Thread Rating:
  • 178 Vote(s) - 2.92 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Hidaye Tercümesi / Cemaata Yetişmek Bahsi
#1

CEMAATA YETİŞMEK BAHSi


(Eğer bir kimse öğle namazından bir rekât kıldıktan sonra ce­maat, namaza başlarsa) kılmakta olduğu bir farz namazı bozulmak­tan korumak için (o kimse bir rekât daha kılar ve) cemaatla na­maz kılma sevabını kaçırmamak için (cemaata katılır. Eğer bu kim­se ilk rekâtta henüz secdeye varmamış ise -sahih olan kavle göre- hemen namazını keser ve imamın arkasında namaza durur.) Zira da­ha secde yapmadığı için rekât tamam olmamıştır. Onun için kişi namazını kesebilir. Kaldı ki kişinin bu namazını kesmesi, aynı na­mazı daha üstün bir şekilde kılmak içindir. Fakat eğer kişi sünnet olan bir namazı kılmakta iken cemaat namaza başlarsa, öyle değil­dir. Çünkü bu durumda kişinin namazını kesmesi, aynı namazı daha üstün bir şekilde kılmak için değildir.

Eğer kişi, öğle veya Cumanın ilk sünnetini kılmakta iken, cema­at öğle namazına veyahut imam hutbeye başlarsa -İmam Ebû Yûsuf tan rivayet olunduğuna göre- iki rekat kıldıktan sonra sünnetini keser. Kimisi de: »Tamamlar, demiştir. (Eğer bir kimse, öğle namazından üç rekât kıldıktan sonra ce­maat namaza başlarsa, o kimse namazını tamamlamak zorundadır.) Çünkü bu kimse namazının çoğunu kılmıştır ve bir şeyin çoğu ta­mamı hükmünde olduğu için artık namazını tamamlamış sayılır. Bu­nun için yarıda bırakamaz. Fakat eğer daha üçüncü rekâtın secde­sine varmamışken cemaat namaza başlarsa, üçüncü rekât tamam­lanmamış olduğu için kişi daha namazının yarısını kılmış sayılır. Bu­nun için namazını kesebilir. Bu kimse isterse oturup selâm verdik­ten sonra kalkıp cemaata katılır, iste,rse hemen ayakta imama uyar. (Cemaat başlarken öğle namazından üç rekât kılmış olan kim­se, eğer namazını tamamladıktan sonra cemaata katılırsa cemaatla kıldığı namaz kendisi için nafile olur.) Çünkü bir vakitte, farz olan namaz tekerrür etmez. (Cemaat başlarken sabah namazından bir rekât kılan kimse, na­mazını yanda bırakıp cemaate katılır.) Çünkü eğer bir rekât daha kılarsa cemaatı kaçırmış olur.

(Cemaat başlarken sabah namazının ikinci rekâtında olan kim­se de, eğer daha secdeye varmamış ise namazını bırakıp cemaata ka­tılır.) Cemaat başlarken sabah namazını bitirmiş olan kimse ise, ce­maatla bir daha kılamaz. Zira eğer kılarsa onun için nafile olur. Na­file ise sabah namazından sonra mekruhtur. İkindi namazından sonra da nafile mekruh olduğu için ikindi namazı da öyledir. Zahir olan rivayete göre akşam namazı da öyledir. Çünkü üç rekâthk nafile yoktur ve dört rekât da kılınsa, imama uyulmamış olur.

(Ezanı okunmuş olan bir camiye giren kimsenin namaz kılma­dan camiden çıkması mekruhtur) Zira Peygamber Efendimiz (Aley-hi"s-salâtü ve´s-selâm) -Ezan okunduktan sonra camiden ancak münafık ofan bir kim­se çıkar. Meğer ki kişi zorunlu bir işi için ve bir daha dönmek üze­re çıksın...» ([1]) buyurmuştur.

(Ancak eğer çıkmasında bir başka topluluk için maslahat bulu­nan bir kimse ise, o zaman çıkması mekruh değildir.) Zira bu kim­senin çıkması her ne kadar birlikten aynlmak gibi görünüyorsa da, gerçekte birliği korumak içindir. (Eğer ezam okunan camiye giren kimse, daha önce namaz kıl­mış ve namaz da öğle veyahut yatsı namazı) olup müezzin de da­ha kamet getirmeye başlamamış (ise çıkmasında bir sakınca yoktur.) Zira bu kimse Allah´ın çağmasına daha Önce icabet etmiştir. (Fa­kat eğer müezzin kamet getirmeye başlamış ise çıkması mekruhtur.) Zira açıkça birlikten ayrıldığı kuşkusunu doğurmuş olur.

(Eğer namaz, ikindi, akşam veyahut sabah namazı ise -müez­zin kamet getirmeye başlamış olsa bile- çıkması mekruh değildir.) Zira bu namazlardan sonra nafile kılmak mekruhtur.

(Eğer kişi sabah namazı için, sünnet kılmadan evinden çıkar ve camiye vardığında imamın namaza başladığını görürse, eğer sünnet kıldığı takdirde ikinci rekâtta imama yetişeceğini umarsa hemen sün­netini kapıda kılar ve ondan sonra içeri girer.) Çünkü böyle yap­ması halinde, hem sünnetini bırakmamış ve hem de cemaata yetiş­miş olur. -Sünnetini kapıda kılar» dedik. Çünkü imam cemaatla naraaz kılarken cami içinde imamdan ayrı olarak namaz kılmak mek­ruhtur. (Eğer sünnet kıldığı takdirde imama ikinci rekâtta da yetişemi-yeceğinden korkarsa, hemen içeri girip cemaata katılır.) Zira hem cemaatın sevabı daha büyüktür ve hem de cemaata gitmemeyi ye­ren hadisler daha ağırdır. Fakat öğle namazının sünneti öyle değil­dir. Çünkü öğle namazının sünneti için cemaatin bir rekâtı bile fe­da edilmez. Zira öğle namazının sünneti farzdan sonraya da bırakıl­sa, yine vaktin içinde kılındığı için -sahih olan kavle göre- caiz­dir. Ancak farzdan sonraya bırakıldığı zaman, son sünnetten önce mi sonra mı kılınır diye İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed ihtilâf etmişlerdir. Sabah namazının, sünneti ise Allah´ın izniyle biraz sonra anlatacağımız üzere- öyle değildir. Teravih namazıyla Tahiyyet-ül Mescid dışında, bütün sünnetler evde kılınsa daha iyidir. Peygamber Efendimizden (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) gelen bütün rivayetler bu yoldadır. (Sabah namazının sünnetini kaçıran kimse, güneş doğmadan onu kaza edemez.) Çünkü eğer kılacak olursa mutlak nafile olur. Mut­lak nafilede sabah namazından sonra mekruhtur.

(İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre güneş doğup yük­seldikten sonra da kaza edilemez. İmam Muhammed ise: -Güneş yükseldikten sonra öğleye kadar kaza edilebilir, ondan sonra edile­mez- demiştir.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uykuda kalarak sabah namazını kaçırdığı gecenin sabahın­da güneş yükseldikten sonra onu kaza etmişti. îmam Ebü Hanife ile imam Ebû Yûsuf: «Sünnette asıl olan, kaza edilmemesidir. Çünkü kaza vacibe mah­sustur. Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu kaza etmesi, farzı da beraberinde kaza ettiği içindir» demişlerdir. Buna göre ancak, eğer sabah namazının farzı da kazaya kalır ve da­ha öğle vakti girmeden tek başına veyahut cemaatle kaza edilirse, sünneti de beraberinde kaza edilir. Sabah namazı farzının kazası öğ­leden sonraya kaldığı takdirde, beraberinde sünneti de kaza edilir mi edilemez mi diye ihtilaf vardır. Diğer namazların sünnetlerine gelince: tek başına kaza edilmezler. Farzlanyla birlikte kaza edilip edilmediğinde ise ihtilâf etmişlerdir. (Dört rekâth namazın yalnız bir rekâtına yetişerek üç rekâtım kaçıran kimse, cemaatla namaz kılmış sayılmaz İmam Muhammed Cemaatle kılmış sayılmıyorsa da, cemaatın sevabına ermiş olur» de­miştir.) Çünkü bir şeyin sonuna yetişen kimse, o şeye yetişmiş olur ve yetişmiş olunca da sevabından mahrum kalmaz. Bunun için eğer bu kimse daha önce: -Ben cemaata yetişmiyeceğim» diye yemin et­tiğini farz edersek yemininde durmamış olur. Fakat eğer: «Ben öğ­le namazını cemaatle kılmayacağım» diye yemin ettiğini farz eder­sek yemininde durmuştur.

(İçinde vaktin cemaati kılınmış olan bir camiye giden kimse, va­kit içinde istediği kadar sünnet kılabilir.) Yani eğer daha vakit var­sa sünnet kılabilir, vakit darsa farza başlaması gerekir. Kimisi: -Sa­bah ve öğle namazının sünnetleri, vakit dar da olsa, bırakılmaz. Çün­kü bu iki sünnetin diğer sünnetlerden ayrı bir üstünlüğü vardır.

Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) t>abah na­mazının iki rekât sünneti hakkında; -Düş­man süvarileri bile arkanızda olsa onları kılın-, ([2]) diğeri hakkında da: -öğleden önceki dörtrekat sünneti kılmayan kimseye şefaatim ermez- ([3]) buyurmuş­tur- demiştir. Kimisi de : «Bütün sünnetler böyledir. Çünkü Peygam­ber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) farz namazları eda eder­ken bu sünnetlerden hiç birini terk etmemiştir ve terk edilen hiçbir sünnet yoktur. Zira eğer ara sıra terk edilse sünnet değil, tatavvu olur- demiştir. Kimine göre de, hangi durumda olursa olsun evla, sünnetin birakılmamasıdır. Zira sünnet farzın tamamlayıcısıdir. An­cak eğer vakit çok dar olup da, sünnet kılmmcaya kadar farzın ka­zaya kalma endişesi bulunsa, o zaman sünnet bırakılır.

(İmam rûkûda iken niyet edip tekbir alan ve fakat eğilmeyip imam rükûdan kalkıncaya kadar ayakta bekliyen kimse, rekâta ye­tişmiş olmaz.) İmam Züfer (Allah rahmet eylesin) : «Ye­tişir. Çünkü imam daha rükûda iken namaza girmiştir. Rükûda ol­mak da ayakta olmak hükmünde olduğu için, imam ayakta iken na­maza girmiş gibidir» demiştir. Biz diyoruz ki: Namazın hareketle­rinde imama uymak şart olduğuna göre, bu kimse imamın ne ayak­ta ve ne de rükûa varma hareketlerine katılmamıştır. (İmamın arkasında olan kimse, eğer imamdan önce rükûa va-nr ve daha rükûda iken imam da rükûa varırsa caizdir.) İmam Züfer: «Caiz değildir. Çünkü bu kimsenin vardığı rükûun ilk kısmı imamın rükûundan önce olduğu için muteber değildir. Son kısmı da muteber olmayan bir hareketin devamı olduğu için mute­ber değildir- demiştir. Biz diyoruz ki: Hareketlerde imam ile bera­berlik, hareketin bir kısmında da olsa kâfidir. Bu kimse de rüküunun son kısmını imam iie beraber yapmıştır. İmam ile beraber rükûa va-np´ da imamdan önce rükûdan kalkan kimsenin rükûu, ilk kısmın­da imam ile beraber olduğu için nasıl sahih ise, bununki de son kıs­mı imam ile beraber olduğu için sahihtir.[4]

Geçmiş Namazların Kazası


(Herhangi bir sebeple bir namazını kaçıran kimse, kaçırdığı na­mazı hatırladığı anda ve içine girdiği vaktin namazından önce kıl­mak zorundadır.) Zira kaza namazı ile vakit namazı arasında sıra gözetimi gerekir.

î m a m-ı Şafiî (Allah rahmet eylesin) : -Gerekmez, an­cak müstahaptır. Çünkü her farz kendi başına bir asıl olduğu için başka bir farzın sıhhati için şart olamaz- demiştir. Biz ise, Peygam­ber Efendimizin (Aleyhi´s-salâtü ve´s-seîâm) : -Kim ki uykuda kalıp veyahut unutup bir namazını kaçırır ve ancak İmam ile birlikte bir namazda iken onu hatırlarsa, içinde bu­lunduğu namazı tamamladıktan sonra, hatırladığı namazı kaza et­sin ve ondan sonra imam ile birlikte kıldığı namazı bir daha kıl­sın- ([5]) hadisine dayanıyoruz.

(Şayet kaçırdığı namazı kaza edinceye kadar vakit namazının kazaya kalacağından endişe ediyorsa, o zaman vakit namazını ön­ce kılar.) Eğer bu durumda da kaza namazını önce kıiarsa sahih­tir. Zira bu durumda kaza namazım vakit namazından önce kılmak­tan nehyedilmesi, vakit namazının kazaya kalmaması İçindir. Bu ise, kaza namazı ile ilgili bir vasıf olmadığı için onun sıhhatına mâni değildir. Fakat vakit dar olmadığı halde kaza namazından önce kı­lınan vakit namazı sahih değildir. Zira hadis ile belirtilmiş vaktin­den önce kılınmış olur.

(Eğer geçmiş namazlar birden fazla olursa onlan sıra ile kaza etmek gerekir.) Zira Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hendek günü kılmaya imkân bulamadığı dört namazı kaza ederken onlan sıra ile kılmış; «Beni nasıl na­maz kılar görüyorsanız siz de öyle küm» ([6]) buyurmuştur. (An­cak eğer geçmiş namazların sayısı beşi aşarsa o zaman sıra İle kıl­ma zorunluğu kalkar.) Çünkü farz namazlar beş tane olduğu için eğer geçmiş namazların sayısı beşten fazla olursa, altıncısı beş farz­dan birinin tekrarı olur ve tekrar olunca da çokluk sınırı içine gi­rer. Cami-üssağiri «Eğer kişinin geçmiş namazları bir gece ile gün­düzün namazlarından fazla olursa, hangisiyle kazaya başlarsa caiz­dir- sözü ile bunu kasdetmiştir.

İmam Muhammed1 den -Geçmiş namazlar beş tane olursa onları sıra ile kaza etmek gerekmez» diye söylediği rivayet olunuyorsa da, sahih olan görüş birincisidir. Zira çokluk ancak tek­rar ile hasıl olur. Tekrar ise beşte yoktur. Eğer bir kimsenin hem eski, hem yeni kazaları bulunur ve ye­ni kazaları altıdan az olursa, kimisi: «Eskileriyle birlikte eğer altı­yı bulursa, onları kaza etmeden vakit namazını kılabilir-, kimisi de: «Eskileri yokmuş gibi sayarak yeni olanları kaza etmedikçe vakit namazını kılamaz. Zira eğer «Kılabilir» diyecek olursak kazalarını kılmakta gevşeklik göstermesine yol açmış oluruz- demiştir.

Eğer bir kimse kazalarını kıla kıla nihayet kazalarının sayısı al­tıdan aşağıya düşerse, kimine göre bu kimse için sura ile kılmak zo­runluğu tekrar dönmüş olur, ki zahir olan görüş budur. Zira riva­yet olunmaktadır ki imam Muhammed, bir gün her beş vakit namazını kılmayan ve ertesi gün kıldığı her bir vakit namazı ile birlikte kazaya kalmış aynı vaktin namazını kaza eden kimse hak­kında:

. Kaza namazları -ister vakit namazlarından önce, ister sonra kıl­mış olsun- sahihtir. Vakit namazları ise, eğer kaza namazlarından önce kılmış ise -kaza namazlarının sayısı altıdan az olduğu için- hepsi fasittir. Eğer kaza namazlarından sonra kılmış ise, yalnız yat­sı namazı sahih olup diğer namazları fasittir. Çünkü yatsı namazını kılarken -kıldığı vakit namazlarının sahih olmadığı için- her ne kadar yine sayısı altıdan az kazalan var idiyse de, hiçbir kazasının kalmadığı znnıyla kıldığı için yatsı namazı sahihtir.- demiştir.

(Öğle namazmı kılmadığı ve kılmadığını da hatırladığı halde ve vakit de dar değilken ikinci namazını kılan bir kimsenin namazı fasittir. Ancak İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre kökten fasit olmayıp farziyeti fasittir. İmam Muhammed ise . «Kökten fasit­tir» demiştir.) Çünkü namaza farz niyetiyle başlandığı için farziye­ti gidince kökten gitmiş olur. imam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf: «Namaza namaz niyetiyle başlanmıştır. Farziyet, başlanmış olan na­mazın bir vasfıdır. Herhangi bir şeyden, o şeyde bulunan bir vasfın gitmesi ise o şeyin kökten gitmesini gerektirmez- demişlerdir. Metni yukarıda geçen hadis bu görüşü teyid etmektedir. Çünkü eğer na­maz kökten fasit olsa -fasit olan namaz sürdürülemediği için Peygamber Efendimiz tamamlanmasını emretmezdi. (Sonra, fasit ol­duğunu söylediğimiz bu ikindi namaza iki imama göre kesin, İmam Ebû Hanife´ye göre geçici olarak fasittir. Zira bu kimsenin öğle na­mazını kaza etmeden kıldığı bundan sonraki diğer namazlarda fasit­tir. Ancak ne zaman ki altıncı namazı da kılarsa, İmam Ebû Hanife´­ye göre o zaman hepsi sıhhat kazanmış olurlar. Diğer iki imama göre ise, bu namazların hepsi kesin olarak fasittirler. Ancak altıncı namazdan sonraki namazlar sahihtir.) (Eğer bir kimse sabah namazını kılarken vitir namazını kılma­dığını hatırlarsa, İmam Ebü Hanife´ye göre namazı fasittir.) Diğer iki imama göre fasit değildir. Çünkü Vitir namazı î m a m Ebû H anife´ye göre vaciptir. Diğer iki imam: «Sünnettir, demiş­lerdir. Farz ile sünnetler arasında ise, sıra ile kılma zorunluğu yok­tur. Buna göre eğer bir kimse, yatsı namazını kıldıktan sonra ab-dest alıp sünnet ve vitir namazlarım kılar ve ondan sonra, yatsı na­mazını kılarken abdestsiz olduğunu hatırlarsa İmam Ebû Ha­ni f e´ ye göre bu kimse yatsının farzı ile sünnetini bir daha kı­lar. Fakat vitir namazını bir daha kılması gerekmez. Zira î m a m Ebû Hanife´ye göre vitir namazı başlı basma farz kılınmış bir namazdır. Diğer iki İmama göre ise, vitir namazmı da bir daha kılması gerekir. Çünkü onlara göre vitir namazı yatsının farzına ta­bı bir sünnettir.[7]


Sehîv (Yanılma) Secdesi


Kşi namazda yanlışlıkla gereksiz bir harekette bulunduğu ve­yahut bir eksiklik bıraktığı zaman, selâm verdikten sonra iki kez sec­de eder ve ondan sonra oturup bir daha teşehhüt okur ve tekrar se­lam verir.) İm a m -ı Şafii (Allah rahmet eylesin) :-Selâm vermeden secde eder- demiştir. Zira rivayet olunmakta­dır ki. Peygamber Efendimiz tSallallahü Aleyhi ve Sellem) selâmdanönce secde etmiştir. ([8]) Biz ise; «Herbir sehiv İçin selâmdan sonra iki kez secde edilir» ([9]) hadisine dayanıyoruz. Zira Peygamber Efendimizin, sehvi için selâmdan son­ra secde ettiği de rivayet olunmaktadır. ([10]) Bu itibarla Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in fiili hakkındaki iki riva­yet birbirleriyle çatıştığı için elimizde sağlam delil olarak yalnız Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in kavli hadisi ka­lır. Kaldı ki namazda edilen sehiv birden fazla da olsa sehiv secdesi tekerrür etmez. Bunun için namazdan sonraya bırakılması daha uy­gundur. İmam-ı Şafii ile aramızdaki bu görüş ayrılığı «Se­hiv secdesi selâmdan önce mi yapılsa daha iyidir yoksa sonra mı » konusundadır. Yoksa bize göre de selâmdan önce yapılması caiz­dir.

Namazın normal olan selâmı iki kez oîduğu için, sehiv secde­sinden önce -ahih olan kavle göre-iki kez selâm verilir ve -i­ne sahih olan kavle göre-Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salâvat ile dualar, sehiv secdesinden sonraki oturuşta oku­nur. Zira bunların yeri namazın sonudur. Namazın sonu ise, sehiv secdesi yapıldığı zaman bu oturuştur.(Kişiye, namazda namazın cinsinden olan bir şeyi fazladan yap­tığı zaman sehiv secdesi lâzım gelir.) Bu ifadeden sehiv secdesinin vacip olduğu anlaşılmaktadır, ki sahih olan görüş de budur. Zira se­hiv secdesi, namazda husule gelen herhangi bir eksikliğin yerine geçtiği için vacip olması lâzım gelir. Nasıl ki Haccda bir sakatlık ya­pıldığı zaman kurban kesmek gerekir. Vacip olunca da, namazda ya bir vacibin yanlışlıkla yapılmasından veyahut bir vacip veya rük­nün tehir edilmesinden lâzım geldiği gerekir. Sehiv secdesinin na­mazda bir fazlalık yapıldığı zaman lâzım gelmesi ise, yapılan faz­lalığın mutlaka bir vacibin ya terk veya tehirine yol açtığı içindir. (Sehiv secdesi, namazda yapılması sünnet olan bir hareketin ya­pılmaması halinde de lazım geür.h Burada «Sünnet- tabiri İle herhal­de, vücubu sünnet ile sabit olan vacip kasdedilmiştir. Yoksa, namaz­da herhangi bir sünneti yapmamaktan ötürü sehiv secdesi lâzım gel­mez.

(Kişi namazda yanlışlıkla Fatiha, kunut duası veya teşehhütten birini okumadığı veya bayram namazı tekbirlerini getirmediği za­man, kendisine sehiv secdesi lâzım gelir.) Zira Peygamber Efendi­mizin {Sallallahü Aleyhi ve Sellem.) bunlardan hiç birini -bir ke­re olsun- terketmediği için bunların vacip olduğu anlaşılmaktadır. Vacibin terki ise -yukarıda da geçtiği üzere- sehiv secdesini ge­rektirir. (İmam, gizli olan bir namazda sesli veyahut sesli olan bir na­mazda gizli okursa sehiv secdesi lazım gelir.) Çünkü gizli olan na­mazlarda gizli ve sesli olan namazlarda da sesli okumak vaciptir. Ancak sehiv secdesini gerektiren gizli veya sesli okumanın miktarı hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. En sahihi şudur ki: eğer gizli veya sesli okunan âyet veya âyetler namazda okunması gerek­li olan miktarda ise, sehiv secdesi lâzım gelir, yoksa gelmez. Çünkü gizli veya sesli okumanın azından sakınmak mümkün değil, çoğun­dan mümkündür. Namazda okunması gerekli olan miktar da çok­tur, ki îmam Ebü Hanife´ye göre bir, diğer iki îmama göre üç âyet miktarıdır. Bu da eğer gizli veya sesli okuyan kimse imam ise böyledir. Tekbaşına namaz kılan kimseye ise, gizli veya sesli okumakla sehiv secdesi lâzım gelmez.

(İmamın sehvi yüzünden arkasındaki kimselere de sehiv secde­si lâzım gelir.) Çünkü imamın arkasındaki kimse her ne kadar se­hiv etmemiş ise de, imama uyarken onun bütün sorumluluklarını üstlenmiştir. Bunun içindir ki yolculukta olup imam ikamet niyetini getirirse kendisi de yolculukta olmayan kimsenin hükmüne tabi olur.

(Sehiv etmiş olan imam şayet sehiv secdesini yapmasa da, ar­kasındaki kimse secde eder.) Çünkü eğer etmezse, başlangıçta ima­mın bütün sorumluluklarını üstlendiği halde bundan dönmüş olur. (Fakat imamın arkasındaki kimsenin sehvi yüzünden ne İmama, ne kendisine sehiv secdesi lâzım gelmez.) Çünkü eğer kendisi yalnız sec­de ederse imama uymamış olur ve eğer imam da kendisiyle birlik­te secde ederse kendinin imama uyması gerekli iken imam ona uy­muş olur. (Eğer bir kimse birinci teşehhüde oturmayı unutup ayağa kal­kar ve fakat daha tam ayağa kalkmamışken´ farkına varırsa, eğer daha oturmaya yakın bir durumda ise hemen oturur.) Çünkü daha oturmaya yakın bir durumdan olduğu için hiç kalkmamış gibidir. Ancak bu kimseye sehiv secdesinin lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir. Kimisi: «Vacip olan teşehhüdü tehir ettiği için lâzım gelir» demiş ise de, en sahihi şudur ki bu kimseye, hiç kalkmamış gibi olduğu için hiç bir şey lâzım gelmez.

(Eğer bu kimse, teşehhüde oturmadığı farkına varırken ayağa kalkmaya yakın bir duruma gelmiş ise artık oturmaz.) Zira ayağa kalkmaya yakın bir duruma gelmiş olan bir kimse artık ayakta sa­yılır. (Ancak) bir vacibi terkettiği için selâm verdikten sonra (se­hiv secdesini yapar.)

(Eğer bir kimse ikinci teşehhüde oturmayı unutup beşinci rekâ­ta kalktıktan sonra farkına varırsa, eğer daha secdeye varmamış ise rekâtı sürdürmekten vazgeçip hemen oturuşa döner ve) bir vacibi tehir ettiği için (sehiv secdesini yapar. Eğer secdeye vardıktan son­ra farkına varırsa, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebü Yûsuf´a göre namazının farzlık vasfı bozulup namaza sünnete dönüşür.) Çünkü bu kimse farz olan namazının rükünlerinden bir kısmını daha yap­mamışken sünnet kılmaya başlamış sayıldığından farz olan namaz­dan çıkmış olması lâzım gelir. Zira rekâtın birinci secdesi yapılınca rekât tamam olur. Tam rekât da namazın bütün rükünlerini ta2am-mün ettiği için hakikî bir namazdır. Nitekim eğer bir kimse; -Ben namaz kılmayacağım» diye yemin ettiği halde bir rekât namaz kı­larsa yeminini bozmuş olur. (Bunun için bu kimse bir rekât daha ekleyip altıncı rekâtın sonunda selâm verir. Şayet bir rekât daha eklemese de ona bir şey lâzım gelmez.) Çünkü bu kimse beşinci re­kâta kasten başlamamıştır.

İmam Muhammed ise: -Bu kimse farz niyetiyle na­maza başladığı için namazının farzıyeti bozulunca namazın kendisi de bozulmuş olur. Bunun için hemen kesmesi gerekir. Çünkü fasit olan bir namaz sürdürülemez» demiştir.

1 m a m -1 Şafiî de: -Bu kimse, namazında bir eksiklik bı­rakmamış, sadece bir rekât fazla kılmıştır. Bunu da bilerek yapma­dığı için -secdeye varmadan farkına varması halinde nasıl nama­zına bir halel gelmiyorsa, secdeye vardıktan sonra da farkına var­ması halinde yine- namazına bir halel -gelmez. Zira bir rekâtın ta­mamı ile bir kısmı arasmda fark yoktur. Bunun için bu kimse -is­ter secdeye varmadan, ister vardıktan sonra farkına varmış olsun- hemen oturur ve teşehhüt okuduktan sonra sehiv secdesini yapar» demiştir.

Sonra İma.m Ebû Yûsuf ile îmam Muham­med arasmda bu kimsenin namazı hakkında bir diğer yönden de ihtilâf vardır s îmam Ebû Yûsuf: «Bu kimse alnını ye­re koyar koymaz namazının farziyeti bozulur. Çünkü secde, kişinin başını yere koyması demektir» demiştir.

îmam Muhammed de: -Bu kimse başını yerden kal­dırmadıkça namazı bozulmaz. Çünkü bir şeyin sonu gelmedikçe o şey tamam olmuş sayılmaz. Secdenin sonu da, ancak kişinin başını yerden kaldırması ile gelir. Nitekim bir kimse, eğer başı daha sec­dede iken abdesti bozulursa, başını yerden kaldırırken abdestsiz ol­duğu için abdest aldıktan sonra o secdeyi bir daha yapmak zorun­dadır» demiştir. Bu ihtilâfın semeresi -Bu kimse eğer beşinci rekâ­tın secdesinde abdesti bozulursa, abdest aldıktan sonra namazını ta marnlayabilir mi tamamlayamaz mı » meselesinde ortaya çıkar. Çün­kü,eğer ru kimse, alnını yere koymakla secde etmiş sayılıyorsa —ki îmam Ebû Yûsuf bu görüştedir— beşinci rekâtı tamamla­mış olduğundan namazının farziyeti bozulmuş olur. Bunun için bu kimse abdest aldıktan sonra yeni baştan namaz kılması lâzımdır. Eğer başını yere koymakla secde etmiş sayılmıyorsa —ki îmam Muhammed de buna kaildir— henüz secde yapmamışken ab­desti bozulduğu için secdeye varmadan farkına varan kimsenin hük­mündedir. Bunun için bu kimse abdest aldıktan sonra oturup teşeh­hüt okur ve selâm verdikten sonra sehiv secdesini yapmak suretiy­le namazını tamamlar.

(Eğer bir kimse dördüncü rekâtın sonunda bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra unutup ayağa kalkarsa, eğer farkı­na vardığı zaman daha beşinci rekâtın secdesine varmamış ise hemen oturur ve selâm verir.) Zira ayakta selâm vermek meşru ol­madığı gibi, oturup selâm vermek mümkündür. Çünkü kılınan mik­tar bir rekâttan az olduğu için bırakılabilir. (Eğer beşinci rekâtı sec­de ile bağladıktan sonra farkına varırsa, bir rekât daha ekler ve far­zı tamam olur.) Zira beşinci rekâta kalkarken, yapılması gerekli olan şeylerden yalnız selâm kalmıştı. Selâm da farz olmadığı için onu terk etmekle namaz fesada gitmez. Bir rekât daha eklemeye gelince : Çün­kü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir rekât na­file kılmaktan nehyetmiştir. Eğer bir rekât daha eklemezse, ona na­file olarak yalnız kıldığı beşinci rekât kalmış olur, ki bir rekât ol­duğu için kâfi gelmez. Sonra farz ettiğimiz bu namaz eğer öğlenin farzı olursa, nafile olduğunu söylediğimiz bu iki rekât -sahih olan görüşe göre- öğlenin son sünneti yerine geçmez. Zira Peygamber

Efendimiz (SallaUahü Aleyhi ve Sellem} öğlenin, son sünnetini, dai­ma farzı bitirip selâm verdikten sonra ve yeni bir iftitah tekbiresini almak suretile kılmıştır. Bunun için (bu kimsenin sehiv secdesini yapması istihsali edilmiştir.) Çünkü bu kimse, farzın sonunda selâm vermediği ve nafileye de yeni bir iftitah tekbiresile başlamadığı için hem farzında, hem nafilesinde eksiklik hâsıl olmuştur. Eğer bu kim­se, kendisi için nafile olduğunu söylediğimiz son iki rekâtı bozarsa ona bu iki rekâtın kazası lâzım gelmez. Çünkü her ne kadar başla­mış olduğu bir nafileyi bozmuş ise de, bu nafileye kasten başlama­mıştır. Eğer bir kimse bu iki rekâtta ona iktida ederse - î m a m Muhammed´e göre- imamı altı rekât kıldığı için o kimseye de altı rekât kılmak gerekir.

îmam Ebû Hanife ile imam Ebû Yûsuf ise : -Yalnız iki rekât kılar. Zira imâmı o iki rekâtı kılarken hükmen farzdan çıkmış sayılırdı- demişlerdir. Eğer muktedi o iki rekâtı bo­zarsa. İmam Muhammed onu da imamına kıyas ederek i ■Ona kaza lâzım gelmez- İmam Ebû Yûsuf ise: «Lâzım gelir. Zira imamına lâzım gelmemesi, o iki rekâta kasten başlama­mış olmasmdandı. Bu ise kasten başlamıştır» demişlerdir.

(Eğer bir kimse iki rekât nafile kılmak isterken sehiv eder ve se­lâm verip sehiv secdesini yaptıktan sonra iki rekât daha kılmak is­terse, bu iki rekâtı ayn bir iftitah tekbiresile kılması gerekir.! Zira eğer onları daha önce kıldığı iki rekâta eklerse sehiv secdesi nama­zın ortasına düşmüş olacağından namazı fesada gider. Fakat yolcu­lukta olan bir kimse dört rekâthk bir namazı iki rekât olarak kılar­ken sehiv eder ve selâm verip sehiv secdesini yaptıktan sonra ikâmet niyetini getirirse, kalan iki rekâtı da ekliyebilir. Çünkü eğer ekle-yemezse, artık yolculukta olmadığı için namazının tamamı fesada gi­der. Bununla beraber eğer yukanda sözü geçen kimse de eklerse, secdeden sonra selâm vermediği için namazı sahihtir. Çünkü selâm vermediği için namazı daha tamamlanmamıştır.

(Eğer namazında sehiv eden bir kimse selâm verdikten sonra ve fakat daha sehiv secdesini yapmamışken bir başkası ona iktida eder­se) îmam Ebü Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre (eğer bu kimse sehiv secdesini yaparsa ona iktida eden kim­senin namazı sahihtir, yapmazsa sahih değildir.) îmam Mu­hammed ise: «Bu kimse sehiv secdesini yapmasa da ona iktida eden kimsenin namazı sahihtir- demiştir. Çünkü îmam Mu­hammed´e göre namazında sehiv eden kimsenin selâmı, onu na­mazdan çıkarmaz. Zira sehiv secdesi kişinin sehvi yüzünden nama-

zında husule gelen eksikliği gidermek için vacip olmuştur. Bunun için, namazında sehiv eden kimse secdesini yapmadıkça hükmen na­mazdadır, îmam Ebû Hanife ile îmam Ebû Yû­suf´a göre ise, namazında sehiv eden kimsenin selâmı, geçici ola­rak onu namazdan çıkarır. Yani eğer sehiv secdesini yapmazsa, se­lâm ile namazdan çıkmış olur, yaparsa verdiği selâm onu namaz­dan çıkarmış olmaz. Üç imamın bu görüş ayrılığı «Eğer namazında sehiv eden bir kim­se, selâm verdikten sonra ve fakat daha sehiv secdesini yapmamış­ken sesli olarak gülerse abdesti bozulur mu bozulmaz mı ve «eğer namazında sehiv eden bir yolcu, iki rekât kılıp selâm verdikten son­ra ve fakat daha sehiv secdesini yapmamışken ikamet niyetini geti­rirse iki rekât daha kılması gerekir mi gerekmez mi » meselelerin­de de caridir. (Namazında sehiv eden kimse, namazdan kesin olarak çıkmak niyetiyle dahi selâm verse, yine de sehiv secdesini yapması gerekir.) Zira namazdan, sehiv secdesinden önceki selâm ile çıkılmaz ve bu kimsenin niyeti de, şer´î olan bir usulü değiştirmek olduğu için hü­kümsüzdür. (Eğer bir kimse namaz içinde «üç rekât mı kıldım dört mü » di­ye tereddüde düşer ve onun bu tereddüde düşmesi de ilk kez ise, na­mazını bozup yenibaştan kılması gerekir.) Zira Peygamber Efendi­miz (SallaUahü Aleyhi ve Sellem); Herhangi biriniz namazında, kaç rekât kıldığında tereddüde düş­tüğü zaman, namazını yeni baştan kılsın- ([11]) buyurmuştur. (Eğer bu kimse zaman zaman böyle tereddütlere düşüyorsa, ken­disince hangi ihtimal, daha kuvvetli ise onu tutar.) Çünkü Peygam­ber Efendimiz (Aleyhi"s-salâtü ve´s-selâm) :-Namazında şüpheye düşen kim­se, kanaatmca doğru olam seçsin- ([12]) buyurmuştur. (Şayet bir ta­rafı ağır basan herhangi bir kanatı yoksa, o zaman azı tutar.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :

«Namazında tereddüde düşüp üç rekât mı dört mü kıldığını bile­meyen kimse, az olan tarafı tutsun» ([13]) buyurmuştur.

Herhangi bir namazda tereddüde düşülüp onu yeni baştan kıl­mak gerektiği zaman, içinde bulunulan namazı ya selâm vermek ve­yahut konuşmak gibi namaz bozucu bir şeyle bozduktan sonra ye­niden namaza başlamak lâzımdır. Çünkü yalnız niyet kâfi değildir. Fakat selâm vermek daha iyidir. Kişi azı tuttuğu zaman da, namazının sonu olduğuna ihtimal ver­diği her yerde oturur, ki farz olan ikinci oturuşu kesin olarak yerin­de yapmış olsun.[14]

Hasta Olan Kimsenin Namazı


(Hasta olduğu için ayakta namaz kilamayan kimse -rükû ve secdeleri yapmak şartı ile- oturarak kılar.) Zira Peygamber Efen­dimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hasta olan 1 m r a n b. H u s a y n (Radıyallâhü anhümâ) ´a: Ayakta namaz kıl. Ayakta kılamazsan oturarak kıl. Oturarak da kılamazsan yatarken ve işaretler yaparak kıl- ([15]) buyurmuştur. Hem de kişi, ancak gücünün yettiği kadar kendisine verilen emri yerine getirebilir. (Eğer rükû ve secdeleri yapamazsa işaretlerle kı­lar.) Yani oturarak işaretler yapar. Çünkü işaretler rükû ve secde­lerin yerine geçer. (Ancak secde işaretinde, rükû işaretinden fazla eğilmek gerekir.) Çünkü işaretler rükû ve secdelerin yerine geçtiği için onların hükmündedirler.

(Secdede başını yere koyamayan kimse, yerden herhangi bir şe­yi kaldırıp alnını o şeyin üzerine koyamaz.) Zira Peygamber Efendi­miz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâmî; «Eğer yer üzerinde secde edebiliyorsan et. Edemiyorsan başmla işaret et» ([16]) buyurmuştur. Baş işaretinde başı eğmek kâfi gelir. Zira başla işaret etmek ba­şı eğmek demektir. Kişinin yerden herhangi bir şeyi kaldırıp alnını o şeyin üzerine koymasının kâfi gelmeyişi de, bu durumda baş eğil-mediği içindir. (Eğer kişi oturarak da namaz kılamıyorsa, o zaman sırtüstü ya­tarak ve ayaklanın kıbleye doğru uzatarak namaz kılar. Rükû ve sec­deleri de işaretlerle yapar.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-sa­lâtü ve´s-selâm) :

«Hasta olan kişi ayakta namaz kılar. Eğer ayakta kılamazsa otu­rarak kılar. Oturarak da kılamazsa sırtüstü ve işaretler yaparak kı­lar. Bunu da yapamazsa o zaman Cenâb-ı Allah onun mazeretini ka­bulde ondan daha lâyıktır- ([17]) buyurmuştur. (Hasta olan kimsenin yan yatarak ve yüzünü kıbleye vererek işaretler yapması da) yukarıda geçen hadise binaen (caizdir.) An­cak sırtüstü yatıp ayaklarını kıbleye doğru uzatması daha iyidir. Çün­kü sırtüstü yatan kimse işaret yaparken başını kıbleye karşı eğer, yan yatan kimse ise, başını ayaklarına karşı eğmiş olur. Yatarak kı­lınan namazda da baş eğmekten başka bir hareket yoktur. imam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) : -Yan yatarak na­maz kılabilen kimse sırtüstü kılamaz» demiştir. (Başı ile işaret etmeye de gücü yetmiyen kimse için ise, namaz ertelenmiş olur. Bu kimse ne gözü ile, ne kalbi ile ve ne de kaşları ile işaret edemez.) Çünkü -yukarıda geçtiği üzere- -Eğer yer üze­rine secde edemiyorsan başmla işaret et» diye Duyurulmuştur. Na­mazın bir rüknü olan secde de, başı yere koymak demek olduğun­dan -göz, kalp ve kaşlar gibi- başka şeyleri başa kıyas edemeyiz. -Başı ile işaret etmeye de gücü yetmiyen kimse için namaz er­telenmiş olur» tâbirinden, kişinin bu durumunda bile, hatta -sahiolan kavle göre- onun bu durumu yirmi dört saattan fazla da sür­se, ayık olduğu sürece namazın vücufcu kendisinden sakıt olmaz di­ye anlaşılmaktadır. Fakat baygın düşen kimse öyle değildir. Baygın düşen kimsenin baygınlığı eğer yirmi dört saati aşarsa namazın vü-cubu kendisinden sakıt olur. (Eğer kişi ayakta durabilir, fakat rükû ve secdeleri yapamıyor­sa, oturarak ve işaretler yapmak suretile namaz kılar.) Çünkü ayak­ta namaz kılmanın farz olması ayakta iken secdeye varmak içindir. Zira ayakta iken yere kapanmada daha fazla saygı gösterisi vardır. Secde yapamayan kimse için ise, bu imkân bulunmadığı için ayak­ta namaz kılmasına gerek yoktur. Bunun için bu kimse muhayyer­dir : Ayakta da, oturarak da namaz kılabilir. Fakat oturarak işaret yapmak secdeye daha yakın olduğu için oturarak namaz kılması da­ha iyidir.

(Eğer sağlam olan bir kimse, ayakta namaz kılarken hastalanıp ayakta duramaz bir duruma gelirse, eğer yapabiliyorsa oturarak ve rükû ile secdeleri yaparak, eğer rükû ile secdeleri yapamıyorsa işa­retler yaparak ve eğer oturarak da kılamıyorsa sırtüstü yatarak na­mazım tamamlar.l Zira bu da, ayakta namaz kılanın oturarak na­maz kılana iktida etmesi gibi zaif olan namazı kuvvetli olan nama­zın üstüne bina kılmak kabilindendir.

(Eğer bir kimse, hasta olduğu İçin oturarak ve fakat rükû ve secdeleri yaparak namaz kılarken iyileşip ayakta durabilecek bir du­ruma gelirse, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre ayakta namazını tamamlar. İmam Muhammed ise: -Namazını bozup yeni-baştan kılması gerekir» demiştir.) Bu ihtilâf -yukarıda geçtiği üze­re- bu üç imamın, ayakta namaz kılanın oturarak namaz kılana iktidası hakkındaki ihtilâflarından kaynaklanmaktadır.

(Eğer bir kimse namazım işaretlerle kılarken, iyileşip rükû ve secdeleri yapabilir bir duruma gelirse -her üç İmama göre de- bu kimsenin namazını bozup yeni baştan kılması gerekir.) Zira rükû ve secdeleri yapan kimsenin işaretlerle namaz kılan kimseye iktidası na­sıl caiz değilse, namazdan rükû ve secdeleri yapılan kısmın, işaret­lerle kılınan kısma bina kılınması da caiz değildir.

(Nafile namazını ayakta kılarken yorulan bir kimsenin, bir bas­ton veya duvara dayanarak namazım tamamlamasında bir sakınca yoktur.) Çünkü bu kimse mazurdur. Fakat özürsüz olarak herhangi bir şeye dayanıp kılmak, saygısızlık olduğu için mekruhtur. Kimisi: «İmam Ebû Hanife´ye göre mekruh değildir. Çünkü İmam Ebû Hanife´ye göre bir kimsenin nafile namazını ayakta kılarken oturması caiz olduğuna göre, bunu da mekruh görme­mesi lâzımdır. Diğer iki İmama göre ise mekruhtur. Çünkü onlara göre nafile namazını ayakta kılan kimsenin oturması caiz değildir» demiştir.

(Eğer nafile namazını ayakta kılan kimse özürsüz olarak oturur­sa ittifak ile mekruhtur.) Nafile namazı bahsinde geçtiği üzere bu namaz mekruh ise de İmam Ebû Hanife´ye göre sa­hihtir. Diğer iki imama göre ise sahih değildir.

(İmam Ebû Hanife´ye göre bir zorunluk bulunmasa da, gemide oturarak namaz kılmak caizdir. Diğer iki imam ise ı -Zorunluk bu­lunmazsa caiz değildir» demişlerdir.) Çünkü bir zorunluk bulunma­dığı zaman ayakta kılmak mümkündür.

İm am Ebü Hanife: «Çünkü gemi çoğunlukla baş dön­mesi yapar. Şayet kişinin başı o anda dönmese de, heran için döne­bilir. Bununla beraber caiz olmadığı şüphesi bulunduğu için ayak­ta kılmak daha iyidir. Hatta eğer imkân bulursa, dışarı çıkıp kılsa daha da iyidir. Çünkü o zaman kalbinde hiç bir şüphe kalmaz» demiş­tir. Bu ihtilâf da kıyıda bağlı olmayan gemi hakkındadır. Bağlı olan gemi ise, karadan farklı değildir. (Eğer bir kimse baygın düşüp baygınlığı yirmi dört saat veya daha az bir zaman sürerse, bu kimsenin geçen namazlarım kaza et­mesi gerekir. Baygınlığı daha uzun süren kimse ise geçen namazla­rını kaza etmekle mükellef değildir.) Bu bir istihsandır. Yoksa kıyas, baygınlığın bir namaz vaktinin tamamında sürmesi halinde bile ka­zanın lâzım gelmemesini gerektirmektedir. Çünkü kişi o namaz vak­tinin başından sonuna kadar ayık olmadığı için -delilik halinde ol­duğu gibi- namaz kılabüme gücünde değildi. İstihsanın dayanağı da şudur: Baygınlık uzun sürdüğü zaman, geçen namazlar çok olduğu için kazaları güç olur. Geçen namazlar da ancak, ne zaman ki sayı­sı bir gün ile bir gecenin namazlarından fazla olursa çok olur. Çün­kü sayısı beşi aştığı için tekrarın sınırına girer. Bu hükümde delilik de baygınlık gibidir. Ebû Süleyman (Allah rahmet eylesin) böyle söylemiştir. Bir gün ile bir geceden fazla olmak da, İmam Muhammed´e göre namaz vakitleri itibariyledir. İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf ise: «Saatler iti­bariyledir» demişlerdir, ki Hz. Ali ile Abdullah İbn-i ö m e r (Radıyallâhü anhümâ)´dan gelen nakil de bu yoldadır.[18]

Tilâvet Secdesi


(Kur´an´da tilâvet secdeleri.) A´ r a f sûresinin sonu, Raad, Nahil, Isra, Meryem, Hacc sûresinin birinci secde­si, Furkan, Nemil, Elif lâmmim, Tenzil, Sâd, Hamim, el-Secde, Necim, î z e s s e m aü n ş e k k a t ve I k r a sûrelerinin secdeleri olmak üzere (on dört tanedir.) H z . Osman (Radıyallâhü anhJ ´in mushafinda böyledir ve mutemed olan görüş de budur. Hacc sûresinin ikinci secdesi ise, biz Ha-nefiler´e göre namaz secdesi hakkındadır. Hamim el-Secde sûresinde secde yeri, Hz. Ömer (Radıyallâhü anh)´m görüşüne göre LÂ YESEMUN´dır. Ulema da ihtiyatan bu görüşü tut­muşlardır.

(Bu on dört tane yerin hepsinde secde etmek hem okuyana ve hem de) ister dinlemek kasdiyle olsun, ister olmasın (işitene vaciptir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm); «Secde» onu okuyana da işi­tene de vaciptir» ([19]) buyurmuştur. Çünkü bu ifade vücup içindir ve onda «Eğer dinlemek kasdı île işitirse» diye bir kayıt da yoktur.

(İmam secde âyetini okuduğu zaman hem kendisi ve hem de ken­disi ile birlikte arkasındakiler secde ederler.) Zira imamın arkasın­da namaz kılan kimse, imamın her hareketine uymayı üstlenmiştir.

(İmamın arkasında olan kimse ise, eğer secde âyetini okusa, ne imam ve ne de kendisi! İmam Ebü Hanife ile tmam Ebü Yûsuf´a göre (namaz bittikten sonra bile secde etmez­ler.) Çünkü imamın arkasında namaz kılan kimse, imamın tasarru­fu altında olduğu için okumaktan menedilmiştir. Bunun için okusa bile tilâveti hükümsüzdür.

tmam Muhammed ise: -Namazdan sonra secde eder­ler. Çünkü secdenin nedeni olan secde âyetini işitmişler ve secdeye mâni olan hal de ortadan kı´kmıştır. Namaz içinde isa, secde ede­mezler. Zira eğer ederlerse ya okuyan eder de imam ona uyar, ki o zaman imamlığın gereğine aykırı olur, ya da imam eder de okuyan ona uyar, o zaman da tilâvetin gereğine aykırı olur- demiştir.

Aybaşı halindeki kadın ile cünüp olan kimse de okumaktan men edildikleri için tilâvetleri hükümsüzdür. Bunun için aybaşı halinde­ki kadın, secde âyetini ister okusun, ister işitsin, namaza ehil olma­dığı için secde edemez. Cünüp de ancak secde âyetini işittiği zaman secde kendisine vacip olur. Çünkü namaza ehildir.

(Namazda olmayan bir kimse ise, imamın arkasındaki kimseden secde âyetini işitince) sahih olan görüşe göre {secde eder.) Çünkü nehiy yalnız namazda olanlar hakkında olup onların dışında kalan kimselere geçmez.

(Eğer namazda olan bir kimse, kendisi ile birlikte aynı namaz­da olmayan bir kimseden secde âyetini işitse, namaz içinde secde ede­mez.) Çünkü bu secde onun için namazın hareketlerinden değildir. (Fakat namaz bittikten sonra secde eder.) Zira secdeyi gerektiren secde âyetini işitmiştir. (Şayet namaz içinde secde ederse, o secde ona kâfi gelmez. Namaz bittikten sonra bir daha secde etmesi gere­kir.) Çünkü ona kâmil bir secde vacip olmuştur. O ise namaz içinde secde ettiği için ettiği secde nakıstır. (Kimisi: -Bir daha etmesi ge­rekmez.) Çünkü secde bizatihi namazın hareketlerindendir (demiş­tir.) Nevadir adındaki kitapta -Eğer namaz içinde secde ederse na­mazı bozulur. Çünkü namazdan olmayan bir şeyi namaza katmış olur- diye kayıtlıdır ve İmam Muhammed de bu görüş­tedir.

(Eğer imam secde âyetini okur, namazda imamla beraber olma­yan bîr başkası da işitir ve imam secde ettikten sonra, işiten o kim­se imama uyarsa, o kimseye secde etmek gerekmez.) Zira rekâta ye­tişmiş olan kimse imamın yaptığı secdeye de yetişmiş sayılar. (Eğer bu kimse, imam henüz secde etmemişken imama uyarsa, imamla bir­likte secde etmek zorunda olur.) Çünkü eğer imama uymamış da olsaydı, secde âyetini işittiği için secde etmesi gerekirdi. Kaldı ki ima­mın arkasında olduğu için imamın meşru olan her hareketine katıl­mak zorundadır.

(Namaz içinde kişiye lâzım gelen herhangi bir tilâvet secdesi, eğer kişi onu namaz içinde yapmazsa, namazdan sonra kaza edemez.) Çünkü bu secde namaz içinde ona lâzım geldiği için kâmil bir sec­dedir. Namaz dışında kaza edilen secde ise nakıs olduğu için onun yerine geçemez. [Eğer secde âyetini okuyan bir kimse, secde etmeden namaza başlar ve namaz içinde aynı âyeti tekrarlarsa, her iki tilâvet için de bir secde ona kâfi gelir.) Zira ikinci tilâvet için ona lâzım gelen sec­de namaz içinde olduğu için kâmil olup nakıs olan birinci secdenin yerine geçer. Navadir´de «Namazdan sonra bir daha secde etmesi gerekir. Çünkü birinci tilâvetle kendisine lâzım gelen secde ikincisi­ne göre nakıs ise de, daha önce lâzım geldiği için onunla aynı kuv­vettedir. Bunun için ikisini de yapmak gerekir» diye kaydedilmekte­dir. Biz diyoruz ki: İkincisi tilâvetin hemen ardında yapıldığı için ayrıca bir üstünlüğü daha vardır. Bunun için yine de diğerinden kuv­vetlidir. (Eğer secde âyetini okuyan kimse secde ettikten sonra namaza başlar ve namazda da aynı âyeti okursa, bir daha ona secde lâzım gelir.) Zira birinci secde yapılırken ikinci secde daha lâzım gelme­mişti. Bunun için eğer i «Birinci secde ona kâfidir» diyecek olursak, daha ikinci secde lâzım gelmemişken lâzım geldiğine hükmetmiş olu­ruz. (Aynı yer ve oturuşta bir secde âyetini tekrarlayan kimseye bir kez secde etmek kâfidir. Eğer secde ettikten sonra kalkıp yerinden ayrılır ve bir daha dönüp aynı yerde ve aynı âyeti tekrarlarsa, ona bir daha secde lâzım gelir. Eğer secde etmeden yerinden ayrılır ve bir daha dönüp aynı âyeti tekrarlarsa, o zaman iki kez secde etmesi gerekir.) Tilâvet secdesinde kaide böyledir : Tilâvet secdesini gerek­tiren sebepler mütaaddit olunca tedahül ederler. Yani bir secde âye­ti bir defadan fazla okunduğu zaman, bir defa okunmuş gibi yalnız bir secde lâzım gelir. Zira Kur´an-ı Kerim öğretmek, öğrenmek ve­yahut hıfzına çalışmak istiyen bir kimse bir âyeti birkaç kez tekrar­lamak zorundadır. Eğer her defasında secde lâzım gelirse öğrenim veya hıfzı çok zor olur. Bunun için böyle durumlarda bir secde âye­ti bir defadan fazla dahi okunsa, bir defa okunmuş gibi yalnız bir secde lâzım gelir. Bu da, eğer aynı yer ve aynı oturuşta olursa böy­ledir. Değişik yerlerde veyahut aynı yerde ve fakat değişik oturuş­larda tekrarlanması halinde ise, sebepler tedahül etmez. Yani kaç defa okunursa o kadar kez secde lâzım gelir. Kişinin bir secde âye­tini okuduktan sonra ayağa kalkıp bir daha oturması tedahüle mâ­ni değildir. Ağacın bir dalından bir diğer dala geçmek veyahut har­man döven kimsenin harman üstünde dolaşması gibi hareketler ise, tedahülö mânidir.

(Eğer secde âyetini tekrarlayan kimse hep aynı yerde tekrarlar ve fakat işiten kimse yerini değiştirirse, onun hakkında vücup tekerrür eder.) Çünkü işitene tilâvet secdesini gerektiren sebep, oku­mak değil, işitmektir. Kimisi:

İşiten kimse yerini değiştirmese de, eğer tekrarlayan kimse de­ğiştirirse işiten hakkında´ hüküm yine böyledir) demiş ise de, en sa­hihi şudur ki: Bu durumda, okuyan için vücup tekerrür ediyorsa da işiten için tekerrür etmez. Zira -yukarda da anlattığımız üzere- işitene tilâvet secdesi, secde âyetini işittiği için lâzım gelir. (Tilâvet secdesini yapmak istiyen kimse), namaz secdesinde na­sıl ellerini kaldırmıyorsa (ellerini kaldırmadan tekbir alır ve secde­ye vardıktan sonra bir daha tekbir alıp başmı kaldırır.) Abdul­lah İbn-i Mesud (Radıyallâhü anhümâ)´dan bu şekilde rivayet olunmuştur.

(Tilâvet secdesinde ne teşehhüt ve ne de selâm yoktur.) Çünkü selâm taharrum tekbiresi ile girilen namazdan çıkmak içindir. Tilâ­vet secdesinde ise taharrum tekbiresi yoktur.. (içinde secde âyeti bulunan herhangi bir sûre veya âyetleri okur­ken, secde âyeti üzerinden atlayıp okumamak) secde etmek istenme­diğini andırdığı için (mekruhtur. Diğer âyetleri okumayıp da, yalnız secde âyetini okumakta ise bir sakınca yoktur.) Çünkü böyle yap­mak, secde etmeyi emreden âyeti bir an Önce okuma isteğini göste­rir. İmam Muhammed: «Kur´an âyetleri arasında üstün­lük bakımından fark bulunduğu zannını doğurmamak için, bence secde âyetinden önce bir iki âyet okuduktan sonra, secde âyetini oku­mak daha iyidir» demiştir. Kur"an-ı Kerim´i sesli okuyan kimseye -işitenleri secde etmek mecburiyetine sokmamak için- secde âyetine gelince gizli okumayı istihsan etmişlerdir.[20]

Yolculuk Halinde Olan Kimsenin Namazı


(Namazın kısaltılması gibi, birtakım özel hükümleri bulunan yol­culuk, kişinin develer veyahut ayak yürüyüşü ile yolculuk yapmak istediği zaman yolu en az üç gün üç gece süren yolculuktur.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :«Yolculukta olmayan kimse bir gün bir gece, yolculukta olan kimse de üç gün üç gece mestlerini mesih edebilir» ([21]) buyurmuştur. Çünkü tabiidir ki «Yolculukta olan kimse- tâbirinden maksat, belli bir şahıs olmayıp ondan cins murattır. Yâni, yolculukta olduk­tan sonra kim olursa olsun, mestlerini üç gün üç gece meshedebüir. Bundan ise, bu yolculuğun en az üç gün üç gece sürmesi lâzım gelir. Zira eğer daha az olursa, her yolculukta olan kimse nasıl üç gün üç gece mesih yapabilir İmam Ebü Yûsuf: -En az iki gün ile üçüncü günün yansından biraz fazladır.- İmam-ı Şafii de bir kavlinde: «En az bir gün bir gecedir- demişlerse de, bu hadis onların görüşlerine karşı yeterli bir delildir.

(Sözü geçen yürüyüş de normal bir yürüyüştür.) î m a m E b û Hanif e´ den, yolculuğun en azını konaklarla da takdir ettiği ri­vayet olunmaktadır, ki bu da birincisine yakındır. Sahih olan görü­şe göre yolun kaç fersah olduğuna bakılmaz, kaç gün sürdüğüne ve­yahut kaç konak olduğuna bakılır.

(Sudaki yürüyüşün daha kısa veya uzunluğuna bakılmaz.) Ya­ni kişi -biri karada, diğeri denizde olmak üzere- iki yolu bulunan bir yere gitmek istediğinde, hangi yoldan giderse o yolun hükmüne tâbidir. Nasıl ki dağ yolu ile ova yolundan da hangisinden gidilirse o yolun hükmüne tâbi olunur. Hatta eğer biri kısa, diğeri uzun olan yolların ikisi de ya deniz, ya karada olursa, yine de kişi hangisinden giderse onun hükmüne tâbidir.

(Yolculukta olan kimse için dört rekâtlı namazları iki rekât ola­rak kılmak farzdır.) İmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) oruca kıyas ederek: -Farz olan dört rekâttır. Fakat kolaylık olsun diye yolculukta kısaltılmasına izin verilmiştir- demiştir. Biz diyoruz ki: Bununla oruç arasında fark vardır. Çünkü oruç yolculukta tutul­madığı zaman sonradan kaza edilmesi gerekir. Dört rekâttı namaz­ların yolculukta kılınmayan son iki rekâtı ise kaza edilmez.

(Şayet kişi yolculukta dört rekât kılarsa, eğer ikinci rekâttan son­ra bir teşehhüt miktarı oturmuşsa) namazın bir vacibi olan selâmı tehir ettiği için iyi bir şey yapmamış olmakla beraber (ilk iki rekât onun için farz yerine geçer ve) yanlışlıkla dört rekât olarak kılınan sabah namazına kıyasa (son İki rekât ona nafile olur. Eğer ikinci rekâttan sonra bir teşehhüt miktarı oturmamıssa) henüz farz olan kısmı tamamlanmamışken nafile ona karıştığı için namazı (fesada gider.)

(Yolculuğa çıkmak isîiyen kimse, oturduğu şehrin binaları için­den çıkar çıkmaz namazlarım iki rekât olarak kılmaya başlar.) Çünkü yolculuktan dönüldüğü zaman da oturulan yerin binaları içine giril-

mekle yolculuk bitmiş olur. Hatta bu konuda H z. Ali (Radı-yallâhü anh)´dan da bir nakil vardır. Rivayete göre H z. Ali (Radıyallâhü anh) yolculuğa çıkmak üzere bir gün Basra´dan ayrı­lırken namaz vakti girmiş ve namazı dört rekât olarak kıldıktan son­ra önünde duran bir kulübeye bakarak: -Eğer biz bu.kulübeyi de geçmiş olsaydık namazımızı kısaltarak kılacaktık» demiştir. (Yolculukta olan kimse, herhangi bir şehir, kasaba veya köyde onbeş gün veya daha fazla bir zaman için kalmaya niyet etmedikçe yolculukta sayılır. Eğer bundan az bir süre için kalmaya niyet eder­se, yine de yolcu olup namazlarını kısaltmak zorundadır.) Zira geçi­ci olarak bir yerde kalmak istiyen kimse, o yerde kalması geçici ol­duğu için yine yolculuk vasfmı taşır. Ancak bu vasıf ne zamana ka­dar devam eder. Bunun için ona bir süre lâzımdır, işte bu süreyi biz Hanefiler, kadının iki aybaşı hali arasındaki temizlik süresine kı­yas ederek onbeş gün diye takdir ediyoruz. Çünkü kadının temizlik hali ile yolculukta olan kimsenin bir yerde kalmaya niyet etmesi ha­li arasında müşterek bir vasıf vardır: Aybaşı halindeki kadın na­maz kılamazken, temizlenince namaz kılma yetkisine, yolculukta olan kimse de namazlarını tam olarak kılamazken, bir yerde kalma­ya niyet edince namazlarım tam olarak kılma yetkisine sahip olur­lar. Bu sürenin kadının temizlik süresi kadar olduğu, Abdullah îbn-i Abbâs ile Abdullah îbn-i Ömer (Radıyal­lâhü anhümâ)´dan da nakledilmektedir. Şer´i miktarların tayini gibi konularda ise, Sahâbi´nin sözü de hadis hükmündedir.

Metindeki -Şehir, kasaba veya köy» kaydı, çölde, kalmaya niyet etmenin bir hükmü bulunmadığına işaret etmek içindir. Zira her ne kadar tmam Ebû Yûsuf tan: -Çoban ve hayvancılıkla uğraşanlar, çölün herhangi bir yerinde onbeş gün kalmaya niyet et­tikleri zaman namazlarını tam olarak kılarlar» diye söylediğine dair bir rivayet varsa da, mezhepten açık olarak anlaşılan şudur ki: Çöl­de ne kadar uzun zaman da kalınsa ve ne kadar uzun zaman kal­maya niyet de edilse, hüküm değişmez.

(Bir şehre, bir iki gün kalmak niyetiyle giden bir kimse, orada kalmaya niyet etmedikçe yıllarca da kalsa, namazlarını tam olarak kılamaz.) Zira Abdullah tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) Azerbaycan´da altı ay kaldığı halde namazlarını hep iki rekât olarak kılmıştır. ([22]) Bunun benzeri diğer Ashabın bir çoğundan da rivayet olunmaktadır.

Bir savaş ülkesine girip orada kalmaya niyet eden askerler, na­mazlarını iki rekât olarak kılarlar. Bir şehir veya kaleyi kuşattıkla­rı zaman da hüküm böyledir.} Çünkü düşman ülkesine giren asker­lerin durumu belli olmaz. Bakarsın düşmanı yenerler de kalırlar, ba­karsın yenilgiye uğrayıp kaçarlar. Bunun için savaş ülkeleri ikamet yeri olamaz.

(Askerler İslâm ülkesinde de devlete karşı baş kaldıranlarla sa­vaştıkları zaman, eğer bir şehrin içinde olmasalar veyahut baş kal­dıranları denizde kuşatsatar namazlarım iki rekât olarak kılarlar.)

Çünkü onbeş gün için durmaya niyet etseler bile durumları durma­ya müsait değildir. Buna göre bir şehrin içinde olmamaları şartı ma­nasızdır. Zira bir yerleşim merkezinde de olsalar yine böyledir, îmam Züfer1 den, «Askerlerin savaş ülkesinde de, İslâm ülke­sinde devlete karşı baş kaldıranlarla savaşmalan halinde de onbeş gün kalmaya niyet etmelerinin hükmü yoktur- diye söylendiği riva­yet olunmaktadır. îmam Ebû Yûsuf da: «Eğer binalar­da kalıyorlarsa muteberdir. Çünkü binalar sabit meskenlerdir» de­miştir.

(Çadırlarda oturan göçebe ve hayvancılıkla uğraşanların bir yer­de onbeş gün kalmaya niyet etmeleri, kimisi: «Muteber değildir» de­miş ise de, en sahihi şudur ki) her ne kadar otlaktan otlağa yer de-ğiştiriyorlarsa da, bir otlakta kaldıkları sürece onlara yolcu denme­diği için (niyetleri muteberdir.) îmam Ebû Yûsuf tan böyle rivayet olunmuştur.

(Yolculukta olan kimse, namazını yolculukta olmayan kimseye ihtida ederek eda ettiği zaman dört rekât olarak kılar.) Zira henüz namaz vakti geçmemişken yolculukta olmayan kimseye iktida ettiği için namazının hükmü değişir. Nasıl ki henüz namaz vakti geçme­mişken bir yerde onbeş gün durmaya niyet edince de değişir. (Fa­kat kazaya kalmış namazım, yolculukta olmayan kimseye iktida ede­rek kuması caiz değildir.) Çünkü kazaya kalmış olan namazın vakti geçtiği için artık hükmü değişmez. Yani eğer yolculukta olmayan kim­seye iktida da etse, yine iki rekât olarak kılması gerekir. O zaman da imamın ya birinci, ya ikinci iki rekatında imama iktida eder. Bi­rinci iki rekâtta, iktida ederse imamın oturuşu vacip, onun oturuşu farz olduğu için farzı vacibin arkasmda kılmış olur. ikinci iki rekât­ta iktida ederse, imamın okuyuşu sünnet, onun okuyuşu farz oldu­ğu için farzı sünnetin arkasında kılmış olur. Bunun her iki ihtimal­de de caiz değildir.

(Eğer yolculukta olan kimse, yolculukta olmayan kimseye îmam olursa, iki rekât kıldıktan sonra selâm verir ve arkasındaki yolcu­lukta olmayan kimse kalkıp namazını tamamlar.) Zira sonradan ge­lip üçüncü rekâtta imama yetişen kimse nasü imam selâm verdik­ten sonra cemaatle bir ilgisi kalmaz ve son iki rekâtını tek başına kılıyorsa, bu kimse de öyledir. Ancak şu var ki: Bu kimse tek başı­na kıldığı rekâtlarda da Fatihayı okumaz. Çünkü imam ile beraber namaza başladığı için hükmen imamın arkasında sayılır. Kaldı ki onun için farz olan okuyuş edâ edilmiştir- Bunun için ihtiyaten oku­maması iyidir. Fakat üçüncü rekâtta imama yetişen kimse öyle de­ğildir. Çünkü üçüncü rekâtta imama yetişen kimse farz olan oku­yuş edâ edildikten sonra imama yetiştiği için ona farz olan okuyuş edâ edilmemiştir. Bunun için ona okumak daha iyidir.

(Yolculukta olmayan kimselere imamlık eden yolcu için, selâm verdikten sonra arkasındakilere: -Ben yolcuyum. Siz namazınızı ta­mamlayınız» demek m üst a haptır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) M e k k e ´ de misafir iken selâm ver­dikten sonra Mekke halkına öyle söylemişti. ([23])

(Yolculukta olan kimse, yurduna döndüğü zaman kalmak niye­tiyle olmasa biie namazını tam olarak kılar.) Çünkü Peygamber Efen­dimizle tSallallahü Aleyhi ve Sellem) Ashabı yurdlarma döndükleri zaman bazan kalmak niyetinde olmadıkları halde yine de namazla­rım tam olarak kılarlardı. ([24])

(Oturmakta olduğu yurdunu bırakıp bir başka yeri yurd edinen kimse, eski yurduna misafir olarak gittiğinde namazını kısaltarak kılar.) Zira eski yurdu onun için artık yurd sayılmaz. Nitekim Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M e d i n e´ ye göç buyurduktan sonra, Mekke onun asıl yurdu olduğu halde kendini orada misafir saymıştır. Zira kişinin asıl yurdu, ancak eski­si gibi asıl olan bir diğer yeri yurd edinmekle bozulur. Ne yolculu­ğa çıkmakla ve ne de bir başka yerde geçici olarak kalmakla bozul­maz. Geçici olarak kalınan yurd ise hem yolculuğa çıkmakla, hem geçici olarak bir başka yerde kalmakla ve hem asıl yurda dönmek­le bozulur. Hac yolculuğunda olan kimse, Mekke ile Minâ´da onbeş gün kal­maya niyet etse bile namazını kısaltarak kılar.) Çünkü Mekke ile M i n â ayn ayn yerlerdir. Eğer iki yerde kalmaya edilen ni­yet muteber olursa, bir çok yerlerde kalmaya edilen niyet de mu­teber olur. Halbuki öyle değildir. Zira hiçbir yolculuk yoktur ki on­da -istirahat ve benzeri gibi işler için- bir çok yerlerde kalınma­sın. Ancak eğer geceleri Mekke ile Minâ´ dan birinde kal­maya niyet ederse, o zaman hangisinde geceleri kalmaya niyet et­miş ise oraya girmekle yolculuktan çıkmış olur. Çünkü kişi geceleri nerede kalıyorsa, onun için kalma yeri orasıdır.

(Eğer kişi yolculukta iken namazı kazaya kalırsa, onu kaza eder­ken yolculukta olmasa bile iki rekât olarak kılar. Yolculukta olma­yan kimsenin kazaya kalan namazı ise, kaza edilirken -kişi yolcu­lukta bile olsa- onu dört rekât olarak kılar.) Zira namazın edası ne şekilde gerekiyorsa kazası da o şekilde gerekir. Ancak bunda mu­teber olan vaktin sonudur. Yani kazaya kalan namaz, eğer kişi bir İftitah tekbiresini alabilecek kadar daha vakit varken yolculuğa çı­karsa yolculukta kazaya kalmış sayılır. Eğer bu kadarcık vakit kal­mamışken yolculuğa çıkar veyahut bu kadarcık vakit daha varken yolculuktan dönerse, yolculukta kazaya kalmış sayılmaz. Zira vaktin­de kılınmayan namaz, vaktin hepisi bitmedikçe kazaya kalmış ol­maz. (Yolculukta olan kimse, yolculuğa çıkması ne gaye ile olursa ol­sun namazlarını kısaltarak kılar.) îmam-ı Şafii (Allah rah­met eylesin) .

«Kötü niyetle yolculuğa çıkan kimse namazlarını kısaltamaz. Zi­ra namazın rekâtlarını dörtten ikiye indirmek, yolculuğun zorlukla­rını çekmekte olan kimseye bir kolaylık göstermektedir. Kötü niyet­le yolculuğa çıkmak ise, cezayı gerektiren bir suç iken, bu kimseye kolaylık tanınırsa ona suç işlemekte kolaylık gösterilmiş olur» de­miştir.

Biz diyoruz ki: Bu hususta varit olan nasslar mutlak olup on­larda herhangi bir kayıt yoktur. Kaldı ki yola çıkmak bizatihi suç değildir. Suç ancak kişinin kötülük işlemesidir. Nitekim eğer bu kim­se, amaçladığı kötülüğü işlemeye muvaffak olamazsa herhangi bir cezayı hakketmiş olmaz. Bunun için bu kimse dahi, yolculukta oldu­ğu sürece namazlarını kısaltmak zorundadır.[25]

Cuma Namazı


(Cuma namazı ancak, kalabalıktı bir şehirde veyahut bu şehrin meydanında kılınabilir. Köylerde sahih değildir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :-Cuma namazı, Kurban bayramı günlerinde getirilen tekbirler ve Ramazan ile Kurban bayramı namazları, kalabalık» şehirlere mah­sustur- ([26]) buyurmuştur. İmam Ebû Yûsuf´a göre -Ka­labalık şehir» Yöneticisi ile, hükümleri yürüten ve cezalan. uy­gulayan hâkimi bulunan şehirdir, imam Ebû Yûsuf tan: -Kalabahkh şehir, en büyük camisi halkını sığdı´ramayan yerdir» di­ye tarif ettiği de rivayet olunmuştur. Kerhi, birinci tarifi be­nimsemiş ve mezhepten açık olarak anlaşılan da odur. S e 1 c i de ikinci tarifi benimsemiştir.

Cuma namazının cami veyahut namazgahta kılınması şart de­ğildir. Şehrin elverişli herhangi bir meydanında da kıhnabilir. (İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre, cuma namazı Mi­nâ´da -eğer hacc işlerini yürüten zat bizzat Hicaz valisi olur veya­hut Halife orada misafir bulunuyorsa- caizdir. İmam Muhammed ise,: -Caiz değildir- demiştir.» Çünkü M j n â köydür. Bunun için­dir ki orada bayram namazı kılınmaz. İmam Ebû Hanife ile İmam E,bü Yûsuf, -Her ne kadar köy ise de Hacc mevsiminde şehir durumuna gelir. Bayram namazı da orada, köy ol­duğu için değil, zorluk olmasın diye kılınmıyor» demişlerdir. Ara­fat´ta ise her üç imama göre de cuma namazı olamaz. Çünkü Arafat çöldür. M i n a ´ da ise binalar vardır. Hicaz va­lisi veyahut Halife´nin M i n a ´ da bulunmasının şartına gelince : çünkü Hacc işlerini yürüten kimsenin orada olması yeterli gelmez. Zi­ra memleket yönetimi vali ve Halife´nin görevidir. Hacc işlerini yü­rüten kimsenin görevi İse, yalnız Hacc işlerini yönetmektir. (Cuma namazını ya bizzat devlet reisi ya da devlet başkanının izin verdiği kimse kıldırabüir.) Çünkü cuma namazı büyük bir ka­labalık tarafından kılındığı için bazan kimin imamlık, yapması ve­yahut bir başka konuşma cemaat arasmda anlaşmazlık başgösterir. Bunun için yöneticinin izni gerekir. (Cuma namazının sıhhat şartlarından biri de vakittir. Bunun için cuma namazı ancak öğle vaktinde kıhnabilir. öğle vaktinden sonra kılınamaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) M e d i n e´ ye hicret buyurmazdan önce Mus´ab b. Umeyr´i oraya gönderirken; «Güneş semanın ortasından sağa kayınca cuma namazını kıldır- ([27]) buyur­muştur. Eğer cuma namazı henüz tamamlanmamışken ikindi vakti girer­se, cuma namazını bozup öğleyi kılmak gerekir. Cuma namazı Öğle namazı olarak tamamlananı az.) Çünkü ikisi ayrı ayrı namazlardır.

(Cuma namazının şartlarından biri de hutbedir.) Zira Peygam­ber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma namazını Ömrü boyunca bir kez olsun hutbesiz kıldırmamıştır. ([28])

(Hutbe de cuma namazı gibi Öğle vakti girdikten sonra ve fakat namazdan önce okunur.) Sünnet bu şekilde varid olmuştur. (Hutbe iki. tane olup aralarında hafif bir oturuş yapılır.) Başlan­gıçtan beri hep bu şekilde devam edegelmiştir.

(Hutbe ayakta ve abdestli olarak okunur.) Çünkü bu güne ka­dar hep ayakta okunagelmiştir. Kaldı ki ayakta ve abdestli olarak kıl­mak namazın sıhhati için şarttır. Bunun için ezanda olduğu gibi ab­destli ve ayakta okumak müstahaptır.

(Şayet oturarak veyahut abdestsiz olarak okunsa) Gaye hasıl ol­duğu için (Caizdir.) Ancak devam edegelen ananeye aykırı olduğu ve hutbe ile namazın biribirinden ayrılmasına yol açtığı için mek­ruhtur.

(Hutbede yalnız, Allah´m adını anmakla yetinerek başka bir şey eklememek İmam Ebü Hanife´ye göre caizdir. Diğer iki imam ise -Hutbe denilebilecek kadar uzun bir zikir gerekir» demişlerdir.) Çün­kü hutbe vaciptir. Yalnız teşbih veyahut Allah´a hamd etmek ise hutbe olamaz. îmam-ı Şafiî´de: «Aralarında oturmak şartıyla iki hut­be okunmazsa caiz olamaz. Çünkü hep o şekilde devam edegelmiş­tir» demiştir. îmam Ebû Hanife´ nin dayanağı;

Ey iman etmiş olanlar, cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah´ı anmaya koşun, alım satımı bırakın» ([29]) buyurmuş­tur. Zira bu âyette Allah´ı anmanın hutbe denilebilecek kadar uzun olması şart koşulmamıştır. Ayrıca rivayet olunmaktadır ki H z . Osman (Radayallâhü anh) hilâfete seçildikten sonra ilk hutbe­ye çıktığında ELHAMDÜ LİLLAHİ dedikten sonra bir titreme onu tut­muş ve hemen minberden inip namaza başlamıştır.

(Cuma namazının sıhhat şartlarından biri de cemaatla kılmak­tır.) Çünkü cuma kelimesi cemaatten müştaktır.

(İmam Ebü Hanife´ye göre cuma namazı imamdan başka en az, üç kişi ile kılmabilir. Diğer iki imam ise s «İmamdan başka iki kişi daha olursa kâfi gelir» demişlerdir.) En sahihi şudur ki bunu söy­leyen yalnız imam Ebû Yûsuf tur. îmam Ebû Yû­suf: «Çünkü cuma kelimesinin lügat anlamı toplantı demektir. Cuma namazında ise, imamdan başka iki kişi daha olunca toplantı hâsıl olur» demiştir. îmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed ise -her ne kadar böyleyse de yukarıda metni geçen; «Ey îman etmiş olanlar, cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah´ı anmaya koşun» mealindeki âyeti kerimede hitap, ce­mi sığasıyle yapıldığı İçin en az üç kişiyledir. Bu üç kişiye de namaz kıldıracak bir imam gerektiğine göre, demek oluyor ki cuma nama­zının kılınabilmesi için imamdan başka en az üç kişi daha gerekir» demişlerdir. (Eğer imam daha rükû ve secdeye varmamışken, cemaat dağılıp çocuk ve kadınlardan başka kimse kalmazsa, İmam Ebû Hanife´ye göre cuma namazını bozup Öğle namazını kılmak gerekir. Diğer iki imam ise t «İmam iftitah tekbiresini aldıktan sonra eğer cemaat da-ğılırsa, cuma namazı tamamlanır.» demişlerdir. İmam rükû ve sec­deleri yaptıktan sonra cemaatın dağılması halinde ise. her üç İmama göre de cuma namazı tamamlanır.) İmam Z ü f e r: «Cu­ma namazının sonuna kadar öğle vaktinin çıkmamış olması nasıl şart ise, cuma namazında cemaat da şart olduğuna göre namazın so­nun kadar cemaatın devamı şarttır- demiştir. İki îmam ise: «Cuma namazında cemaat, hutbe gibi namaz başlayıncaya kadar şarttır. Bu­nun için namazın sonuna kadar cemaatın devamı gerekmez- demiş­lerdir. İmam Eb´û Hanifede Namaza başlansa bile bir rekât kılınmadan cemaat dağılırsa, namaza başlanmamışken cemaat dağılmış gibi olurlar. Çünkü bir rekâttan daha aza namaz denilemez. Bunun için hiç değilse bir rekât tamamlanıncaya kadar cemaatın de­vamı gerekir. Hutbe ise öyle değildir. Çünkü hutbeyi de imam oku­duğu için namaza başladıktan sonra sürdüremez. Bunun için hutbe­nin devamı şart değildir. Yalnız kadınların kalması da bir şey ifâde etmez. Çünkü kadınlarla cuma namazı tamam olmaz. Çocuklar da öyledir.(Cuma namazı yolculukta olan kimseye, kadına, hastaya, köle­ye ve iki gözden kör olan kimseye vacip değildir.) Çünkü yolculuk­ta olan kimsenin cuma namazına gitmesinde güçlük vardır. Hasta ile iki gözden kör olan kimse de öyledirler. Köle de efendisinin hiz­metiyle uğraşmaktadır. Kadın da ev işiyle meşguldür. Bunun için bunların hepsi mazurdurlar.(Şayet bunlar cuma namazına gidip cemaatla birlikte kılarlar­sa, kendileri için öğlenin farzı yerine geçer.l Çünkü kendi istekle­riyle güçlüğe katlanmış olurlar. Nasıl ki yolculukta olan kimse, ken­di isteğiyle güçlüğe katlanıp oruç tuttuğu zaman tuttuğu oruç da onun için farzın yerine geçer.

IKöle, hasta ve yolculukta olan kimse cuma namazında imam ola­bilirler.) İmam Züfer: -Olamazlar. Çünkü cuma namazı onlara farz olmadığı için onlar da kadın ve çocuk gibidirler» de­miştir.

Biz diyoruz ki: Cuma namazının onlara farz olmaması, güçlük çekmesinler diyedir. Şayet kendi istekleriyle güçlüğe katlanıp kılar­larsa -yukarıda da belirttiğimiz üzere- onlar için farzın yerine ge­çer. Bunun için bunlar kadın ve çocuk gibi değillerdir. Çünkü ço­cuk, namaz kendisine farz olmadığı için imamlığa yetkili değildir. Kadın da erkeklere imam olamaz. Bunlar ise, imamlığa yetkili ol­dukları için arkalannda kılman cuma namazı sahih olduğu gibi, cu­ma namazının cemaatı için gerekli olan sayı da bunlarla tamam olur. Çünkü cuma namazında imam olmaları muteber İken, iktida etme­lerinin muteber olması evleviyetle lâzım gelir.

(Eğer mazur olmayan bir kimse, imam daha cuma namazım kal­dırmamışken evinde öğle namazını kılarsa, tahrimen mekruh olmak­la beraber sahihtir.) İmam Züfer: -Caiz değildir. Çünkü bu kimse İçin asıl farz cumanamazıdır. öğle namazı onun için asıl farz olmayıp farza bedeldir. Asıl farz dururken ise onun bedeline geçi­lemez» demiştir. Biz diyoruz ki: Mezhepten açık olarak anlaşılan şu­dur ki: herkese teker teker farz olan, öğle namazıdır. Çünkü her­kes teker teker ancak Öğle namazını kılabilir. Cuma namazı ise, ki­şinin elinde olmayan birtakım şartlan vardır. Kişi de ancak gücü­nün yettiği kadar ibadetlerle mükellef olur. (Eğer bir kimse, evinde öğle namazını kıldıktan sonra pişman­lık duyarak cuma namazına katılmak için davranırsa, eğer imam daha namazın içinde ise, İmam Ebû Hanife´ye göre bu kimsenin kıl­dığı öğle namazı, namazgaha gitmek üzere evinden çıkması ile bo­zulur. Diğer iki İmam ise: -Bu kimse, imam ile birlikte cuma na­mazına girmedikçe namazı bozulmaz- demişlerdir.) Çünkü namaza gitmenin sevabı kılınmış oîan namazın sevabından az olduğu için, bu kimsenin kılmış olduğu öğle namazı cuma namazına gitmekle değil, ancak kendisi kadar sevaptı olan cuma namazını kalmakla bozulur. Cuma namazı da ancak imam ile birlikte namaza girmekle kılınmış olur. İmam Ebû Hanife: -Cuma namazı daha üstün ve fa­ziletli olduğu için ona gitmek dahi, bilfiil kılınmış olan öğle namazı kadar sevaplıdır. Bu da eğer kişi evinden çıkarken cuma namazı da­ha kılınmamış ise böyledir. Kılındıktan sonra ise, kişinin ona gidip gitmemesi arasında fark yoktur» demiştir.

(Özürlü olan kimselerin şehirde öğle namazını cemaatle kılma­ları mekruhtur. Hapiste olanlar için de öyledir.) Çünkü eğer cema­atla kılarlarsa, hem bütün cemaatları içinde toplayan cuma nama­zına halel gelmiş olur ve hem de eğer özürlü olan bir kimse onlan görürse, cuma namazını kıldıklarını sanarak onlara iktida edebilir. (Bununla beraber eğer kılarlarsa) cemaatin herhangi bir şartı ek­sik olmadığı için (sahihtir.) Köyde ise, cuma namazı vacip olmadı­ğı için öğle namazını cemaatla kılmak mekruh değildir.

(Cuma günü imam daha namazda iken imama yetişen kimse, yetiştiği miktarı imam ile birlikte kılar.) Geri kalanını da sonradan tamamlar. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :

«Namaz kılınmaya başladığı zaman ona koşarak gelmeyin. Ağır ağır ve yürüyerek gelin. Yetiştiğiniz miktarı kılın, kaçırdığınız mik­tarı kaza edin- ([30]) buyurmuştur. (Eğer kişi İmama, teşehhüt veya sehiv secdesinde İken bile ye­tişirse, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre cuma namazı­nı tamamlar. İmam Muhammed ise: «İkinci rekâtın çoğunu imam İle birlikte kılamayan kimse Öğle namazını tamamlar» demiştir.! Çün­kü bu namaz her ne kadar cuma namazı ise de, cuma namazım ce­maatla kılmak şart olduğu ve bu kimse de onu cemaatla kılmak şar­tını yerine getiremediği için onun hakkında öğle namazıdır. Bunun için bu kimse dört rekât kılmak zorundadır. Ancak cuma namazı ol­ması ihtimaline binaen ikinci rekâttan sonra mutlaka oturmak ve ilk iki rekâtta olduğu gibi, son iki rekâtta da fatiha ile zammi sûreyi okumak gerekir. Zira eğer cuma namazı olursa son iki rekât ona na­file olur.

îmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf ise: -Teşehhüt veya sehiv secdesinde bile cemaata yetişen kimse, cuma namazına yetişmiş olur. Nitekim bu kimse iktida ederken cuma na­mazı niyetini getirir. Cuma namazı ise iki, öğîe namazı da dört re­kât olduğuna göre biribirinden ayrı namazlardır. Bunun için birinin niyetini getirip diğerini kılmak caiz olamaz demişlerdir. (Cuma namazına gidenler için, imam minbere çıktıktan sonra hutbesini bitirinceye kadar nafile kılmak ve konuşmak mekruhtur.) Ben diyorum ki: Bu, İmam EbûHanife´ye göredir. Diğer iki İmam: «İmam minbere çıktıktan sonra henüz hutbeye başlama­mışken ve minberden indikten sonra da henüz namaza başlamamış­ken konuşmanın bir sakıncası yoktur. Çünkü imam minbere çıktık­tan sonra konuşmaktan, hutbe dinlensin diye nehyedilmiştir. Bu iki durumda ise konuşmanın mekruh olması için bir sebep yoktur. Fa­kat namaz öğle değildir. Çünkü namaz, imam hutbe veya namaza başlayıncaya kadar uzayabilir.» demişlerdir. İmam Ebû Hanife ise, -îmam minbere çıktık­tan sonra artık, ne namaz ve ne de konuşma yoktur» ([31]) hadisine dayanmıştır. Çünkü hadiste namaz ile konuşma arasında ayırım ya­pılmamıştır. Hem de imam hutbe veya namaza başlayıncaya kadar nasıl namaz uzayabiliyorsa, konuşma da bazan tabiatiyle uzar. Bu­nun için ikisi arasında bu hükümde fark yoktur.

(Müezzinler birinci ezanı okumaya başlayınca, hemen alım sa­tımı bırakıp namazgah yolunu tutmak gerekir.) Zira metni yukarıda geçen âyet-i kerimede «Cuma günü namaz için ezan okunduğu za­man Allah´ı anmaya koşun, alım satımı bırakın» diye buyurulmaktadır. (İmam minbere çıktıktan sonra oturur ve müezzin minberin kar­şısında durup tekrar ezan okur.) îslâmiyetin başlangıcından bu gü­ne kadar böylece süregelmiştir. Ancak Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında bu ezandan başka bir ezan yoktu. Bunun için alım. satımı bırakıp namazgah yolunu tutmanın vücubunda muteber olan, bu ezandır. Fakat -Allah bilir- en sa­hihi şudur ki: eğer öğle olduktan sonra okunursa, muteber olan ezan birincisidir.[32]

Bayram Namazı


(Kendisine cuma namazı vacip olan kimseye bayram namazı da vaciptir.) el-Camiussağıyr´de «Bayram, cuma gününe rastladığı za­man birinci namaz sünnet, ikincisi farz olmasına rağmen ikisi de terkedilemez- diye kayıtlıdır. Biz diyoruz ki: Bu ifade bayram na­mazının sünnet olduğunda nasstır, ki İmam Ebü Hanife´-den bu yolda da bir rivayet vardır. Vacip olmasının delili, Peygam­ber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu hiç bir bayram­da terk etmemiş olmasıdır. Sünnet olduğunun delili de Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kendisine: «Bu söyledik­lerin dışına bana farz olan başka bir şey var mı » diye soran Ara­bi´ye «Hayır. Meğer ki kendi isteğinle yapsan» ([33]) diye cevap vermesidir. Bununla beraber en sahihi şudur ki s Bayram namazı va­cip olup ona sünnet denmesinin sebebi vücubunun sünnet ile sabit olmasıdır. (Ramazan bayramında namazgaha çıkmazdan önce bir şey ye­mek, yıkanıp temizlenmek, dişleri misvâklamak, güzel kokular sür­mek ve ondan sonra çıkmak rnüstahapür.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rama­zan bayramında namazgaha çıkmadan bir şey yer ve her iki bay­ramda da yıkanır, mübarek ağzını misvaklar ve güzel kokular sü­rerdi. ([34])Hem de bayram, toplantı günü olduğu için -cuma günün­de olduğu gibi- yıkanıp temizlenmek ve güzel kokular sürmek sün­nettir. (Bayramda aynca en güzel elbiseyi giymek de müstahapür.) Çün­kü Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tilki pos­tu veyahut yünden mamul bir cübbesi vardı. Bayramlarda da onu giyerdi. ([35])(Ramazan bayramında Fitre) fakirlerin karın tokluğu ve gönül rahatlığı ile namaza gidebilmeleri için (namazdan önce verilir.)

(İmam Ebû Hanife ye göre Ramazan bayramında namazgaha gi­dilirken yolda tekbir getirilmez. Diğer iki İmam isel Kurban bay­ramına kıyas ederek (Getirilir, demişlerdir.) İmam Ebü Ha­ni f e : «Senada asıl olan, gizliliktir. Ancak Kurban bayramı tek­bir getirme günleri olduğu için, şeriat ancak o gün namazgaha gi­derken tekbir getirmeyi uygun görmüştür. Ramazan .bayramı ise öy­le değildir» demiştir.

(Bayram günü namazdan önce nafile namaza kılınmaz.) Zira Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza karşı he­vesli olmasma rağmen hiç kılmamıştır. ([36]) Ancak kimisi: -Ke­rahet namazgaha mahsustur-, kimisi de: «Mutlaka mekruhtur. Çün­kü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evde de kıl­mamıştır» demiştir.

(Bayram namazı vakti güneş yükselince başlar ve tepeden sağa doğru kayıncaya kadar devam eder.) Zira Peygamber Efendimiz (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) bayram namazını hep güneş bir iki mızrak boyu kadar yükseldikten sonra kılardı. ([37]) Bir sefer de şahitler öğleden sonra, hilali gördüklerine şahitlik edince bayram namazını ertesi gün aynı vakte bırakmıştır. ([38]) (Bayram namazı iki rekâttır. İmam birinci rekâtta iftitah tek-biresinden sonra üç kez daha tekbir alır ve ondan sonra Fatiha ile zammı sûreyi okur. İkinci rekâtta ise önce Fatiha ile zammi sûreyi okur, ondan sonra yine üç kez tekbir alır ve dördüncü tekbirde rükûa varır.) Abdullah Ibn-i Mesûd (Radıyallâhü anh) bayram namazını bu şekilde tarif etmiş ve biz Hanefiler bayram na­mazının bu şekilde olduğu görüşündeyiz. Abdullah İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ise: -Birinci´rekâtta iftitah tekbirin­den sonra beş ve ikinci rekâtta da yine beş kez» bir rivayette -Dört kez tekbir aldıktan sonra Fatiha ile zammi sûre okunur» demiştir. Abdullah îbn-i Abbas´ın torunlan olan halifele­rin emriyle bugün halk arasında bununla âmel edilmekte ise de, mezhep birinci görüştür. Çünkü namaz içinde tekbir getirip elleri kaldırmak bayram namazından başka bir yerde yoktur. Bunun için azı tutmak ihtiyata daha uygundur. Sonra, tekbirler dinin şiarı ol­duğu için her rekâtın kıyammdaki tekbirlerin hepsini bir arada ge­tirmek daha uygundur. Bunun için, birinci rekâtın tekbirlerini ifti­tah tekbiresinden, ikinci rekâtın tekbirlerini de rükûa varış tekbire-sinden ayırmamak gerekir. Çünkü birinci rekâtın kıyamında her ne kadar -iftitah ve rükûa varış tekbirleri olmak üzere- iki tekbir varsa da, iftitah tekbiresi hem vacib ve hem de daha öncedir. İkin­ci rekâtın kıyammda ise, rüküa varış tekbiresinden başka tekbir yok­tur, îmam-ı Şafiî ise, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ´m tarifini benimsemiştir. Ancak Îmam-Şâfii, îbn-i A b b a s´ m birinci rekâtın kıyamında iftitah ve rüküa varış tek-birleriyle .birlikte yedi olduğunu söylediği tekbirlerin hepsini bayram namazı tekbirlerine hamlettiği için, ona göre her iki rekâtta getirilen tekbirlerin sayısı onbeş veyahut onaltı olmuştur. Rükûa varış tekbirleri dışında (Bayram namazının bütün tek­birlerinde eller kaldırılır.) Zira -yukarıda da geçtiği üzere- Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : .Eller ancak yedi yerde kaldırılır...» diye buyururken bu yedi yerden birinin bayram namazının tekbirleri olduğunu söylemiştir. imam Ebû Yûsuf tan: -Bayram namazı tekbirlerin­de eller kaldırılmaz- diye rivayet olunuyorsa da, bu hadis onun gö­rüşüne karşı bir delildir.

(Namazdan sonra imam iki hutbe okur.) Bu hususta rivayetler yaygındır. (Ve bu hutbelerde fitrenin ahkâmını bildirir.) Zira Rama­zan bayramının hutbesi fitre ahkâmını bildirmek içindir.

(Bayram namazını kaçıran kimse onu kata edemez.) Çünkü bay­ram namazı da, cuma namazı gibi cemaatle ve yöneticinin izniyle kılınması şarttır.

(Eğer akşam hava kapalı olduğu için hilâl görünmez ve ancak ertesi gün öğleden sonra görüldüğüne şahitlik edilirse, bayram na­mazı ertesi güne ertelenir.) Zira bu erteleme mazeretten dolayıdır ve aynı zamanda hakkında hadis de vardır.

(Eğer ikinci günde de kılınmasını engelliyen bir durum ortaya çıkarsa artık kılınamaz.) Çünkü cuma namazında olduğu gibi bay­ram namazında da asıl, kaza edilmemesidir. Fakat bayram namazı­nın ertelenmesi hakkında hadis bulunduğu için, onu biz ancak bir gün erteleyebiliriz. Çünkü hadis, bayram namazının mazeret halin­de bir gün ertelendiğine kaildir. (Kurban bayramında da) Yukarıda söylediğimiz gibi (Yıkanmak ve güzel kokular sürmek müstahaptır. Ancak Kurban bayramında namazdan dönülünceye kadar bir şey yiyilmez.) Zira rivayet olun­maktadır ki: Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kurban bayramında namazdan önce bir şey yemez ve ancak namaz­dan döndükten sonra kurban kesip, kestiği kurbanın etinden yer­di. ([39]) (Kurban bayramında namaza gidilirken yolda tekbir getirilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kurban bayramı namazına çıkarken tekbir getirirdi. ([40]) (Kurban bayramının namazı da Ramazan bayramının namazı gi­bi üti rekât olup namazdan sonra iki hutbe okunur.) Zira gelen na-Kıllar hep bu yoldadır. (Ve bu hutbelerde kurbanın ve bayram gün­lerinde getirilmesi gereken tekbirlerin ahkâmı bildirilir.) Çünkü o gün­lere mahsus olan ibadetler kurban ile tekbirlerdir. Hutbede de gü­nün gereği ne ise, o söylenir. (Eğer kurban bayramının birinci günü namaz kılmaya mani bir hal ortaya çıkarsa üçüncü güne kadar ertelenebilir. Üçüncü günden sonra kılınamaz.) Zira namaz da kurbanın kesilebüdiği günlere mah­sus bir ibadettir. Bunun için ancak o günlerde kıhnabilir. Bununla beraber eğer bir mazeret olmaksızın ikinci veya üçüncü güne bıra­kılırsa -nakle aykın olduğu için- iyi bir şey yapılmış olmaz.

Hac´da olanlara benzemek için, arefe günü halkın bir yerde top­lanması geleneği, muteber bir şey değildir. Zira Arafat´da vukuf, özel bir yere has olan özel bir ibadettir. Haccın diğer menasiki gibi o ye­rin dışında ibadet olamaz.[41]

Kurban Bayramı Günlerinde Getirilmesi Gereken Tekbirler


(Arefe günü sabah namazından itibaren) İmam Ebû Ha­ni f e ´ ye göre (Bayramın ilk gününün) diğer iki imama göre dör­düncü gününün (ikindisine kadar, cemaatle kılınan her farz namaz­dan sonra tekbir getirilir.) Bu mesele Ashap arasında da ihtilaflıdır, iki imam, tekbir getirmenin bir ibadet olup, ibadetlerde ise çoğu tutmanın ihtiyata daha uygun olduğu mülâhazasına dayanarak H z. Ali´ nin, İmam Ebû Hanife de, sesli olarak tekbir ge­tirmenin bid´at olduğu düşüncesine dayanarak Abdullah ıbn-i Mesud´un görüşünü tutmuşlardır. Tekbir getirilirken, bir defa ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER, LA İLAHE İLLELLAHÜ VELLAHÜ EKBER, ALLAHU EKBER VE-LİLLAHİLHAMD denilir. Zira Peygamber Efendimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu şekilde nakledilmiştir. ([42])

(Tekbir, İmam Ebû Hanife´ye göre şehirlerde ve yolculukta ol­mayan erkekler tarafından cemaatle kılınan her farz namazdan sonra getirilir. Aralarında erkek bulunmayan kadınlarla, yolculukta ol­mayan bir kimsenin aralarında bulunmadığı yolcuların cemaatla kıl­dıkları namazdan sonra tekbir yoktur. Diğer iki imam ise: -Her farz namazdan sonra tekbîr getirilir- demişlerdir.) Yani kılman, namaz farz olduktan sonra -ister cemaatle, ister tek basma, ister erkek, ister kadın, ister yolculukta olan, ister olmayan kimse tarafından kı­lınsın- tekbir getirilir. Çünkü tekbir farz olan namazın tabiidir. İmam Ebû Hanife yukanda metni geçen; -Cuma namazı, Kurban bayramı günlerinde getirilen tekbirler, Ramazan ve Kurban bayramı namazları, kalabahkh şehirlere mah­sustur- hadisine dayanmıştır. Hem de sesli tekbir getirmek sünne­te aykırıdır. Bunun için ancak yolculukta olmayan erkekler tarafın­dan kılınan farz namazdan sonra getirilebilir. Çünkü Şeriat ancak onlar hakkında varid olmuştur. Fakat kadınlar eğer erkeklerle ve yolculukta olan kimseler ve yolculukta olmayan kimselerle birlikte namaz kılarlarsa, o zaman kadın ve yolculukta olanlara da tebean va­cip olur. îmam Ebû Yûsuf demiştir ki i Bir arefe günü akşam namazım kıldırırken selâm verdikten sonra tekbir getirmeyi unut­tum, imam Ebû Hanife de arkamdaydı. Kendisi tekbir getirdi. imam Ebû Yûsuf´un bu sözünden anlaşılmaktadır ki: imam tekbir getirmese de arkasındakiler getirebilirler. Çünkü imama uymak namazın içinde gereklidir. Bunda müstahaptır.[43]

Güneş İle Ay Tutulmaları Namazı


(Güneş tutulduğu zaman imam halka, nafile namazı şeklinde ezansız ve kametsiz olarak ve her rekâtında bir rükû yaparak iki rekât namaz kıldırır.) îmam-ı Şafii, Hz. Aişe´ den gelen rivayete ([44]) dayanarak: «Her rekâtında iik kez rüküa varır» demiştir. Biz ise, Abdullah Ibn-i Öme r´den gelen rivayete dayanıyoruz. ([45]) Zira erkekler imama daha yakın olduklan için durumu daha iyi bilirler. Bunun için Abdullah tb n-i Ömer´in rivayeti daha racihtir.

(İmam bu namazın rekâtlarında okuyuşları uzatır ve İmam Ebû Hanife´ye göre gizli okur. Diğer iki İmam ise i «Sesli okur» demiş­lerdir.) îmam Muhammed´ den, imam Ebû Hani-f e´ nin dediği gibi söylediği de rivayet olunmuştur. Bu namazın re­kâtlarını uzatmak, daha efdaldir. Yoksa, kişi isterse hafif rekâtlarla da kılabilir. Çünkü sünnet olan, Güneş tamamen açılıncaya kadar ge­çen zamanın hepsini namaz ve dualarla geçirmektir. Bunun için eğer bir rekâtında az okursa, diğerini uzatabilir. Gizli veya sesli okuma­ya gelince: îmam Ebû Hanife, Abdullah Ibn-i Abbas ile Semûre (Radıyallâhü anhümâ)´nın ([46]) diğer iki imam da H z . Aişe (Radıyallâhü anhâ)´m([47]) rivayetine da­yanmışlardır, îmam Ebû Hanife´nin, Abdullah Ibn-i Abbâs ile Semûre´ nin rivayetini niçin tercih ettiği, yukanda geçti. Kaldı ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) : «Gündüz namazı dilsizdir- huyurmuştur. ([48]) (Namaz bittikten sonra, imam Güneş açılıncaya kadar duâ eder.) Cemaat da âmin der. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtû ve´s-selâm);

«Bu korkunç hallerden birini gördüğünüz zaman, Allah´a duâ ile yö­nelin» ([49]) buyurmuştur. Duada da sünnet, namazdan sonra edil­mesidir. (Bu namazı da cuma namazım kıldırmakla görevli olan imam, kıldırır. Şayet kendisi bulunmazsa) anlaşmazlığa düşmemeleri için (herkes kendi kendine ve tek basma kılar.)

(Ay tutulması namazı ise cemaatle kılınmaz.) Çünkü vakit gece olduğu için hem halkın toplanması mümkün değildir, hem de fitneden korkulur. Herkesin kendi kendine kılmasına gelince . Çünkü Pey­gamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü veVselâm); ´Bu korkunç hallerden bi­rini gördüğünüz zaman namaza sığının» ([50]) buyurmuştur. (Güneş tutulması namazından sonra hutbe okunmaz.) Zira Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe verdiği, na­kil olunmamıştır.[51]

Yağmur Duası Namazı


İmam Ebû Hanife i -Yağmur duasında cemaatle kılınması sün­net olan bir namaz yoktur. Fakat kişi isterse kendi kendine kılabi­lir. Çünkü yağmur duası sadece dua ve bağışlanma dileğidir» demiş­tir.) Zira Cenâb-ı Hak, Nuh (Aleyhisselâm) ´dan; Dedim ki Rabbınızdan bağışlanmanızı dileyin. Zira Rabbiniz çok ba­ğışlayıcıdır. Ki size gökten bol bol yağmur yağdırsın» ([52]) diye hikâ­ye buyurmaktadır. Yağmur duasını yapan Peygamber Efendimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de, namaz kıldığı rivayet olunmamış­tır. {[53]) Diğer iki imam ise Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yağmur duasında, bayram namazı giib ezansız, kametsiz ve sesli okumak suretiyle iki rekât namaz kıldığına dair I bn - i A b -bas´ dan gelen rivâyete([54]) dayanarak: -İmam halka iki rekât na­maz kıldırır, demişlerdir.) Biz ise : «Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kere kılmış, bir kere kılmamıştır. Bunun için sünnet değildir- diyoruz. Kitabın aslında bu görüşün yalnız imam Muhammed´in olup, t m a m Ebû Yûsuf´un îmam Ebû Hanife´ nin görüşünde olduğu, zikredilmektedir. (Şayet cemaatle kıhnırsa) bayram namazına kıyasen (İmam sesli okur ve namazdan sonra hutbe de okur.) Zira rivayet olunmaktadır ki Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okumuş­tur. ([55]) Ancak bu hutbenin cuma hutbesi gibi iki tane mi yoksa bir mi olduğunda ihtilâf etmişlerdir, imam Muhammed´e göre iki, imam Ebû Yûsuf´a göre bir tanedir. (İmam Ebû Hanife´ye göre ise, hutbe yoktur.) Çünkü hutbe cemaata tabi­dir. Bu namaz ise -yukarıda da geçtiği üzere- İmam Ebû H a n i f e ´ ye göre cemaatla kılınmaz.

(İmam dua ederken yüzünü kıbleye verir ve) imam Mu­hammed´e göre (sırtındaki üste giyilen elbisesini ters çevire­rek dua eder.) Zira Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yüzünü kıbleye vererek ve ridasını ters çevirerek dua etti­ği rivayet olunmaktadtr. ([56]) imam Ebû Hanife ise: -imam dua ederken elbise­sini ters çevirmez. Çünkü hiç bir duada elbiseyi çevirmek diye bir şey yoktur. Peygamber Efendimiz (Sallallanü Aleyhi ve Sellem) böy­le yapmış ise, şeklin değişmesile havanın değişmesini tefeüül etmiş veyahut bunu vahi yolu ile bilmiş, ki bizim için mümkün değildir» demiştir. Cemaat ise elbisesini ters çevirmez.) Çünkü buna dair hiçbir nakil yoktur.

(Gayrimüslimler yağmur duasma katılmazlar.) Zira yağmur du­ası Allah´dan rahmet dilemektir, inana olmayanlar için ise, Allah´-dan rahmet yerine lanet inmektedir.[57]

Korkulu Zamanlarda Namaz


(Savaşlarda düşmanın baskın yapması tehlikesi bulunduğu za­man, imam beraberindeki askerleri ikiye bölerek bir bölüğünü düş­manın karşısına diker. Diğer bölüğünü de arkasına alarak onlarla birlikte namazın birinci rekâtını kılar ve başım ikinci secdeden kaldırdıktan sonra arkasındaki bölük gidip diğer bölüğün yerini alır. Bu sefer diğer bölük gelip İmamın arkasında yer alırlar. İmam on­larla da ikinci rekâtı kıldıktan sonra teşehhüd okur ve selâm verir. Onlar ise selâm vermeden gidip birinci bölüğün yerine geçerler ve birinci bölük gelip kalan ikinci rekâtı herkes tek başına ve) layık oldukları için (okuyuşsuz olarak tamamlarlar. Ondan sonra bunlar gidip düşmanın karşısına geçerler ve diğer bölük gelip kalan İkinci rekâtlarını yine herkes tekbaşına ve fakat bunlar) mesbuk oldukla­rı için (okuyarak tamamlarlar.) Zira Abdullah İbn-i M e-s u d (Radıyallâhü anh) ´dan gelen rivayete göre Peygamber Efen­dimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır. ([58]) İmam Ebû Yûsuf Iher ne kadar: -Bizim zamanımızda böyle bir na­maz caiz olamaz- demiş ise de, Abdullah İbn-i M e s u d´ -un bu rivayeti onun görüşüne karşıdır.

(Eğer imam yolculukta olmayıp aynı yerin sakinlerinden olur­sa, o zaman herbir bölük ile birlikte iki rekât kılar.) Zira rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir öğle namazını ashabına bu şekilde kıldırmıştır. ([59]) (İmam akşam namazını, birinci bölük ile iki, ikinci bölük ile de bir rekât talar.) Çünkü akşam namazı üç rekât olduğu için herbir bölüğe birbuçuk rekât düşer. Bir rekâtı ise ikiye bölmek mümkün olmadığına göre, rekâtın hepsini birinci sırada olanlarla birlikte kıl­mak daha evlâdır. (Namaz kılarken savaşmak caiz değildir. Şayet yaparlarsa na­mazları sahih olamaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) Hendek günü kılmaya fırsat bulamadığı için dört farz namazını kazaya bırakmıştır. ([60]) Eğer savaşırken namaz kılmak caiz olsaydı Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaz­larını kazaya bırakmazdı. (Şayet korku ve telâş çok daha şiddetli olursa, o zaman herkes tek basma ve atların sırtında işaretler yapmak suretiyle ve -eğer kıbleye yönelmek mümkün olmazsa- istedikleri yöne yönelik olarak kılarlar.) Zira Cenâb-ı Hakk;«Eğer kor­ku içinde olursanız yaya yahut binekte iken kılın* ([61]) buyuimuştur. İmam Muhammed´ den «Bu durumda da cemaatle kılarlar> diye söylediği rivayet olunuyorsa da, hepsi aynı yerde ol­madıkları için bu görüş doğru değildir.[62]

Cenazelerin Kaldırılması


(Hasta olan kişi can çekişir duruma düştüğü zaman) ölüme yak­laşmış olduğu için Isağ yanı üzerine dönderilip yüzü kıbleye veri­lir.) Nasıl ki ölü de kabre bu şekilde konur. Ülkemizde sırtüstü ya­tan kimse daha rahatlıkla nefes alıp verir diye hastalan can çeki­şirken sırtüstü yatınyorlarsa da, sünnet olan yukarıda geçen şekil­de onu sağ yanı üzerine dönderip yüzü kıbleye vermektir.(Can çekişmekte olan hastaya şehadet kelimesi hatırlatılır.) Zi­ra Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-saJâtü ve´s-selâm); «ölülerinize (yani ölmek üzere bulunan hastalarınıza) şehadet kelimesini hatırlatınız- ([63]) buyurmuştur. (Has­ta öldükten sonra) ağzı ve gözleri açık kalmasm diye (çenesi bağ­lanır ve gözleri kapatılır.) Zira bu şekilde devam edegelmiştir. Ay-nca böyle yapmada ölüye güzel bir şekil sağlanmış olur. Bundan do­layı böyle yapmak istihsan edilmiştir.[64]

Ölünün Yıkanması


(Ölüyü yıkamak istedikleri zaman) üstüne dökülen suların al­tında birikmemesi için (onu bir kerevet üzerine koyarlar ve) avret yerlerinin görünmemesi için üstüne bir bez parçası atıldıktan sonra (elbisesini çıkarırlar.) Sahih olan kavle göre yalnız galiz avretinin örtünmesi kâfidir, ki kolaylıkla yıkanabilsin. (Ondan sonra abdesti-ni alırlar.) Çünkü gusülden önce abdest almak sünnettir. (Fakat) suyu tekrar çıkarmak mümkün olmadığı için (ağzına ve burnuna su verilmez. Ölünün, üzerinde yıkandığı kerevet -buhurdanı etra­fında üç, beş veyahut yedi defa gezdirmek suretiyle- buhurlandı-nlır.) Çünkü buhurlandırma ile hem ölüye saygı gösterilmiş ve hem de eğer varsa kerih kokular giderilmiş olur. Üç, beş veyahut yedi kere yapmak([65]), çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-se (Ölünün suyu hatmi veyahut çöğen katılarak ısıtılır.) Zira sıcak su ile daha fazla temizlenme olur. (Şayet hatmi veyahut çöğeni bu­lunmazsa) gaye yerine geldiği için (duru su da kâfidir.) (Ölünün baş ile sakalı hatmi ile yıkandıktan sonra sol yanı üzerine dönderi-lip sağ yanı yine hatmi ile ve ondan sonra sağ tarafı üzerine dönerilip sol tarafı yıkanır.) Zira sağ taraftan başlamak sünnettir. (Bun­dan sonra yıkayıcı ölüyü oturtup sırtını kendine dayar ve eğer kar­nında bir şey varsa sonradan çıkıp kefenini kirletmesin diye karnı­na eliyle hafif basar. Şayet bir şey çıkarsa yalnız çıktığı yeri yıkar. Ölüyü bir daha yıkamak veyahut abdestini almak gerekmez.) Çün­kü ölüyü yıkamanın vacib olduğunu nassdan öğreniyoruz. Nass ise bir defa vacib olduğunu söylemektedir. (Yıkama işi bittikten sonra onu bir bezle kurutup kefeni içine bırakırlar, başı ile sakalı üstüne güzel kokulan dökerler, alın, bu­run, ellerin içi, diz ve ayaklar gibi üzerlerinde secde edilen uzuvla­rına kafur serperler.) Çünkü güzel kokular sürmek sünnet olmakla beraber bu uzuvlar, üzerlerinde secde edildiği için ayrı bir payeye sahiptirler. (ölünün saçı sakalı taranmaz, tırnaklan ve saçı kesilmez.) Zi­ra H z. A i ş e (Radıyallâhü anhâ) «ölülerinizin perçemini ne diye alıyorsunuz - diyerek buna itiraz etmiştir. Kaldı ki bu gibi şey­ler, temiz ve güzel görünmek için yapıldığından, ölü buna muhtaç değildir. Sağ olan kimse ise, altında kir toplanmasın diye tırnakla­rını keser. Nasıl ki sünnet olmak da bunun içindir.[66]

Ölüyü Kefenlemek


(Erkek ölü için sünnet olan kefen -roba, gömlek ve boydan bo­ya bir sargı olmak üzere- üç parçadır.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Yemen mamülatı üç beyaz bez parçası içinde kefenlenmiştir. ([67]) Hem de kişi sağlığında çoğunlukla üç parça elbise giydiği için, öldükten sonra da bundan fazla veya eksik olmaması daha uygundur. (Şayet yalnız roba ve sargı ile yetinseler yine caizdir.) Çünkü H z . Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) vefat ederken; -Benim bu iki parça elbisemi yıkayın ve onlarla beni kefenleyin» diye vasiyet etmiştir. Hem de sağ olanların parça sayısı en az olan elbise takımı iki par­çadır. Roba tepeden ayaklara kadar uzanır. Sargı da öyledir, göm­lek ise, boynun altından ayaklara kadardır. (Ölü kefenlenirken kefen önce sol, sonra sağ yandan ölüye sa-nhr.) Kefenin yere serilmesi sırasına gelince: önce sargı yere se­rilir, ondan sonra roba sargının üzerine ve gömlek de robanın üze­rine serildikten sonra ölü, gömleğin üzerine konulur. Ondan sonra parçalar birer birer önce soldan, sonra sağdan ölüye sarılır. (Şayet kefenin açılmasından korkulursa kefenler bir ince sargı ile bağla­nır.)

(Kadın da -önlük, roba, başörtüsü, boydan boya sargı ve gö­ğüsleri üzerinde bağlanacak bir ince bez parçası olmak üzere- beş parça içinde kefenlenir.) Zira Ümmü Atiye (Radıyallâhü anhâ) ´dan gelen rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) kerimesini yıkayan kadınlara beş parça vermiştir. ([68]) Hem de kadın, sağbğında beş parçalık bir elbise takımı içinde dışa­rı çıkar. Bunun için ölümünden sonra da kefeni öyle olmalıdır. Bu da, kadının sünnet olan kefen miktarıdır. (Şayet) boydan boya İki parça ile bir roba olmak üzere (üç parça içinde de kefenlenirse câ-izdtr. Kadın İçin üç parçadan daha az ve erkek için de bir parça ile yetinmek mekruhtur.) Zira Mus´ab b. Umeyr (Radıyallâ­hü anh) şehit düştüğü zaman -zarurete binaen- ona yalnız bir ke­fen sarmışlardır. ([69])

(Kadın Ölüye önce önlük giydirilir. Ondan sonra saçı iki örgü yapılarak ve göğsü üzerine sarkıtılarak Önlüğün altına sokulur. On­dan sonra ona baş örtüsü giydirilir. Ondan sonra roba ve daha son­ra boydan boya olan parça ona sarılır. )

(Kefen henüz ölü İçine konulmamışken buhurlandınhr.) Zira Pey­gamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kerimesinin kefen­lerini buhurlandırmayı emretmişti. ([70]) Bütün bu.işler bittikten sonra artık sıra farzların en önemlisi olan ölünün namazına gelir.[71]

Cenaze Namazı


(Ölünün namazı herkesten önce, eğer hazır bulunuyorsa ülke yö­neticisinin hakkıdır.) Çünkü kendisi hazırken başkasının kıldırması onu küçük düşürür. (Şayet yönetici hazır bulunmazsa) hüküm sa­hibi olduğu için (hakim kıldırır. Eğer hakim de hazır bulunmazsa mab-alle veya köy imamı kim ise o kıldırır.) Çünkü ölü, sağlığında bu Kimseyi imam kabul etmiştir. (Eğer imam da yok veyahut ora­da bulunmazsa, o zaman ölünün velisi ölünün namazını kıldırır.) ölünün velileri de, evlenme bahsinde açıklanan velilerin sırasına gö­redir. (Eğer ölünün namazı ,bu söylenen kimseler dışında birisi ta­rafından kıldınhrsa) yukarıda söylediğimiz üzere namaz önce veli­nin hakkı olduğu için (veli) isterse (bir daha kılabilir. Fakat eğer veli kılarsa, veliden sonra herhangi bir kimse için kılmak caiz de­ğildir-) Zira farz, velinin kılması ile eda edilmiştir. Cenaze namazı­nı sünnet olarak kılmak da meşru değildir. Bunun içindir ki yüce Peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek cesedi, kab­rinde bu gün dahi sağlam durduğu halde herhangi bir kimsenin mü-bareK kabri üzerinde namaz kıldığını göremiyoruz.

(Namazı kılınmadan gömülen ölünün kabri üzerinde kılınır.) Zi­ra Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ensar´dan bir kadının kabri üzerinde namaz kildırmıştır. ([72]) (Kabir üzerinde na­maz kılmak da ancak, cesedin henüz bozulmadığı tahmin edildiği sürece caizdir.) Bu durum da, zaman ve yere göre değişir.

(Cenaze namazı dört tekbirden ibaret olup birinci tekbirden son­ra kişi Allah´a hamdeder, ikinci tekbirden sonra Peygamber Efendi­mize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salavat getirir, üçüncü tekbir­den sonra kendine, ölüye ve bütün müslümanlara dua eder, dördün­cü tekbirden sonra da selam verir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) en son kıldığı cenaze namazında dört kez tekbir" getirdiği için, daha önce fazla tekbirlerle kıldığı namazların hükmü mensuhtur. ([73]) (Şayet imam beş tekbir getirirse, arkasındaki kimse ona uya-maz.) Zira her ne kadar Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) dörtten fazla tekbirlerle de kılmış ise de, yukarıda söy­lediğimiz üzere dörtten fazlası son kıldığı namaz ile mensuhtur. Ancak bu imamın arkasında olan kimse, imamın selâmım bekler mi, beklemez mi diye imam Ebû Hanife´ den iki rivayet gelmiştir. Muhtar olan rivayete göre bekler. îmam Züfer ise, neshin sabit olmadığını ileri sürerek : -îmama uymak zorundadır» demiştir.

Üçüncü tekbirden sonra ölüye dua edilirken ona Cenâb-ı Allah´-dan rahmet ve mağfiret dilenir. Allah´a hamdetmekle Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salavat getirmek ise sün­nettir. Eğer ölü çocuk olursa ona mağfiretle dua edilmez. Ona «AL-LAHUMMEC´ALHU LENA FERATAN ALLAHUMMEC´ALHU LENA ZÜHREN VE ECREN VEC´ALHU LEN ŞAFİAN MÜŞEFFEAN - Al­lah´ım, onu bize öncü kıl. Allah´ım onu bize azık kıl ve ölümü ile ecir ihsan eyle onu bize. Şefaati kabul olunan şefaatçi yap- diye duâ edilir.

(Namazın başında bulunmayıp da imam bir veya iki tekbir ge­tirdikten sonra namaza yetişen kimse, imam bir daha tekbir alma­dıkça tekbir alıp namaza katılamaz.) îmam Ebû Yûsuf ise: «Gelir gelmez tekbir alır. Çünkü cenaze namazınm birinci tek­biri iftitah tekbiresidir. Bu kimse de mesbuk, yani sonradan gelen kimse olduğu için, diğer namazlarda nasıl gelir gelmez iftitah tek-biresini alıp cemaata katılıyorsa, bu namazda da öyledir- demiştir.

İmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed de: «Cenaze namazının tekbirleri diğer namazların rekâtları yerine kaimdirler. Diğer namazlarda bir veya iki rekât kılındıktan sonra ge­len kimse, kaçırdığı rekâtları imam selâm vermeden nasıl kılamıyor-sa, bunda da kaçırdığı tekbirleri imam selâm vermeden alamaz» de­mişlerdir. Fakat namazın başında imam ile beraber olduğu halde imam ile birlikte tekbir almayan kimse, her üç imamın ittifakı ile imamın ikinci tekbiri almasını beklemez. Çünkü bu kimse, sair na­mazlarda namazın başında imam ile beraber bulunan kimse gibidir.

(Cenaze namazı kılınırken, ölünün erkek veya kadın olduğuna bakılmaksızın göğsü hizasında durulur.) Çünkü göğüs kalp yeridir. Kalpte de iman nuru yerleşmektedir. Bunun için ölünün göğsü kar­şısında durmak, imanı için dua etmenin işaretidir. îmam E b ü Hanife´ den ise: «Erkek Ölünün başı, kadın cesedinin de ortası karşısında duru­lur. Zira Enes b. Malik (Radıyallâhü anhümâ) öyle yap­mış ve: «Sünnet böyledir- demiştir» diye söylediği rivayet ([74]) olunmaktadır. Biz diyoruz ki: E n e s (Radıyallâhü anh)´m. namazını kıldırdığı kadın tabut içinde olmadığı için onu arkasındaki cemaat­tan örtmek için cesedinin ortasında durmuştur.(Cenaze namazını hayvan sırtında kılmak, kıyasa göre caizdir.)

Çünkü cenaze namazı namazdan çok, duadır. Bununla beraber na­mazlık vasfı göz önünde bulundurularak caiz olmadığı istihsan edil­miştir.(Ölü velisinin, ölüsünün namazını kıldırmak için başkasına izin vermesinde sakmca yoktur.) Çünkü ölünün namazında öne geçmek ölü velisinin hakkıdır. Kendisi bu hakkını, başkasını öne sürmek su­retiyle iptal edebilir.

(Cami veya mescit içinde cenaze namazı kıldınlamaz.) Zira Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Kim ki bir ölü üzerinde her­hangi bir cami içinde namaz kılarsa, o kimse için ecir yoktur» ([75]) buyurmuştur. Kaldı ki cami ve mescitler farz namazlan kılmak için inşa edilen birer binadırlar. Eğer onlarda cenaze namazı kılınirsa hem inşa gayelerine aykırı bir harekette bulunulmuş, hem de ölü­den heran için çıkması muhtemel olan necasetle caminin kirletilme­sine yol açılmış olur. ölü cami dışında olup da, namazının cami için­de kılınması halinde ise, bizim Maveraünnehir uleması ihtilaf etmiş­lerdir. (Doğarken canlılık belirtilerini taşıyan çocuğa ad koyulur ve yı­kanıp namazı kılınır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «Çocuk doğarken eğer kendisinden ses çıkarsa hem namazı kılınır, hem vâris olur» ([76]) buyurmuştur. Çünkü kendisinden ses çıkması sağ olarak doğduğunu gösterir. Bunun için hakkında sağ olanların ahkâmı uygulanır. (Eğer doğarken kendisinde hiç bir canlılık belirtisi görülmezse) yukanda geçen hadise binaen (namazı kılınmaz. Fakat) insanlığına hurmeten (bir bez parçasına sarılarak gömülür.) Zahir olmamakla beraber muhtar olan rivayete göre aynı sebebe binaen yıkanır da. (Eğer bir çocuk savaşta anne ve babası ile birlikte esir alındık­tan sonra ölürse namazı kılınmaz.) Zira çocuk anne ve babasının hükmüne tabidir. (Ancak) eğer fank ve mümeyyiz iken müslüman-kğı kabul ettiğini söylemiş ise, o zaman namazı kılınır. Çünkü fank ve mümeyyiz olan çocuğun ikrarı istihsanen makbuldür. (Yahut an­ne ve babasmdan birisi müslüman olursa namazı yine kılınır.) (Eğer bir gayrimüslim Ölür ve müslüman olan bir velisi bulu­nursa, müslüman olan velisi onu yıkar, kefenler ve gömer.) H z. Ali´ nin babası Ebû T a 1 i b vefat ettiği zaman, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) H z. A 1 i´ ye onu yı­kamasını ve kefenleyip gömmesini emretmişti. ([77]) Ancak gayrimüs­lim yıkanırken, müslümanlar gibi özen ve itina ile yıkanmaz ve sı­radan bir bez parçasına sarılıp çukura atılır.[78]

Ölünün (Cenazenin) Omuzlarda Taşınması


(Ölü mezara götürülürken üzerine konduğu sal tahtasının ön ve arka taraftaki ayaklarından her birini bir kişi omuzunun üstüne koyarak mezara götürülür.) Çünkü sünnet bu şekilde varit olmuş­tur ([79]) ve hem de eğer dört kişi tarafından taşınılırsa cenazenin be­raberindeki kimselerin sayısı daha fazla olur. îmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) : -Sünnet, iki kişi tarafından taşmılmasıdır. Biri tahtanın ön ayaklarını arkadan, biri de, arka ayaklarını ön taraftan omuzlarına alır. Çünkü S a a d îbn-i Muaz (Radıyallâhü anh)´ın cenazesi o şekilde taşınmış­tı» ([80]) demiştir. Biz diyoruz ki: Saad İbn-i Muaz´ın ce­nazesinde bir çok melekler bulunduğu için Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun cenazesinde böyle emretmişti. Yoksa esas sünnet bizim dediğimiz şekildir. (ölü mezara götürülürken az hızlı ve kısa adımlarla gidilir.) Zi­ra Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kendisine sorulduğunda bu şekilde gitmeyi emir buyurmuştur. ([81]) (Cenazenin beraberindeki cemaat mezara vardıkları zaman, ce­naze henüz omuzlardan indirilmemişken oturmak mekruhtur.) Çün­kü cenazeyi yere indirmek için bazan başkalarının yardımına ihtiyaç duyulur. Ayakta olan kimseler ise daha çabuk yetişebilirler. Eğer cenazeyi mezara götürenler onu sıra ile taşıyorlarsa, sağdan başla­mak sünnet olduğu için kişi önce tahtanın Ön taraftaki sol ayağını sağ omuzuna, ikinci kezde tahtanın arka taraftaki sol ayağını sağ omuzuna, üçüncü kezde tahtanın ön taraftaki sağ ayağını sol omu­zuna, dördüncü kezde de arka taraftaki sağ ayağını sol omuzuna alır.[82]

Ölünün (Cenazenin) Toprağa Verilmesi


(Ölüyü gömmek için ona kabrin kıble tarafında Iâhit açılır ve ölü, kıble tarafından kabre indirilir.) Zira Peygamber Efendimiz CSal-lallahü Aleyhi ve Sellem; «Lahit bizimdir. Düz yarık da başkalarınındır» ([83]) buyurmuştur. (Ölü kıble tarafından kabre indirilir.) Imam-ı Şafiî: -ölü, kabrin ayağı tarafından kabrin içi­ne başaşağı çekilir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu şekilde kabre indirilmiştir- ([84]) demiştir. Biz diyoruz ki: Kıble tarafından özel bir üstünlüğü bulunduğu için ölüyü kıble ta­rafından kabre indirmek müstahaptır. Peygamber Efendimizin (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) ne şekilde kabre indirildiği hakkındaki rivayetler de değişiktir.

(Ölü kabre indirilirken onu lahde koyan kimse BİSMİLLAHİ VE ALA MİLLETİRESULİLLAHİ der.) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Dücane´yİ kabre indirirken böyle söylemişti. ([85]) Kabirde ölünün yüzü kıbleye verilir.) Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellemî öyle emretmiştir. ([86]) ve kefenin bağı çö­zülür.) Zira kabirde kefenin açılma korkusu yoktur. (Sonra lâbit kerpiçlerle kapatılır.) Zira Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) lâhdi kerpiçlerle kapatılmıştı. ([87]) (Kadın kabre konur­ken lahit kerpiçlerle kapatüıncaya kadar kabrin üzerinde bir örtü gerilir. Erkeğin kabri üzerinde ise örtü gerilmez.)

(Kabirde tuğla ve ağaç kullanmak mekruhtur.) Zira yapılarda tuğla ve ağaç sağlam ve daha uzun ömürlü olduğu için kullanılır. Kabir ise çürüme yeridir. Kaldı ki, tuğla ateşte piştiği için kabirde kullanılması tefeülen mekruhtur. (Kamış kullanmakta ise sakınca yoktur.) el-Camiüssağir´de «Kabirde kerpiç ve kamış kullanmak müs­tahaptır. Zira Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabri üzerine bir demet kamış koyulmuştu- ([88]) diye kayıtlıdır. (La­hit kapatıldıktan sonra kerpiçlerin üstüne, kabrin çukuru doluncaya kadar toprak kürenir ve kabir balık sırtı şeklinde, yerden yükselti­lir. Kabrin dört köşeli ve üstünün düz olması iyi değildir.) Zira Pey­gamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabirleri seki gibi dört köşeli ve düz yapmaktan nehyetmiştir. ([89]) Ayrıca, onun mü­barek kabrini kim görüyorsa balık sırtı şeklinde olduğunu söyler.[90]

Şehidin Hükmü


(Şehit; savaşta müşrikler tarafından öldürülen, ya da vücudun­da bir iz bulunduğu halde savaş meydanında ölü olarak bulunan ve­yahut müslümanlar tarafından zûlmen öldürülen ve öldürülmesiyle diyet lâzım gelmiyen kimselerdir. Bunların hepsi) U h u d şehit­leri hükmünde oldukları için (kefenlenip namazları kılınır ve fakat yıkanmazlar.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud şehitleri hakkında;

«Onlan yaralan ile ve kanları ile birlikte kaldırın, onları yıkama­yın» ([91]) buyurmuştur. Buna göre, cünüp veyahut aybaşı ya da loğu­salık halinde değilken, zulmen ve kesici bir âletle öldürülüp de öldü­rülmesiyle diyet lâzım gelmiyen kimse de Uhud şehitleri gibi olup aynı hükme tabidir. Yukarıda metinde geçen -iz»den maksat yara­dır. Çünkü ölen kimsede yara bulunması öldürülmüş olduğuna delâ­let eder. Göz ve benzeri gibi kanaması normal olmayan bir uzvun kanaması da yara hükmündedir. imam-ı Şafii: «Kılıç şehidin günahlarını silip süpürdü-ğü için ona mağfiretle dua etmeye hacet yoktur. Ölünün namazı ise ona mağfiretle dua etmektir» diyerek şehidin namazında bizim gö­rüşümüze katılmamıştır. Ancak ona göre namazı kılınmayan şehit, yalnız savaşta öldürülen kimsedir. Diğerleri de rütbeten şehit iseler de namazları kılınır. Biz diyoruz ki: ölü üzerinde namaz kılmak yal­nız ona dua etmek değil, aynı zamanda ona karşı gösterilen bir ta´-zim vazifesidir de. Buna ise, şehit diğer Ölülerden daha lâyıktır. Kal­dı ki, günahsız insanlar da duaya muhtaçtırlar. Nitekim Peygamber­ler ve çocuklar günahsız oldukları halde namazları kılınır.

(Savaşta, ya da asiler veyahut soyguncular tarafından öldürü­len kimse -ne ile öldürülmüş olursa olsun-yıkanmaz.) Zira Uhud şehitlerinin hepsi kılıç ile öldürülmüş değillerdi. (Cünüpken şehit düşen kimse, İmam Ebû Hanife´ye göre yıka­nır.) Diğer iki İmam: «Yıkanmaz. Çünkü cünüplükten yıkanmanın farzîyeti namaz kılabilmek içindir, ölmüş olan kimseden ise nama­zın vücubu sakıt olur- demişlerdir. İmam Ebû Hanife de: «Cünüplük hükmi bir neca­settir. Şehitlik ise, ölüm ile hasıl olan necaseti önler, ölümden Ön­ceki necaseti kaldırmaz. Nitekim sabittir ki cünüpken şehit düşen Hanzale b. Âmir (Radıyallâhü anhümâ) ´i melekler yıka­mıştı. ([92]) Eğer yıkanması gerekmeseydi melekler onu yıkamazdı- de­miştir.İmam Ebû Hanife İle diğer iki İmam arasındaki bu İhtilaf, aybaşı veyahut loğusalık kanı kesildikten sonra şehit düşen kadın hakkında da caridir. Sahih olan rivayete göre kam kesilme­den şehit düşen kadın da öyledir Aynı ihtilâf, şehit düşen çocuk hak­kında da caridir. İki imam : -Şehit düşen kimse zulmen öldürüldü­ğü için üzerindeki mazlumiyet izi silinmesin diye yıkanmaz. Çocuk ise, daha mazlum olduğu için yıkanmaması evleviyetle lâzım gelir» demişlerdir. İmam Ebû Hanife de: -Uhud şehitleri, kılıç onların günahını silmiştir diye yıkanmamışlardı. Çocuk ise günahsız olduğu için onların hükmünde değildir» demiştir.

Yukarıda geçen hadise binaen (şehidin kanı silinmez ve -kürk, palto, serpuş, silah ve ayakkabısı dışında kalan- elbiseleri çıkarıl­maz.) Çünkü kürk, serpuş, silâh ve ayakkabı kefen cinsinden değil­lerdir. (Ancak) eğer elbisesi kefen için kâfi gelmez veyahut fazla olursa, o zaman kefenini tamamlamak için (istedikleri parçayı ek­ler veyahut çıkarabilirler.) (Eğer bir kimse savaşta yaralanır, fakat aynı anda ölmeyip bir şey yer, ya içer, ya uyur, ya tedavi olur, ya savaş meydanından kal­dırılır ve ondan sonra ölürse, bu kimse savaş içinde şehit düşmüş sayılmaz ve bunun için yıkanması gerekir.) Çünkü bu kimse, her ne kadar savaşta aldığı yaradan ölmüş ise de, vurulduktan sonra ha­yattan az da olsa yararlandığı için ona edilen zulüm hafiflemiş olur. Bunun için bu kimse Uhud savaşı şehitleri hükmünde değildir. Zira Uhud savaşı şehitleri can çekişirlerken aralarında kâseler­de su dolaştırılıp birer birer kendilerine sunulduğu halde, şehitlik mertebeleri noksan olmasın diye hiç birisi almamış ve bir damla su­ya can atacak derecede susuz olarak hayata gözlerini yummuşlar­dır. Ancak eğer vurulan kimse, atların ayaklan altında kalmasın di­ye meydandan kaldırılıp ondan sonra Ölürse, bu kimse vurulduktan sonra hayattan hiç yararlanmadığı için savaşta şehit düşmüş sayılıp yıkanmaması gerekir. Fakat eğer meydandan kaldırılıp bir çadır ve­ya gölgeliğin altına götürüldükten sonra ölürse, yukarıda söylediği­miz sebebe binaen yıkanması lâzım gelir.

İmam Ebû Yûsuf dan rivayet olunduğuna göre (eğer vurulan kimse aklı başında olduğu halde bir namaz vakti geçince­ye kadar sağ kalır ve ondan sonra ölürse) geçen namaz kendisine vacip olduğu ve namazın vücubu da sağ olanların ahkâmından bu­lunduğu için (bu kimse şehitlerin hükmüne tabi olmayıp yıkanması gerekir.) İmam Ebû Yûsuf´a göre eğer vurulan kimse vurulduktan sonra vasiyet de etse -vasiyeti âhiretle de ilgili olsa- yine de öyledir. İmam Muhammed ise; «Vasiyet ölüle­rin ahkâmından olduğu için onunla şehitlik hükmü kalkmaz- demiş­tir.

(Şehir içinde öldürülmüş olarak görülen kimse yıkanır.) Zira bu kimsenin öldürülmesinden ötürü diyet lâzım geldiği için ona edilen zulüm hafiflemiş olur. (Ancak eğer bu kimsenin zulmen ve kesici bir âlet ile öldürülmüş olduğu bilinse, o zaman yıkanmaz.) Zira bu öldürme diyeti değil, kısas cezasını gerektirir ve bunu öldüren kim­se, cezasını dünyada gormese de âhirette mutlaka görecektir. İki imama göre, şehidin hükmüne tabi olmak için kesici âlet ile öldü­rülmüş olmak şart değildir. Âlet öldürücü olduktan sonra, kesici ol­masa da onunla ölen kimse şehittir.

(Ceza veya kısas olarak öldürülen kimse hem yıkanır, hem na­mazı kılınır.) Zira bu kimse de her ne kadar adaletin icrası yolunda başını vermiş ise de, U h u d şehitleri gibi Allah rızasını kazan­mak yolunda vermediği için onların hükmünde değildir. (Asi ve soygunculardan Öldürülenlerin namazı kılınmaz.) Çün­kü Hz. Ali (Radıyallâhü anh) onların namazını kümamıştır. ([93])

Kâ´be´nin İçinde Namaz Kılmak


(Kâ´be içinde namaz kılmak ister farz ister sünnet olsun caizdir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), M e k-k e ´nin fetih günü kâbenin içinde namaz kılmıştır. ([94]) hem de Ka­be içinde namaz kılan kimse her ne kadar Kâ´be´nin tamamına yü­zünü vermiyorsa da, bir duvarına verdiği için kâfidir. Çünkü namaz­da Kâ´be´nin tamamı karşısında durmak şart değildir. î m a m -1 Şafiî (Allah rahmet eylesin) : -Kabe içinde ne farz, ne de sünnet kılınamaz- ([95]) İmam Malik de : -Farz namaz kılınamaz demiştir. (Eğer imam Kâ´be içinde namaz kıldınrsa, arkasındaki cemaat­tan kimisi arkasını imamın arkasına verebilir.) Çünkü bu kimsenin de yüzü, imamın yüzü gibi Kâ´be´nin bir duvarına dönüktür. (Fakat eğer yüzünü imamın yüzüne verirse namazı caiz olamaz.) Zira bu kimse imamdan ileride durmuş olur.

(Mescid-i Haram´da cemaatla namaz kılınırken, cemaattan Kâ´~ be´ye imamdan daha yakın duran kimsenin namazı, eğer bu kimse imamın durduğu tarafta değilse caizdir.) Çünkü imamdan ileri ve­ya geride durmak ancak, durulan tarafın bir olduğu zaman belli olur. (Kâ´be´nin damında namaz kılmak caizdir.) Zira biz Hanefilere göre Kâ´be, binanın kendisi olmayıp binanın zemininden göklere ka­dar binanın havası da Kâ´be´dir. Çünkü binanın kendisi yıkılıp baş­ka yere de götürülebilir. Nitekim Ebû Kubeys dağı üzerin­de namaz kılan kimse, yüzü Kâ´be binasının karşısında olmayıp bi­nanın havası karşısında olduğu halde namazı sahihtir. Ancak say­gısızlık olduğu için Kâ´be´nin damında namaz kılmak mekruhtur ve hakkında nehiy varit olmuştur. ([96]) Imam-ı Şafiî: «Eğer Kâ´be´nin damında sütre bulunmazsa caiz değildir» demiştir.[97]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn-i Mâce (Ezan) C. 1 S. 54, Ebû Davud da az bir değişiklikle «Mürsel Hadislerinle kaydetmiştir.

[2] Ebü Davud (Sabah namazının sünneti) S. 1 S. 186, TahavI C. 1 S. 176

[3] Çok gariptir. Diraye sahibi ben bu hadisi bulamadım demiştir.

[4] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/159-163.

[5] Darekutiü sh. 162, Eeyhakl cilt 2 sh. 221, Tahavi C. 1 S. 270

[6] Timizi (Mevakit) C. 1 S. 25, Nesal (Mevakit) C. 1 S. 102 ve (Ezan) C. I S. 107, 108 ve TayalisI S. 44

[7] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/163-165.

[8] Buhar! C. I S. 115, Müslim C. 1 S. 211, Ebû Davud C. I S. 155, Nesaî C. 1 S. 181, Tirmizî C. 1 S. 51, ttm-i Mâce C. 1 S. 85 ve Tahavl C. I S. 254

[9] Ebû Davud C. 1 S. 156, Îbn-İ Mâce C. 1 S. 86, Tayalisi sh. 130, îmam Ahmed´in MÜsned´i cüt 5 sh. 280

[10] Buharİ C. 1 S. 164, Müslim C. 1 S. 213, Ebû Davud C. 1 S. 192, Nesal C. İ S. 185, Tinnizl C. 1 S. 52, tbn-1 Mâce C. 1 S. 85

[11] Garibtir.

[12]Buhari C. I S. 58, Müslim C. I S, 211

[13] Tinnizl C. 1 S. 53, ftm-i Mâceh sh. 88, tmam Ahmed cilt 1 sh. 93, el-Müstedrek C. 1 S. 325

[14] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/165-172.

[15] Buharl C. 1 S. 150, el-Müstedrek C. 1 S. 315, Ebû Davud C. 1 S. 144, Tinnizl cilt 1 sh. 49, îbn-i Mâceh C. 1 S. 87

[16] Beyhakl C. 1 S. 306

[17] Gariptir. Nasb-ürraye C. 2 S. 176

[18] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/172-175.

[19] Gariptir. İbn-i Ebl Şeybe «Musannef»inde-Abdullah Jbn-i Ömer
Nasb-ürraye C. 2 S. 178

[20] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/176-179.

[21] ) Bu hadis mestlerin meshi bahsinde geçmiştir

[22] BeyhakI cilt 3, Sh. 152, İmam Ahmed´in MÜsned´i cilt 2, salüfe 83

[23] Ebû Davud C. I, S. 180, Tirmizi C. 1 Sh. 71, Tayalisî sil, 115, Tahavi C. 1 S. 245, İmam Ahmed´in Müsned´i cilt 4, sh. 430, 431, 432 ve 440, Beyhakî cilt 3, sh. 135 ve sh. 153

[24] Tahavi C. 1, S. 242, İmam Ahmed´in Müsned´i cilt 2 sh. 45, Beyhakl cilt 3. sh. 156

[25] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/179-184.

[26] Bu hadis merfu olarak gariptir. îbiti Ebi Şeybe, Beyhakl ve Süf- Sevrf bunu Hz. Ali {R.A.)´dan mevkuf olarak rivayet etmişlerdir. Beyhakî 3, sh. 179, Tahavl cilt 2 sh. 54

[27] Gariptir. Buhari´nin C. I S. I23´te Enes b. Mâlik (R.A.)´dan bu konu­da rivayet ettiği hadis «Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in Cuma namazı güneş se­manın ortasından kaydığı zaman kılardın şeklindedir. Müslim de C. 1, S. 283´de bu hadisi Seleme b. Ekve´den; «Peygamber Efendimizle (S.A.V.) biz Cuma nama­zını semanın ortasından kaydığı zaman kılardık» şeklinde rivayet etmiştir

[28] BeyhakI C. 1, S, 196

[29] Cuma suresi ayet 9

[30] Buiıarİ C. 1. S. 88 ve 124. Müslim C. 1, S. 220, Ebû Davud C. 1, S. 91, Tirmizi C. 1 S. 44, lbn-t Mâce C. "1 S. 56

[31] Bu hadis merfu olarak galiptir. BeyhakI bunu «Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in söylediğini demek büyük bir yanılgıdır. Hadis olmayıp Zührü´nün sö. züdür» demiştir.Nasb-Ürraye C. 2 S. 201

[32] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/185-191.

[33] Buiıarİ C. 1 S. 11, Müslim cilt 1 sn. 30

[34] Bu hadis aslında iki hadis.olup müellif onlan birleştirmiştir. Birincisini BuharI cilt 1, sh. 130 Enes b. Mâlik´den, ikincisini de Tirmizl C. 1 sh. 71, İbn-İ Mâce C. 1 S. 127, el-Müstedrek cilt 1 sh. 294, Darekutnl sh. 180, Beyhakl cüt 3 sh. 283, TayalisI sh. 109, İmam Ahmed cilt 5 sh. 352 ve 360´da kaydetmişlerdir

[35] Gariptir. Beyhakl cilt 3 sh. 280 ve tmam-ı Şafii el-Ümm adlı eserinden naklen «Peygamber Efendimiz CS.A.V.) her bayramda Yemen yapısı olan hırkasını giyerdi» şeklinde bir hadis kaydetmişlerdir.Nasb-ürraye C. 2 S. 309

[36] Buharl C. 1 S. 135. Müslim C. 1 S. 291, Ebû Davud C. 1 S. 171, Nesal C. 1 S 135. Tirmizl C. 1 S. 70, İbn-i Mâce C. 1 8. 93

[37] Bu hadis gariptir. Ebû Davud C. 1 S. 168, îbn-i Mâce C. 1 S. 94, el-Müs­tedrek cilt 1 S. 295,´te Peygamber Efendimiz´in Ashabından Abdullah İbn-i Büsr´ün bir bayram günü namazgaha geldiğinde imamın henüz gelmediğini görerek onu yadırgamış ve: «Biz Peygamber Efendimizle (S.A.V.) bu saatte namazdan çık­mış oluyorduk» diye söylediğini kaydetmişlerdir

[38] Ebû Davud C. 1 S. 171, Nesal C. 1 S. 231, îbn-i Mâce C. 1 S. 120, Dare­kutnl sh. 233, Tahavî C. 1 S. 226 ve Beyhakl cilt 3 sh. 316

[39] Tirraiz! S. 1 C. 71, îbn-i Mâce C. 1 S. 127, el-Müstedrek cüt I sh. 294, Da. rekutni sh. 180, BeyhaM cilt 3 sh. 283, Tayalist sh. 109, tmam Ahmed*in Müsned´l cilt S, sh. 352 ve 360

[40] Gariptir, hiçbir yerde bulunamadı. Nasb-ürraye C. 2 S. 222

[41] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/191-195.

[42] Nesbbu-rraye sahibi: «Ben bunu Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´den nak­ledildiğini herhangi bir yerde bulamadım. Ancak İbn-i Ebl Şeybe iyi bir senetle bunu Abdullah îbn-i Mesud´dan nakletmiştir» diye söylemektedir

[43] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/195-196.

[44] Müslim C. 1, B. 296

[45] Müellif her ne kadar Abdullah îbn-1 Ömer diyorsa da bu hadisin râvi-si Abdullah îbn-i Ömer olmayıp Abdullah îbn-i Amr Îbn-İ As´dir. Ebû Davud C. 1 sn. 176, Nesal C. 1 sh. 222, Tlnnlzt (Şemail) sh. 23, el-Müstedrek C. 1 sh. 32S, İmam Abmed´m Müsned´i dit 2 sh. 198, Tahavt C. 1 S. 194

[46] İmam Ahmed´in Münsed´l C. 1 S. 293 ve 350, Tahavl C. 1 S. 197 ve Bey-hakl cilt 3 sh. 335

[47] Buhari C. 1 S. 145, Müslim C. 1 S. 196

[48] Bu hadis yukanda da geçtiği için burada ona kaynak göstermeye gerek duymadık

[49] Bu lafzıyla gariptir. Buhart ile Müslim Muğİre b. Şu"be´detı: «Bu . f olayları gördüğünüzde Allah´a dua edin ve namaz kılın» şeklinde nakletmis-enUr- Buhari C. 1 S. 145, Müslim C. 1 S. 300

[50] Bu hadis bu lâfızla gariptir. BuharI İle Müslim Hz. Aİşe´den «Bunu gördüğünüzde namaza sığının» şeklinde nakletmişlerdlr. Buhari C. 1 S. 142, Muş­um C. 1 S. 296

[51] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/196-198.

[52] Nuh sûresi ayet 10-11

[53] Peygamber Efendimiz (S-A.V.Vra yağmur duasmı yaptığı, sabit ise da yağmur duasını yaparken namaz kıldığının rivayet edilmemiş obuası doğru bir dava değildir. Bilakis -geleceği üzere- yağmur duasmı yaparken namaz da kıl­dığı sıhhatli bir senetle rivayet olunmuştur

[54] Ebû Davud C. 1 S. 172, Sesai G-l 8.-B2& lîrmM C. r S. 73, îbn-i Mace C. 1 S. 81, etMüstedrek C. 1 S. 327 re taboti C. 1 S. 181

[55] ibn;i Mâce C. 1 S. 91, Beyhakİ cilt 3 sh. 347, Tahavl C. 1 S. 192

[56] Buhait C. 1 S. 137, Müslim C. 1 S. 193

[57] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/198-199.

[58] Ebû Davuö C. 1 sh. 184 ve TahavI C. 1 ah. 184

[59] Müslim C. 1 S. 179

[60] Bu hadis daha önce geçmiştir

[61] Bakara sûresi âyet 229

[62] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/199-201.

[63] Müslim C. 1 S. 300, Ebü Davud cilt 2 sh. 88, Nesi C. 1> S. 258, Tirmizl C 1 S. il ve İbn-i Mece C. 1 S. 105

[64] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/201.

[65] BuharI C. I S. 949, Müslim cilt 2 sh. 342

[66] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/201-202.

[67] Buhart C. 1 S. 169, Müslim C. 1 S. 305, Ebû Davud cilt 2 sh. 93, Nesai C. 1 S. 268, Tİrmizi C. 1 S. 119, İbn-1 Mace C. 1 S. 107

[68] Ümmü Atiye´den rivayet olunan Ira hadis gariptir

[69] Buharl C. 1 S. 170, Müslim C. 1 S. 305, Nesai C. 1 S. 269, Ebü Davud C. 1 sh. 83, Tinnizİ cilt 2 sh. 225, el-MÜstedrefc C. 1 S. 355

[70] Gariptir. Nasb-ûrraye C. 2 S. 264

[71] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/202-203.

[72] İmam Ahmed´in Müsned´i cilt 4 sh. 388, el-Müstedrek cilt 3 sh. 59İ*, Nesai C. 1 sh. 284, Îîm-İ Mâce C. I sh. III, Tahavl cilt 1 sh. 295, Beyhakt cilt 4 sh. 48

[73] El-Müstedrek sh. 386, Darekutni sh. 191, İmam Ahmed´in müsnedi cilt 3 sh. 336, Beyhakî cilt 4 sh. 37

[74] Ebû Davud cilt 2 sh. 99, Tirmizİ C. 1 sb. 123, îbn-i Mace sh. 108 e îmam Ahmed´in müsnedi cilt 3 sh. 118 ve 204

[75] Ebû Davud cilt 2 sh. 98. îbn-i Mâce C. 1 sh. 110, tbn-i Ebl Şeybe cilt 3 sh. 152, İmam Ahmed´in müsnedi cilt 2 sh. 444 ve 455, Tahavî C. 1 sh. 284, Beyhakl cilt 4 sh. 51

[76] Tirmizl C. 1 S. 123, el-Müstedrek C. I S. 363

[77] Ebü Davud cilt 3 sh. 102, Nesal sh. 283 ve 41, îbn-1 Sa´d C. 1 sh. 79, Beyhakl cilt 3 sh. 398

[78] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/204-207.

[79] îbn-İ M&ce C. 1 sh. 107, tbn-i Ebİ Şeybe cilt 3 sh. 103. Beyhakl cilt 4 sh. 19

[80] Tabakat cilt 3 sh. 10

[81] Ebû Davud C. 1 sh. 97, Tîrmlzi C. 1 sh. 120, Tahavî sh. 277, îmanı Ab-med´in Müsnedi C. 1 S. 394, 415, 419, 432

[82] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/207-208.

[83] Ebû Davud cilt 2 sh. 102, Nesal C. I sh. 283, Tİrmizî C. I S. 124. İbn-İ Mâce C. I sh. 112, Tabakat cilt 3 sh. 72, Beyhakl cilt 3 sh. 408

[84] El-Üiran C. 1 sh. 242, Beyhakl cilt 4 sh, 54

[85] Müellif, ei-Mebsut´a uyarak her ne kadar böyle söylüyorsa da yanlıştır. Çünkü Ebû Dücane Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´İn vefatından sonra Yemame savaşında vefat etmiştir, ki bu da Hicretin 12.Cİ yıh Rebi-ül Evvel ayında ve Hz. Ebû Eekir-i Siddik´m halifeliği sırasında olmuştur, tbn-i Ebl Hayseme «Tarihin­de ve Vakıdl (Kitabür-Riddende böyle anlatmışlardır. Nasbür-Raye

[86] Ebü Davud cilt 2 sh. 41, Nesai cüt 2 sh. 164, el-Müstedrefc cilt I sh. 59 ve cilt 4 sh, 259, Beyhakl cilt 3 sh. 408

[87] Müslim, Sâd b. Ebi Vakkas (R.A.)´dan, vefat ettiği hastalığında : «Bana bir lahit açın ve Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´e yapıldığı gibi benim de üstüma kerpiçleri dikin» diye söyiediğini kaydetmiştir. Müslim (Cenaiz) 90, îbn-i Mâce (Cenaiz) 39, İmam Ahmed Müsned´i 1/169

[88] îbn-i Ebl Şeybe´nin «Müsennefni cilt 3 sh

[89] Kitab-ül Asar sh, 44

[90] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/208-209.

[91] Bu lafzıyla gariptir. Fakat şehitlerin yıkanmaması hakkında bir çok hadîsler vardır. Buharl sh. 179, Nesal C. 1 sh. 277, Ebû Davud cilt 2 sh. fil, Tirmizt C. İ sh. 123. tbn-i Mace C. I sh. 110

[92] Bt-Müstedrek dit 3 Sh, 204. Beyhakt cilt 4 sh. 150

[93][93] Gariptir. Ancak îbn-i Sa´d, Tabaka tcilt 3 sh. 2I´de Nehrevan savaşını anlatırken, Hz. Ali´nin öldürülen asiler üzerinde namaz kılıp kılmadığından söz etmemiştir. Nasb-tirraye C. 2 S. 319 Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/209-212.

[94] Buhari (Nam&z) C. I S. 72, Müslim (Hacc) C. 1 S. 428

[95] Bu bir zühuldür. Zira îmam-ı Şafii de Kabe´nin İçinde namaz kılma­nın cevazına irniMh- Ahroed MeylanI

[96] Tfnnizl C. 1 S. 46, İbn-İ Mâce C. 1 S. 54, B«yhakl dit 2 sh. 329, Tahavt cilt 1 sh. 224

[97] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/212-213.
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)