Thread Rating:
  • 0 Vote(s) - 0 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Mehdi ile Alakalı Rivayetler Zayıf mıdır ?
#1
Mehdi ile Alakalı Rivayetler Zayıf mıdır ?

Mehdîyle ilgili gerek Kütüb-ü Sitte ve gerekse diğer muteber hadis kitaplarında yer alan rivayetlerin ümmetçe kabul gördüğünü biliyoruz. Hadis metodolojisi açısından da bunları mevzû ( uydurma) sayacak bir itiraza rastlanmamaktadır. Bazı hadislerin zayıflığı, genelde çağdaş âlimlerce söz konusu edilse de genel kanaat sahih hadislerin çokluğu yönündedir.

Bu tip hadislerin zayıflığını iddiâ edenler, genelde İbni Haldun'u kaynak gösterir, tereddüde düşerler. Oysa o bile konuyla ilgili az da olsa sahih hadislerin varlığını kabul etmiştir.9

Ebû Davud şârihi Azimâbâdî, İbni Haldun'un aksine Peygamberimizden itibaren bütün Müslümanların, Ehl-i Beytten dini güçlendirecek, adaleti hâkim kılacak, İslâm beldelerinde hâkimiyet kuracak Mehdî denilen bir zâtın geleceğine inandığını ve bu inancın meşhur olduğunu kaydeder. 10

el-Kittanî, Nazmü'l-Mütenâsir'inde, İbni Haldun'un görüşlerine katılmaz, bu konuda çok sahih hadis bulunduğunu, hatta bunların tevatüre ulaştığını söyler. İbni Haldun'un ise sahanın uzmanı olmadığını, sahanın uzmanlarına müracaat edilmesi gerektiğini söyler. 11

Mevdûdî, Mehdî ile ilgili râvîlerin çoğunun Şiî olduğunu, Abbasîler döneminde hilafeti desteklemek maksadıyla hadis uydurulabileceğini—siyah sancaklılar hadisinde olduğu gibi— söylemekle birlikte bazı hadisleri de sahih kabul etmektedir. 12

Birkısım âlimler, Mehdî hakkındaki hadislerin bazılarına ilişseler de çoğunluğu onun geleceği ve bu konuda tevatürün bulunduğu kanaatindedirler. Çünkü bu hadisleri birçok meşhur Sahabî rivayet etmiş ve birçok sahih hadis kitabı kitaplarına almışlardır. Hadislerde yer alan bir kısım kapalılık, zayıflıklarından değil, müteşâbihât oluşundan kaynaklanmaktadır. Resûlullah makam ve konu gereği bunları veciz bir tarzda anlatmıştır. Meşhur hale gelen bu hadisler ümmetçe tereddüt edilmeden kabullenildiği içindir ki Kittanî bunların mütevatirü'l-mânâ olduğunu söylemektedir. 13

Allame Şevkanî de, Beklenen Mehdî, Deccal ve Mesih Hakkında Gelen Rivayetlerin Tevatür Derecesine Ulaştığının Açıklanması isimli bir kitap dahi yazmıştır. Mehdîyle ilgili hadislerin sayısının elliyi bulduğunu söylemektedir. Konuyla ilgili çokça Sahabe sözü vardır. Şevkanî bu hususta şunları söyler: “Beklenen Mehdî hakkında rivayet edilen hadislerin tevatür derecesine ulaştığı kesinlik kazanmıştır.” 14

İbni Hacer, Fethu'l-Barî'de Hz. Mehdî'nin bu ümmetten olacağı, Hz. İsa'nın ( a.s.) onun arkasında namaz kılacağıyla ilgili hadislerin mütevatir olduklarını söylerler. 15

Teftazanî, Hz. Mehdî'nin çıkışı ve Hz. İsa'nın inişiyle ilgili birçok sahih hadis bulunduğunu, her ne kadar bunlar âhâd da olsa mütevatirü'l-mânâ olduklarını kaydetmektedir. Âlimlerin de Mehdî'nin, Fatıma evladından âdil bir imam olduğuna, Allahu Teâlânın dinine yardım etmesi için dileyeceği bir zamanda onu göndereceği inancına vardıklarını belirtmektedir. 16

İmam-ı Rabbanî de bu husustaki sahih hadislerin meşhur olduğunu, mânevî tevatür derecesinde olduğunu söyler. 17

Evet, ümmetin bu hususta icmaı vardır. 18 Doğrusu Deccal Mehdîsiz, Mehdî de Deccalsız düşünülemez. Biri varsa diğeri de olacaktır.

Çağdaş âlimlerden el-Bânî de, Mehdînin gelişini âlimlerin kabul ettiği bir hakikat olarak görür. 19

Bediüzzaman'ın görüşü ise şöyle:

"Cenab-ı Hak, âhirzamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olan bir zât-ı nûrânîyi gönderecek ve o zât da Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır." 20



Sahih hadisleri Buharî ve Müslim'le sınırlayarak, "Bunlarda varsa sahihtirler. Yoksa zayıftırlar" mantığıyla yaklaşmak, hadis ilminden anlamamanın delilidir. Nasıl sahih hadisler bu ikisiyle, diğer Kütüb-ü Sitte'nin diğer dört kitabıyla sınırlandırılabilir? Oysa bunların dışında da birçok sahih hadis bulunmaktadır.

Hem bir meselenin îman esasları arasına girmesi ayrı şeydir, o meselenin vukûu ayrı şeydir. Buharî ve Müslim'de bulunmadığı halde—İstanbul'un fethiyle ilgili hadis-i şerifte olduğu gibi—gerçekleşen nice hadise vardır. Âhirzamanla, bilhassa Deccal, Süfyan ve Mehdî ilgili hadislerin bir kısmı da böyledir. Mühim olan bu konuların tevil ve izahlarını doğru olarak yapabilmektir. Bu da ilimde rüsûh peydâ etmekle mümkündür. Bu konuda, sahanın uzmanlarından olan Bediüzzaman'ın, mahkemede savcının, "İstinad ettiği hadisler zayıf ve hattâ mevzû olmakla beraber, tevilleri yanlıştır ve aslı yoktur" iddiasına verdiği cevap ölçü olabilecek niteliktedir:

"Bütün ümmet bin senedenberi telakkì-i bilkabul ettiği ve âlem-i İslâm içinde az bir kısım ulemânın başta tevillerle bir derece za'fiyetine hükmettiklerine mukàbil, cumhur-u muhaddisîn ( hadis âlimlerinin çoğu) ve ümmet-i Muhammediye ( a.s.m.) kabul ettiği; âhirzamanda gelen bazı hadiseler hakkındaki muhtelif rivayetleri tevil, yani mümkün bir ihtimal mânâsıyla bu zamanda vukûa gelen ve gözle görülen hâdiselere tam mutabık çıkmasını beyana, dünyada hiçbir ehl-i ilim yanlış diyemez. Faraza o hadislerden birisi mevzû da olsa, mevzûun mânâsı 'Hadis değil' demektir, yoksa 'Mânâsı yanlıştır' demek değildir ki, darb-ı mesel nevinde, ümmet o rivayeti kabul etmiş. Bu nevî tevilâta yanlış diyenler kaç cihetle yanlış olduğu gibi, ümmetin telakkìsine ihanet ve hadisleri inkârdır."21



Bediüzzaman, savcının, "'Bir kitapta Mehdîye dair hadislerin kâffesi ( tamamı) zayıftır' denilmiş. Bunların zayıf ve muzdarip olduğunda ittifak vardır" iddiasına da şu cevabı vermişti:

"Hangi mesele vardır ki bazı kitaplarda ona ilişilmesin. Hatta İbni Cevzî gibi büyük bir muhaddis bazı sahih ehadise mevzû dediğini, ulemâlar taaccüple nakletmişler. Hem, her zayıf veya mevzû hadisin mânâsı yanlıştır demek değildir. Belki an'aneli sened ile hadîsiyeti kat'î değildir demektir. Yoksa mânâsı hak ve hakikat olabilir.

İttifak olmadığına bin seneden beri ehl-i hadis ve ümmetçe bu hakikatin devamı kat'î bir delildir."22



Her asrın deccalları olduğu gibi, mehdîleri de vardır. Bunların herbiri ümmet-i Muhammed'in ( a.s.m.) zor zamanlarında yardımlarına koşmuşlardır. Âhirzamanın büyük fitnesi zamanında ise büyük Mehdî vazifeye başlar.

Büyük Mehdînin diğerlerinden en önemli farkı siyaset, diyanet, saltanat, cihad gibi geniş çaplı birçok hizmeti birden omuzlamış olmasıdır. Diğer çağların mehdîleri ise bu hizmetlerin bütününü birden değil, sadece bir veya birkaçını üstlenmişlerdir. Meselâ siyaset âleminde Mehdî-i Abbasî, diyanet sahasında Gavs-ı Azam, Şah-ı Nakşibend, Aktab-ı Erbaa ve On İki İmam gibi büyük zâtlar büyük Mehdî'nin bazı görevlerini icra etmişlerdir.

İşte bu büyük zâtlar, büyük Mehdînin bir kısım vazifelerini yaptıkları içindir ki, bazı ehl-i tahkik Hz. Mehdî'nin çıktığına hükmetmişlerdir.23

Mektûbât'ta da buna benzer ifadeler yer alır:

"Âhirzamanda gelen Mehdî gibi herbir asır Âl-i Beytten bir nevi Mehdî, belki mehdîler bulmuş. Hatta Âl-i Beytten madud olan ( sayılan) Abbasiye hulefâsından, Büyük Mehdînin çok evsafına câmi bir mehdî bulmuş.

İşte büyük Mehdîden evvel gelen emsalleri, nümûneleri olan hulefâ-yı mehdiyyîn ( mehdî halifeler) ve aktab-ı mehdiyyîn ( mehdî kutuplar) evsafları, Büyük Mehdînin çok evsafına karışmış ve ondan rivayetler ihtilâfa düşmüş."24



İhtilâfın diğer bir önemli sebebi de, mehdîler hakkındaki rivayetlerdeki farklılıklardır. Bu husustaki hadisleri tefsir eden âlimler, hadislerin metinlerine tefsirlerini ve çıkardıkları hükümleri tatbik edip zamanlarında saltanat merkezi Medine veya Şam'da olduğu için Şam, Basra, Kûfe gibi yerlerde çıkacaklarını tasavvur edip bütün dünya tanıyacakmışcasına bir vaziyet vermişlerdir. Halbuki herkes tanımış olsa, imtihan sırrına ters düşer. Oysa imtihanın sırrı odur ki akla kapı açılmalı, irade elden alınmamalıdır. Deccal ve Süfyanı bir çok insanın tanıyamamalarının temelinde de bu yatmaktadır.25


------------------------

Mehdi ve mesih kavramları aynı şeyler midir; mesih ve mehdi ne demektir? Hz. İsa mesih ya da mehdi midir?

Mesih Hz. İsa ( as) için denmektedir. Mehdi ise ahir zamanda gelecek ve deccalın fitnesini önleyecek, Peygamber Efendimizin soyundan gelecek olan zattır.

Mehdi kimdir? Kavram olarak "Mehdi" ne demektir?

Birgün Avf bin Malik'e Allah Resûlü,

“Çok karanlıklı ve şiddetli bir kısım fitneler gelir. Derken fitneler birbirlerini takip eder. O kadar ki bu Ehl-i Beytimden Mehdî denilen bir zât çıkıncıya kadar devam eder. Sen ona ulaştığında tabi ol ki hidayette olanlardan olasın.” 1 buyurmuşlardı.

Ebû Saidü'l-Hudrî rivayet ediyor:

“Resûlullahtan sonra önemli bir olayın meydana gelmesinden korktuk ve Bunu Resûlullaha sorduk. O da Hz. Mehdî'yi müjdeledi.” 2

Şüphesiz bu dönemler mânevî kurtarıcıların dört gözle beklendiği dönemlerdir. Böyle bir anda âhir zamanın beklenen şahsı Hz. Mehdî geleceğine göre ona bîat etmenin, katılmanın önemi tartışılmaz. Resûl-ü Ekrem de ( a.s.m.) ümmetini buna teşvik ederek,

“Sizden kim o güne yetişirse karlar üzerinde emekleyerek de olsa ona katılsın.” 3 buyurmuşlardır.

Başka bir hadislerinde de Allah Resûlü, Huzeyfetü'l-Yemanî'nin bir sorusu üzerine hayırdan sonra şer, şerden sonra sulh olacağını bildirmiş, “Bu sulhtan sonra ne olacak?” diye sorduğunda da şöyle buyurmuşlardı:

“Dalâlete dâvet edilecek. İşte sen o gün bir halife gördüğünde ağacın kökünü ısırarak da olsa ölünceye kadar ona koş.” 4 buyurmuşlardı.

Hadis-i şeriflerde kar üzerinde emekleyerek, ağaç kökünü ısırarak da olsa ona tâbi olmamız öğütlenen halife açıkça görüldüğü gibi Hz. Mehdî'dir.

Bu konu Asr-ı Saadette de o kadar önemli bir yer tutmuş olacak ki Ümmü Seleme validemiz, Resûllullah'a “Mehdî gelecek mi?” diye sorma ihtiyacını hissetmiş, Allah Resûlü de “Evet, gelmesi haktır.” 5 cevabını vermişlerdi. Hatta başka bir hadis-i şeriflerinde dünyanın yıkılmasına birgün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî'yi göndereceğini 6 belirtmektedir ki, bu onun geleceğinin zorunluluğunu ortaya koyar.

Hz. Ali ( ra)’den bize ulaşan bir başka hadise göre, bir gün o, oğlu Hz. Hasan ( ra)’a bakmış ve:

“Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem’in isimlendirdiği gibi, mutlaka benim bu oğlum Seyyiddir ( Beyefendi, Halim Selim, zarif ve centilmendir.) Yakında onun soyundan, Nebinizin ( s.a.v.) adıyla adlandırılan bir adam çıkacak, ahlakında ona ( Hz. Peygambere) benzeyecek, ama yaratılışında ( beden ve cisim özelliklerinde) ona benzemeyecektir.” buyurmuştur. 7

Büyük Alim Taftazani’nin ( Mesud b. Ömer) Şehru’l- Makasıd adlı meşhur eserinde; Mehdi ile ilgili konunun başında şöyle der:

“Dünyayı adalet ve iyilikle dolduracak bir imamın ( liderin, büyüğün, mehdinin) çıkması konusunda ahadis-i sahiha ( sahih Hadisler) varid olmuşlar.” 8

Kimdir bu Hz. Mehdî? Resûl-ü Ekrem niçin özellikle ona uymayı tavsiye etmektedir? Eğer onun döneminde yaşayacak olursak onu nasıl tanıyacağız? O karışıklık, bozukluk, herc ü merc, fısk u fesad döneminin adamı olduğuna göre mücadelesini kimlere karşı ve nasıl yapacaktır? Özellikleri nelerdir? Bunlar ve bunlara benzer soruların cevabı bilinmedikçe Hz. Mehdî'nin fonksiyonu, icraatının ehemmiyeti elbette tam anlaşılamaz.

Mehdî kimdir?

Sözlüklerde hidayette, doğru yolda olan, başkalarının hidayet ve doğru yolda gitmelerine vesile olan mânâsına gelen Mehdî, İslâmî bir terim olarak âhir zamanda geleceği müjdelenen, kendisine Allah tarafından özellikle doğru yol gösterilen, hakka yöneltilen, dinî noktalarda hata ve yanlışlıklardan korunan, insanları, bilhassa Müslümanları irşad eden, doğru yola sevk eden, zulüm ve haksızlıkların kol gezdiği bir dünyada adaleti tesis eden, âhir zamanda geleceği müjdelenen Âl-i Beytten büyük bir zâttır. Mehdî yazdığı eserlerle, inançsızlık içerisinde bulunanları, îmanı şüphe ve tereddütte olanları kurtaracak, mü'minlerin îmanlarını takviye edecek büyük bir âlimdir.

Lisanü'l-Arap'ta Mehdînin, doğru yola erişmiş, hidayeti bulmuş olan; kendisine Allah tarafından doğru yol gösterilen kimse diye tarifi yapılmaktadır.9

Bu mânâda doğru yolda giden her Müslüman bir mehdîdir. Hz. Ali ( ra)'ye hem doğru yolu gösterici anlamında hâdî, hem de mehdî denildiğini biliyoruz.10

Dört halife ve onların yolunda gidenler de mehdiyyûn, yani mehdîler olarak anılmışlardır. Nitekim Resûl-ü Ekrem ( a.s.m.),

“Sizi sünnetime sımsıkı sarılmaya, raşid ve mehdî halifelerimin yolunda gitmeye teşvik ederim.” 11

buyurarak, onların yolunda gitmeyi tavsiye etmişlerdir.

Hz. İbrahim ( a.s.), Hz. Muhammed ( asm), Dört Halife, Hz. Hüseyin ( ra), Süleyman bin Abdülmelik ve bazı Abbasî halifelerine Mehdî denildiğini de biliyoruz.12

Emevî halifesi Ömer bin Abdülaziz'e Mehdî denilmiş, hatta Mehdîyle ilgili bazı hadisleri ona hamledenler de olmuştur.13 Büyük Mehdînin birçok evsafına sahip on dört Mehdî-i Abbasînin ise, onun siyaset âlemindeki vazifesini yaptığını görüyoruz.15.

Demek ki mehdî kelimesi geniş periyodlu bir kelimedir. Ancak bu kelime başına “el” takısı geldiğinde özel ve belli bir kimseye isim olmuş olur ve hadis-i şeriflerde âhir zamanda geleceği müjdelenen meşhur ve mânevî büyük kurtarıcı için kullanıldığı görülür.

----------------------------------------


Deccal, Mehdî ve İsâ Aleyhisselâmı herkes tanıyabilecek midir?

Hayır. Eğer İsa Aleyhisselâm, Mehdî ve Deccal güneş gibi ap açık bilinecek derecede gelselerdi, akıl ve iradeyi kullanma imkânı kalmaz, herkes mecburen inanır, Ebû Bekirlerle Ebû Cehillerin farkı kalmazdı.

Gerçekten rivayetlerde anlatıldığı gibi, minare boyunda, alnında kâfir yazılı, bağırdığında bütün dünya işitecek derecede gür sesli, iki kulağı arası otuz metreyi bulan bir eşeğe binen bir Deccal gelecek olsa, herkes ister istemez onu tanır, bu da imtihan sırrına ters düşerdi.

O halde nazarî meseleler perdeli, derin, tetkik ve tecrübeye muhtaç olmalı ki, imtihandan maksat hasıl olabilsin; Ebû Bekirler yücelerin yücesine çıkarlarken, Ebû Cehiller de aşağıların aşağısına düşsünler. Yoksa irade elden alınırsa imtihanın sırrı bozulur.

İşte bu önemli sır sebebiyledir ki mûcizeler seyrek ve nâdiren gösterilir. Kıyamet alâmetleri de, müteşabihat da bir derece kapalı ve tevilli olur. Yalnız güneşin Batıdan doğması böyle değildir; ap açık olduğu için artık tövbe kapısı kapanır; tövbe de, îman da kabul olmaz. Çünkü o zaman Ebû Cehiller de îmana kalkacak ve Ebû Bekirlerle eşit hale gelecektir.

Yine bu imtihan sırrı gereğidir ki, Deccalı Deccal nâmıyla beklememelidir. O, deccallık haysiyetiyle değil, baskıcı bir idareci olarak bilinir.( 1) Onun içindir ki, birçokları onu tanıyamayacaklardır. Ancak nûr-u îmanın dikkatiyle tanınabilirler.( 2)

Deccal ve Süfyanı olduğu gibi Hz. Mehdî'yi de herkesin gündüz gibi ap açık bir şekilde tanıması beklenmez, beklenmemelidir de. Bu da imtihan sırrına ters düşer. Öyle olmalı ki, her devir zamanlarında gelecekmişcesine Mehdîyi beklemeli, eski devirlerde de gelip geçtiği veya yaşadığı söylenebilmelidir.

Evet, Garâibü'l-Ehadis'te de belirtildiği gibi Hz. Mehdîyi herkes tanıyamayacak, ancak ehl-i irfan nûr-u îmanla tanıyabilecektir.( 3)

İsa Aleyhisselâmın inişi de böyledir. Onu da herkes tanıyamaz. Ancak îman nurunun verdiği bir dikkatle bilinebilir. Evet,

"Hz. İsa Aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakiki İsâ olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı ( ona mânen çok yakın olanlar), nûr-u îman ile onu tanır.( 4) Yoksa bedâhet derecesinde ( apaçık bir sûrette) herkes onu tanımayacaktır."( 5)

İnsan hangi konuyla çok meşgul olursa, o konuda uzmanlaşır. İmanen zayıf veya ciddî bir şekilde arayış içerisine girmeyen insan, zamanlarında da yaşasa, yanıbaşında da olsa Mehdî'yi de, İsa Aleyhisselâmı da, Deccalı da göremez, görse de tanıyamaz.

Deccal, kendinin Deccal olduğunu bilir mi?

Deccal da, Süfyan da onca şerli icraatlarına rağmen, başlangıçta kendileri, kendilerini Deccal ve Süfyan olarak bilmezler.( 6) Sonradan anlarlar.

Birçoklarının naklettiğine göre, İslâm Deccalı "Ve't-tîni ve'z-zeytûn"un mânâsını merak edip sorarmış. Sûredeki ahsen-i takvimde yaratılan insandan kendine, emin beldeden de yeni kurduğu şehre bir işaret arasa gerek. Oysa bu sûreden sonra gelen Alak Sûresindeki

"Muhakkak insan çok çok azgınlaşır."( 7)

meâlindeki âyet, hem mânâ hem de cifir hesabıyla onun zamanına ve şahsına işaret etmekte, namaz kılanlara ve câmilere tağıyâne tecavüz ettiğini göstermektedir.

"Demek o istidraclı adam küçük bir sûreyi kendiyle alâkadar hisseder. Fakat, yanlış eder, komşusunun kapısını çalar."( 8 )


------------------------
Diğer dinlerde "Deccal" inancı var mıdır ?

Hak, muharref ve bâtıl bütün dinlerde hak ile bâtıl, iyi ile kötü mücadelesinin sürekli var olduğunu görmekteyiz. Eski Mısırlılar, Çinliler ve Hindlilerde iyiliği temsil eden ilâhla kötülüğü temsil eden şerli yaratıkların savaşlarına yer verilmektedir ki, burada şerli varlıkla Deccal arasındaki benzerlik açıkça görülmektedir.

Bâtıl dinlerde mânâ olarak yer alan Deccal inancı, muharref dinlerde ismen dahi yer alabilecek bir boyut kazanmıştır. M.Ö. 2. yüzyılda Deccalın, Daniel'in kitabında zâlim bir hükümdar olarak muşahhaslaştığını görüyoruz.( 1) Eski Ahid'de ve tarihî kaynaklarda, âhirzaman Deccalının bir kısım özelliklerine sahip muşahhaşlaştırılmış daha birçok şahıs bulmak mümkündür. Meselâ Nemrud bunlardan biridir. Roma imparatoru zalim Neron Deccalın bir prototipi olarak görülmüştür.

Yahudîlerde kurtarıcı Messiah'ın zıddı olan Deccal, Anti-Messiah olarak nitelendirilir. Ve Deccal, Messiah'ın ağzından çıkan nefesle öldürülecektir.

Âhirzaman Deccalından da bahsedilir Eski Ahid'de. Hezekiel'de herşeyi tahrip eden, büyük ve korkunç bir plân hazırlayan, fakat sonunda mağlup düşen Deccalın şer kuvvetlerinden bahsedilir.( 2) Zakarya ve Yoel'de de yer alan Deccal fikri, Daniel'de daha bariz şekilde kendini gösterir. Daniel onu bizzat gözleriyle görür ve portresini çizer.( 3) Bu Deccal büyük bir idareci, güçlü orduların komutanı, üç kralı deviren, mabed yıkan bir kimse olarak bilinmektedir.

Hıristiyanlıkta da Deccaldan özellikle bahsedilir. Pavlus'a göre, Mesih'in âhirzamanda gelişine inanmak Hıristiyanlığın rükünlerindendir.

Yeni Ahid'de belirtildiğine göre Deccal, Mesih'in ikinci gelişinden önce çıkacaktır ve Hz. İsa'nın soluğuyla öldürülecektir.( 4)

Matta İncil'inde Deccaldan "Mesiha Daggala" diye bahsedilmektedir. Yeni Ahid'in Süryanice tercümesinde Mesiha Daggala açıkça zikredilir.( 5)

Matta İncil’inin bir âyetinde yalancı Mesih'le ilgili şöyle denildiğini görüyoruz:

"İsa'nın şâkirdleri dünyanın sonuna alâmet ne olacak diye sordular. İsa cevap verip onlara dedi: ‘Sakın kimse sizi saptırmasın. Çünkü birçokları 'Mesih benim' diye, benim ismimle gelip birçoklarını saptıracaklar. Ve birçok yalancı peygamberler kalkıp birçoklarını saptıracaklar ve fesat çoğalacağından ötürü birçokların sevgisi soğuyacak. Ancak sona kadar dayanan kurtulur."( 6)

Başka bir âyette ise bu yalancı mesihlerin "büyük alâmet ve harikalar" göstereceklerinden söz edilmiştir.( 7)

Yuhanna İncilinin birinci mektubunda Deccaldan İsa'nın zıddı anlamında antichrist diye bahsedilir.( 8 )

Görüldüğü gibi bu âyetlerde Mesih-i Deccaldan tek bir şahıs olarak değil çoğul olarak, yani bir topluluk olarak söz edilmektedir. Ancak Katolik ilahiyatçıların çoğu, onun bir şahıs olacağı konusunda ittifak etmişlerdir.( 9)

Markos İncili'nde de yalancı Mesihlerden söz edilmekte, seçilmiş insanları bile saptırabilecek alâmet ve harikalar gösterecekleri belirtilmekte ve onlardan sakındırılmaktadır.( 10) Benzer sakındırma Luka İncili'nde de yer alır.( 11) Yuhanna İncil'inde ise Deccala Yahudîlerin inanacaklarından söz edilmekte, "Çünkü onlar Mesih'e inanmamışlardır" denilmektedir. İncil yorumcuları da sayıları 64'ten fazla olan Deccallere Yahudîlerin inanacaklarını söylemektedir.( 12)

Havarîlerin risalelerinde de Deccalden söz edildiğini görüyoruz. Pavlus, Selâniklilere yazdığı bir mektupta, dinden dönme gelmedikçe, tanrılık dâvâsında bulunan fesad adamı çıkmadıkça Kıyametin kopmayacağını belirtmekte,( 13) Hz. İsa'nın gelişiyle güneş doğduğunda karanlığın kaybolduğu gibi Deccalın da yok olacağını bildirmektedir.( 14)

Yunanna risalelerinde belirtildiğine göre ise Hz. İsa'nın kurtarıcı olduğuna hücum eden birçok Deccal çıkacaktır. Vahiy kitabında Deccal, yalancı peygamber, canavar, ejderin başı gibi ifadelerle anılmaktadır.( 15)

Hıristiyanlarca 2. yüzyıla kadar Neron Deccalle özdeşleştirmiş, çağımızda da Hitler ve Lenin için aynı teşhis konulmuştur.( 16)

Deccallerin bir değil, birçok olduğu anlayışı Hıristiyanlık dünyasında da hâkimdir. Ama âhirzaman Deccalı hepsinden de büyük ve korkunçtur. Bir Hıristiyan yazar ve öğretmen bunu şöyle anlatır:

“Mesih-Deccalın birçok prototipi vardır. Fakat bu çok Deccaller arasında birisi çıkacaktır ki, hepsinden daha şiddetli olup, bu isme en lâyık kişi olacaktır. Diğerleri değişik zamanda bulunmakla birlikte, bu gerçek Deccal âhirzamanda çıkacaktır."( 17)

Görüldüğü gibi muharref dinler, onca değişikliklerine rağmen kâinatın “en büyük hadisesi,” “en dehşetli fitnesi” Deccala ilgisiz kalmamış, birçok âyetlerinde, hem de doğrudan bahsederek ona yer vermişlerdir. Bu durum, Resûlullahın, bütün peygamberlerin Deccalın şerrinden ümmetlerini sakındırdıkları gerçeğini de teyid etmektedir.

Aynı zamanda bu âyetler Yahudîlik ve Hıristiyanlığın Deccal anlayışıyla İslâmdaki Deccal anlayışı arasında genel hatlarıyla büyük benzerlikler bulunduğunu göstermektedir.


-----------------------
Bazı rivayetlerde, Hz. Mehdi'nin, içtihatlarında mezheplere muhalefet edeceği ve alimlerin ondan uzak duracağı şeklindeki açıklamaları nasıl değerlendirmek gerekir?

Verdiğiniz kaynakta geçen ifadeler hadis değildir, İbn Arabî’nin kendi ifadesidir. ( bk. Futuhat el-Mekkiye, 66. bab, 3/327- 328 )

İbn Arabi, ilgili ifadelerinde bazı hadislerin rivayetlerine de zımnen işaret eder tarzda konuyu açıklamaya çalışmakla beraber, sorudaki ifadelerin hadisle bir alakası yoktur.

İbn Arabî’nin işaret ettiği konulara bazı alimler de işaret etmişlerdir. Hz. Mehdi’nin mezhepleri ortadan kaldırıp kaldırmayacağı veya hangi mezhebe tabi olacağı, Hanefî mi, Şafii mi olacağına dair farklı mezhep alimleri arasında, farklı kanaatler söz konusu olmuştur.

Bununla beraber, “Hz. Mehdi’nin bir melek-i ilham ile hareket edeceği, mezhep alimlerinden farklı içtihatlarda bulunacağı, bu sebeple de özellikle mezhep mukallitleri fakihlerin ona düşmanca davranacağı, yalnız kılıcından korktukları için ona baş eğeceklerine” dair ifadeler, İbn Arabî’nin kendi keşifleri olabilir. Ve bu ifadeleri de “mevcut anlayışları okşayan, gerçekleri dolaylı olarak anlatan” bir üslup olarak değerlendirmekte fayda vardır. Zira, İbn Arabî’den asırlar sonra -ahir zaman olaylarının cereyan ettiği zamana çok daha yakın olarak- gelen ve dolayısıyla Hz. Mehdiyi ve Deccalı çok iyi bilen asrın allamesi Bediüzzaman Said Nursi’ye göre, Mehdi’nin kılıcı “kalem-fikir” türü manevî, ilmî bir kılıç olacaktır. Bu sebeple İbn Arabî’nin dediği “kılıcı” manevî olarak anlamak gerekir.

Keza, “Hz. Mehdiye alimlerin itirazı” konusunu da “bazı alimler” şeklinde anlamakta bir sakınca yoktur. Zaten bütün fakihlerin ona karşı çıkması pek makul da görünmemektedir. “Kendisinin farklı içtihatları” da “bütün içtihatları” değil, “bazı içtihatları” olarak anlamak gerekir, diye düşünüyoruz.

Özetlersek, İbn Arabî’nin genellikle keşiflerinden hareketle verdiği bilgileri kapalı ifadeler olarak değerlendirmek gerekir. Çünkü, geleceğe ait konularda kapalı ifadelerin kullanılması, bir yandan -tabir yerindeyse- statükocu alimlerin ve onlara bağlı olan kitlelerin düşüncelerini okşamak, bir yandan da “gaybî ihbar” meselesi olduğundan dolayı Allah bildirmezse “kimse gaybı bilemez” düsturuna karşı saygısızlık etmemenin gereğinden kaynaklanmaktadır.
----------------------
Eğer mehdi gelecekse, böyle önemli bir konu neden Kur'an'da yoktur?

Mesih, Mehdi, Deccal gibi konuların Kur’an’da yer almadığı gerekçesiyle inkâr edilmesi, dini açıdan problemli bir bakış açısının ürünüdür. Bu bakış açısına göre herhangi bir şey Kur’an’da açık bir şekilde yer almıyorsa islâmî değildir, reddedilmelidir.

Oysa böyle bir düşünce öncelikle Kur’an’ın kendisine aykırıdır. Zira Sünnet, Kur’an’ın mücmel ( detay vermeyen) ayetlerini tafsil ve müphem ( anlamı ilk bakışta anlaşılmayan, kapalı) ayetlerini açıkladığına göre, kıyamet alametleriyle ilgili ayetlerin beyan ve tafsilinin de Sünnet tarafından yapılmış olmasında garipsenecek bir durum yoktur.

Zira Efendimiz ( asm)’in en temel görevlerinden birisi Kur’an’ın “tebliği” ise, bir diğeri de “açıklanması”dır. ( Nahl, 44, 64)

Bu cümleden olarak Efendimiz ( asm)’in kıyamet alametleriyle ilgili ayetleri beyan ve tafsil etmiş olması da son derece tabiidir.

Örneğin Kur’an’da "Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz." ( En'âm, 6/158 ) buyurulur. Ayette geçen "bazı alametler" ise Peygamberimiz ( asm) tarafından cevaplandırılmıştır ve bu durum gayet normaldir.

Nitekim bir keresinde Sahabe'den bazılarının bulunduğu bir meclise gelen Efendimiz ( asm), ne yaptıklarını sormuş. Onlar da "Kıyametten bahsediyoruz" demişler. Bunun üzerine Efendimiz şu açıklamayı yapmıştır: "Siz onun öncesinde 10 alamet görmedikçe kıyamet kopmayacaktır.." buyurmuş ve bu almaetleri de duman, Deccal, Dabbetu'l-Arz, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa ( a.s)'ın nüzulü, Ye'cüc-Me'cüc, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında bir yer batması ve Yemen'den, insanları önüne katarak sürükleyen bir ateşin çıkmasını zikretmiştir. ( bk. Müslim, Fiten, 39-40)

İşte bu açıklama, Kıyamet alametleri olarak ayette geçen ifadenin bir tefsiridir.

Hadis kitaplarının "Eşrâtu's-Sâ'a", "Fiten", "Melâhim" gibi bölümlerinde yer alan ve kıyamet kopmadan önce meydana gelecek hadiseleri anlatan rivayetlerin tamamını bu bağlamda düşünmek gerekir.
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)