilmiştir.
Birinci nevi ayetlerde “Boğazlanmadan ölmüş hayvan, vücuttan akmış kan,
domuz ve Allah’ tan başkası adına kesilmiş hayvanlar” olmak üzere haram
yiyecekler dört adettir. ( El Bakara 2/172-173, El- En, am 6/145)

“Leş, kan, domuz eti, Allah’ tan başkası adına kesilenler – canları
çıkmadan önce kesememişseniz – boğulmuş, bir yerine vurularak
öldürülmüş, düşüp yaralanmış, başka bir hayvan tarafından süsülmüş,
yırtıcı hayvanlar tarafından yenmiş olanlar, dikili taşlar üzerine
boğazlananlar ve fal okları ile kısmet aramanız size haram kılındı;
bunlar fasıklıktır.” ( El-Maide 5/3) mealindeki ayette etleri haram
olan hayvanların on çeşit olduğunu görüyoruz. Ancak bunlardan 5. ile 9.
hayvanlar “boğazlanmadan ölmüş hayvan” mefhumuna dahildir. Dördüncü ve
onuncu ise “Allah’ tan başkası adına kesilen” nevi içinde yer
almaktadır.

Bunların haram kılınmalarının sır ve hikmetine gelince, önce bütün
haramlara şamil bir parantez açmak, sonra mevzuumuza dönmek uygun
olacaktır. Allah ve Rasulü ve dolayısı ile hak dinler bazı yiyecek,
içecek şeyleri, bir kısım iş ve davranışları haram kılmış,
yasaklamışlardır. Bunların bir kısmının hikmetini, haram kılınış
sebeplerini açıklamışlar, bazılarını ise açıklamamışlardır. Açıklanan ve
deneyerek anladığımız yüzlerce haram ve yasağın, fert ve cemiyet
halinde insanların faydasına, iyiliğine olduğunu, ebedi saadetlerini
hedef aldığını görünce insaflı bir düşüncenin şu neticeye varması zaruri
oluyor: “Aklımızın ve bilgimizin kavrayabildiği bunca haramda, bu
ölçüde büyük hikmet faydalı olduğuna göre, aynı kaynaktan gelen diğer
yasaklarında – şimdilik bilgimiz dışında kalan – hikmetleri olacaktır”
İnsanlar yasaklama ve engellemeleri – en azından başlangıçta – zararı
çekmeden önce değil, zararı denedikten ve ayıcı çektikten sonra
olabilmektedir. İnsanın ruh beden sağlığı üzerindeki çalışmalar,
insanlık tarihi kadar eskidir. Mesela bin yıllık amiyane tecrübe ve otuz
yıllık da ilmi araştırma sonunda bir yiyecek veya içeceğin insan
sağlığı için zararlı olduğu anlaşılırsa, bu zarar bu kadar uzun bir
zaman sineye çekilmiş olmaktadır. Daha önce aynı şekilde bilmek imkanı
olsaydı elbette tedbirler de o zaman başlayacak, zarar asgari ye
inecekti. Durum böyle olunca ihtimaliyet hesabı – ilmi ölçülere göre
zararını bilemediğimiz fakat – ciddi bir kaynağın ( Din kaynağı) zararlı
veya haram olduğunu bildirdiği şeylerden çekinmemizi gerektirir. Böyle
bir ihtimali hiçe saymak ve zararını ilmen bilemediğimiz bir şeyi
sakınmadan yemek için insanlığın, bilinebilecek her şeyi bilmiş, meçhulü
kalmamış olması gerekir. Halbuki doğu ve batının ilim adamları,
insanlığın bildiğinin, bilmediği yanında denizden bir damla, güneşten
bir ışıncık kadar olduğunu itiraf etmektedirler.

B) Haram Kılınan Yiyecekler

1. Kendiliğinden Ölmüş Hayvan ( Meyte)

“Meyte” den maksat, insanlar tarafından yenilmek üzere kesilmiş ve
öldürülmüş olmayıp müdahalesiz ölen kara hayvanıdır. Haram kılınış
hikmeti için şunlar kaydedilebilir:

a) Tarih boyunca insanlar bundan tiksinmiş ve bütün semavi din salikleri böyle hayvanları yememişlerdir.

b) Müdahalesiz ölen hayvanlar genellikle şiddetli zayıflık, zehirlenme
ve mikrobik hastalıklar sebebi ile ölürler. Bunların yenmesi tehlikeli
neticeler doğurabilir.

c) İnsanlar bu hayvanları yemeyince yaşayan kuşlar ve hayvanlar gıda bulma imkanına kavuşurlar.

d) Murdar ölen hayvanı yiyemeyeceğini bilen sahibi onun bakım ve tedavisine dikkat eder, kendi haline bırakmaz.

2. Akmış Kan

Hayvan şer’ i usulüne göre boğazlanınca vücuttaki kanın büyük bir kısmı
dışarıya akar, az bir miktar da ince damarlarda kalır. İşte bu dışarıya
akan kanı yemek, içmek haramdır. İnce damarın içinde, dalak, ciğer gibi
uzular da kalan kan ise akmış sayılmadığından, et ve sakatat ile
birlikte yenir.

3. Domuz

Domuz tabiatı icabı pislik, ekşimiş, kokuşmuş nesneler yiyen, pislik
içinde yüzen bir havyadır. Bu sebeple de eti, başta trişin ve tenya
olmak üzere bir çok mikroba yuvalık etmektedir. Bu hayvanı özel bakıma
tabi tutmak ve etini tıbbi kontrolden geçirmek sureti ile muhtemel
zararın önlenebileceği iddiasına karşı iki şey söylenebilir.

a) Bu tedbirler her zaman, her yerde ve her yiyen tarafından alınamaz, alınamamıştır.

b) Umumi mütalaada da işaret ettiğimiz üzere domuzun haram kılınmasının
hikmeti bizim bu güne kadar bildiklerimizden ibaret değildir. Dün
bilinmeyenler bugün biliniyor; yarınlarda bugünün meçhullerini – kısmen
de olsa – aydınlığa kavuşturacaktır.

4. Allah’ tan Başkası Adına Kesilenler

İnsan hayatına ancak Allahu Teala son verir. Hayvanların hayatına son
vermek, yine Allah’ın kudreti ve iradesi ile olmakla beraber insanlar,
faydalanmak için öldürme fi’ilini işlerler. Bu fi’ilie izin veren de
Allahu Teala’dır. Hayvanı öldürürken O’nun ismini anmak bu izni
tazelemek, ölümün O’nun kudret ve iradesi ile olduğunu hatırlamaktır.
Putlara, uydurma mabutlara kesilen, bunların adı anılarak boğazlanan
hayvanlar yenmez; çünkü yaratan ve öldüren Allah’tır, halbuki kesim
O’nun iznine ve ismine dayanmamıştır. Bu yasak aynı zamanda
putperesliğin önünü kazımak ve tevhidi perçinlemek hikmetini taşır.

5. Meyte Sayılanlar

İlgili ayet, boğazlanmadan, başka sebeplerle öldürülen ve ölen
hayvanların da yenmeyeceğini ifade ediyor. Bunların haram oluş hikmeti
meytenin ki ile ortaktır. Ayrıca hayvan artığını yemek insanın yüce
vasıflarına ters düşmektedir.

6. Diğer Kara Hayvanlarında Helal Ve Haram Olanlar

Yukarıda mealini verdiğimiz ayet sarih ve kesin olduğu için fukaha
meskür dört şeyin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Bunların dışında
kalan hayvanlara gelince: Kur’an-ı Kerim’de Resul-ü Ekrem ( s.a.v.)’i
kasdederek “Onlara temiz şeyleri helal kılar, pis şeyleri de haram
kılar.” ( El-A’raf 7/157) buyuruyor. Burada pis şeyler diye tercüme
ettiğimiz “el habais” ın tefsirinde müctehidler ihtilaf etmişlerdir.

Bazı müctehidlere göre, Allah ve Resülü’nün haram kıldıklarıdır, yani
haram oldukları hakkında ayet veya hadis bulunan şeylerdir: Bu sebeple
haşerat, kurbağa, yengeç, kaplumbağa gibi hayvanlar haram değildir.

Ebu Hanife, Şafii gibi müctehidlere göre ise “habis” umumiyetle
insanların ( veya Kur’an-i Kerim nazil olduğu sırada arap toplumunun)
tiksindiği, iğrendiği şeylerdir; dolayısı ile yukarıda sayılan canlılar
ve benzerleri haramdır. Pislik ve leş yiyen hayvanlarda “habisler”
içinde mütalaa edilmiştir.

Hz.Peygamber ( s.a.v.) hayber günü ehli eşek etini yasaklamıştır. (
Buhari, Müslim) Bu nas sebebiyle cumhura göre ehli eşek ve katır
haramdır. At, Ebu Hanife’ye göre helal değildir. İmameyne ve Şafii’ye
göre helaldır.

Resulullah ( s.a.v.)’in bütün köpek dişli yırtıcılar ile yırtıcı pençesi
olan kuşları yemeği yasakladığı rivayet edilmiştir. ( Müslim, Ebu
Davud, Tirmizi) Hanifiler bu hadiste geçen “siba” kelimesini “et
yiyenler” şeklinde anlamışlar ve bu nevi hayvanları haram saymışlardır.
İmam Şafii “insanlara saldıran ve parçalayan”, şeklinde anladığı için
tilki ve çakalı istisna etmiştir. İmam Malik yırtıcılar için haram
yerine “mekruh” tabirini kullanmıştır.

7. Deniz Hayvanları

Ulemanın ekseriyeti deniz hayvanlarının helal olduğu görüşündedirler.
Ancak karada yaşayan ve yenmesi haram olan insan, domuz, köpek, ayı gibi
hayvanların ismini taşıyan deniz hayvanlarında ihtilaf etmişlerdir;
bazıları bunların helal olmadığını ifade etmişlerdir. İmam Malike göre
yalnızca deniz domuzu mekruhtur.

Deniz hayvanları için helal sınırını çok geniş tutan bu görüşün delili
ayetlerdir: “Taze ete yemeniz, takındığınız süsleri edinmeniz ve
Allah’ın bol nimetlerinden faydalanmanız için denize-ki gemilerin onu
yara yara gittiğini görürsün-boyun eğdiren de O’dur…” ( el-Maide 5/96)

Hanifilere göre deniz hayvanlarından yalnızca-bütün ne-vileri de-balık
helaldır. Bu hayvanın boğazlanması gerekmez, kendiliğinden ölen yenmez.
Dalga, taş, havasızlık, avlanma gibi sebeplerle öleni yenir. Diğer deniz
hayvanları da iğrençtir, yahut da-boğazlanmadığı için-meyte
hükmündedir. ( el-ihtiyar, cüz:V, s.13 vd)

C ) İstisnalar

1. Balık ve çekirge:

Balık ve benzeri deniz hayvanları ile kara hayvanlarında çekirge
boğazlanmaz; bunların boğazlanmadan ölenlerini yemek helaldir.
Peygamberimiz ( s.a.v.)’den deniz suyu sorulunca: “Onun suyu temiz,
meytesi de helaldir” buyurmuşlardır. ( Ebu Davud, Nesai, Tirmizi) “Deniz
avı ve onu yemek size helal kılındı” ayetinde geçen “taan” kelimesini
HZ.Ömer ve İbn Abbas “boğazlanmadan ölen deniz hayvanı” diye tefsir
etmişlerdir. Boğazlanmasında güçlük bulunduğu için çekirge de
boğazlanmada yenir. İbn Ebi Evfa’n“Resulullah ile beraber çekirge
yiyerek yedi gazve yaptık” sözü bu hükmün nakli delilidir. ( Tirmizi,
Buhari, Nesai)

2. Meytenin derisi kemiği ve kılı:

Murdar ölen hayvanın etini yemek haram olmaklşa beraber deri, boynuz,
kemik, kıl gibi kısımlarında faydalanmak mübahtır. İbn Abbas’ın
rivayetine göre Hz.Meymune validemizin bir azatlısına bir koyun
verilmiş, oda ölmüştü. Hadisenin üzerine gelen Resulullah ( s.a.v.)
“Derisini alıp tabaklayarak ondan faydalansaydınız ya!” buyurunca: “O
murdar ölmüştir” dediler. Peygamberimiz ( s.a.v.)’de “yalnızca yenmesi
haram kılındı” yalnızca yenmesi haram kılındı” buyurdular. ( Müslim, Ebu
Davud, Nesai, Tirmizi)

“Hangi deri tabaklansa temiz olur hadisi de ( Müslim, K.el-Hayz,25)
tabaklanan bütün derilerin temiz olduğunu ifade etmektedir. Zahiriler bu
hadise dayanarak domuz ve köpek derisini de tabaklamanın temiz
kılınacağını kabul etmişlerdir. Ebu Yusuf’tan aynı görüş nakledilmiş,
Şevkani de bunu tercih etmiştir. Cumhura göre domuz derisini tabaklamak
da temiz kılmaz.

3. Zaruret hali :

Zaruret halinden maksat açlık ve susuzluğu giderecek, hastalığı tedavi edebilecek helal bir nesnenin bulunmaması halidir.

a) Açlık ve susuzluk :

Daha önce mealini verdiğimiz ayet ( el Maide-3) açlığa doğrudan temas
ettiği için fukuha gıda zaruretini ittifakla kabul etmiştir. Bazıları
darda kalma müddetini 24 saatle sınırlandırmışlardır; buna göre 24 saat
helal yiyecek ve içecek bulamayan kimse haram yiyebilir. İmam Malik’e
göre doyuncaya kadar yer ve yanına da bir miktar alır. Diğerlerine göre
ancak hayatını devam ettirecek kadar yiyebilir.

b) Tedavi zarureti :

Kullanılması haram olan ilaçları, başkası bulunmadığı zaman kullanmanın
caiz olup olmadığı konusunda iki görüş vardır: “Allah şifanızı, size
haram kıldığı şeylerde kılmadı.” ( Buhari, K.el-Eşribe:15) Hadisine
dayananlara göre haram ile tedavi caiz değildir. İlacın da gıda gibi
hayatın zaruri ihtiyacı olduğunu ileri sürenlere göre darda kalan haram
ile tedavi görür. Resul-i Ekrem ( s.a.v.) erkeklere ipek giymeyi haram
kıldığı halde, cilt hastalığı dolayısı ile bazı sahabilere izin
vermişlerdir. ( Buhari el-Libas,29;K. El-cihat,91.) yukarıdaki hadis
helal ilacın bulunması haline aittir. Helal bulunmayınca, tedavi için
kullanılan ilaç mübah olduğu için hadisin şumülüne girmez.

Bu nevi ilaçları kullanma ruhsatının şartları vardır:

aa) Kullanılmadığı taktirde sıhhati tehdit eden gerçek bir hastalık bulunacak.

ab) Yerine geçen helal bir ilaç bulunmayacak.

ac) Dindarlığına ve ihtisasına güvenilir, bir doktor tavsiye etmiş
olacak. Organ nakli, karı-koca arasında olmak şartı ile sun-i aşılama (
tüp bebeği), otopsi vb. de tedavi zarureti sebebiyle caiz olmaktadır.

c) Başkasında varsa

Helal yiyecek ve içeceği olmayan Müslüman bunu çevresinde, mensup
bulunduğu toplum parçasında bulabiliyorsa darda kalmış sayılmaz. İslam
hususi mülkiyeti tanımış ve korumuştur; ancak bu hak sınırsız değildir.
Sınırlardan biriside zaruret halinde kendini gösterir. Yanında kendi
ihtiyacından fazla yiyecek ve içeceği olan Müslüman bunu darda kalana
vermek mecburiyetindedir. Vermez ise karşı taraf zorla alabilir, doğacak
mes’uliyet vermeyene aittir. ( İbn Hazım, el-Muhalaa, C.VI, s.159)

d) Boğazlama ( Zebh ve Nahr):

Eti yenen kara hayvanları, insanların kolayca tutup kesebilecekleri ehli
hayvanlar ve kolay yakalanamayan vahşi hayvanlar olmak üzere iki gruba
ayrılır. Birinci gruptakilerin yenebilmeleri için usulüne uygun
boğazlamanın bazı şartları vardır:

1) Kesim, kanı akıtacak ve kesilmesi gereken yerleri kesecek şekilde
keskin bir aletle yapılacak; bunun demir, ağaç, taş…. olması mümkündür;
önemli olan keskinliktir. Resul’i Ekrem ( s.a.v.)’nin Adiy Bin Hateme
hitaben “Kanı istediğin şekilde akıt ve üzerine besmele çek!” buyurması
bu hükmün delilidir. ( Ebu Davud, İbn Mace, Ahmed, Müsned 4/256)

2) Eksiksiz bir boğazlamada ( Zebh) nefes borusu, bunun iki yanındaki
iki atardamar ve yemek borusunun kesilmesi gerekmektedir. Hanifilere
göre üçünün kesilmesi yeterlidir. Peygamberimiz ( s.a.v.), bulunduğu bir
yerden kaçan ve yakalanmayan bir deve oklanmış, Resulullah bunu tasvip
ettiği gibi, böyle durumlarda aynı şeyin yapılmasını emir buyurmuştur. (
Buhari, K.ez-Zebaih, 15-18-23)

3) Kesim sırasında Allah’tan başkasının ismini anmamak ve O’ndan başkası için ( kurban olarak) kesmemek.

4) Keserken Allah’ın adını anmak. “Eğer O’nun ayetlerine iman etmiş
iseniz, üzerine Allah’ın ismi anılan şeylerden yiyiniz.”( el-En’am 6/118
) “Üzerine Allah’ın ismi anılmayan şeyden yemeyin…….” ( el-En’am 6/121)
ayetleri ile “Kanı akıtılan ve üzerine besmele çekileni yiyiniz” (
Buhari ez-Zebaih,15) mealindeki hadisler bunu gerekli kılmaktadır.

Fukaha besmelenin şart olup olmadığında ihtilaf etmişlerdir.

a) Zahirilere göre hakkındaki nasslar sebebiyle Allah’ı anmak kayıtsız şartsız gereklidir.

b) Ebu Hanife, Malik, Sevri gibi müctehidlere göre unutulmadığı
taktirde besmele şarttır; unutularak terk edilmiş ise kesilen yenir;
Çünkü “Ümmetimden yanılma, unutma ve zorla yaptıklarının mes’ulüyetleri
kaldırılmıştır.” hadisi vardır. ( İbn Mace, Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)

c) İmam Şafii’ye göre keserken besmele farz ve şart olmayıp
mendubtur; Çünkü Resul-i Ekrem ( s.a.v.)’e : “Bize et getiriyorlar;
keserken besmele çekip çekmediklerini bilmiyoruz; bunu yiyelim mi?
Yemiyelim mi? Diye sorulmuş; “Allah’ın adını anın ve yiyin”
buyurmuşlardır. ( Buhari, ez-Zebaih)

d) Boğazlama da aranan şartların hikmeti hayvana fazla acı çektirmeden
ölmesini sağlamak olsa gerektir. Peygamberimiz ( s.a.v.)’in tabii
halinde boynuz ve diş ile kesmeyi men etmesi, kesim aletini hayvanın
görmediği bir yerde bilemeyi ve ona şevkatle davranmayı tavsiye eden
ifadeleri de bunu göstermektedir. ( El-Kardavi el-Helal ve’l Haram)

5. Keseni Müslüman veya ehl-i kitap olması: Ehl-i kitap, Yahudi ve
hristiyanlar gibi aslında bir hak dine bağlı ve peygamberlerine tabi
iken, zaman içinde hak dinden uzaklaşan ve son peygamber ( s.a.v.)
bağlanmayan kimselerdir. Bunlar, temelinde hak dine inanmamış olan
müşrik ve putperestlerden farklı tutulmuş, yiyecekleri Müslümanlara da
helal kılınmıştır. “Bugün size temiz ve faydalı şeyler helal kılındı,
kitap verilenlerin yiyecekleri size, sizin yiyecekleriniz de onlara
helaldir” ( el-Maide 5/5) Bu ayet umumi manadadır; Domuz, şaraf, meyte
gibi aslı haram kılınmış yiyecekler dışında kalanların hepsine şamildir.

Ancak burada birkaç noktayı aydınlatmak gerekir.

a) Yahudi ve hristiyanların dışında kalanlardan Mecusiler fukahanın çoğuna göre müşrik sayılır ve kestikleri yenmez.

b) Kesicinin hayvanı keserken ne söylediği anlaşılmaz ve duyulmazsa
kestiği hayvanın eti yenilebilir kabul edildiği gibi, keserken Allah’tan
başka birinin ( mesala Mesih’in) adı anılarak kesilirse bunu duyan
kesilen hayvanın etini yiyemez.

c) İslam alimlerinin çoğuna göre ehl-i kitabın boğazlama şekli,
Müslümanların ki gibi olacak, yani keskin bir aletle boğaz kesilecek.

-------------------

Öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor ki İslamiyet’te haramların ve helallerin ne olduğunu sadece Allah belirler.

Peygamberlerin bile herhangi bir şeyi haram kılma ya da helal sayma gibi
bir yetkisi yoktur. Onlar sadece Allah’ın emir ve yasaklarını, koyduğu
haramları ve helalleri yer yüzünde yaşayan insanlara bildirmek için
birer aracıdır. İslamiyet’te Allah’tan başka hiç kimsenin de helalin ya
da haramın ne olacağını belirleme yetkisi yoktur ve olamaz.


Hatta Allah’ın haram kılmadığı bir şeyi “haram” ilan etmek ya da
Allah’ın helal kabul etmediği bir şeyi “helal” kabul etmek son derece
çirkin bir davranış olarak görülmüş, haddi aşmak olarak kabul
edilmiştir. Bunların ötesinde günah olarak kabul edilmiştir. Helal ve
haram son derece önemli konular ve hassas dengelerdir. Allah’ın haram
kıldığı bir şeyi helal kabul edenlerin yolundan gitmek “şirk” olarak
görülmüştür. ( Hangi Davranışlar Şirke Girer?) Yani Allah’tan başkasını
ilah edinmek. Ve bu da Allah’ın affetmeyeceği iki günahtan birisidir.
Diğeri kul hakkına girmektir. Elbette ki tövbe edip hal ve
davranışlarını düzeltenlerin affolunacağını Allah insanlara Kuran – ı
Kerim’de bildirmiştir.

Haram demek yapılması bizzat Allah tarafından yasaklanmış eylemler
demektir. Allah’ın peygamberleri aracılığıyla kullarına yasak ettiği,
izin vermediği davranışların bile bile yapılması demektir. Yapıldığı
takdirde günah vardır. Örneğin; içki içmek, kumar oynamak, zina yapmak.

Helal ise, Allah tarafından serbest bırakılmış, yapılmasına izin verilen eylemlerdir.

Haram kılınmış bir şey herkes tarafından zamanla helal bir davranış gibi
algılanıp yapılsa da, bu konuda getirilmiş ayetler hiçbir zaman
değişmez. Allah yasak kıldığı şeyleri yapan kulları sevmez. Ancak
zamanla haramdan uzaklaşıp tövbe eden kulların affedileceği bizlere
Kuran’da müjdelenmiştir. Aynı şey, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram
kabul edenlerin yolundan gidenler için de geçerlidir.

Kuran-ı Kerim’deki Maide Suresi’nin 87. Ayetinde konuyla ilgili şu
sözler bulunmaktadır: “Ey İman edenler! Allah’ın sizin için helal
kıldığı güzel şeyleri ( kendi kendinize) haram kılmayın ve haddi
aşmayın. Şüphesiz ki Allah, haddi aşanları sevmez.”

Bazı insanlar süs eşyalarının haram olduğu konusunda gayet emindir.
Üstelik Allah’tan gelen böyle bir ayet olmadığı halde. Bakın Mümin
Suresi’nin 56. Ayeti’nde ne yazılıdır: “Allah’ın kulları için yarattığı
süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında,
özellikle kıyamet gününde müminlerindir.”

Ve Yunus Suresi’nin 59. Ayetinden de bir alıntı yaparak konumuzu
zenginleştirelim: “Ne oldu size de Allah’ın size rızık olarak indirdiği
şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?” De ki: “Allah mı size izin
verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”

Allah’ın bizlere Kuran’da belirttiği haram ve helallerin sayısı bu
makalemize sığamayacak kadar çoktur. İşte bu yüzden, Hz. Muhammed (
SAV)’in ölmeden kısa bir süre önce yaptığı “Veda Hutbesi”’nde en çok
vurguladığı haramlara değinmek istiyoruz.


Putperestlik ve Cinayet Hutbesi; Peygamber Efendimiz ( SAV)’in Veda
Hutbesi’nde ilk olarak dile getirdiği haram; putperestlik ve insanların
birbirini haksız yere öldürmesidir. Bakın Peygamber Efendimiz ( SAV)’in
bu konuyla ilgili sözleri nasıldır: “Sakın benden sonra eski
sapıklıklarınıza dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!”



Faiz; İkinci olarak vurguladığı haram, faizdir. Her kim ki bir diğer
kişiden faiz amacıyla bir şey aldıysa onu hemen sahibine vermesini
emrediyor. Faizin her türlüsünün kaldırıldığını belirtiyor ve kaldırmış
olduğu ilk faizin de amcası Abbas’ın faizi olduğunu belirtiyor. Elbette
ki faiz amacıyla verilmiş ana paraların helal kabul edilip geri
alınabileceğini de ekliyor. Sadece faiz kısmını haram ilan ediyor.



Cahillik Adetleri ve Kan Davaları; Peygamberimizin üçüncü olarak
vurguladığı haram ise cahillik adetleri ve kan davalarıdır. Cahillik
dönemindeki adetlerin hepsini ayağının altına aldığını belirtiyor ve
bütün kan davalarını kaldırıyor. Ve ilk başta da kendi akrabalarının kan
davasını kaldırıyor. Ve şeytana her ne olursa olsun uyulmamasını orada
bulunan Müslümanlara buyuruyor.



Kadın Haklarına Uymamak; Daha sonrasında Peygamber Efendimiz (
SAV)’in üzerinde durduğu en büyük haram, kadın haklarının
gözetilmemesidir. Onların hakkının yenmesidir. Erkeklerin, eşlerini
Allah’ın bir emaneti olarak aldığını belirtiyor ve de bu emanete çok iyi
bakılması gerektiğini emrediyor. Hem erkeklerin kadınlar üzerinde hakkı
olduğunu açıklıyor hem de kadınların erkekler üzerinde hak sahibi
olduğu konulara değiniyor.



Eşlerin Birbirine Karşı Görevi; Kadınların erkeklere karşı görevinin
yataklarına bir yabancıyı almamaları ve kocalarının hoşnut olmadığı,
sevmediği kişileri onların izni olmadan eve almamalarıdır. Erkeklerin
kadınlara karşı görevi ise, yukarıda sayılan kadın görevlerini
yapmadıkları sürece onlarla yatağa girmemeleri ve onları bu yoldan
sakındırmaya çalışmalarıdır. Ve onlara yiyeceklerini, giyeceklerini
temin etmektir. Müslümanlara Kuran – ı Kerim’i ve Peygamber sünnetlerini
emanet olarak bıraktığını, Müslümanların bunlara uydukça asla yoldan
şaşırmayacaklarını açıklıyor.



Cinayet ve Hırsızlık; Müslümanlara Müslüman’ın kanının ve malının
haram olduğunu belirtiyor. Elbette ki gönül rızasıyla alıp verdiğiniz
mallar bu haram kategorisine girmemektedir.



Miras; Her miras sahibine, mirastan kalan hakkın tas tamam
verilmesini de emretmiştir. Elbette burada belirtilen bütün haram ve
helaller Peygamber Efendimiz ( SAV)’e Hz. Cebrail aracılığıyla
bildirmiştir. Hz. Muhammed ( SAV) bu haram ve helalleri insanlara
duyuran bir aracıdır.



Soyunu İnkar Etmek veya Kendi Soyunu Üstün Kabul Etmek; Ayrıca,
insanın kendi babasını, soyunu inkar etmesini de yasaklamış; bunu
yapanları lanetlenmekle korkutmuştur. Ve bu kimselerin şahitliğinin
kabul edilmeyeceğini bildirmiştir. Ayrıca bu kimselerin tövbesinin de
kabul olunmayacağını söylemiştir. Bunun dışında üzerinde en çok durduğu
haramlardan biri de kendi soyunu, ırkını, sülale veya aileni
diğerlerinden üstün tutmaktır. Bu konuda insanları çok dikkatli bir
şekilde uyarmış ve hiç kimsenin bir diğerinden zenginlik, köken, ırk vb.
sebeplerle üstün olamayacağını ilan etmiştir. Asıl üstünlüğün, din ve
takva yönünden olduğunu belirtmiştir. Arap’ın Türk’e ya da Türk’ün
Kürt’e karşı bir üstünlüğü yoktur. Elbette ki kimin dini inancı daha
kuvvetli ise ve kim Allah’ın emir ve yasaklarına daha iyi uyuyorsa asıl
üstün olan odur dinimize göre.



Hiç Kimse İşlemediği Bir Günahtan Yargılanamaz; Peygamber Efendimiz (
SAV)’in üzerinde durduğu en önemli noktalardan birisi de, hiç kimsenin
kendi işlemediği bir suçtan ceza alamayacağıdır. Bir babanın işlediği
suçun cezasını evladı dahi çekemez. Çünkü o cehalet döneminde insanlar
başkalarının suçlarından ceza alabiliyorlardı ve Hz. Muhammed ( SAV),
Veda Hutbesi’nde bu konunun yasak olduğunu bildirmiştir.



Haram Sayılan En Büyük Günahlar Nelerdir?



Kuran –ı Kerim’deki bütün haram ve helalleri burada tek tek
sayamayacağımız için, Peygamber Efendimiz ( SAV)’in ölmeden önce bir
“veda” manasında verdiği hutbeden helal ve haramları özenle seçerek,
helaller ve haramlar konusunda sizlere yardımcı olmaya çalıştık. Haram
sayılan bu günahların içerisinde bazıları vardır ki Hz. Muhammed ( SAV)
onlara özellikle değinmiş ve kullarının bu günahlardan uzak durmasını
emretmiştir.


Büyük günah sayılan bu davranışların başında ise şirk, cinayet, adam
öldürmek ve hırsızlık gelmektedir. Haram sayılan diğer bazı büyük
günahlar ise şu şekilde sıralanmıştır;


Allah’a şirk koşmak

İnsan canına kıymak

Başkasının malına, mülküne göz dikmek, hırsızlık yapmak

Faiz yemek

Zina yapmak

Livata yapmak

Duaların kabul olmayacağını zannedip, Allah’tan ümidi kesmek

Kul hakkı yemek

Emanete hıyanet etmek

Yalan yere yemin etmek

İnsanları Allah yolundan ayırmak


---------------------------

Helaller ile haramlar arasındaki şüpheliler nelerdir? Neler bizi tehlikeye sürükler?


“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!” ( Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- harâma düşmemek ve ondan
tamamen uzaklaşmak gayesiyle, şüpheli şeylerden titizlikle kaçındığı
gibi, ümmetini de bundan sakındırır ve şöyle buyururdu:

“Helâl olan şeyler belli, harâm olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin
arasında, halkın birçoğunun helâl mi, harâm mı olduğunu bilmediği
şüpheli şeyler vardır. Bunlardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş
olur. Sakınmayanlar ise zamanla harâma düşerler. Tıpkı, sürüsünü
başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu
arâziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi
yasak bir arâzisi vardır. Allâh'ın yasak arâzisi de harâm kıldığı
şeylerdir.” ( Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107)

Açık bir hüküm olmaması sebebiyle bazı konuların, helâl mi yoksa harâm
mı olduğu ilk bakışta bilinemeyebilir. Peygamber Efendimiz ( asm),
insanların birçoğunun bunları bilemeyebileceğini ifâde etmiştir. İslâm
âlimleri bunları, bilinen benzeri konulara kıyas ederek açıklığa
kavuşturmuşlardır. Dolayısıyla, durumu böyle şüpheli olanlardan kaçınmak
gerekmektedir. Çünkü kaçınılan şey, harâm ise ona bulaşmaktan korunmuş
olur. Helâl ise, takvâ niyetiyle terkedilmiş olur ki bunun bir zararı
olmaz.

Şüpheli şeyler, bir konuda ya delillerin teâruzuyla veya âlimlerin
ihtilafıyla ortaya çıkar. Bunlar “mekrûh” veya “mübâh” olan şeylerdir.

Mekrûh, kul ile harâm arasında bulunan bir eşiktir. Hayâtında mekrûha
çokça yer veren kimse, harâma düşme tehlikesi ile yüz yüzedir. Mübâh da,
kul ile mekrûh arasında yer alan bir eşiktir ki buna çokça yer veren de
mekrûha düşer. Dolayısıyla helal bile olsa, kişiyi mekrûha veya harâma
düşüreceğinden korkulan işleri yapmaktan kaçınmak gerekir.

Mekruhu işleme alışkanlığı kişiyi, aynı cinsteki harâm olan veya bir
şüphe bulunan yasağı işlemeye sev keder. Bu ise, verâ nurunu eksilterek
kalbin kararmasına sebep olur. Nitekim hadîs-i şerîfte buyrulmuştur:

"...Kim şüpheli olduğunu sezdiği bir şeyi terkederse, harâmlığı
belli olan şeyi daha çok terk eder. Kim de şüphelendiği şeyi yapmada
cü'retkâr olursa, harâmlığı açık olan şeye düşmesi daha kolaydır.” (
Buhârî, Buyû, 2)

Şüpheli konular etrâfında dolaşmanın ne kadar tehlikeli olduğunu
Peygamber Efendimiz ( asm), çoban ve koruluk misâliyle en güzel şekilde
beyân etmiştir. Efendimizin ( asm) şüpheli şeylerden sakınmasıyla
alâkalı pek güzel misâller vardır. Bir defâsında yolda bir hurma bulmuş
ve:

“Bu hurmanın sadaka olması ihtimâlinden korkmasaydım, onu yerdim.” buyurmuştur. ( Buhârî, Büyû, 4; Müslim, Zekât, 164)

Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi'nin şahsına münhasır husûsiyetlerinden biri de,
zekât ve sadaka kabul etmemesidir. Çünkü zekât, Peygamberimiz ( asm) ve
onun temiz Ehl-i beyti için haram kılınmıştı.

Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem -'in , yolda bulduğu bir
hurmayı, belki birinin sadaka vermek üzere ayırdığı hurmalardan
düşmüştür, düşüncesiyle yemediğini görüyoruz. Bu durum, onun bizzat
toplumda yerleştirmek istediği kâidelere dikkatle uyduğunu ve şüpheli
şeylerden büyük bir titizlikle sakındığını göstermektedir. Burada dikkat
çeken nüktelerden birisi de, Efendimiz'in ( asm) yere düşen bir
hurmanın bile zâyi olmasına rızâ göstermeyerek isrâfı engelleme gayreti
içinde bulunmasıdır.

Allâh Teâlâ'nın bize helâl kıldığı nimetler sayılamayacak kadar çoktur.
Bunlarla yetinmeyip harâm olma ihtimâli bulunan şeylere yönelmek,
kulluğa yakışmayan bir davranıştır.

Öte yandan kullanılması şüpheli olan şeylerden sakınacağım diye helâl
olan nimetlerden uzak durmak veya helâl olan nimetler hakkında vesveseye
düşüp gereksiz tereddütlere kapılmak ve böylece Müslümanları sıkıntıya
sokmak da doğru değildir.

Müslümanın bozulmamış selim vicdânı iyilikle kötülüğü, şüpheli olan
şeyle şüpheli olmayanı ayırabilecek bir özelliğe sâhiptir. Mü'min,
içinde çınlayan bu ilâhî sese kulak vermelidir. Bu gerçeğe işaret eden
şu hâdise ne kadar mühimdir:

Vâbisa bin Ma'bed -radıyallâhü anh- diyor ki, birgün Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-' in huzûruna varmıştım. Bana:

“İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu.

"Evet!" dedim. O zaman şunları söyledi:

“Kalbine danış. İyilik, kalbin uygun gördüğü ve yapılmasını tasdik
ettiği şeydir. Günâh ise içini tırmalayan ve başkaları sana «Yap!» diye
fetvâlar verseler bile, içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.” (
İbn-i Hanbel, IV, 227-228; Dârimî, Büyû, 2)

Yapılan bir iş gönülde huzûrsuzluk doğuruyor ve o işin başkaları
tarafından duyulması istenmiyorsa, o hareket mutlaka şüphelidir,
çirkindir ve yapılmaması gerekir. Çünkü insanların çoğu, yaptıkları
iyiliğin duyulmasını, bu sebeple kendilerine gıpta ve hayranlıkla
bakılmasını isterler. Bu, herkesin rahatlıkla kullanabileceği şaşmaz bir
ölçüdür. Dolayısıyla, yapılan bir hareketin günâh olup olmadığı
husûsunda şüpheye düşmek bile, o hareketi terk etmek için yeterli bir
sebeptir. Bu ölçüden hareketle mü'min, herhangi bir işi yapmaktan dolayı
gönlünde bir rahatsızlık hissediyor, içini bir şüphe ve tedirginlik
kemirip duruyorsa, derhal o işten vazgeçmelidir.

Peygamber Efendimiz ( asm), bu sahâbîye iyiliğin ne olduğunu kalbine
danışarak öğrenmesini tavsiye ederek, günâh ve ihtiraslarla zedelenmemiş
bir kalbin iyiyi kötüden ayırt edebileceğini söylemiştir. Göğsünde
İslâm sevgisi bulunan kimsenin, Allâh'ın lûtfettiği ilâhî bir nûra sâhip
olduğunu ifâde eden âyet-i kerîme de ( Zümer 39/22) bu gerçeği tasdik
etmektedir. Peygamber Efendimizin ( asm) mübârek parmaklarıyla
Vâbisa'nın göğsüne vurarak ısrarla; “Gönlüne sor, kalbine danış!”
buyurması, herkesin kendi problemini daha iyi bileceğini göstermekte,
içinde bir şüphe ve tereddüt uyanınca da, o işten süratle uzaklaşması
gerektiğini belirtmektedir.

Ashâb-ı kirâmdan Ukbe bin Hâris -raddıyallâhü anh-'ın başından geçen şu
olay, şüpheli işlerden uzak durma mevzuunda Allâh Resûlü'nün ( asm)
kesin tavrını en açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

Ukbe bin Hâris, Ebû İhâb bin Azîz'in kızı ile evlenmişti. Bu olay üzerine bir kadın geldi ve:

"Ben Ukbe'yi de, evlendiği kadını da emzirmiştim." dedi. Ukbe o kadına:

"Beni emzirdiğini bilmiyorum. Üstelik bunu bana daha önce de hiç
söylemedin." dedi. Sonra da bineğine atlayıp Resûlullâh Efendimize (
asm) danışmak üzere Medine'ye geldi. Meseleyi hemen Efendimize ( asm)
açtı. Allâh Resûlü:

“Mâdem ki böyle deniyor, o kadınla nasıl evli kalabilirsin?”
buyurunca, Ukbe ile karısı ayrıldı ve kadın bir başkasıyla evlendi. (
Buhârî, İlim, 26)

İslâm, süt kardeşle evlenmeyi, aynen kan kardeşle evlenmek gibi haram
kılmıştır. Evlenecek kimselerin bunu iyice tetkik etmeleri ve şüpheye
düşürecek ihtimallerden uzak durmaları gerekmektedir. Hadîs-i şerîf,
şüphe kıskacının insanı devamlı surette huzûrsuz edeceğini, böyle
yaşamaktansa bu evliliğe son verip gönlü huzûra kavuşturmanın daha
isâbetli olacağını söylemektedir. Bu bakımdan, Resûlullâh -sallallâhu
aleyhi ve sellem-, ümmetini harâmlardan uzak tutabilmek için, onlara
şüpheli şeylerden de sakınmalarını tavsiye eder ve:

“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!” buyururdu. ( Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Şüpheli şeylerden sakınmanın insan mâneviyâtına tesîrini ortaya koyan şu hadîs-i şerîf ne kadar mühimdir:

“Bir kul günâha girerim korkusuyla, yapılması sakıncalı olmayan bâzı
şeylerden bile uzak durmadıkça, müttakîler derecesine çıkamaz.” (
Tirmizî, Kıyâmet, 19)

Bir Müslümanın hedefi, muttakî olabilmektir. Yani, Allâh'a derin bir
saygı duyan ve O'nun rızasını kaybetmekten sakınan kimseler seviyesine
ulaşmak ve dünyâya vedâ edip giderken de Allâh Teâlâ'nın rızâsını
kazanmış olabilmektir. Bu hedefe varabilmek için, "acaba bilerek veya
bilmeyerek bir günâh işler de, Allâh katındaki değerimi kaybeder miyim"
diye dikkatli ve titiz davranması gerekir. Efendimizin ( asm) buyurduğu
gibi, yapılması ilk planda sakıncalı görünmeyen bâzı davranışlardan
bile, günâha girme endişesiyle uzak durmalıdır. Bu konularda en büyük
hassâsiyeti gösterenlerden biri Hz. Ebûbekir ( ra) idi. Hz. Âişe ( ra)
şöyle anlatıyor:

“Ebûbekir es-Sıddîk'ın bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli
bir kısmını Ebûbekir'e verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün, köle
kazandığı bir şeyi getirdi, Ebûbekir de onu yemeğe başladı. Köle
Ebûbekir'e:

"Yediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ebûbekir:

"Söyle bakalım, neymiş?" diye açıklamasını istedi. Köle şunları söyledi:

"Falcılıktan anlamadığım halde, câhiliye devrinde falcılık yaparak
birini aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe
karşılık, işte bu yediğin şeyi verdi."

Bunun üzerine Ebûbekir, parmağını ağzına götürerek yediklerinin hepsini dışarı çıkardı. ( Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr, 26)

Bir mü'min harâmlardan şiddetle sakınır. Kendisinin ve ailesinin
midesine harâm lokma koymanın büyük bir günâh olduğunu bilir. Hatta
bununla da yetinmeyip Hz. Ebûbekir ( ra)'in yaptığı gibi, harâm olması
ihtimâli bulunan şeylerden uzak durur. Zîrâ o iyi bilir ki, harâm bir
gıdanın sağladığı kuvvetle yapılan ibâdetler ve duâlar kabul edilmez.

Hulefâ-i Râşidîn'in adaletiyle mâruf sîması Hz. Ömer -radıyallâhü
anh-'ın şu tavrı da bu konuya güzel bir örnektir. O, ilk hicret eden
sahâbîlere dörder bin, oğlu Abdullâh'a da üç bin beş yüz dirhem maaş
bağlamıştı. Hz. Ömer'e:

"Oğlun da ilk hicret edenlerden biridir. Onun hakkını niçin kıstın?" diye sordular. Hz. Ömer şunları söyledi:

"Oğlum babasıyla birlikte hicret etti. Bu sebeple yalnız başına
hicret edenlerle bir tutulamaz." ( Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr, 45)

Burada İslâm'ın âdil halifesi Hz. Ömer ( ra)'in, devlet malını
dağıtırken ne kadar titiz davrandığı görülmektedir. İlk muhâcirlerden
olmasına rağmen, on bir yaşında anne ve babasıyla birlikte hicret ettiği
için, kendi oğluna beş yüz dirhem daha az para veriyordu. Normalde
diğerleri ile oğlunu eşit tutması gerekirdi. Çünkü onlar içinde de anne
babasıyla birlikte hicret edenler vardı. Fakat o böyle yapmadı, şüpheli
şeylerden uzak durma veya helâl olanların bir kısmından vaz geçme
kâidesine uyarak, oğluna az verdi.

Şüpheli şeyler husûsundaki bu hassâsiyet, çağlar boyu Allâh dostları
vasıtasıyla süregelmiştir. Bu mümtaz şahsiyetler, geriden gelenlere çok
güzel hakkaniyet hâtıraları bırakmışlardır.


Bir kimsenin temiz gönüllü, ihlâs sâhibi ve ehl-i istikâmet olduğunu
anlamak için, onun yaptığı ibâdetlerinden ziyade kalbî seviyesine,
muâmelâttaki harâm helâl titizliğine ve şüpheli şeylerden uzak durma
gayretine bakılmalıdır.

---------------------------

Kaynaklar :

Prof.Dr.İlahiyatçı Hayreddin KARAMAN

bilgihanem com

Sorularla İslamiyet
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)