Thread Rating:
  • 0 Vote(s) - 0 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Müslümanın Dikkatle Kaçınması Gereken Hususlar
#1
Dini-1 
Müslümanın Dikkatle Kaçınması Gereken Hususlar

Ehl-i Sünnete uymayan bozuk i’tikatlar,
Ameli terk etmek,
Niyette ve işlerinde doğruluktan ayrılmak,
Günahta israr etmek,
İslâm ni’metine şükrü terk etmek,
Îmansız gitmekten korkmamak,
Başkalarına zulmetmek,
Sünnet üzere okunan ezana icâbet etmemek,
Dine aykırı olmayan yerlerde, Anne ve babasına âsi olmak,
Çok yemin etmek.
Namazı hafife almak, tadîl-i erkânı terk etmek,
Haram olan içkileri içmek,
Müslümanlara eziyet vermek,
Velî olmadığı halde velilik iddiasında bulunmak,
Günahını unutmak,
Kendini beğenmek, kendisini çok âlim görmek,
Koğuculuk ve gıybet etmek,
Mümin kardeşine hased etmek, çekememek,
Ülü’l-emre itaat etmemek,
Bir adama, tecrübe etmeden, iyi veya kötüdür diye peşin hükümde bulunmak,
Yalan söylemek,
Dîni öğrenmekten kaçınmak,
Erkeklerin kadınlara, kadınların erkeklere benzemeye çalışması,
Din düşmanlarına sevgi beslemek,
Hakîki din âlimlerine düşman olmak

Helal ve Harmalar

Haram demek yapılması bizzat Allah tarafından yasaklanmış eylemler demektir. Allah’ın peygamberleri aracılığıyla kullarına yasak ettiği, izin vermediği davranışların bile bile yapılması demektir. Yapıldığı takdirde günah vardır. Örneğin; içki içmek, kumar oynamak, zina yapmak.

Helal ise, Allah tarafından serbest bırakılmış, yapılmasına izin verilen eylemlerdir.

Haram kılınmış bir şey herkes tarafından zamanla helal bir davranış gibi algılanıp yapılsa da, bu konuda getirilmiş ayetler hiçbir zaman değişmez. Allah yasak kıldığı şeyleri yapan kulları sevmez. Ancak zamanla haramdan uzaklaşıp tövbe eden kulların affedileceği bizlere Kuran’da müjdelenmiştir. Aynı şey, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram kabul edenlerin yolundan gidenler için de geçerlidir.

Kuran-ı Kerim’deki Maide Suresi’nin 87. Ayetinde konuyla ilgili şu sözler bulunmaktadır: “Ey İman edenler! Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri ( kendi kendinize) haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allah, haddi aşanları sevmez.”

Bazı insanlar süs eşyalarının haram olduğu konusunda gayet emindir. Üstelik Allah’tan gelen böyle bir ayet olmadığı halde. Bakın Mümin Suresi’nin 56. Ayeti’nde ne yazılıdır: “Allah’ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir.”

Ve Yunus Suresi’nin 59. Ayetinden de bir alıntı yaparak konumuzu zenginleştirelim: “Ne oldu size de Allah’ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?” De ki: “Allah mı size izin verdi, yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”

Öncelikle şunu bilmemiz gerekiyor ki İslamiyet’te haramların ve helallerin ne olduğunu sadece Allah belirler.

Peygamberlerin bile herhangi bir şeyi haram kılma ya da helal sayma gibi bir yetkisi yoktur. Onlar sadece Allah’ın emir ve yasaklarını, koyduğu haramları ve helalleri yer yüzünde yaşayan insanlara bildirmek için birer aracıdır. İslamiyet’te Allah’tan başka hiç kimsenin de helalin ya da haramın ne olacağını belirleme yetkisi yoktur ve olamaz.

Hatta Allah’ın haram kılmadığı bir şeyi “haram” ilan etmek ya da Allah’ın helal kabul etmediği bir şeyi “helal” kabul etmek son derece çirkin bir davranış olarak görülmüş, haddi aşmak olarak kabul edilmiştir. Bunların ötesinde günah olarak kabul edilmiştir. Helal ve haram son derece önemli konular ve hassas dengelerdir. Allah’ın haram kıldığı bir şeyi helal kabul edenlerin yolundan gitmek “şirk” olarak görülmüştür. ( Hangi Davranışlar Şirke Girer?) Yani Allah’tan başkasını ilah edinmek. Ve bu da Allah’ın affetmeyeceği iki günahtan birisidir. Diğeri kul hakkına girmektir. Elbette ki tövbe edip hal ve davranışlarını düzeltenlerin affolunacağını Allah insanlara Kuran – ı Kerim’de bildirmiştir.

Muhammed ( SAV)’in ölmeden kısa bir süre önce yaptığı “Veda Hutbesi”’nde en çok vurguladığı haramlara değinmek istiyoruz.

Putperestlik ve Cinayet Hutbesi; Peygamber Efendimiz ( SAV)’in Veda Hutbesi’nde ilk olarak dile getirdiği haram; putperestlik ve insanların birbirini haksız yere öldürmesidir. Bakın Peygamber Efendimiz ( SAV)’in bu konuyla ilgili sözleri nasıldır: “Sakın benden sonra eski sapıklıklarınıza dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!”

Faiz; İkinci olarak vurguladığı haram, faizdir. Her kim ki bir diğer kişiden faiz amacıyla bir şey aldıysa onu hemen sahibine vermesini emrediyor. Faizin her türlüsünün kaldırıldığını belirtiyor ve kaldırmış olduğu ilk faizin de amcası Abbas’ın faizi olduğunu belirtiyor. Elbette ki faiz amacıyla verilmiş ana paraların helal kabul edilip geri alınabileceğini de ekliyor. Sadece faiz kısmını haram ilan ediyor.

Cahillik Adetleri ve Kan Davaları; Peygamberimizin üçüncü olarak vurguladığı haram ise cahillik adetleri ve kan davalarıdır. Cahillik dönemindeki adetlerin hepsini ayağının altına aldığını belirtiyor ve bütün kan davalarını kaldırıyor. Ve ilk başta da kendi akrabalarının kan davasını kaldırıyor. Ve şeytana her ne olursa olsun uyulmamasını orada bulunan Müslümanlara buyuruyor.

Kadın Haklarına Uymamak; Daha sonrasında Peygamber Efendimiz ( SAV)’in üzerinde durduğu en büyük haram, kadın haklarının gözetilmemesidir. Onların hakkının yenmesidir. Erkeklerin, eşlerini Allah’ın bir emaneti olarak aldığını belirtiyor ve de bu emanete çok iyi bakılması gerektiğini emrediyor. Hem erkeklerin kadınlar üzerinde hakkı olduğunu açıklıyor hem de kadınların erkekler üzerinde hak sahibi olduğu konulara değiniyor.

Eşlerin Birbirine Karşı Görevi; Kadınların erkeklere karşı görevinin yataklarına bir yabancıyı almamaları ve kocalarının hoşnut olmadığı, sevmediği kişileri onların izni olmadan eve almamalarıdır. Erkeklerin kadınlara karşı görevi ise, yukarıda sayılan kadın görevlerini yapmadıkları sürece onlarla yatağa girmemeleri ve onları bu yoldan sakındırmaya çalışmalarıdır. Ve onlara yiyeceklerini, giyeceklerini temin etmektir. Müslümanlara Kuran – ı Kerim’i ve Peygamber sünnetlerini emanet olarak bıraktığını, Müslümanların bunlara uydukça asla yoldan şaşırmayacaklarını açıklıyor.

Cinayet ve Hırsızlık; Müslümanlara Müslüman’ın kanının ve malının haram olduğunu belirtiyor. Elbette ki gönül rızasıyla alıp verdiğiniz mallar bu haram kategorisine girmemektedir.

Miras; Her miras sahibine, mirastan kalan hakkın tas tamam verilmesini de emretmiştir. Elbette burada belirtilen bütün haram ve helaller Peygamber Efendimiz ( SAV)’e Hz. Cebrail aracılığıyla bildirmiştir. Hz. Muhammed ( SAV) bu haram ve helalleri insanlara duyuran bir aracıdır.

Soyunu İnkar Etmek veya Kendi Soyunu Üstün Kabul Etmek; Ayrıca, insanın kendi babasını, soyunu inkar etmesini de yasaklamış; bunu yapanları lanetlenmekle korkutmuştur. Ve bu kimselerin şahitliğinin kabul edilmeyeceğini bildirmiştir. Ayrıca bu kimselerin tövbesinin de kabul olunmayacağını söylemiştir. Bunun dışında üzerinde en çok durduğu haramlardan biri de kendi soyunu, ırkını, sülale veya aileni diğerlerinden üstün tutmaktır. Bu konuda insanları çok dikkatli bir şekilde uyarmış ve hiç kimsenin bir diğerinden zenginlik, köken, ırk vb. sebeplerle üstün olamayacağını ilan etmiştir. Asıl üstünlüğün, din ve takva yönünden olduğunu belirtmiştir. Arap’ın Türk’e ya da Türk’ün Kürt’e karşı bir üstünlüğü yoktur. Elbette ki kimin dini inancı daha kuvvetli ise ve kim Allah’ın emir ve yasaklarına daha iyi uyuyorsa asıl üstün olan odur dinimize göre.

Hiç Kimse İşlemediği Bir Günahtan Yargılanamaz; Peygamber Efendimiz ( SAV)’in üzerinde durduğu en önemli noktalardan birisi de, hiç kimsenin kendi işlemediği bir suçtan ceza alamayacağıdır. Bir babanın işlediği suçun cezasını evladı dahi çekemez. Çünkü o cehalet döneminde insanlar başkalarının suçlarından ceza alabiliyorlardı ve Hz. Muhammed ( SAV), Veda Hutbesi’nde bu konunun yasak olduğunu bildirmiştir.

Haram Sayılan En Büyük Günahlar Nelerdir?

Kuran –ı Kerim’deki bütün haram ve helalleri burada tek tek sayamayacağımız için, Peygamber Efendimiz ( SAV)’in ölmeden önce bir “veda” manasında verdiği hutbeden helal ve haramları özenle seçerek, helaller ve haramlar konusunda sizlere yardımcı olmaya çalıştık. Haram sayılan bu günahların içerisinde bazıları vardır ki Hz. Muhammed ( SAV) onlara özellikle değinmiş ve kullarının bu günahlardan uzak durmasını emretmiştir.

Büyük günah sayılan bu davranışların başında ise şirk, cinayet, adam öldürmek ve hırsızlık gelmektedir. Haram sayılan diğer bazı büyük günahlar ise şu şekilde sıralanmıştır;


Allah’a şirk koşmak
İnsan canına kıymak
Başkasının malına, mülküne göz dikmek, hırsızlık yapmak
Faiz yemek
Zina yapmak
Livata yapmak
Duaların kabul olmayacağını zannedip, Allah’tan ümidi kesmek
Kul hakkı yemek
Emanete hıyanet etmek
Yalan yere yemin etmek
İnsanları Allah yolundan ayırmak.


İslam'da Helal Olan ve Olmayan Yiyecekler

Yiyecekler ve içecekler konusunda tarih boyunca milletlerin ve dinlerin düşünce ve tavırları farklı olmuştur. Bunları ifrat, tefrit ve îtidal ölçüleri içinde toplamak mümkündür.

a. Hayvanların da insanlar gibi can taşıdığını, onları öldürmeye hakkımız olmadığını ileri sürerek et yemeyi haram sayan Brehmenler bu konuda tefrite düşmüşlerdir.

Halbuki bitki ve hayvanlar, insanlara hizmet için yaratılmış; insanlar ise Allah'a kulluk ile vazifelendirilmiştir. Kâinata konulan nizam bunu gerektirmektedir.

b. Allah, deniz ve kara hayvanlarından bir çoğunu Yahudilere haram kılmıştır. Kur'an, En'âm sûresi 146. âyette bu hususa işaret buyurmaktadır. Ancak bu haramlaştırmanın sebebi, Yahudilerin işledikleri zulüm ve günahlar olmuştur. Allah da ceza olarak bâzı helâl yiyecek ve içecekleri onlara haram kılmıştır.

c. Hıristiyanlar ise, yeme ve içme konusunda ifrata sapmışlardır. Pavlos bu konuda, "ağızdan giren değil, çıkan onu pisler" diyerek, yeme ve içmenin sınırını son derece geniş tutmuştur.

d. Cahiliye Arapları da bazı hayvanları ibâdet ve putlara yakınlaşmak niyetiyle haram kılarken; ölmüş hayvan, akan kan gibi İslâm'ın haram saydığı bâzı maddeleri de helâl saymışlardır.

İslâmiyet bu konuda mutedil bir yol tutmuştur.

İslâm'a göre, eşyada, yiyilip içilme itibariyle asıl olan ibâhe'dir. Yani bütün eşya, insanların istifadesi için yaratılmıştır.

Ancak yenilip içilen eşyanın bir kısmı temiz olmaktan uzak, insan aklına ve sıhhatine muzırdır.

İslâmiyet, bu gibi temiz olmayan, insana zararı dokunan maddeleri haram kılmıştır...

Kur'an'da bu hususta şöyle buyurulmaktadır:

"Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helâl şeylerden yeyin..." ( el-Bakara, 168 ).

"Ey îman edenler! Sizi rızıklandırdıklarımızın temizlerinden yeyin. Ve yalnızca Allah'a şükredin"

( el-Bakara, 172).

Görüldüğü gibi âyette yalnızca temiz ve helâl maddelerin yenilmesi emredilmektedir.
Yiyecekler

İslâm'ın Yenilmesini Haram Kıldığı Maddeler:

İslâmın yenilmesini haram kıldığı maddeler şunlardır:
1. Meyte ( leş):

Kur'ân'ın yenilmesini haram kıldığı maddelerin başında "meyte" tabir edilen "leş" gelmektedir.

Leş, insan tarafından yenilmek üzere boğazlanmış veya avlanmış olmayıp, kendi kendine ölmüş bulunan hayvan veya kuşa denir. Böyle bir hayvan temiz değildir, yenilmez.

Leşlerin haram kılınışındaki sır ve hikmete gelince:

a. Tarih boyunca insanlar, bu gibi ölü hayvanlardan tiksinmişler, bütün semavî din mensubları da böyle hayvanları yememişlerdir.

b. Müdahalesiz ölen hayvanlar, genellikle şiddetli zayıflık, zehirlenme ve mikrobik hastalıklar sebebiyle ölürler. Onların yenmesi sıhhî yönden tehlikeli neticeler doğurabilir.

c. insanlar bu hayvanları yemeyince, yaşayan kuşlar ve diğer hayvanlar gıda bulma imkânına kavuşurlar. Gerçekten de leşler, diğer hayvanların fıtrî gıdalarıdır.

d. Murdar ölen hayvanı yiyemiyeceğini bilen sâhibi, onun bakım ve tedavisine dikkat eder, kendi hâline bırakmaz.

* Kendi kendine ölürse, kara hayvanlarının dışında su hayvanları da leş sayılırlar.

* Şu hayvanlar da leş hükmündedirler. Etleri yenilmez:

* Boğazlanmadan boğularak öldürülen hayvanlar,

* Sopa veya herhangi bir şey ile bir yerine vurulmak suretiyle öldürülmüş hayvanlar,

* Yüksek bir yerden düşüp ölen hayvanlar,

* Başka bir hayvanın boynuzuyla, kafasıyla veya tekmesiyle vurulması neticesi ölen hayvanlar,

* Bir yırtıcı hayvan tarafından parçalanmak suretiyle ölen hayvanlar...

Ancak bu saydığımız hayvanlara, henüz kendisinde az çok bir hayat emâresi varken yetişilir,

besmele ile boğazlanırsa, leş olmaktan çıkarlar, etleri yenilir hâle gelir.

* Leşlerin haram oluşundan maksad, onun etinin yenmesidir. Onların boynuzlarından, kemiğinden ve kılından faydalanmak mübahtır.

* Leşin derisinden faydalanmak ise, deriyi tabaklamak suretiyle mümkün olur. Peygamberimiz;

"Tabaklanan herhangi bir deri, temizlenmiş olur" buyurmuştur.

Bundan sadece domuz derisi istisnadır. Domuz derisi tabaklanmakla temizlenmiş olmaz.

* Eti yenen bir hayvanın etinden, daha kendisi hayatta iken kopan bir uzvu ve parçası da leş

hükmündedir.

Bir hayvanın kesildikten sonra, henüz kendisinde hayat eseri varken kopan parçası ise, leş sayılmaz. Ancak böyle bir parçayı yemek mekruhtur.

2. Akmış kan:

Hayvanlar kesilince vücuttaki kanın büyük bir kısmı dışarı akar, az bir miktar da ince damarlarda kalır. İşte bu dışarıya akan kanı yemek, içmek haramdır.

İnce damarın içinde kalan veya dalak ve ciğer gibi âzalarda bulunan kan ise, akmış sayılmadığından et ve sakatat ile birlikte yenilmesi mübahtır.

Kan yemenin haram oluş hikmeti, akan kanın pis oluşu ve insan tabiatının onu kabûl etmeyişidir.

Câhiliye Arabları acıktıkları zaman ellerine sivri uçlu keskin bir kemik veya benzeri bir şey alır,

onunla hayvanı yaralar, akan kanını toplayarak içerlerdi. Kur'an bu kötü âdeti men'etmiştir.
3. Domuz:

Domuz, tabiatı icabı, ekşimiş ve kokuşmuş maddeler yiyen ve pislik içinde yüzen bir hayvandır. Bu sebeble eti, başta trişin ve tenya olmak üzere birçok mikroba yuvalık yapmaktadır.

Domuz etinin insan sağlığına büyük zararları dokunduğu gibi, insan ahlâkına da menfî te'sirleri olduğu belirlenmiştir. Bilhassa domuz yemenin kıskançlığı, namus duygularını yıprattığı ileri sürülmüştür.
4. Allah'tan başkası adına kesilenler:

İnsan hayatına ancak Allah Teâlâ son verir. Hayvanların hayatına son vermek ise, yine Allah'ın iradesiyle olmakla beraber, insanlar da etinden, derisinden, yününden faydalanmak için hayvanları öldürmektedirler. Bu fiile izin veren Allah Teâlâ'dır. İşte hayvanı öldürürken, Allah'ın ismini anmak, Allah'ın insana verdiği bu izni tazelemek; ölümün ancak O'nun kudret ve iradesiyle olduğunu hatırlamak içindir.

Hayvanın kesimi sırasında Allah'tan başkasının ismi zikredilince, Allah'ın bu izni ve rızası iptal edilmiş; böylece kesilen hayvandan mahrumiyeti gerektiren büyük bir nankörlük içine girilmiş olur.

Hayvanları Allah'tan başkası adına kesme yasağı, aynı zamanda putperestliğin kökünü kazımak, tevhid inancını perçinlemek hikmetini de taşır.
5. Diğer kara hayvanlarından yenmesi helâl ve haram olanlar:

* Etinin yenmesi helâl olan hayvanlar şunlardır:

a. Tab'an çirkin, iğrenç ve kötü olmayan ehlî hayvanların etleri, şer'î usule uygun olarak kesilirlerse, dînen helâldir, yenebilir. Koyun, keçi, sığır, manda, deve, geyik, tavuk, hindi, kaz, ördek, devekuşu, bıldırcın, güvercin, keklik ve avlandığını bildiğimiz diğer kuş ve hayvanlar, bu kısma girer.

b. Suda yaşayan balık cinsinden bütün hayvanların da etleri helâldir, yenebilir. Kalkan, sazan, yılan balıkları da bu kısımdandır.

Balık sınıfına giren hayvanların kanları akıcı olmadığı için boğazlama işlemi yapılmaz. Bu hayvanlar, denizde kendi başlarına ölmüşlerse etleri yenmez. Dış te'sirlerden ölmüşlerse ( fırtına, sıcaklık, soğukluk, v.s.) etleri helâldir, yenebilir.

* Etlerinin yenmesi helâl olmayan hayvanlar ise şunlardır:

1. Azı dişleri ve pençesiyle avını tutup parçalayan ve dövüşen vahşî ve yırtıcı hayvanların etleri haramdır, yenmez. Kurt, ayı, aslan, kaplan, sırtlan, pars, sansar, sincap, fil, maymun, tilki, gelincik, kedi, köpek gibi...

2. Tırnaklarıyla avını kapıp avlayan ve tab'an kerih görülen kuşların da etleri haramdır veya tahrimen mekruhtur.

Bunlar; çaylak, kuzgun, kartal, akbaba, yarasa, atmaca, şahin, alacakarga gibi hayvanlardır.

3. Tab'an habis ve iğrenç olan hayvanların etleri de yenmez. Fare, köstebek, kirpi, kertenkele, akrep, yılan, kurbağa, kaplumbağa, salyangoz, solucan, arı, sinek, kurt, böcek, v.s.

4. Temiz olmayan şeyleri yemiş olan tavuk, koyun, sığır gibi hayvanların etleri de, bir temizlik

süresi geçmeden yenilemezler. Bunun için böyle necasetle gıdalanan hayvanlar hapsedilir, temiz gıda ile beslenirler. Bu hapis süresi tavukta üç gün, sığır ve deve için 10 gün, koyun için de 4 gündür.

Domuz sütüyle beslenen hayvanların etleri helâldir.

5. Atlar, cihada yarayan hayvanlar olduğundan İmam-ı A'zam'a göre etleri yenmesi mekruhtur.

İmam-ı Şâfiî ve Ahmed bin Hanbel'e göre ise yenebilir.
6. Zâruret hâli:

Yukarıda zikrettiğimiz bütün bu haramlar, normal durumlar içindir. Zaruret hâlinin ise, kendisine mahsus hükümleri vardır.

Zaruret hâlinden maksad, açlık ve susuzluğu giderecek, hastalığı tedavi edebilecek helâl bir nesnenin bulunmaması hâlidir.

a. Açlık ve susuzluk:

Ölmeyecek kadar yeyip içmek her insan için farzdır. İnsan bu sayede oruç tutmaya, namaz kılmaya muvaffak olur. İnsan yiyecek ve içecek helâl bir şey bulamazsa, harâm olan şeyden de yeyip içebilir.

Bu yeyişin ve içişin ölçüsü ise, ölmeyecek, hayatını devam ettirecek miktardır. Daha fazlasını yeyip içmek helâl olmaz. Çünkü zaruretler kendi miktarlarıyla takdir olunurlar. ( Helâl yiyecek ve içeceklerden ise, kuvvetini artırmak için doyuncaya kadar yeyip içmek mübahtır.)

b. Tedavi zarureti:

Tedavi için temiz olan ilâçları yeyip içmek, kullanmak câizdir. Peygamber Efendimiz:

"Ey Allah'ın kulları, tedavide bulununuz. Çünkü Allah Teâlâ, hiçbir illet yaratmamıştır ki, onun için bir deva ve ilâç da yaratmamış olsun. Yalnız bir illet müstesnadır. O da ihtiyarlıktır" buyurmuştur.

Helâl, temiz olmayan şeyler ile tedavide bulunmak, esasen câiz değildir. Ancak bâzı fakihler, ilâcın da gıda gibi zarurî bir ihtiyaç olduğunu ileri sürerek, darda kalındığında haram ile tedaviye cevaz vermişlerdir.

Nitekim, Peygamberimiz erkeklere ipek giymeyi haram kıldığı halde, cild hastalığı sebebiyle

Abdurrahman bin Avf ve Zübeyr bin Avvâm gibi bâzı sahabîlerin giymesine müsaade etmiştir.

Harâm olan bir şey'i ilâç olarak kullanmanın bâzı şartları vardır:

1. Bu ilâç kullanılmadığı takdirde, insan hayatının ve sıhhatının hakikî bir tehlike içinde olması...

2. Onun yerini tutacak helâl bir ilacın bulunmaması...

3. Bu ilâcı, dindarlığına ve ihtisasına güvenilir bir müslüman doktorun tavsiye etmesi...

Bu üç şartın bulunması hâlinde, haram maddelerle de tedavi câiz olur.

Görülen lüzum üzerine bir uzvuna ameliyat yapılacak bir kimseye aklını giderip bayıltacak bir ilâç içirilmesinde de ( narkoz) bir beis yoktur.

c. Zaruretler, başkasının malını da helâl kılar.

Helâl yiyecek ve içeceği olmayan bir müslüman, bunu çevresinde mensubu bulunduğu toplum içinde bulabiliyorsa, onunla ihtiyacını gidermek kendisine mübah olur. İslâmiyet özel mülkiyeti tanımış ve korumuştur. Ancak, bu hak, sınırsız değildir. Nitekim bu sınırlamalardan biri de zaruret hâlidir. Yanında kendi ihtiyacından fazla yiyecek ve içeceği olan kimse, bunu darda kalmış kimseye vermek zorundadır. Vermezse, karşı taraf zorla alabilir. Bundan dolayı da, hiçbir mes'uliyet altına girmez. Tabiî ki başkasının malından bu ihtiyacını karşılama hâli, ölmeyecek kadar, hayatını devam ettirecek miktardır. Daha fazlası helâl olmaz.
Av ( Sayd)

Tab'an vahşî olup insandan kaçan, eti yenilen veya yenilmeyen her türlü hayvana av, arabça ifadesiyle sayd denir.

Böyle bir hayvanı kaçamaz hâle getirip ele geçirmek, ancak avlamak yoluyla olur.

slâmdan önce Arablarda ve diğer milletlerde avlanmak âdeti olduğu ve insanlık bu âdetten gıda

te'mini, spor ve eğlence vasıtası olarak faydalandığı için, İslâmiyet avı bazı kayıt ve şartlarla câiz ve helâl kılmıştır. Bu şartlar şunlardır:
Avcıda Bulunması Gereken Şartlar:

1. Av yapanın ehlî hayvanları kesmeye ehil bir müslüman veya kitabî olması şarttır. Bu bakımdan mecusî, putperest ve mürtedin avladığı hayvan eti haramdır, yenilmez. Besmeleyi bilen ve avlanma kasdı taşıyan gayr-i mümeyyiz çocuğun veya mecnunun yahut da sarhoşun avladığı av ise sahihtir.

Hac ve umre için ihramda bulunan bir müslümanın Harem dahilinde ve haricinde avlanması helâl olmaz. Kur'an'da şöyle buyurulmuştur:

"İhramda olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılınmıştır." ( el-Mâide, 96).

2. Avcılığı maişetini te'min maksadı ile yapmalıdır.

Vahşî hayvanları avlayarak maişetini te'min etmek, İslâm'da meşrû' olan kazanç yollarından biridir. Fakat diğer kazanç yolları bundan daha faziletlidir. Telehhi, yani, keyf ve eğlence için, sadece spor olarak avlanmak ise, İslâm'da hoş karşılanmamıştır. Çünkü bu niyetle yapılan avlanma, kalbe kasvet ve gaflet verir, hayvanlara karşı şefkat ve acıma duygularını azaltır. Neseî ve İbn-i Hibbân'ın rivayet ettikleri bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:

"Bir kuşu boşuna öldürenler için, kıyâmet gününde o kuş bağırarak: 'Ya Rabbi, falan faydalanmak niyeti olmadan beni boşuna öldürdü' diye şikâyet edecektir..."

Neseî'nin rivayet ettiği bir diğer hadîste de şöyle denilmektedir:

"Bir kuş öldürüp de hakkını vermiyen kimse, kıyamet gününde ondan mes'ul olacaktır.

- Kuşun hakkı nedir ya Resûlâllah diye sordular. Buyurdu ki:

- Onu boğazlayıp yemesi ve sadece başını kesip atmamasıdır."

Şu halde, yemek veya kendisinden faydalanmak niyeti olmadan sırf zevk için avlanmak İslâmda câiz görülmemiştir.
Av İle İlgili Şartlar:

1 - Av, şer'an eti yenilebilen hayvanlardan olmalıdır.

2 - Av hayvanı, ehlî olmamak, boğaz ve boynundan boğazlanması imkânı olmayan yabanî bir hayvan olmalıdır. Av âletleriyle yaralanan hayvana yetişildiği zaman hâlâ yaşıyor ise, şer'î usûle göre boğazlanması gerekir. Aksi takdirde eti helâl olmaz.

Avlanan hayvana canı çıkmak üzere iken yetişilirse boğazlanması gerekmez. Bununla beraber, boğazlamayı evlâ görenler de vardır.
Av âletleri ile ilgili şartlar:

Av âletleri 2 kısımdır:

1. Kesici ve delici âletler: Mızrak, ok, bıçak, kılıç, tüfek, tabanca v.s. gibi âletler.

2. Dört ayaklı yırtıcı hayvanlardan köpek, pars gibi; yırtıcı kuşlardan atmaca, şahin, doğan gibi av için eğitilmiş hayvanlar...

* Keskin âletlerle av: Bu avın iki şartı vardır:

a. Aletin, ağırlığıyla değil, kesmek ve delmek suretiyle avı öldürmesi.

Av malzemesinin vücûdü delip veya kesip girmesi şarttır. Ezme veya şiddetli darbe sonucu ölen hayvanların eti yenmez. Bunlara mevkuze denir. ( Bk.: el-Mâide, 3).

Binaenaleyh, taş, sopa, v.s. gibi şeylerle vurularak öldürülen hayvanların etleri yenmez.

Adiy bin Hâtem, İslâm'a girişi sırasında Peygamber Efendimize:

- Ben avı mirad ile vuruyor ve düşürüyorum, bunun hükmü nedir? diye sormuştu. ( Mirad, ortası kalın ve enine isabet eden tüysüz bir ok çeşididir.)

Peygamberimiz ona cevaben:

- Mirad, attığın zaman eğer vücuda giriyorsa ye, aksi halde eğer eni ile isabet ediyor ve vücuda nüfuz etmiyorsa yeme..." buyurmuştu.

Hadîs-i şerîf'ten de anlaşıldığına göre, av âletinin avın vücudunu yarması ve içine girmesi şarttır. Şu halde tabanca, tüfek gibi ateşli silâhların kurşun ve saçmalarıyla vurulan avlar helâldır. Zira kurşun; ok, mızrak ve kılıçtan daha kuvvetli şekilde vücuda nüfuz etmektedir.

b. Av âletini atış veya vuruş esnasında besmele çekilmelidir. Besmele'yi unutarak terkeden bir avcı, hükmen besmele çekmiş sayılır. Besmele kasden terkedilirse, avlanan avın eti yenmez, haram olur.

İmam-ı Şâfiî'ye göre, avlanırken besmele çekilmesi şart değildir. Fakat terki de mekruhtur.
Av hayvanlarıyla avcılık:

Avlanma; köpek, pars, v.b. hayvanlarla; doğan, şahin, v.b. kuşlarla yapılıyorsa, bu avın câiz olması için şu şartların bulunması gerekir:

a. Hayvanın muallem, yani özel eğitimle ava alıştırılmış olması.

b. Avı kendisi için değil, sâhibi için yakalaması.

c. Hayvan, avın üzerine, Allah'ın adı anılarak ( besmele ile) bırakılmış olması...

Av hayvanlarının öğretilmiş olması; sâhibinin arzu ettiği şekilde hareket etmesi, yakaladığını yemeyip sahibine getirmesi, sâhibi saldığı zaman avın arkasından gitmesi, çağırdığı zaman da geri gelmesi demektir.

Av hususunda talime kabiliyeti olmayan aslan, kaplan, ayı gibi hayvanlar ile ve necis-i ayn olan domuz ile avlanmak câiz değildir.

Sahibi için avlanmanın ölçüsü, hayvanın avdan hiçbir şey yememesidir. Peygamberimiz bu hususta:

"Köpeği saldığın zaman avdan yerse, ondan yeme. Çünkü o, kendi nefsi için yakalamıştır. Onu saldığın zaman avı öldürür ve yemezse, onu ye. Zira onu, sâhibi için yakalamıştır" buyurmuştur.

Avın arkasından gönderilen öğretilmiş hayvanın yanında bir başka hayvanın bulunmaması da şarttır. Mesela; Besmele çekilerek gönderilen köpeğe avı yakalamakta başka bir köpek yardım ederse, bu avın yenmesi câiz olmaz.

Adiy bin Hâtem Peygamberimize:

- Ben köpeğimi salıyorum, fakat onunla beraber, başka bir köpek daha görüyorum. Hangisinin avı yakaladığını bilmiyorum" diye sorduğunda ondan şu cevabı almıştır:

- O avdan yeme, çünkü sen başkasının değil, ancak kendi köpeğinin üzerine besmele çektin..."

Avcı silâh ile vurduğu veya av hayvanı ile tutturduğu avını elde etmek için durmaksızın hemen koşmalıdır. Çünkü bu halde avı daha ölmeden elde edip boğazlamak mümkündür. Binaenaleyh, av sırasında yaralanan hayvan, avcının sebebsiz gecikmesi yüzünden boğazlanmaksızın ölecek olsa eti yenmez. Fakat, avcı hiç durmadan koştuğu halde, avını aldığı yaradan ölmüş olarak bulursa, artık onu boğazlamaya ihtiyaç yoktur.
Avın ölü bulunması:

Bâzan avcı avı vurur, fakat onu kaybederek bir müddet sonra ölü

olarak bulur. Bu takdirde şu şartlarla av helâldır:

a. Avın ölümüne av sırasında aldığı yaradan başka bir darbenin sebeb olmaması...

b. Avın kokmak suretiyle bozulacak dereceye ulaşmaması...

* Muhtelif avlar için bir besmele kâfidir. Avcı silâh atarken veya hayvanını salarken bir defa bismillâh dese, neticede birden fazla hayvan avlasa, bu avlar helâldir. Hepsinin de eti yenilebilir.

Bir kimse, muayyen bir ava, besmele ile attığı ok veya kurşun başka bir avı yaralayarak öldürse, bu av sahihdir. Çünkü besmele muayyen ava değil, atılan âlete, salınan hayvana aittir.

* Ünsiyet peyda etmiş av hayvanlarını, boğazlayarak kesmek lâzımdır. Evde beslenen geyik gibi...

* Koyun, deve gibi ehlî bir hayvan vahşîleşip elde edilmesi müşkül hâle gelse bu hayvanı av yoluyla öldürmek câiz olur.

Zaruretler haramı helal yapar mı? İslam'da gerekirse haram için farzın terk edilmesi ya da farz için haram işlenmesi diye bir şey olabilir mi; olursa hangi durumlarda olabilir?

Helal, dînen yapılması veya yenip içilmesi yasaklanmayan, serbest bırakılan şey demektir. Allâh ve Rasulü’nün ( asm), bir şeyin helal olduğunu belirtmesi veya işlenmesinde günah olmadığını bildirmesi o fiilin helal olduğunu gösterdiği gibi, o fiil veya şeyin yasaklandığına dair bir delil bulunmaması da helal olduğunu gösterir. Zira eşyada aslolan helal oluşudur. Buna göre bir şey, dînin açık bir hükmüne, yasağına ve ilkesine aykırı olmadıkça helaldir, meşrudur.

Haram, dîni bir terim olarak, kat’î bir delille, açık bir şekilde, Allah ve Peygamber ( asm)'inin yapılmasını kesin ve bağlayıcı bir üslûpla yasakladığı fiildir. Yasaklama açık ve kesin bir üslûp ve delille olmuşsa haram; daha esnek ve yumuşak bir üslûpla veya daha zayıf bir delille olmuşsa mekruh söz konusudur.

Yüce Allâh, iyi, temiz ve insan sağlığına yararlı olan şeyleri helal; kötü, pis ve zararlı olan şeyleri de haram kılmıştır. Haram kılma yetkisi ise sadece Allâh’a aittir. Kur’ân’da;

“De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı? De ki: Onlar, dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde müminlerindir. İşte bilen bir topluluk için âyetleri böyle açıklıyoruz.”( A'raf, 7/36)

buyurulmuştur. Peygamber de, Kur’ân’a ve Kur’ân’ın dışında Allâh’tan aldığı bilgiye dayanarak bazı şeyleri haram kılmıştır. Ancak bu da, Allâh’ın denetimi altında yaptığı için, Allâh’ın haram kılması içerisinde mütalaa edilir. Bu nedenle, Allâh’ın helal kıldığına haram; haram kıldığına helal demek küfürdür.

Haramdan ve harama yol açan vasıtalardan kaçınmak gerektiği gibi, haram şüphesi taşıyan işlerden ve kazançlardan da uzak durmak tavsiye edilmiştir. Hz. Peygamber ( asm) buyurmuştur:

“Haram apaçık bellidir, helal de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli olanlar vardır. Kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini korumuş olur.”( bk. Buhârî, Îmân 39, Büyû' 2; Müslim, Müsâkat 107, 108 )

Haramı işleme ve harama ulaşma konusunda iyi niyet, dolaylı yollar ve vasıtalar haramı helal kılmaz. Ancak zaruret halinde, haramlar helal olur. Kur’an’da,

“De ki: Bana vahyolunanda, leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim ( bunlardan) yemek zorunda kalırsa bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir.”( En'am, 6/145) buyurulmaktadır.

Allah’a ortak koşmak, küfür ve nifak haramların başında gelmekte olup günahların en büyüğüdür. Kişi tövbe etmedikçe Allâh bu günahları bağışlamaz. İnsan canına kıymak da büyük günahlardandır. Kur’an’da haksız yere cana kıymanın bütün insanlığı öldürmek gibi olduğu belirtilmektedir. İnsan canına kıymak haram olduğu gibi, malını haksız yollarla almak da haramdır. Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır:

“Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl ( haksız ve haram yollar) ile aranızda ( alıp vererek)
yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.”( Nisa, 4/29)

İslam dininde, zina haram olduğu gibi, zinaya zemin hazırlayan söz, iş ve davranışlar da haramdır. Kur'ân’da,

“Zinaya yaklaşmayın; çünkü o, pek çirkin ve çok kötü bir yoldur.”( İsra, 17/32)

buyrulmaktadır. Faiz, tefecilik ve başkasının malını haksız yere yemek yasaklanmıştır. Kur’an’da “Allah alış-verişi helal, faizi haram kılmıştır.” buyurulmaktadır. Fal bakmak veya baktırmak, alkollü içkileri içmek haram olduğu gibi, kumar oynamak, kumar yoluyla kazanç elde etmek, piyango, spor-toto, loto, müşterek bahis vb. şans oyunlarını oynamak da haramdır. Kumarın yanında fert, aile ve toplum açısından maddî ve manevî pek çok zararı bulunan alkollü içkiler ve uyuşturucu maddeler de haram kılınmıştır.

Bunların yanında; namaz, oruç, hac, zekat gibi farz görevleri terk etmek; anne ve babaya isyan etmek, hırsızlık, yalan söylemek, yalancı şahitlik, iftira, zulüm, emanete ihanet, rüşvet alıp vermek, ölçü ve tartıda hile yapmak, israf, gıybet, koğuculuk, haksız yere yetim malı yemek haramdır.

İslami hükümlerde her konunun ayrı bir yeri ve değeri vardır. Bu nedenle zaruret olmadıkça hiç bir farz terk edilmez ve hiç bir haram işlenmez. Ancak zaruret durumlarında bunlara izin verilebilir. Neyin, ne zaman zaruret olacağı da, belli şartlara bağlıdır.

Peygamberimizin, Kur'an'da açıkça belirtilmeyen bir konuda haram koyma yetkisi yok mu?

“Peygamberimiz ( sav) Kur’ân’da açıkça belirtilmeyen bir konuda haram koyma yetkisi yoktur” diyen bir kimse, bu ifadesiyle Kur’ân’ı öncelediğini anlatmaya çalışmaktadır. Şu halde kendisine karşı yine Kur’ân’dan âyetlerle cevap vermemizin yeterli geleceğini düşünmekteyiz.

Haşir Sûresi 7. Âyette “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.” buyurulmaktadır.

Bu hususta başka pek çok âyetlerden de misaller getirmek mümkün olmakla birlikte, bir hususun bir âyette zikredilmesi mü’minler için kâfi gelmelidir. Zira nihayetinde, bu âyetin de, öteki diğer bütün âyetlerin de sahibi Allah’tır. Allah’in bir emrinin bir âyette zikredilmesi ile bin âyette zikredilmesinin hükmü aynıdır. Bu hususta genel kural budur.

Haşir Sûresi 7. Âyet açıkça, Allah’ın Peygamberi olan Hazreti Muhammed’e ( asm) helal ve haram kılma yetkisini verdiğini ifade etmektedir. Zira yine Allah’ın ifadesiyle Necm Sûresi 3. ve 4. Âyette “O kendi heva ve hevesiyle konuşmuyor. Söyledikleri kendisine indirilen bir vahiydir.” buyurulmaktadır. Kur’ân vahyi metlûv, Sünnet ise vahyi gayri metlûvdur.

Sorudaki iddialara gelince;

“Peygamber belli bir süre yasak koymuştur” denmektedir. Peki o halde bile olsa, Peygamberin koyduğu yasağın müddetini belirleme yetkisi kime ait olacaktır? Yani bu iddiaya göre Peygamber yasak koyacak, birileri de o yasağı hükümsüz kılacaktır. Böyle bir din anlayışı olabilir mi?

Haşir Sûresi 7. Âyet bunun yanlışlığını açıkça beyan etmektedir.

“Haram olsaydı kadınlara da haram olması lazımdı” ifadesi ise çok anlamsızdır. Zira, İslâm’da bazı hususlarda erkek ve kadınlara farklı hükümler getirilmiştir. Mesela bebeği emzirmesi anneye farzdır, babaya böyle bir vazife farz kılınmamıştır. Bakara Sûresi 233. Âyette bu husus “Anneler bebeklerini emzirirler” şeklinde zikredilmektedir.

Altın yüzük hususunda ise bazı sahabilerin uygulamalarının örnek getirilmesi yetersiz kalmaktadır. Zira, Allah Resûlünce “gökteki yıldızlar” şeklinde vasfedilen sahabi efendilerimizin bizzat Allah Resûlünün emir ve yasaklarına karşı durduklarını varsaymak muhaldir. Onların bu uygulamaları bu hususlarda getirilen hükümlerin öncesi dönemlere ait olmalıdır. Yani, bir husus emir veya nehiy edilmeden önceki dönemlerde doğal olarak o hususta serbestlik olmuş, insanlar da bu serbestlik içinde hareket etmişlerdir. Bu ve benzer husustaki rivayetlerin bu bağlamda değerlendirilmeleri gerekmektedir.

İpek giyme hususunda bir sahabenin Allah Resûlünden izin isteyerek bunu yapmış olması, yine Allah Resûlünün helal ve haram kılma yetkisi ile açıklanabilir. Ancak fıkıh usûlü açısından buradaki önemli husus, hükümlerin belli illetlere ve sebeplere bağlı olduğunun anlaşılmasıdır. Yine zaruret meselesine bağlı olarak hükümlerin kişiden kişiye değişebileceğinin anlaşılmasıdır. Çünkü zaruret olunca, haram helal olur.

“Kur'ânî haramlarda Rasullullah'ın buna benzer durumlarda asla taviz vermediğini iyi biliyoruz” ifadesi ise çok saygısızcadır. Zira bu kabule göre Allah Resûlü bazı kişilere karşı tavizkârca yaklaşmış olmalıdır. Hakka Sûresi 44. ve 45. Âyetlerde böyle bir hususun katiyen gerçekleşemeyeceği beyan edilmiş olmaktadır:

"Eğer ( Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık."

Allah Resûlü Rabbinin kendisine tebliğ etmesini emrettiğini tebliğ eder, yine Allah’ın kendisine verdiği yetkiler dahilinde hareket eder, bunun aksi mümkün değildir. İslâmı reformist bir mantık ile değil, içtihâdî bir muhakeme ile anlamaya çalışmak gerekir.

Yalan söylemek haramdır; ancak zor durumda kaldığımızda ne yapmalıyız? Yalan söylemenin haram olmadığı yerler var mıdır? Savaşta yalan söylemek aldatmak olmaz mı?

“Yalan” kelimesini ve taşımış olduğu mânâyı duyup da rahatsız olmayan var mıdır? Evet, bazı çirkin sıfatlar, esasında ve hakikat-ı halde herkesi rahatsız eder.

Doğruluğun, istikametin, ahde vefanın zıddı olan yalan, hemen hemen her insanın nefret ettiği kötü bir alışkanlıktır. Bununla birlikte, acaba bazı hallerde yalan söylemek, yalan beyanda bulunmak caiz midir?

Önce, bazı sebeplerden dolayı yalana benzeyen beyanda bulunmaya cevaz veren hadis ve rivayetlere ve bu konuyla ilgili İslâm ulemâsının görüşlerine müracaat edelim:

Buharî ve Müslim Sahihlerinde şöyle bir hadis zikrederler:

“Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyla yalan söyleyen, yalancı değildir.” ( Buharî, Sulh 2; Müslim, Birr 101)

Yine Müslim, bu hadisin devamında Ümmü Gülsüm’den ( r.a.) şu meâlde bir rivayeti de kaydetmektedir:

“İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim; ancak şu üç durum müstesna: 1) Harpte, 2) İnsanlarını arasını bulmada, 3) Kadının kocasına, kocanın da karısına karşı -ailenin düzeni için söylediklerinde-...” ( Müslim, age.)

Kâmil Miras merhumun, hadis âlimlerinin izahları ışığında bu rivayetlerin şerh ve açıklamasını özetlersek şunlar söylenebilir:

Hadiste, “insanların arasını bulmak için yalan söylemek yalancılık değildir” sözünün mânâsı, bu yalanda günâh yoktur mânâsındadır. Çünkü hadiste yalan, yalan olarak çıkarılmamakta, sadece bu çeşit yalana terettüp eden günahın olmadığı bildirilmektedir. Şüphe yok ki, yalan, gerek arayı düzeltmek için, gerekse başka bir maksatla söylensin, yine mahiyeti itibariyle yalandır.

Yalana üç yerde ruhsat verilmesi hususunda âlimler arasında farklı görüşte olanlar bulunmakta ise de, hadis ulemasının ekserisinin görüşü şu merkezdedir:

Yalanı ve olmayan bir şeyi haber vermek mutlak sûrette yasaklanmıştır. Yalan hususundaki hadisteki müsaade ise “tevriye” ve “îhâm” yoluyla söylenmesi halindedir. Tevriye: Birkaç mânâsı olan bir kelimeyi kullanan kimsenin en uzak mânâyı kasdederek söylemesidir. Îhâm ise: İki mânâsı olan bir kelimenin en uzak kullanılan mânâsını kasdederek söylemesidir.

Bu iki söz sanatını bu meseleye getirecek olursak şu şekilde misaller verilebilir:

Meselâ savaş esnasında düşman askerine “Kralınız öldü” denilirken, bununla düşmanın daha önceki krallarından birisi kasdedilmesi gibi.

Yine İslâm'ın ve Müslümanların zarara düşebileceği bir halde konuşmak ve fikir beyan etmek icap ettiğinde, doğrudan yalana varmadan dolaylı cümleler kullanmak da bu kabildendir.

Aynı şekilde hanımın ve kızının gönlünü almak isteyen bir insan onlara bir şey vâdederken, “İnşaallah-Allah dilerse” gibi bir ifade kullanır da, söz verdiği şeyi hemencecik almazsa, bu durumda da yalan söylemiş olmaz. Çünkü bu vaâd istikbale mâtuftur.

Ayrıca birbirine dargın olan iki kişinin arasını bulurken, “Falan adam senin için duâ ediyor.” dese de, bununla o adamın “Allah’ım, bütün Müslümanları affet.” demiş olduğunu kasdetse, yalan bir beyanda bulunmuş olmaz. ( Tecrid-i Sarih Tercemesi, VIII/111-112) Dolaysıyla yalan söylemenin mes’uliyetinden kurtularak rahatlar. İmam-ı Beyhakî’nin rivayet ettiği bir hadiste, Peygamberimiz ( a.s.m.)

“Tevriyeli, kinâî ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır.” ( et-Tâc, V/55)

buyurarak bu meseleye açıklık getirmişlerdir.

Ancak, bilhassa günümüzde her sahada yalana fazla yer verildiğinden, buna meydan açmamak için bu çeşit meselelerde hassas ve dikkatli davranılmasını isteyen Bediüzzaman şöyle der:

“...Maslahat için kizb ( yalan) ise zaman onu neshetmiştir ( hükmünü kaldırmıştır). Maslahat ve zaruret için bazı âlim ‘muvakkat’ fetvası vermiş. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünkü o kadar su-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez."

“Meselâ: seferde namazı kasretmenin sebebi meşakkattır. Fakat illet olmaz. Çünkü muayyen bir haddi yok. Su-i istimale düşebilir. Belki illet yalnız sefer olabilir.”

Yâni yolculuk esnasında dört rekâtlı farz namazları iki kılarak kasretmenin illeti, esas sebebi, “yolculuk”, yolculuğa çıkmaktır. Meşakkat olmasa dayanamaz kısaltılabilir. Eğer meşakkat gerçek sebep olarak görülürse, bu hükmü herkes kendisine göre değiştirip uygulayabilir. “Ben hiçbir zorluk çekmedim, öyleyse namazları dört rekât kılarım” gibi bir suistimale düşebilir. Bunun önüne geçmek için, meşakkat olsa da, olmasa da namaz kasredilir.

Bu misâlden sonra Üstad, son olarak şu meseleye temas eder:

“Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok, su-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetva ona bina edilmez. Öyle ise ‘imme’s-sıdk ve imme’s-sükût ( ya doğru söylemeli yahut susmalı) Yani yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir.”

“Evet, her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değildir. Bazan zarar verse sükût etmek. Yoksa yalana hiç fetva yok.” ( bk. Hutbe-i Şamiye, Üçüncü Kelime)

Soru: Yalan söylemek çok kötü olduğu halde, Peygamberimiz ( asm) savaşta yalan söylemeye neden ruhsat vermiştir, bu aldatmak anlamına gelmez mi? Ayrıca bu hile ile savaş kazanmaktır, insanlığa yakışmamaktadır, hatta bundan sonra hiçbir savaşan bu Müslümanlara inanmayacaktır?

a. İslam’a göre yalan büyük bir vebaldir.

“Pis putlara tapmaktan sakının, bir de yalan söz söylemekten sakının.” ( Hac, 22/30)

mealindeki ayette şirkten sonra yalana yer verilmesi dikkate değer bir vurgudur.

b. İslam dini doğruluk üzerine kurulmuştur. Kur’an’da bir çok yerde Kur’an’ın hak/doğruyu söyleyen bir kitap olduğu, Hz. Peygamber ( a.s.m)’in hak/ doğru sözlü bir peygamber olduğuna işaret edildiği gibi, vahyin, dinin sahibi olan Rabbimizin doğru sözlü olduğu vurgulanmış ve

“Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir ki?!.” ( Nisa, 4/122)

mealindeki ayette olduğu gibi, en gafil kafaları uyandırmak maksadıyla soru sitiliyle konunun ifade edilmesi tercih edilmiştir.

c. İman doğruluk üzerine, küfür ise yalan üzerine kuruludur. Zaruret olmadan, “bir lafza-i kâfir olan yalana” izin vermesi düşülebilir mi?

İslam dininin Peygamberi ( a.s.m)’in çocukluğundan beri çevresinde “Muhammedü’l-Emin=sözüyle, özüyle, fiiliyle emin, güvenilir Muhammed” unvanıyla meşhur olması bize çok şey anlatmaktadır. Böyle bir zat bazı konularda yalan söylemeye ruhsat vermişse, bunun hikmetini kavramaya çalışmak gerekir.

d. “Aksine bu hile ile savaş kazanmaktır, insanlığa yakışmamaktadır, hatta bundan sonra hiçbir savaşan bu Müslümanlara inanmayacaktır da” yargısı gerçekten ilginçtir. “Savaş mertçe yapılır…” anlamına gelen bu hamasî söylemlerin savaş sözlüğünde asla yeri yoktur.

İnsanlık tarihinde savaşların başladığı günden bu güne dek yapılan bütün savaşlar, karşı taraf olan düşmanı öldürmeye yönelik bir sanattır. Düşmanı öldürmek için meydana çıkacaksınız, fakat fırsat elinize geçtiği halde, “bu mertliğe yakışmaz” diye öldürmekten vazgeçeceksiniz; böyle budalalık olur mu? Bu davranış, vatan hainliği çerçevesinde idama bile götürebilir.

e. Bugün her ülke tarafından kullanılan “savaş stratejisi, savaş taktiği, savaş manevrası, savaş senaryosu” gibi sözcüklerle ifade edilen bütün savaş taktikleri, karşı tarafı aldatmaya, hedef saptırmaya yönelik birer hiledir, birer aldatmacadır, birer fiilî yalandır. Savaşta “arkadan vurmamak, mertçe savaşmak” gibi yaveler, sadece filimlerde yer bulan sözcüklerdir.

Nitekim, Peygamberimiz ( a.s.m) de;

“Harb hud’adır/savaş karşı tarafı yanıltma taktiğidir." ( Buharî, Cihad,157; Müslim, Cihad, 18-19)

diye buyurmuştur. En sahih hadis kaynaklarında Resulüllah ( asm)’ın bu ifadesi ortada iken, mümin olan bir kimsenin -bunun hikmetini öğrenmek yerine-, yanlışlığını ortaya çıkarmaya çalışmak, dinî açıdan çok ciddi risk taşımaktadır.

f.

“Muhakkak ki doğruluk, insanı iyiliğe, güzelliğe yöneltir, iyilik ise, cennete iletir. Kişi doğru konuşa konuşa nihayet -Allah katında- sıddîk/çok dürüst olarak yazılır. Şüphesiz yalan fücura, kötülüğe yönlendirir, fücur ise, ateşe/cehenneme iletir. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet -Allah katında- kezzap/çok yalancı olarak yazılır.”( Müslim, Birr, 103-105).

Şimdi insafla düşünelim, yalancılığı “kötülüğün anahtarı, cehennemin rehberi” olarak gösteren Hz. Peygamber ( a.s.m) bu hükümden bazı istisnaları yapmışsa, bir mümine düşen onu saygıyla karşılamaktır. ( Zaten mümin olmayan kimse ile bu konu en son konuşulması gereken bir detaydır).

g. Bu tür konularda aşağıdaki ayet-i celile bizim rehberimiz olmalıdır. Tavrımız, niyetimiz, üslubumuz, bu ilahî mesajın çerçevesinde şekillenmelidir.

“Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.”( Nisa, 4/65).

h. Tarih boyunca ( bir emir değil, adece bir tolerans olan) bu ruhsat maalesef, çok suistimale uğradı. Nebevî ruhsatın olması gereken çerçevenin dışına çıkıldı. Heva ve hevesler karıştı. Ruhsat çizgisi amacının dışında kullanıldı. Adeta, verilen ruhsattan beklenen yarar, bu suistimaller sonucunda zarar hanesine yazılmaya başladı. Bu sebeple, bu gün artık bu ruhsattan yararlanma işini askıya almakta fayda vardır.

Helaller ile haramlar arasındaki şüpheliler nelerdir? Neler bizi tehlikeye sürükler?

“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!” ( Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- harâma düşmemek ve ondan tamamen uzaklaşmak gayesiyle, şüpheli şeylerden titizlikle kaçındığı gibi, ümmetini de bundan sakındırır ve şöyle buyururdu:

“Helâl olan şeyler belli, harâm olan şeyler de bellidir. Bu ikisinin arasında, halkın birçoğunun helâl mi, harâm mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Bunlardan sakınanlar, dinini ve ırzını korumuş olur. Sakınmayanlar ise zamanla harâma düşerler. Tıpkı, sürüsünü başkasına ait bir arâzinin etrafında otlatan çoban gibi ki, onun bu arâziye girme tehlikesi vardır. Dikkat edin! Her padişahın girilmesi yasak bir arâzisi vardır. Allâh'ın yasak arâzisi de harâm kıldığı şeylerdir.” ( Buhârî, Îmân, 39; Müslim, Müsâkât, 107)

Açık bir hüküm olmaması sebebiyle bazı konuların, helâl mi yoksa harâm mı olduğu ilk bakışta bilinemeyebilir. Peygamber Efendimiz ( asm), insanların birçoğunun bunları bilemeyebileceğini ifâde etmiştir. İslâm âlimleri bunları, bilinen benzeri konulara kıyas ederek açıklığa kavuşturmuşlardır. Dolayısıyla, durumu böyle şüpheli olanlardan kaçınmak gerekmektedir. Çünkü kaçınılan şey, harâm ise ona bulaşmaktan korunmuş olur. Helâl ise, takvâ niyetiyle terkedilmiş olur ki bunun bir zararı olmaz.

Şüpheli şeyler, bir konuda ya delillerin teâruzuyla veya âlimlerin ihtilafıyla ortaya çıkar. Bunlar “mekrûh” veya “mübâh” olan şeylerdir.

Mekrûh, kul ile harâm arasında bulunan bir eşiktir. Hayâtında mekrûha çokça yer veren kimse, harâma düşme tehlikesi ile yüz yüzedir. Mübâh da, kul ile mekrûh arasında yer alan bir eşiktir ki buna çokça yer veren de mekrûha düşer. Dolayısıyla helal bile olsa, kişiyi mekrûha veya harâma düşüreceğinden korkulan işleri yapmaktan kaçınmak gerekir.

Mekruhu işleme alışkanlığı kişiyi, aynı cinsteki harâm olan veya bir şüphe bulunan yasağı işlemeye sev keder. Bu ise, verâ nurunu eksilterek kalbin kararmasına sebep olur. Nitekim hadîs-i şerîfte buyrulmuştur:

"...Kim şüpheli olduğunu sezdiği bir şeyi terkederse, harâmlığı belli olan şeyi daha çok terk eder. Kim de şüphelendiği şeyi yapmada cü'retkâr olursa, harâmlığı açık olan şeye düşmesi daha kolaydır.” ( Buhârî, Buyû, 2)

Şüpheli konular etrâfında dolaşmanın ne kadar tehlikeli olduğunu Peygamber Efendimiz ( asm), çoban ve koruluk misâliyle en güzel şekilde beyân etmiştir. Efendimizin ( asm) şüpheli şeylerden sakınmasıyla alâkalı pek güzel misâller vardır. Bir defâsında yolda bir hurma bulmuş ve:

“Bu hurmanın sadaka olması ihtimâlinden korkmasaydım, onu yerdim.” buyurmuştur. ( Buhârî, Büyû, 4; Müslim, Zekât, 164)

Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi'nin şahsına münhasır husûsiyetlerinden biri de, zekât ve sadaka kabul etmemesidir. Çünkü zekât, Peygamberimiz ( asm) ve onun temiz Ehl-i beyti için haram kılınmıştı.

Resûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem -'in , yolda bulduğu bir hurmayı, belki birinin sadaka vermek üzere ayırdığı hurmalardan düşmüştür, düşüncesiyle yemediğini görüyoruz. Bu durum, onun bizzat toplumda yerleştirmek istediği kâidelere dikkatle uyduğunu ve şüpheli şeylerden büyük bir titizlikle sakındığını göstermektedir. Burada dikkat çeken nüktelerden birisi de, Efendimiz'in ( asm) yere düşen bir hurmanın bile zâyi olmasına rızâ göstermeyerek isrâfı engelleme gayreti içinde bulunmasıdır.

Allâh Teâlâ'nın bize helâl kıldığı nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Bunlarla yetinmeyip harâm olma ihtimâli bulunan şeylere yönelmek, kulluğa yakışmayan bir davranıştır.

Öte yandan kullanılması şüpheli olan şeylerden sakınacağım diye helâl olan nimetlerden uzak durmak veya helâl olan nimetler hakkında vesveseye düşüp gereksiz tereddütlere kapılmak ve böylece Müslümanları sıkıntıya sokmak da doğru değildir.

Müslümanın bozulmamış selim vicdânı iyilikle kötülüğü, şüpheli olan şeyle şüpheli olmayanı ayırabilecek bir özelliğe sâhiptir. Mü'min, içinde çınlayan bu ilâhî sese kulak vermelidir. Bu gerçeğe işaret eden şu hâdise ne kadar mühimdir:

Vâbisa bin Ma'bed -radıyallâhü anh- diyor ki, birgün Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-' in huzûruna varmıştım. Bana:

“İyiliğin ne olduğunu sormaya mı geldin?” buyurdu.
"Evet!" dedim. O zaman şunları söyledi:
“Kalbine danış. İyilik, kalbin uygun gördüğü ve yapılmasını tasdik ettiği şeydir. Günâh ise içini tırmalayan ve başkaları sana «Yap!» diye fetvâlar verseler bile, içinde şüphe ve tereddüt uyandıran şeydir.” ( İbn-i Hanbel, IV, 227-228; Dârimî, Büyû, 2)

Yapılan bir iş gönülde huzûrsuzluk doğuruyor ve o işin başkaları tarafından duyulması istenmiyorsa, o hareket mutlaka şüphelidir, çirkindir ve yapılmaması gerekir. Çünkü insanların çoğu, yaptıkları iyiliğin duyulmasını, bu sebeple kendilerine gıpta ve hayranlıkla bakılmasını isterler. Bu, herkesin rahatlıkla kullanabileceği şaşmaz bir ölçüdür. Dolayısıyla, yapılan bir hareketin günâh olup olmadığı husûsunda şüpheye düşmek bile, o hareketi terk etmek için yeterli bir sebeptir. Bu ölçüden hareketle mü'min, herhangi bir işi yapmaktan dolayı gönlünde bir rahatsızlık hissediyor, içini bir şüphe ve tedirginlik kemirip duruyorsa, derhal o işten vazgeçmelidir.

Peygamber Efendimiz ( asm), bu sahâbîye iyiliğin ne olduğunu kalbine danışarak öğrenmesini tavsiye ederek, günâh ve ihtiraslarla zedelenmemiş bir kalbin iyiyi kötüden ayırt edebileceğini söylemiştir. Göğsünde İslâm sevgisi bulunan kimsenin, Allâh'ın lûtfettiği ilâhî bir nûra sâhip olduğunu ifâde eden âyet-i kerîme de ( Zümer 39/22) bu gerçeği tasdik etmektedir. Peygamber Efendimizin ( asm) mübârek parmaklarıyla Vâbisa'nın göğsüne vurarak ısrarla; “Gönlüne sor, kalbine danış!” buyurması, herkesin kendi problemini daha iyi bileceğini göstermekte, içinde bir şüphe ve tereddüt uyanınca da, o işten süratle uzaklaşması gerektiğini belirtmektedir.

Ashâb-ı kirâmdan Ukbe bin Hâris -raddıyallâhü anh-'ın başından geçen şu olay, şüpheli işlerden uzak durma mevzuunda Allâh Resûlü'nün ( asm) kesin tavrını en açık bir şekilde ortaya koymaktadır:

Ukbe bin Hâris, Ebû İhâb bin Azîz'in kızı ile evlenmişti. Bu olay üzerine bir kadın geldi ve:
"Ben Ukbe'yi de, evlendiği kadını da emzirmiştim." dedi. Ukbe o kadına:
"Beni emzirdiğini bilmiyorum. Üstelik bunu bana daha önce de hiç söylemedin." dedi. Sonra da bineğine atlayıp Resûlullâh Efendimize ( asm) danışmak üzere Medine'ye geldi. Meseleyi hemen Efendimize ( asm) açtı. Allâh Resûlü:
“Mâdem ki böyle deniyor, o kadınla nasıl evli kalabilirsin?” buyurunca, Ukbe ile karısı ayrıldı ve kadın bir başkasıyla evlendi. ( Buhârî, İlim, 26)

İslâm, süt kardeşle evlenmeyi, aynen kan kardeşle evlenmek gibi haram kılmıştır. Evlenecek kimselerin bunu iyice tetkik etmeleri ve şüpheye düşürecek ihtimallerden uzak durmaları gerekmektedir. Hadîs-i şerîf, şüphe kıskacının insanı devamlı surette huzûrsuz edeceğini, böyle yaşamaktansa bu evliliğe son verip gönlü huzûra kavuşturmanın daha isâbetli olacağını söylemektedir. Bu bakımdan, Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-, ümmetini harâmlardan uzak tutabilmek için, onlara şüpheli şeylerden de sakınmalarını tavsiye eder ve:

“Sana şüphe veren şeyi bırak, şüphe vermeyene bak!” buyururdu. ( Tirmizî, Kıyâmet, 60)

Şüpheli şeylerden sakınmanın insan mâneviyâtına tesîrini ortaya koyan şu hadîs-i şerîf ne kadar mühimdir:

“Bir kul günâha girerim korkusuyla, yapılması sakıncalı olmayan bâzı şeylerden bile uzak durmadıkça, müttakîler derecesine çıkamaz.” ( Tirmizî, Kıyâmet, 19)

Bir Müslümanın hedefi, muttakî olabilmektir. Yani, Allâh'a derin bir saygı duyan ve O'nun rızasını kaybetmekten sakınan kimseler seviyesine ulaşmak ve dünyâya vedâ edip giderken de Allâh Teâlâ'nın rızâsını kazanmış olabilmektir. Bu hedefe varabilmek için, "acaba bilerek veya bilmeyerek bir günâh işler de, Allâh katındaki değerimi kaybeder miyim" diye dikkatli ve titiz davranması gerekir. Efendimizin ( asm) buyurduğu gibi, yapılması ilk planda sakıncalı görünmeyen bâzı davranışlardan bile, günâha girme endişesiyle uzak durmalıdır. Bu konularda en büyük hassâsiyeti gösterenlerden biri Hz. Ebûbekir ( ra) idi. Hz. Âişe ( ra) şöyle anlatıyor:

“Ebûbekir es-Sıddîk'ın bir kölesi vardı. Bu köle kazancının belli bir kısmını Ebûbekir'e verir, o da bundan yerdi. Yine bir gün, köle kazandığı bir şeyi getirdi, Ebûbekir de onu yemeğe başladı. Köle Ebûbekir'e:
"Yediğin şeyin ne olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ebûbekir:
"Söyle bakalım, neymiş?" diye açıklamasını istedi. Köle şunları söyledi:
"Falcılıktan anlamadığım halde, câhiliye devrinde falcılık yaparak birini aldatmıştım. Bugün onunla karşılaştık. Adam o yaptığım işe karşılık, işte bu yediğin şeyi verdi."
Bunun üzerine Ebûbekir, parmağını ağzına götürerek yediklerinin hepsini dışarı çıkardı. ( Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr, 26)

Bir mü'min harâmlardan şiddetle sakınır. Kendisinin ve ailesinin midesine harâm lokma koymanın büyük bir günâh olduğunu bilir. Hatta bununla da yetinmeyip Hz. Ebûbekir ( ra)'in yaptığı gibi, harâm olması ihtimâli bulunan şeylerden uzak durur. Zîrâ o iyi bilir ki, harâm bir gıdanın sağladığı kuvvetle yapılan ibâdetler ve duâlar kabul edilmez.

Hulefâ-i Râşidîn'in adaletiyle mâruf sîması Hz. Ömer -radıyallâhü anh-'ın şu tavrı da bu konuya güzel bir örnektir. O, ilk hicret eden sahâbîlere dörder bin, oğlu Abdullâh'a da üç bin beş yüz dirhem maaş bağlamıştı. Hz. Ömer'e:

"Oğlun da ilk hicret edenlerden biridir. Onun hakkını niçin kıstın?" diye sordular. Hz. Ömer şunları söyledi:
"Oğlum babasıyla birlikte hicret etti. Bu sebeple yalnız başına hicret edenlerle bir tutulamaz." ( Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr, 45)

Burada İslâm'ın âdil halifesi Hz. Ömer ( ra)'in, devlet malını dağıtırken ne kadar titiz davrandığı görülmektedir. İlk muhâcirlerden olmasına rağmen, on bir yaşında anne ve babasıyla birlikte hicret ettiği için, kendi oğluna beş yüz dirhem daha az para veriyordu. Normalde diğerleri ile oğlunu eşit tutması gerekirdi. Çünkü onlar içinde de anne babasıyla birlikte hicret edenler vardı. Fakat o böyle yapmadı, şüpheli şeylerden uzak durma veya helâl olanların bir kısmından vaz geçme kâidesine uyarak, oğluna az verdi.

Şüpheli şeyler husûsundaki bu hassâsiyet, çağlar boyu Allâh dostları vasıtasıyla süregelmiştir. Bu mümtaz şahsiyetler, geriden gelenlere çok güzel hakkaniyet hâtıraları bırakmışlardır.

Bir kimsenin temiz gönüllü, ihlâs sâhibi ve ehl-i istikâmet olduğunu anlamak için, onun yaptığı ibâdetlerinden ziyade kalbî seviyesine, muâmelâttaki harâm helâl titizliğine ve şüpheli şeylerden uzak durma gayretine bakılmalıdır.

Namazın mekruhları

Sual: Namazda genel olarak işlenen mekruhlar nelerdir?
CEVAP
Mekruh; kerih, çirkin, beğenilmeyen iş demektir.Namazda müekked sünneti ve vacibi terk etmek, tahrimen mekruh, müekked olmayan sünneti terk, tenzihen mekruh olur. Mekruh olarak kılınan namaz sahih olursa da, sevabı çok az olur.

Daha çok işlenen mekruhlardan bazıları şunlardır:
1- Namazda tadil-i erkanı terk etmek.

2- Başı döndürüp bakmak.

3- Secdede iki kolu yere döşemek. [Kadınlar döşer.]

4- Başı bir tarafa eğmek.

5- Esnerken ağzı kapatmamak.

6- Özürsüz gözleri yummak.

7- Öndeki safta boş yer varken, geri safta kılmak.

8- Üzerinde canlı resmi bulunan elbise ile namaz kılmak.

9- Canlı resmi asılı odada namaz kılmak.

10- İş elbisesi ile ve büyüklerin yanına çıkamayacak elbise ile veya kötü kokulu çorap ile kılmak.

11- Abdest sıkıştırırken kılmak.

12- Tekbir alırken ve teşehhüdde otururken parmakları açık veya kapalı tutmak. [Kendi haline bırakılır. Secdede parmaklar kapalı, rükuda ise açık tutulur.]

13- Secdeye inerken pantolonunu yukarı çekmek.

14- Başı açık kılmak. [Mekke’de, ihramlı iken, namaz baş açık kılınır.]

15- Namazda ağırlığı, bir ayağa çok, diğerine az vermek.

16- İmam namaza durunca, sabahın sünnetini caminin girişinde veya direk arkasında kılmayıp, saf arasında veya başka yerde kılmak. [İmam namaza az sonra duracaksa, öğle, ikindi ve yatsının sünnetlerine durulmaz, hemen imama uyulur.]

17- İmam, açıktan yani sesli okurken Sübhanekeyi okumak.

18- Secdeye veya rükuya, imamdan önce başını koymak veya kaldırmak.

19- Çıplak ayakla namaz kılmak. [Şafii’de çıplak ayakla kılınır.]

20- Kolu sığalı veya kısa kollu gömlekle namaz kılmak.

21- Sağa-sola eğilmek, sallanmak.

22- Secdede burnu yere değmemek.

23- Secdede bir ayağı kaldırmak. [İki ayak kalkarsa, bazı âlimlere göre namaz bozulur.]

24- Kıyamda okuduğunu rükuda, rükuda okuduğunu kıyamda tamamlamak.

25- Bir rükünde iki defa bir yeri kaşımak. [Bir rükünde, üç defa ayrı kaşımak bozar.]

26- Namazda 4-5 kişi duyacak kadar yüksek sesli okumak. [Kendi işitmeyecek kadar sessiz okunursa namaz sahih olmaz.]

27- İkinci rekâtta, birincide okuduğu âyeti tekrar okumak veya ondan evvelki bir âyeti okumak. [Unutarak okumak mekruh olmaz.] İkinci rekâtta birinciden üç âyet uzun okumak.

28- Özürsüz teşehhüdde, sünnete uygun oturmamak. Kıyamda sünnete uygun olarak ayakları dört parmak kadar açmamak. [Şafii’de bir karış kadar açmak sünnettir.]

29- Özürsüz bir şeye dayanıp kalkmak.

30- Farzdan sonra hemen son sünnete kalkmamak. Yahut konuşmak veya bir şey okumak.

31- Namaz kılanın önünden geçmek veya önünden geçilebilecek yere namaza durmak.

32- Namazın sünnetlerinden birini terk etmek. Sünnet iki kısımdır: Birincisi Sünen-i hüda. Bunlar, müekked sünnetlerdir. İkincisi Sünen-i zevaid. Bunlar, müekked olmayan sünnetlerdir.

Namazda müekked sünneti ve vacibi terk etmek, tahrimen mekruh olur. Müekked olmayan sünneti terk, tenzihen mekruh olur. Müstehabı terk, mekruh olmaz.

Tenzihi mekruh helale, tahrimi mekruh harama yakındır. Mekruh olarak kılınan namaz sahih ise de, sevabı çok az olur. ( İmad-ül-islam)

Başı, kolları ve ayakları açık kılmak
Sual: Erkeklerin, baş, kol ve ayakları açık olarak namaz kılmaları mekruh mu?
CEVAP
Evet mekruhtur. Mekruh olan namaz sahih ise de, sevabı olmaz. Bir erkek, namazda başı örtmeye önem vermediği için açık kılarsa, mekruh olur. Namaza önem vermediği için açarsa, kâfir olur. Kendini Allahü teâlâya karşı, küçük göstermek için, başı açık kılmak zarar vermez ise de, yine örtmek efdaldir. Harareti teskin ve rahatlık için açmak da mekruhtur. ( Redd-ül-muhtar)

Önemli kimselerin huzuruna çıkan kimsenin şık, temiz elbise giymesi gerekir. Allahü teâlânın huzuruna durulduğu zaman buna daha çok dikkat etmeli, büyüklerin karşısına çıkılamayan elbise ile namaz kılmamalıdır! Kur'an-ı kerimde ( Her namaz kılarken, süslü [temiz, sevilen] elbiselerinizi giyiniz) buyuruluyor. ( Araf 31)

Peygamber efendimiz başı açık kılmazdı. Sarıkla kılmanın önemini bildirerek buyuruyor ki:
( Sarıkla kılınan namaz, sarıksız kılınan yetmiş rekat namazdan efdaldir.) [Ebu Nuaym]
Namazda başı hiç olmazsa, herhangi bir renkte olan takke ile örtmelidir!

( Nimet-i İslam)da namazın mekruhlarının onbeşincisinin dipnotunda ( Başı açık namaz kılmak mekruhtur) buyuruluyor. 57.sinde de mekruh olduğu yine bildiriliyor. Namazın mekruhlarının onbirincisinde ise, kolları açık namaz kılmanın mekruh olduğu bildiriliyor.

Namaz kılarken düşen başlığı tek el ile alıp giyerek başı örtülü kılması o haliyle kılmasından daha iyidir. ( Gurer ve Dürer)

İbni Abidin hazretleri, namazın mekruhları sonunda buyuruyor ki:
Namazı, nalın veya mest ile kılmak, çıplak ayakla kılmaktan efdaldir. Böylece, Yahudilere uyulmamış olur. Hadis-i şerifte, ( Yahudilere benzememek için namazları, nalın [bir cins ayakkabı] ile kılın) buyuruldu. Resulullah ve Eshab-ı kiram, sokakta giydikleri nalın ile kılarlardı. Nalınları temiz idi ve Mescid-i Nebi kum döşeli idi. Kirli nalınla girilmezdi. ( Redd-ül-muhtar)

Ayakları herhangi bir şey ile örterek namaz kılmayı bildiren üç hadis-i şerif meali de şöyledir:
( Yahudiler, namaz kılarken nalın veya mest ile ayaklarını örtmezler. Siz onlara muhalefet edin, nalın veya mest giyinin!) [Müslim, Ebu Davud, Hakim, Taberani]

( Müşriklere muhalefet edin, namaz kılarken mestlerinizi giyin.) [Hakim]

( Nalını olmayan, mestlerini giysin.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İ. Ahmed]

Temiz olmayan mest, nalın vesaire ile mescide girilmezdi. Şimdi çorap giyerek bu sünnet yerine getirilir.

Eshab-ı kiram kamis denilen ayağa kadar uzun olan gömlek ile, yani entari ile namaz kıldıkları için ayakları örtülmüş olurdu. Ayaklar örtülü kılınan namazın çok sevap olduğu Halebi, Berika ve Hadika kitaplarında da yazılıdır.

Müslüman olmayanlar, kiliselerinde başı açık, ayağı çıplak tapınıyor, onlar gibi, uygar ibadet etmeli diyerek, başı açık, ayağı çıplak kılmak, sandalyede veya yükseğe secde etmek caiz değildir.

Kadınların ayaklarının açık olmasında iki kavil vardır. Birinci kavle göre mekruh, ikinci kavle göre namaz bozulur. Kadınlar, ya çorapla veya ayaklara kadar uzun etek veya entari giyerek namaz kılmalıdır! ( M.Erbea)

Takkenin alnı kapatması
Sual: Secde ederken, kadınların başörtüsü, erkeklerin saçı veya takkesi alınlarına gelse, mahzuru olur mu?
CEVAP
Evet, tenzihen mekruh olur. Alın, çıplak olarak secdeye değmelidir.

Sual: Namazda kıraati bitirmeden elleri aşağıya bırakmak uygun mudur?
CEVAP
Uygun değildir, sünnete aykırıdır, kıraat bitene kadar ellerin bağlı kalması sünnettir.

Sual: Parmakları birbirine geçirmek caiz mi?
CEVAP
Namazda tahrimen, hariçte tenzihen mekruhtur.

Sual: Mezarlıkta camiler var. Kabre karşı namaz kılınır mı?
CEVAP
Önünde perde, duvar gibi bir şey olmazsa, kabre karşı namaz kılmak mekruhtur. ( Marifetname)

Mescidin kıblesi ile kabir arasında, perde, duvar olursa veya kabir yanda ise, namaz mekruh olmaz. ( Hindiyye)

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
( Kabre karşı namaz kılmayın!) [Nesai]

Sual: Çalgı aleti, tv, içki bulunan yere rahmet melekleri girer mi?
CEVAP
Kumar ve çalgı aleti, tv, canlı resmi, haç resmi, köpek, cünüp, içki ve sarhoş bulunan yere rahmet melekleri girmez. Böyle yerlerde namaz kılmak mekruh olur ve edilen dua da makbul değildir.

Sual: Kumar ve çalgı aleti, tv, canlı resmi, haç resmi, köpek, cünüp, içki ve sarhoş bulunan yere rahmet melekleri girmezse, ne kaybımız olur?
CEVAP
Mekruh olarak kılınan namaz sahih olur. Yani o kimse, namaz borcundan kurtulursa da, namaz kılmakla hasıl olacak büyük sevaba kavuşamaz. Eğer evde odada meleklerin girmesine mani olan bir şey varsa, o kişi meleklerin yapacağı bu duadan mahrum kalır. [Duanın Önemi maddesinde, Meleklerin duasından mahrum kalmak kısmına bakınız.]

Sual: Yatak odasında namaz kılmadığımız için, odanın duvarlarına ana-babamın ve diğer akrabalarımın resimlerini koydum. Bir mahzuru var mı?
CEVAP
İki mahzuru vardır. Birincisi, insan ve hayvan resmini, belden yukarı asmak haramdır. Bitki ve cansızların resmini asmakta mahzur yoktur. İkincisi, canlı resmi bulunan odaya rahmet melekleri girmez. Resimli gazete bile bulunsa girmez. Gazeteyi okuduktan sonra kapalı bir yere koymalıdır! Kapalı olursa girer.

Namaz kılınmayan yerlere, mesela banyoya, mutfağa, yatak odasına, çeşitli canlı resimlerini, mesela ana babamızın resimlerini, bir evliyanın resimlerini veya artist resimlerini koymanın günah olmadığını zannedenler var. Bir zaruret olmadıkça, her türlü canlı resmini belden yukarı asmak haramdır. Her türlü resmi albümde saklamalıdır.

Ana babamızın veya bir evliyanın da olsa, resmini duvara asmak haramdır. Resmini duvara astığımız evliya, bu hareketimizden dolayı bizi sevmez. Aksine günah işlediğimiz için üzülür.

Sual: Müzik dinlediğimiz televizyon veya radyo bulunun odada namaz kılmak mekruh mu?
CEVAP
İçki, kumar, çalgı aletleri bulunan mahalde namaz kılmanın mekruh olduğu ve buraya rahmet meleklerinin girmeyeceği ve burada yapılan duanın kabul olmayacağı ( Tergib-üs-salât)da ve ( Nisabül-ahbâr)da yazılıdır. Çalgı da dinlenen ve bakması haram olan resimlerine de bakılan şeyler, çalgı aleti gibidir. Televizyon kapalı da olsa orada namaz kılmak mekruh olur. Bir evde bağlama bulunsa çalınmasa bile o odada namaz kılmak mekruh olur. İçki içilmese bile, içki bulunan odada namaz kılmak mekruh olur. Duvardaki resme tapılmasa bile, canlı resmi bulunan evde namaz kılmak mekruh olur. Bilgisayarda günah işleniyorsa o da dahildir, müzik çalınıyorsa o da dahildir.

Sual: Bir odada namaz kılarken o odada herhangi büyüklükte ve herhangi içerikte bir veya daha fazla resim bulunması caiz mi?
CEVAP
Resim, namaz kılanın ayağı altında, oturduğu yerde veya secde ettiği yerde olmazsa, böyle resimli battaniye, seccade üzerinde namaz kılmak mekruh olmaz. Resim, yerlerde bulunduğu için ona hakaret edilmiş olur. Fakat secde edilen yerde ise, yahut basılan ve oturulan yerde ise sanki insan vücudunda bulunmuş gibidir. Namaz mekruh olur. Onun için üzerinde resim bulunan elbise ile namaz kılmamalıdır! Canlı resimleri göbekten yukarıda bulunursa, orada namaz kılmak mekruh olur. Canlı resmi, basılan, oturulan yerde ise mekruh olmaz. Namaz kılanın arkasında göbekten yukarıda olursa tenzihen mekruh olur.

İnsan ve hayvan resmini, belden yukarı asmak haramdır. Bitki ve cansızların resmini asmakta mahzur yoktur. Canlı resmi bulunan odaya rahmet melekleri girmez. Resimli gazete bile bulunsa girmez. Gazeteyi okuduktan sonra kapalı bir yere koymalıdır! Namaz kılanın başında, önünde, sağ ve sol hizasında, duvara çizilmiş veya beze, kağıda yapılarak asılmış veya konmuş ise, mekruhtur.

Sual: Bir odada namaz kılarken o odada bulunan resimleri ters çevirmek veya üstünü örtmek, namazın mekruh olmaması için çözüm olur mu?
CEVAP
Evet. Ters çevrilirse veya üstü örtülürse mekruh olmaz.

Sual: Namazda gözleriyle başka yerlere bakmak mekruh mu?
CEVAP
Evet, tenzihen mekruh olur.

Sual: İdrar sıkıştırırken namaz kılmak uygun mu?
CEVAP
Mekruh olur. Selam verip namazdan çıkmalı, abdest alıp yeniden kılmak gerekir.

Sual: Abdesti sıkışık iken, yel sıkıştırırken, idrar sıkıştırırken namaz kılmak mekruh olur deniyor. Bu sıkışıklığın ölçüsü nedir? Mesela gaz sıkıştırıyor, bir süre sonra geçiyor, o zaman namaz kılsam mekruh olur mu?
CEVAP
Mekruh olmaz. Gelip geçen sıkışıklık mekruh etmez. Abdest sıkışıklığının, idrar sıkışıklığının ve yel sıkışıklığının ölçüsü şudur:
Namaza durunca hatırına sıkışıklık gelmezse, huzura mani olmazsa, namaz mekruh olmaz. Hep hatırımızda, namazı kılar kılmaz hemen tuvalete gitme ihtiyacı hissediyorsak, o zaman namaz mekruh olur.

Sual: Şafii mezhebinde de takkesiz namaz kılmak mekruh mu?
CEVAP
Evet mekruhtur.

Sual: Aynanın önünde namaz kılmak günah mıdır?
CEVAP
Eğer bakınca aynada şeklimiz görülüyorsa, dikkati çektiği için namaz mekruh olur. Ayna üstüne bir şey asmalı, suretimiz görülmemelidir.

Sual: Namaz kılana anahtar nerede dense, o da parmakla gösterebilir mi?
CEVAP
Parmakla göstermesi mekruhtur. Fakat ona uyabilmek için farz kılıyorsan parmağını kaldır dese, yahut kaç rekat kıldın dese o da parmağı ile iki üç diye gösterse mekruh olmaz.

Sual: Bazı kimseler, nafile bir namaz olan tesbih namazını cemaatle kılıyorlar. Nafile namazları cemaatle kılmanın mekruh olduğunu söyleyince, ( Biz önce tesbih namazı kılmayı adıyoruz. Adayınca tesbih namazını kılmak vacip oluyor. Vacibi de cemaatle kılıyoruz. Bazen de, cemaatle namaza duruyoruz. Sonra da bozuyoruz. Tekrar kılması vacip olacağı için cemaatle kılıyoruz) dediler. Böyle vacip yaparak cemaatle kılmak caiz mi?
CEVAP
Tesbih namazı, nafile olduğu için cemaatle kılınmaz. Dürerde deniyor ki:
Ramazanın dışında, vitir de cemaat ile kılınmaz. Bu husus icma ile sabittir. Ramazanda teravihten başka, cemaat ile nafile kılınmaz. Ancak çağrılmadan gelen bir kişi, birine iktida eder veya iki kişi, bir kişiye uyarsa, mekruh olmaz. 3 kişide ihtilaf vardır. 4 kişi olursa, ittifakla mekruh olur. Bir defa vacip de olsa cemaatle kılınmaz. Vitir vacip olduğu halde, Ramazan haricinde cemaatle kılınmaz. Tesbih namazı nasıl cemaatle kılınabilir?

Sual: Namazda bir sure atlayarak okumak mekruh mu? Aradaki sure uzun olsa yine mekruh olur mu? Mesela ( Vettini)yi, sonra ( İnna enzelna)yı okumak mekruh mudur?
CEVAP
Her namazda, ikinci rekatta birinci rekatta okuduğundan üç âyet uzun okumak mekruhtur. İkinci rekatta, birinci rekatta okuduğundan sonraki bir kısa sureyi atlayarak daha sonrakini okumak da mekruhtur.

Buna göre, ( Eraeytellezi)yi birinci rekatta okuyan kimsenin, ikinci rekatta ( Kulya)yı okuması mekruh olur. Çünkü bir küçük sure olan ( İnna ateyna) atlanmıştır. ( Vettini)den sonra ( İnna enzelna)yı okumak mekruh değildir. Çünkü bu iki sure arasında uzun bir sure olan ( İkra) diye başlayan sure bulunmaktadır.

Sual: Yeşil ağaca doğru namaz kılmak gibi, ormanda ağaçları sütre edip namaz kılmak da mekruh mu?
CEVAP
Yeşil ağaca karşı kılmayı kastederek namaz kılmak mekruhtur. Başka niyetle, mesela sütre için kılmak mekruh değildir.

Sual: Namazda çocuk bir resmi karşıma koydu. Mekruh oldu mu?
CEVAP
Hayır.

Sual: Önümdeki cemaatten birinin gömleğinde resim var idi. Namazım mekruh oldu mu?
CEVAP
Hayır.

Sual: Bir erkek, dirsek ile bileği arasının dörtte birini açarak namaz kılsa, mekruh olur mu?
CEVAP
Evet. Bir uzvun dörtte biri tamamı hükmündedir. Dirseğe kadar açılmasının mekruh oluşunda âlimlerin ittifakı vardır. Ama dörtte birinin açılmasında ittifak yoktur.

Sual: Namaz kılarken, bir yazıya bakıp ne olduğu veya saate bakıp kaç olduğu anlaşılınca, namaz mekruh olur mu?
CEVAP
Evet.

Sual: Vitir vacip namazını kılarken 3. rekatta zammı sure olarak 2.rekatta okunan zammı surenin devamı olmayıp bir veya iki sure öncesi okunursa ne olur veya 3. rekat müstakil olarak kabul edilip bir önceki okunana bakılmaz mı?
CEVAP
Üçüncü rekat müstakil değildir. İkinci rekatta okunandan sonrakini veya daha aşağıdakilerini okumak gerekir. Kasten öncekileri okunursa mekruh olur, unutularak okunursa mekruh olmaz.

Sual: Namaz kılarken secde yerine iki metre uzakta kuş resmi olsa mekruh olur mu?
CEVAP
Genelde kuş resimleri net olmuyor, bunun için mekruh olmaz.

Sual: ( Canlı resmi insanın başında ise mekruh olur) ifadesindeki baş neresidir?
CEVAP
Tavandır.

Sual: ( Secde edilmeyen yerlerinde resim bulunan seccadede namaz kılmak caizdir, fakat resim, ayak basılan veya oturulan yerde ise mekruh olur) ifadesinden kasıt nedir?.
CEVAP
Oturunca, basınca resim bedeninde sayılır. Oturulan, basılan yer de, secde edilen yer olur.

Sual: Vitirde sıra ile Felak, Nas, Fil suresini okumak mekruh mu?
CEVAP
Evet.

Sual: Namaz kılarken, ağırlığı bir ayak üzerine vermek caiz mi?
CEVAP
Mekruhtur.

Sual: Kazaların kılındığını göstermek caiz mi?
CEVAP
Mekruh ise de, bu zamanda belli olması hiç mahzur teşkil etmez. Herkesin kazasının olmadığı zamanlarda uygun değildi.

Sual: Maliki’de namazda Euzü okumak mekruh yazıyor, Maliki’yi taklit edenler ne yapacak, Euzüyü okuyacak mı?
CEVAP
Mezhep taklit edilirken sadece taklit ettiği mezhebin farzlarına uyar bir de müfsitlerinden kaçar. Mekruhlarına riayet etmez. Yani Euzü okuyacağız. Çünkü kendi mezhebimizden çıkmış olmuyoruz.

Sual: Herhangi bir sebeple namaz mekruh olursa bu namazı iade etmek vacip mi?
CEVAP
İki türlü mekruh var: Bir sünneti terk etmekle meydana gelen mekruh, bunun iadesi vacip değildir, vacibin terki ile meydana gelen mekruh var bunun iadesi vaciptir. İadesi vacip olan namazın vakti çıktı ise kaza edilir. Mekruh vakitte namaz kılınca bunun iadesi vacip olmaz.

Sual: Namaz kıldıktan sonra namazı mekruh yapacak bir resim gördüm. Namaz mekruh olur mu?
CEVAP
Kasıtlı olmayınca mekruh olmaz.

Sual: Resmin namazı mekruh etmesi niyete bağlı değil mi? Biz zaten Allah’ın huzuruna duruyoruz, kalbimiz bununla dolu, yani yine de mekruh olur mu?
CEVAP
Burada niyetin rolü yok. Yani hiç kimse resme tapmaz. Bunu Allah biliyordu elbette. Ama yine yasaklamış. Resme karşı durmayın diye. Hatta aynada kendi görüntümüz olsa yine mekruh oluyor. Bazıları da Araplar pis olduğu için abdest ve yıkanma emri getirilmiştir, bizim yıkanmaya ihtiyacımız yok diyorlar. Halbuki dinimizde toprağa elimizi sürmekle de cünüplükten kurtuluyoruz. Demek ki esas mesele temizlik değil emre uymaktır. Bu resim işi de öyle tapmakla falan ilgisi yok, resme karşı kılma denmiş bize düşen de emre uymak

Sual: Paltoyla namaz kılarken paltonun eteklerinin secdede dizlerin altında kalması mekruh mudur?
CEVAP
Mekruh değildir.

Sual: Maliki mezhebini taklit ediyorum. Secdede ellerimin üstüne secde ediyorum. Bir sakıncası var mı?
CEVAP
Hanefi’de mekruhtur. Diğer üç mezhepte sahih değildir. Bu bakımdan el üstüne secde etmemeli.

Sual: Havalar soğuk olduğu için genelde eldiven takıyorum. Mescit de bayağı soğuktu, dalgınlıkla eldivenleri çıkarmadan namaza durdum. Eldiven ile namaz kılmak uygun mu?
CEVAP
Özürsüz eldivenle namaz kılmak mekruh olur. Soğuk olunca veya başka özür varsa mekruh olmaz.

Sual: Âyet-el Kürsi'yi, tesbihleri ve duayı, Cuma namazında ve normal vakitlerde de son sünnetten sonra mı yapmalı yoksa farzdan sonra mı yapmalı, bir mecburiyet var mı?
CEVAP
Son sünnetten sonra yapma mecburiyeti vardır. Son sünnetten önce okunursa mekruh olur.

Sual: Gömlek kolları uzun olduğu zaman kolları geri kıvırıyoruz, fakat namaz kılarken düzeltiyoruz. Gömleğin kollarını içeri kıvırdığımız zaman ne olur böyle namaz kılınır mı bir sakıncası var mı?
CEVAP
Gömleğin kolunu içine veya dışına bükmekte mahzur olmaz. Mahzurlu olanı, sıyırıp etin görünmesidir. Et görünmüyorsa sıyrılmanın mahzuru olmaz.

Sual: Namazda Asrdan sonra Hümeze veya Kureyş, Kevserden sonra Kâfirun veya Tebbet okunur mu?
CEVAP
Okuma sırası yukarıdan aşağıya doğrudur, ters okumak mekruh olur, kasten olmayıp da unutarak ters okunursa mekruh olmaz. Bir de okuduğumuz sureden sonraki sureyi atlayıp ondan sonrakini okumamız mekruh olur. En az iki sure atlamamız gerekir. Yahut hiç atlamayıp sıra ile okunur. Bir de ikinci okuduğumuz sure birinci sureden üç âyet miktarı fazla olmamalıdır, olursa namaz mekruh olur. Şimdi buna göre, Asrdan sonra Hümeze okunmaz çünkü Hümeze 3 âyetten daha fazladır hepsi 9 âyet, Asr ise üç âyet. Kevserden sonra Kâfirun suresi de okunmaz, çünkü Kâfirun suresi Kevser suresinden üç âyet uzundur. Kevserden sonra Tebbet okunur çünkü üç âyet uzun değil iki âyet uzun.

Sual: Yurt dışında yaşıyoruz. Caminin bulunmadığı yerlerde mecbur kalırsak, kilise, sinagog gibi yerlerde veya budist tapınağında da namaz kılabilir miyiz?
CEVAP
İslamiyet’te namaz her yerde kılınır, illa cami olması gerekmez. Dağda, bağda, ovada, bahçede, sokakta her yerde namaz kılınır. Kilisede bile kılınır. Fakat kilisede resim falan olduğu için mecbur kalmadıkça kılmamalı, namaz mekruh olur. Resim olmazsa kilisede de kılınır.

Sual: Teşehhüdde parmak kaldırmanın hükmü nedir?
CEVAP
Şafii’de sünnettir. Hanefi’de ise, sünnet, mekruh ve haram diyenler olduğu için kaldırmamalıdır.

Sual: Bir hoca diyor ki, ( Namazı başı açık kılmanın mekruh olmasının sebebi fıkıh kitaplarına göre şudur: Padişahın karşısına bile başı açık çıkmak edepsizliktir. Allah’ın huzurunda hiç başı açık durulur mu? Ama artık günümüzde devlet başkanlarının huzuruna başı açık çıkılabildiğine göre, namazdaki mekruhluk da kalkmalıdır) Gerçekten mekruhluğun sebebi bu zatın söylediği gibi mi?
CEVAP
Din zamana göre değişmez. Başı kapatmak da söylenilen gerekçeye dayanmaz. Peygamber efendimiz namaz kılmazken de başını kapatırdı. Padişahlar değişir ama, padişahlar padişahı Allah değişmez.

Sual: İlk rekatta İhlas, ikinci rekatta unutup Kevseri okumak mekruh mu?
CEVAP
Mekruh olmaz. Çünkü yanılmak özürdür.

Sual: Esnemeye mani olmalı mı?
CEVAP
Dudağı ısırarak mani olmalı. Namazda ise, esnemeye böyle mani olma imkanı var iken, el ile kapatmak mekruhtur

Sual: Hanım yanında otururken, beyi namaza dursa mekruh mu?
CEVAP
Evet mekruh olur. Arada bir insan geçecek kadar boşluk olursa mekruh olmaz.

Sual: Arkası dönük mahrem kadına doğru, namaz kılmak mekruh mu?
CEVAP
Mekruh olmaz.

Sual: Celsede durmanın azami müddeti var mı?
CEVAP
Vardır. Rükünleri geciktirmek mekruhtur.

Sual: Yan yana iki odanın birinde resim var. Odaların kapısı açıktır. Resimsiz odada namaz kılmak mekruhsuz caiz olur mu?
CEVAP
Evet.

Sual: Namaz kılarken yanlışlık yapan, mesela dört yerine üç rekat kılan bir arkadaşa namazdan sonra söylememek mekruh mu?
CEVAP
Evet.

Sual: Kolçak takarak namaz kılmak mekruh olur mu?
CEVAP
Hayır.

Sual: Bazı camilerin kıble tarafındaki camlarda gece, ayna gibi yansıma oluyor, huşumuz bozuluyor. Ayna önünde namaz gibi mekruh oluyor mu?
CEVAP
Evet mekruh olur. Bunun çaresine bakılmalıdır. Kıble duvarlarını süslemek, huşuyu bozacak levhalar asmak da bu bakımdan mekruhtur. İşlenmiş süslü seccadelerde bile namaz kılmak huşuya mani olacağı için mekruhtur. Mekruha önem vermemek veya hafife almak tehlikelidir.

Sual: Cünüp veya hayzlı iken giyilen elbise ile namaz kılmakta bir mahzur var mıdır?
CEVAP
Hayır, hiçbir mahzur yoktur.

SualSad Yağlı kirli boyacı elbisesi ile namaz kılmak caizdir. Çünkü ruhsatlardan istifade etmek gerekir) deniyor. Yanımızda temiz elbise varken de böyle ruhsatlardan faydalanmak caiz mi?
CEVAP
Yağlı kirli iş elbisesi ile namaz kılmak mekruh olur. Burada ruhsatlık bir iş yoktur. Değiştirmek için elbisesi yoksa veya uzakta olan elbisesini giymek için gidince, namaz vakti çıkma tehlikesi varsa, kirli elbise ile namaz kılmak caiz olur. Yanında temiz elbisesi olanın kirli elbise ile namaz kılması, mekruh olur.

Sual: Namazda Fatihanın son kısmını veya ondan sonra okunan surenin son kısmını rükuda bitirsek mahzuru olur mu?
CEVAP
Zamm-ı sureleri rükuda tamamlamak, dört mezhepte de mekruhtur. Fatihayı tamamlamak ise, hanefide mekruhtur. Diğer üç mezhepte, namazı bozar.

Sual: Sünneti ayrı yerde, farzı ayrı yerde ve son sünneti ayrı yerde kılmak daha fazla sevap mı olur?
CEVAP
Evet, farklı yerlerde kılmak müstehaptır. Namaz kılınan yer şahitlik edecektir. Bunun için değişik yerlerde namaz kılmak daha sevaptır. Farz kıldığı yerden biraz solda veya arkada kılmak daha iyidir. ( Şir’a)

İmamın, farz kıldığı yerde, son sünneti kılması mekruhtur. Cemaatin kılması mekruh değil ise de, başka yerde kılmaları müstehaptır. Son sünneti başka yerde, hatta yolda kimseyle konuşmayacaksa evde kılmak daha iyidir. ( İmdad)

Cami kalabalık olunca, farzdan sonra aynı yerde son sünneti kılmak zorunda kalan, müstehap işlemek için yanındakini rahatsız ederek onu kendi yerine çekip, kendisi onun yerine geçmemelidir.

Safları doldurmak
Sual: Genelde bir saf cemaat oluyor. Birinci safın ortalarında bir iki kişilik boşluklar oluyor. İmam ikaz ediyor. Herkes yan yana gelerek bu boşlukları doldurmaya çalışıyor. Vakit kayboluyor, imam da namaza başlamış oluyor. Tek başına duran olmuyor, herkesin yanında birkaç kişi oluyor. Arada boşlukların kalması mekruh olur mu?
CEVAP
Tek başına duran yoksa mekruh olmaz. Müezzin veya başkaları, bir veya birkaç kişiyle arkada dursalar da mekruh olmaz.

Akşam namazı hariç, imam boşlukları doldurun diye ikaz etmemeli; çünkü Hanefi mezhebinde, sünnetle farz arasında konuşulmaz, hatta dua ve zikir bile yapılmaz.

Sual: Namazda mazeretsiz gözleri yummak caiz midir?
CEVAP
Tenzihen mekruhtur. Zihni dağılmasın diye yummak mekruh olmaz.

Sual: Pis kokan çorapla veya pis kokan başka bir şey ile camiye gidilirse, kul hakkı geçer mi?
CEVAP
Başkalarını herhangi bir şekilde rahatsız edince kul hakkı geçer. Pis kokulu şeylerle camiye girilmemeli. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
( Sarımsak, soğan, pırasa ve turp gibi kötü kokan bir şey yiyen, kokusu gitmeden mescidimize yaklaşmasın.) [Taberani]

Sual: Bazıları, Nimet-i İslam kitabında, pijama ve gecelikle namaz kılmanın caiz olmadığı yazılı diyorlar. Doğru mudur?
CEVAP
Pijama ile kılmak mekruh değildir. Fakat yağlı, kirli iş elbisesi ile, büyüklerin yanına çıkamayacak kıyafet ile, pis kokulu elbise ve çorap ile namaz kılmak mekruhtur. Başka elbisesi yoksa, mekruh olmaz.

Nimet-i İslam kitabında, mekruhların 56. sında, ( Kirli iş elbisesi ile kılmak) dendikten sonra, dip notunda, ( Gecelikler, mutat elbise olmakla, o kılıkta namaz kılmakta kerahet yoktur) denilmektedir. Görüldüğü gibi, Nimet-i İslam kitabına iftira edilmektedir.

Çalgı bulunan yerde
Sual: Çalgı aleti veya bilgisayar bulunan odada namaz kılmak caiz midir?
CEVAP
Din kitaplarımızda deniyor ki:
Çalgı aleti bulunan odada namaz kılmak mekruh olur. ( Tergib-üs-salat, Nisab-ül-ahbar)

Çalgı da dinlenen ve bakması haram olan resimlere de bakılan cihazlar çalgı aleti gibidir. ( S. Ebediyye)

Şu halde, radyo, TV, bilgisayar, video gibi aletlerde çalgı çalınıyorsa veya bakması haram olan resimler, görüntüler bulunuyorsa çalgı aleti gibidir. Orada kılınan namaz mekruh olur.

Bu aletlerle hiç çalgı çalınmıyorsa veya bakması haram olan resimler bulunmuyorsa, bu aletlerin bulunduğu odada namaz kılmak mekruh olmaz.

Sual: Halı üzerinde namaz kılmak mekruh mudur?
CEVAP
Hayır. Secdenin toprak üzerine yapılması evlâdır. Ancak soğuktan ve sıcaktan korumak yahut elbiseyi tozdan korumak maksadıyla herhangi bir sergi serilmesinde mahzur yoktur. Sırf toprağa secde etmemek için, sergi sermek mekruh olur. İslâm âlimlerinin çoğuna göre, halı, pösteki gibi bir şey üzerine secde etmekte mahzur yoktur. İmâm-ı Mâlik hazretlerine göre, halı, pösteki gibi yer cinsinden olmayan bir şey üzerine secde edilmesi mekruhtur. İmâm-ı a’zam ve diğer imamlara göre mekruh değildir. Hanefi olup, Maliki’yi taklit eden için de, mekruh olmaz. Keten, kenevir ve pamuk gibi yer cinsinden olan sergiler üzerinde, namaz kılmakta mahzur yoktur.

Sual: Pirinç veya buğday çuvalları üzerine namaz kılmak mekruh mudur?
CEVAP
Hayır; çünkü serttir.

Sual: Bütün namazlarda aynı sureleri okumak caiz midir?
CEVAP
İmâmın aynı namazların aynı rekatlarında, aynı âyetleri okumayı âdet edinmesi mekruhtur. Yalnız kılanlar için de, her namaz için böyledir denildi. Ara sıra başka âyet okumalıdır.

Sual: Üstünde yazı bulunan elbiseyi, çorabı, namazda veya namaz dışında giymek, uygun mu?
CEVAP
Mümkün mertebe, yazısız olanları tercih etmeye çalışmalı. Çorabın altında yazı varsa, cemaatle namaz kılarken, arkamızda duranın gözüne takılabilir. Ne yazıyor diye okursa, okuyanın namazı mekruh olur. Namazda, elbisedeki yazı, dışarıdan görünecek şekilde ise, namaz mekruh olur. İçeride ise, yani görünmüyorsa, namaz mekruh olmaz.

Uzun pantolon
Sual: Paçaları yere değen pantolonla veya pijamayla namaz kılmak mekruh mudur?
CEVAP
Hayır. Eğer paçalar çok uzunsa, topuklara kadar kıvrılabilir.

Namazda burnu silmek
Sual: Alerjik nezle olduğum için, özellikle sabah namazlarında burnum akıyor. Camide halıya bulaşmaması için silmem mekruh olur mu?
CEVAP
Namazda faydalı hareketin zararı olmaz, Mesela, eliyle, alnındaki teri silmek veya burnundaki akıntıyı silmek mekruh değildir. Yalnız, bir rükünde el üç kere kaldırılırsa namaz bozulur.

Takkeyi unutmak
Sual: Unutarak, takkesiz namaza duran kimse, namazda hatırlasa, namazını bozup takkesini giymesi gerekir mi?
CEVAP
Hayır. Takkesiz namaz kılmak mekruhtur. Namazı özürsüz bozmaksa haramdır. Mekruhtan kaçmak yani takke giymek için haram işlenmez.

Yalınayak, başıkabak
Sual: Şafii bir arkadaş, ( Erkeklerin namazda yalınayak, başıkabak olmaları gerekir. Nitekim Hacda da böyle yapılıyor) diyerek takke takmıyor. Bu doğru mu?
CEVAP
Şafii’de namazda ayakların açık olması sünnettir; fakat başı kapalı olmalı. Haccın durumuysa farklıdır.

Tembellikle veya başı kapalı kılmanın önemini düşünmeden, başı açık namaz kılmak mekruhtur. Kendini aciz, zavallı göstermek, Allahü teâlâdan korktuğu için başını örtmemek mekruh olmaz. [Yani, Allahü teâlânın korkusundan rengi sararıp, vücudu titreyip, kendini ve her şeyi unutan kimse, başını örtmezse, mekruh olmaz.] Fakat bunların da örtmesi, daha iyi olur; çünkü başı açmak, ( Namazda ziynetli elbisenizi alınız, örtünüz) âyet-i kerimesine uymamak olur. Namaz kılarken düşen başlığı, az hareketle yerden alıp örtmek iyi olur. Harareti teskin ve rahatlık için başı açmak da mekruhtur. ( S. Ebediyye)

Namazda başı hiç olmazsa, herhangi bir renkte olan takkeyle örtmelidir. Siyah başlık sünnettir. Takke, yün başlık, külah, kalensüve, kapüşon gibi başlıklar, sarığın yerini tutmazsa da, hiç olmazsa, başı örtmek sünneti, bunlarla yerine getirilmiş olur.

Tek başına imama uymak
Sual: Müezzinin arka kısımda yeri var. Orada tek başına veya bir iki kişiyle imama uyması mekruh olur mu?
CEVAP
Büyük veya küçük camilerde, müezzinin yanında bir kişi varsa namazı mekruh olmaz. Tek başına durması mekruh olur.

Kıraati sessiz okumak
Sual: Namazda kıraatin sahih olması için Kur’anı sesli mi, sessiz mi okumak gerekir?
CEVAP
Kendi işitemeyeceği kadar sessiz okunursa namaz sahih olmaz. Dua ve diğer zikirler de böyledir. Namazda, yüksek sesle okunması caiz olan yerler hariç, yüksek sesle okumak mekruhtur. Başkalarının huşuuna mani olacak veya onları şaşırtacak kadar yüksek sesle okumamalıdır. Sesli ve sessiz okumanın ölçüsü şöyle bildiriliyor:
Ağızla okumaya kıraat denir. Kendi kulakları işitecek kadar sesli okumaya, hafif okumak denir. Yanında olan kimselerin de işitecekleri kadar sesli okumaya, yüksek sesle okumak denir. Hafif sesle okuyanı, bir iki kişinin işitmesi mekruh olmaz. Sesli okumak, çok kişinin işitmesi demektir. ( Bezzâziyye)

Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
( Yüksek sesle dua etmek mekruhtur.) [Abdurrezzâk]

Peygamber efendimiz, yavaş sesle namaz kılan hazret-i Ebu Bekir’e, niye çok hafif sesle namaz kıldığını sordu. O da, ( Ya Resulallah, yalvardığım zat ne kadar yavaş okusam duyacağı için, hafif sesle okuyorum) dedi. Hazret-i Ömer’e de, niçin yüksek sesle okuduğunu sordu. O da, ( Uyuyanları uyandırıyor, şeytanı kovuyorum) dedi. Bunun üzerine Resulallah efendimiz buyurdu ki:
( Ya Eba Bekir, sen sesini biraz yükselt! Ya Ömer, sen de, sesini biraz kıs!) [Tirmizi, Ebu Davud]

İki âyet-i kerime meali de şöyledir:
( İçinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam Rabbini an! Gafillerden olma!) [Araf 205]

( Namazda, sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut!) [İsra 110]

Sessiz okumak
Sual: Namazda sessiz okunması gereken yerde, başkaları da duyacak şekilde okumak uygun mudur?
CEVAP
Sadece kendisi işitecek kadar sesli okumaya, hafif okumak denir. Yanındakilerin de işitecekleri kadar sesli okumaya, yüksek sesle okumak denir. Hafif okunacak yerde, diğerleri de duyacak kadar sesli okunursa, mekruh olur. Bir iki kişinin işitmesi, mekruh olmaz. Sesli okumak, çok kişinin işitmesi demektir. Başkalarının huşuuna mani olacak veya onları şaşırtacak kadar yüksek sesle okumamalıdır.

Vakit çıkarken
Sual: Namaz vaktinin çıkmasına az zaman kalsa, fakat abdestimiz sıkıştırsa, bu hâldeyken namaz kılmak mekruh olur mu?
CEVAP
Küçük veya büyük abdesti sıkıştırırken yahut yel zorlarken namaza durmak mekruhtur. Namaz vaktini veya cenaze namazını kaçırmamak için olursa mekruh olmaz. ( S. Ebediyye)

Sual: Namaz kılarken yel sıkıştırmasının ölçüsü nedir? Hangi durumda abdest tazelemelidir?
CEVAP
Devamlı ise yeniden abdest almak gerekir, gelip giden yel ise bozmak gerekmez.

Boynunu bükmek
Sual: Namaz kılarken boynu bir tarafa bükmek caiz midir?
CEVAP
Mekruhtur.

Resimli yerde namaz kılmak
Sual: Namaz kılınan yerde, resim nerede olursa namazı mekruh eder?
CEVAP
Canlı resmi, namaz kılanın başında, önünde, sağ ve sol hizasında, duvarda ise, mekruhtur. Namaz kılanın arkasındaki duvarlarda ve tavanda ise, hafif mekruhtur. Resim, namaz kılanın ayağı altında, oturduğu yerde, elbisesinde, elindeyse, mekruh olur; çünkü bastığı, oturduğu yer, bedenindeki elbise gibidir. ( S. Ebediyye)

Bir yerdeki resim, küçük olursa, yani yere koyunca, ayakta duran kimse, uzuvlarını ayırt edemezse, namaz mekruh olmaz. Namaz kılarken, oyuncak bebeklerden kıble tarafında olanların üstünü örtmelidir. Battaniye üzerinde, gözü net olmayan aslan resmi varsa, bu resim hükmünde değildir, fakat böyle resimli eşya almamaya dikkat etmeli. Şüpheli şeylerle çok meşgul olmak haram işlemeye sebep olur. Resimli çocuk elbiselerini satmak ve çocuklara giydirmek de mahzurludur. Mümkün olduğu kadar, resimsiz olanları tercih etmelidir. Resimli gazete, açık olarak yerde de olsa, yine oraya rahmet melekleri girmez.

Celsede çok durmak
Sual: Cemaatle namaz kılarken imamın tesbihleri üçten yani sünnetten fazla söylemesi de mekruh olduğu halde, Mekke’deki vehhabi imamları rükû ve secdeleri uzatıyorlar. Celsede sünnetten çok durmaları mekruh olmuyor mu?
CEVAP
Onların itikadı bozuktur. İtikadı bozuk olanın, mekruh işlemesinin ne önemi olur ki? Namazın makbul olması için, önce imanın, itikadın doğru olması gerekir. Bunlar bozuksa, namazın bütün şartlarına riayet edilse de, yine faydası olmaz.

Takkesiz namaz kılmak
Sual: S. Ebediyye'de, ( Tembellikle veya başı kapalı kılmanın ehemmiyetini düşünmeyerek, başı açık namaz kılmak mekruhtur. Namaza ehemmiyet vermemekse küfürdür) deniyor. Başı kapatmak sünnettir. Sünnete önem vermemek küfür iken, niye burada mekruh deniyor?
CEVAP
Burada başı kapatmak sünnetine önem vermemek değil, tembellikle veya başı kapalı kılmanın, yani sünnetin önemini düşünmemek mekruh oluyor. Takkenin sünnet olduğunu bilerek, kasten, ( Sünnet de olsa başıma bir şey koymam) denirse, yani sünneti hafif görürse elbette küfür olur.

Sünneti de, farzı da tembellikle yapmamak küfür olmaz. Bir farzı yapmamak küfür olmadığına göre, başı kapatma sünnetine riayet etmemeye de küfür denmez. Haram işlemeye de küfür denmez. Mesela bir kimse alışkanlık sebebiyle veya haramın tehlikesini düşünmeden gıybet etse, buna kâfir denmez. Yani haram veya mekruh işleyene, bunlara önem vermiyor denmez.

Parmak çıtlatmak
Sual: Parmak çıtlatmak mekruh mu?
CEVAP
Camide, namaz için safa girerken, namaza dururken ve namaz içinde parmakları çıtlatmak mekruhtur.

Haç resimli oda
Sual: Hristiyanlarla çok samimi olan bir arkadaşımın evinin duvarında haç resmi var. Burada namaz kılmanın mahzuru olur mu?
CEVAP
Hristiyan kâfirlerin dini âyinlerini beğenmek ve zaruret yokken zünnar ve haç gibi küfür alametlerini kullanmak, bir de bunlara sevgi beslemek küfürdür. Haç resmi de canlı resmi gibidir. O odada zaruretsiz namaz kılmak mekruh olur.

Namazı mekruh eden resimler
Sual: Hangi resimler, namazı mekruh etmez? Battaniyede, duvara asılan halıda, dayanılan yastıkta, aslan veya kedi sureti oluyor. Böyle suretler resim hükmünde midir?
CEVAP
Net olmayınca resim hükmünde olmaz. Din kitaplarında deniyor ki:
Canlı resmi, basılan, oturulan, dayanılan şeyde ise, namazı mekruh olmaz. ( S. Ebediyye)

Paradaki, yüzükteki ve her yerdeki resim, küçük olursa, yani yere koyunca, ayakta duran kimse, uzuvlarını ayırt edemezse, namaz mekruh olmaz. ( Redd-ül muhtar)

Kalbi meşgul etmeyen canlı resmi, nerede bulunursa bulunsun, Şâfiî’de namazı mekruh yapmaz. ( İslam Ahlakı)

Namazda meşgul eden renkli şey, nakış, [nakışlı seccade], resim, yazı ve benzerleri mekruhtur. ( Kıyamet ve Âhiret)

Canlı resimli elbise
Sual: Canlı resmi bulunan elbise giymek ve bununla namaz kılmakta mahzur var mıdır?
CEVAP
Resim çok küçükse, belirgin değilse mahzuru olmaz.

Üzerinde canlı, yani insan veya hayvan resmi bulunan elbiseyle namaz kılmak tahrimen mekruhtur. ( Redd-ül muhtar)

Namazda giyilmese de, üzerinde canlı resmi bulunan elbise giymek, her zaman mekruhtur. ( Hadika)

Üzerinde yazı bulunan elbiseyi de resimli elbise gibi, namazda ve namaz dışında giymek mekruhtur. ( İslam Ahlakı)

Çoraptaki yazı
Sual: Çorap altındaki yazı namazı mekruh eder mi?
CEVAP
Evet, mekruh eder; çünkü bedeninde, yani elbisesindedir.

Resim, namaz kılan kimsenin ayağı altında, oturduğu yerde, bedeninde, elinde ise, mekruh olur. ( S. Ebediyye)

İmamın sarığını kullanmak
Sual: Takkesini unutan kimse, camiye girince, takke bulamasa, açıkta duran imamın sarığını kullanması caiz olur mu?
CEVAP
Caiz olur.

Göz ucuyla bakmak
Sual: Namazda yüzü döndürmeden göz ucuyla sağa sola bakmak caiz midir? Hindiyye’de beis yoktur yazıyor.
CEVAP
Dürr-ül-muhtar’da ( Göz ucuyla bakmak tenzihen mekruhtur) yazıyor. İbni Abidin hazretleri burayı açıklarken buyuruyor ki:
Namazda bakınmak yasaktır. İki hadis-i şerif şu mealdedir:
( Sakın namazda bakınmayın; çünkü namazda bakınmak helak olmaktır. Mutlaka bakınmak lazımsa, farzda değil de, hiç olmazsa nafile kılarken bakılabilir.) [Tirmizi]

( Namazda bakınmak bir hırsızlıktır. Şeytan onu kulun namazından çalar.) [Buhari]

Bu hadis-i şeriflerde özürsüz bakmak bildiriliyor. Bu da tahrimen mekruh olur. ( Bahr)

Zeylai ile Bakani’nin Mülteka şerhinde bildirildiğine göre, yüz hiç çevrilmezse, göz ucuyla bakmak mubahtır. Çünkü Peygamber efendimiz, namazında gözünün ucuyla eshabına bakardı. Bu ise evlanın hilafıdır. ( İbni Abidin)

Burada mubah, tenzihi ve tahrimi mekruh olarak üç kavil bildirilmektedir. Ancak âlimlerin çoğu, yüzü çevirmeden göz ucuyla bakmanın tenzihi mekruh olmasını tercih etmişlerdir.

Televizyon bulunan oda
Sual: Televizyon bulunan odada namaz kılınır mı?
CEVAP
Aletin suçu yoktur. Alete günah işletiliyorsa, o zaman suçlu olur. Eğer o televizyonla uygunsuz şeyler seyrediliyorsa, çalgı dinleniyorsa, televizyon kapalı da olsa, bulunduğu odada namaz kılmak mekruh olur. Çalgı gibi günahlar yapılmıyorsa, o zaman mekruh olmaz.

Maskeyle namaz
Sual: Domuz gribinden dolayı veya başka sebeple maskeyle namaz kılmak caiz midir?
CEVAP
Caizdir.

Son sünnete kalkarken
Sual: Farzı kılıp son sünneti kılmadan önce, bir şey okuyarak veya okumadan, sessizce beklemenin mahzuru var mıdır?
CEVAP
Farzdan sonra, son sünnete hemen kalkmamak mekruhtur. ( Tergib-üs-salât)

Latin yazısı ve resim
Sual: Kıble istikametindeki duvarda, okunacak şekilde Latin harfleriyle yazılı yazılar bulunsa, bunlar resim hükmünde midir? Bu yazılara karşı namaz kılmak mekruh olur mu?
CEVAP
Resim hükmünde değildir, namazı mekruh etmez. Fakat yazı huşuyu bozabilir. Yazılara karşı namaz kılmamaya çalışmalı.

Yatsının sünnetleri
Sual: Yatsının farzını, gece yarısına kadar geciktirmek mekruh olduğu gibi, sünnetleri de, geciktirmek mekruh olur mu?
CEVAP
Sadece farzı geciktirmek mekruhtur. Gecikse de sünnetleri kılmak mekruh olmaz, çünkü gece yarısından, sabah namazına kadar, yatsının ilk ve son sünneti dâhil, her çeşit nafile kılmak mekruh değildir.

Salona açılan kapılar
Sual: Salonumuz evin ortasındadır. Salona açılan kapılar var. Diğer odalarda çalgı aleti ve duvarlarda resimler var. Salonun kapısı açıkken, salonda kılınan namaz mekruh olur mu?
CEVAP
Kapılar açık olsa da mekruh olmaz. Yine bunun gibi, tuvaletin önünde lavabolar oluyor. Tuvaletin kapısı açıkken tuvaletin önündeki lavaboda abdest almakta da mahzur olmaz. Hattâ açıkta pislik yoksa, tuvaletin içindeki lavabodan da, abdest almanın mahzuru olmaz.

İki secde-i sehv yapmak
Sual: Yatsının farzını kılarken, yanılıp birinci oturuşta Salli Bârikleri okudum. Hatırlayınca ayağa kalkıp devam ettim. Son oturuşta Salli Bârikleri okudum, secde-i sehv yaptıktan sonra, üçüncü rekâtta oturduğumu hatırladım. Bir rekât daha kılıp oturdum. Ettehıyyatü'yü okuyup secde-i sehv yaptım. Bir namazda, birçok hata edilse de, bir kere secde-i sehv yapılıyor. Ben iki kere yapmış oldum. Namazım mekruh oldu mu?
CEVAP
Hayır, peş peşe iki secde-i sehv yapılmadığı için mekruh olmaz. Yapılması gerekeni yapmışsınız.

Namazda Estagfirullah demek
Sual: Alışkanlık hâline getirdiğim için her zaman Estagfirullah diyorum. Bazen unutup namaz kılarken de söylüyorum. Namazım mekruh oluyor mu?
CEVAP
Hayır.

Çoraptaki yazı
Sual: Çorapta resim veya yazı olunca namaz mekruh oluyor. Çorabı ters çevirip giysek yine mekruh olur mu?
CEVAP
Ters çevirince resim veya yazı görülmüyorsa mekruh olmaz. Cepteki para gibi olur. Ama mübarek bir isim veya resim varsa yine üstüne basmamalıdır.

Sütre ve namaz
Sual: S. Ebediyye’de, ( Bir insanın yüzüne karşı namaz kılmak mekruhtur. Arada, namaz kılana sırtı dönük biri varsa, mekruh olmaz) deniyor. O kimse yatarak bize baksa veya gözleri yumuk olsa, uyusa, fakat yüzü bize dönük olsa, yine mekruh olur mu? Eğer önümüzde sütre varsa mekruh olmaz mı?
CEVAP
Uyusa da, yüzü bize dönükse mekruh olur. Eğer sütre varsa, yüzü bize dönük olsa da mekruh olmaz. Sütre, bir arşın yani yaklaşık yarım metre boyunda bir şeydir. Sütre; direk, sandalye, sehpa, koltuk gibi herhangi bir eşya olabilir.

İmam, namazı kılıp cemaate dönünce, hâlâ namaz kılan biri varsa, fakat namaz kılanın önünde biri ona sırtı dönük oturuyorsa, o kişi sütre sayılacağı için, imamın yüzüne karşı namaz kılmak mekruh olmaz. Namaz kılan kıyama kalkınca, imamla yüz yüze, göz göze gelseler de mekruh olmadığı İbni Âbidin'de yazılıdır.

Çalgı aleti bulunan yerde namaz
Sual: ( Haber dinlenen veya belgesel izlenen bir TV’de, ara sıra şarkı da dinlense müzik aleti sayılmaz. Orada namaz kılmak mekruh olmaz) deniyor. TV müzik aleti değil mi? Orada kılınan namaz mekruh olmaz mı?
CEVAP
Tam İlmihâl’de deniyor ki: Her türlü ses çıkaran aletlere ( Mizmar) denir. Davul, def, ney, zurna, keman, ud, hoparlör, teyp, televizyon, birer mizmardır. İçki, kumar, çalgı aletleri bulunan yerde namaz kılmak mekruhtur, buraya rahmet melekleri girmez. Çalgı da dinlenen ve bakması haram olan resimlerine de bakılan şeyler, çalgı aleti gibidir. ( S. Ebediyye)

Demek ki çalgı da çalınıyorsa veya açık kadınlar da varsa, o alet çalgı aleti sayılıyor.

Bir evde, bir müzik aleti bulunsa, çalınmasa bile, orada namaz kılmak mekruh olduğu gibi, TV kapalı da olsa, o odada namaz kılmak mekruh olur.

Yazılı eşarpla namaz
Sual: Yazılı eşarpla kılınan namazı, iade etmenin farz olduğu söyleniyor. Böyle bir şey var mı?
CEVAP
Yazılı veya resimli eşarpla namaz kılmak mekruhtur. Namazın sevabı azalırsa da, iade etmek farz değildir.

Eşarbın yazılı yeri, içte kalıp görünmezse mekruh da olmaz.

Yanılıp başka sûre okumak
Sual: Namaz kılarken, birinci rekâtta İhlas sûresini okuyan kimse, ikinci rekâtta Felak sûresini okuyacakken yanlışlıkla Kevser sûresini okumaya başlasa, Kevser’i bırakıp Felak sûresini okusa mekruh olur mu?
CEVAP
Evet, mekruh olur. Fıkıh kitaplarında diyor ki:
Namaz kılan kimse, bir sûreyi okumaya başladıktan sonra, başka bir sûreyi okumak gerektiğini anlasa, başladığı sûreden bir harf bile okumuş olsa, bunu bırakıp, öteki sûreyi okuması mekruhtur. Başladığı sûreyi okumaya devam etmelidir. Kasten böyle yapmadığı için mekruh da olmaz. ( Fetâva-i Hindiyye)

Yazıya karşı namaz kılmak
Sual: Latin harfleriyle olan yazılara karşı namaz kılmak, resme karşı namaz kılmak gibi mekruh olur mu?
CEVAP
Hayır, mekruh olmaz. Çünkü yazı, resim hükmünde değildir. Ama karşımızda bulunan yazılar, süsler veya şekiller, huşuya mâni olursa mekruh olur. Onun için kıble duvarında tablo, dikkati çekecek süs veya yazılar bulunmamalı. Namaz kılınan halılar ve seccadeler de, sade olmalı, üzerinde dikkati çekecek işlemeler, çiçekler ve süsler bulunmamalıdır. Seccadeler sade olmalı veya ön yüzü süslüyse ters çevirip kılmalıdır.

Zihni meşgul eden şeyler mekruh olur. Camilerin kıbleden başka duvarlarını süslemek caizse de, fazla süslü olmaları mekruh olur. Kıble duvarını kıymetli şeylerle, renklerle süslemek mekruhtur. ( Redd-ül-muhtar)

Resimli, nakışlı seccadeler zihni meşgul ediyorsa kullanmamalıdır. ( S. Ebediyye)

Kıble duvarını sade yapmalı, levha gibi hiçbir şey asmamalı, yazı da yazmamalıdır.

Geçen gördüm. Kubbeli bir camide, mihrabın sağ ve soluna kocaman iki saat konmuş. Namaz kılan gayri ihtiyari saate bakabilir. Saatin kaç olduğunu öğrenince veya başka bir yazıyı okuyunca namazı mekruh olur. Saatler caminin yan duvarlarına konabilir.

Şimdi bazı camilerde şekilli halılar görülmektedir. Düz halı sermelidir. Caminin veya namaz kıldığımız odanın kıble duvarında da âyet, hadis, dînî levha bulunmamalı. Levhaları, âyetleri caminin sağ ve sol duvarına asmalıdır.

Kaynak :
Cesitli internet Sayfalari
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)