Thread Rating:
  • 27 Vote(s) - 3.11 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Hidaye Tercümesi / Kadınlara Ait Haller
#1
Hidaye Tercümesi / Kadınlara Ait Haller

Kadınların Loğusalık Hali

KADINLARIN AYBAŞI İLE İSTİHAZA HALLERİ BABI


(Aybaşı halinin en kısa süresi üç gündür. Bundan az süren ay­başı kanı, aybaşı hali olmayıp istihazadır.) Zira Peygamber Efendi­miz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :Bakire kız olsun evlenmiş olsun, kadının aybaşı hali enaz üç, en çok on gün sürer» ([1]) buyurmuştur. Bu hadis, -Aybaşı hali sü­resinin en kısası yirmi dört saattir- diyen İmam-ı Şafiî´ nin görüşüne karşı bir delildir. İmam Ebû Yûsuf tan, gü­nün çoğunu günün tamamı hükmünde görerek: «Aybaşı halinin en kısa süresi, iki gün ile üçüncü günün çoğu­dur» diye söylediği rivayet olunmuştur. Biz diyoruz ki: bu, şeriatın koyduğu miktardan kısmaktır. (Aybaşı halinin en uzun süresi de) yukarıdaki hadise binaen (on gündür. Bundan fazla süren kan, aybaşı hali olmayıp İstihazadir.)

Yukarıdaki hadis, bunda da İmam-ı Şafii´ nin görüşüne karşıdır. Zira İmam-ı Şafiî, en uzun sürenin onbeş gün ol­duğuna kaildir. Bu sürelerden az veya fazla süren kanlar, aybaşı ka­nı olmayıp istihaza kanıdır. Zira Şeriatın aybaşı hali için süre belirt­mesi, bu sürelere uymayan kanlan aybaşı saymaya mânidir.

(Kadının, aybaşı günlerinde -kırmızı, san ve bulanık renkler­de- gördüğü yaşlıkların hepsi aybaşı kanıdır. Ancak ne zaman ki yaşlığın rengi tamamen ağarırsa, o zaman aybaşı kanı kesilmiş de­mektir. İmam Ebû Yûsuf:

-Eğer kandan sonra olmazsa, rengi bulanık olan yaşlık aybaşı kam değildir» demiştir. Çünkü bu yaşlık rahimden inmiş olsaydı, Önce duru, sonra bulanık olarak inerdi. İmam Ebü Hanife ile İmam Muhammed, Hz. Aişe (Radıyaîlâhü an-hâ) ´nin tam beyaz olmayan bir çeşit yaşlığı aybaşı kanı saydığına ilişkin rivayete ([2]) dayanmışlardır. Çünkü böyle şeyler ancak işit­mekle bilinebilir. Kaldı ki rahim başaşağı olduğu için ondan, yaş­lık önce bulanık, sonra duru olarak boşalır. Nasıl ki içinde tortu bi­riken bir küp, altından delindiği zaman ondan önce tortu, ondan sonra, içindeki sıvı ne ise akar. Rengi yeşil olan yaşlığa gelince ; Sahih olan görüşe göre, eğer kadın aybaşı halini görenlerden ise, yaşlık aybaşı kanı olup, yeşil­liği kadının aldığı bozuk bir besinden ileri gelmektedir. Eğer kadın yaşlı olup aybaşı halini görmi yeni erden ise ve gördüğü yaşlık da hep yeşil ise, gördüğü yaşlık aybaşı kanı olmayıp bünye bozukluğunun bir sonucudur.(Aybaşı halinde olan kadın namaz kılamaz ve oruç tutamaz. Orucu, aybaşı halinden çıktıktan sonra kaza eder. Fakat namazın kazası kendisine lâzım gelmez.) Zira H z. Â i ş e (Radıyaîlâhü anhâ) : -Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanın­da biz, aybaşı halinden temizlenince orucu kaza eder, fakat namazı kaza etmezdik» ([3]) demiştir. Hem de namaz çok olduğu için biriktiği zaman kaza edilmesi güçtür. Oruç ise, az olduğu için kaza edil­mesinde güçlük yoktur.

(Aybaşı halinde olan kadın, cami ve mescitlere de giremez.) Cünüp olan kimse de öyledir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -Ben mescidi, ne aybaşı halindeki kadına ve ne de cünüp olan kimseye caiz kılmam- ([4]) buyurmuş­tur. Görüldüğü gibi Hadiste herhangi bir kayıt veya istisna bulun­madığı için, -Cünüp olan kimse, camide duramaz. Fakat içinden ge­çebilir- diyen Imam-ı Şafii´ nin görüşüne karşıdır.

(Aybaşı halinde olan kadın, Kabe´yi de tavaf edemez ve kocası onunla cinsel ilişkide de bulunamaz.) Zira Cenâb-ı Hak (Azze ve Celle) : «Kadınlara, temizlenip yıkanmadıkça yaklaşmayınız» ([5]) bu­yurmuştur. (Aybaşı halinde veya loğusa olan kadın ile, cünüp olan kimse, Kur´an´dan da hiç bir şey okuyamazlar.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) : -Ne aybaşı halinde olan kadın ve ne de cünüp olan kimse, Kur´­an´dan hiç bir şey okuyamazlar- ([6]) buyurmuştur. Bu hadis de, ay­başı halindeki kadına camiye girmeyi caiz gören İmam Mâ­li k´ in görüşüne karşıdır. Hadisteki «Hiç bir şey- deyimi mutlak olduğu için bir âyetten az olan miktara da şamildir ve bu itibarla hadis- Aybaşı halindeki kadın ile cünüp olan kimsenin, Kur´ân´dan okumak istedikleri miktar bir âyetten az olduğu zaman, caizdir» di­yen T a h a v i´ nin de görüşüne karşıdır. (Aybaşı halindeki kadın, loğusa ve cünüp olan kimse, ne Kur´ân-Kerim´e ve ne de üzerinde Kur´ân´m herhangi bir sûresi yazılı bu­lunan paraya çıplak olarak el değdiremezler. Abdestsiz olan kimse de çıplak olarak Kur´ân´a el değdiremez. ´Bunlar Kur´ân´a ancak, kıIıfı ve paraya da kesesi içinde el değdirebilirler.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi s-salâtü ve´s-selâm);

«Kur´ân´a ancak teiniz olan kimse el değdirebilir« ([7]) buyurmuştur. Sonra, hem abdestsizlik, hem cünüplük ele girdiği için, abdestsiz olan kimse ile cünüp olan kimse, Kur´ân´a el değdirmede aynı hükme tabidirler. Fakat abdestsiz olan kimsenin ağzı abdestsiz olmadığı, cünüp olan kimsenin ise, ağzı da cünüp ol­duğu için, abdestsiz olan kimse Kur´ân okuyabilir, cünüp olan kim­se ise, okuyamaz. Kur´ân´ın kılıfı dediğimiz şey de; sahih olan görü­şe göre, gövdeden soyulmuş deri gibi Kur´ân´a yapışık olmayan ka­bı demektir. Sahih olan görüşe göre, cünüp veya abdestsiz olan kim­senin, elbisesinin kolu iîe Kur´ân´ı tutması mekruhtur. Çünkü elbi­senin kolu elbise sahibine tabi olan bîr şeydir. Fakat hadis ve fıkıh kitapları Kur´ân gibi olmayıp sahipleri elbiselerinin kollan ile, zaruret­ten dolayı onlan tutabilirler. Abdestsiz olan çocuklara, çıplak olarak Kur´ân´ı vermekte -sahih olan kavle göre- sakınca yoktur. Çünkü çocukları abdestsiz olarak Kur´ân´ı tutmaktan menetmekte Kur´ân´ın zayi olma tehlikesi, onları abdest almaya zorlamada da güçlük var­dır.(Aybaşı kanı on gün sürmeden kesilirse, kadın yıkanmadıkça onunla cinsel ilişkide bulunmak caiz olamaz.) Çünkü kanın duru­mu belli olmaz; Gâh kesilir, gâh gelir. Ancak kadın yıkanınca onun kesilmiş olma ihtimali ağırlık kazanmış olur. (Şayet kadın yıkanma­da gecikirse, aradan yıkanıp iftitah tekbiresini alabilecek kadar bir zaman geçince onunla cinsel ilişkide bulunmak helâl olur.Çünkü bu durumda namaz, kadının boynuna bir borç olarak geçmiş oldu­ğu için kadın hükmen temizlenmiş sayılır. (Eğer kan üç günden fazla sürer ve fakat kadının eski âdet sü­resini doldurmadan kesilirse, kadın yıkansa bile -eski âdet süresi tamam olmadıkça- onunla cinsel ilişkide bulunmak helâl olmaz.) Çünkü âdet günleri içinde kesilen kanın tekrar akması kuvvetle muhtemeldir. Bunun için ihtiyaten sakınmak gerekir. (Eğer kan on gün sürdükten sonra kesilirse, yıkanmadan onun­la cinsel ilişkide bulunmak caizdir.) Zira aybaşı kanının en uzun sü­resi on gündür. Bununla beraber, kadın yıkanmadan onunla cinsel ilişkide bulunmak sevilen bir şey değildir. Çünkü âyetteki Yathürne kelimesi Yattahherne şeklinde de okunmuştur, ki bu kıraate göre

âyetin mânâsı «Kadınlara, temizlenip yıkanmadıkça yaklaşmayın-demek olur. (Aybaşı halinin süresi içindeki kan kesintileri, kanm devamlı gel­mesi hükmündedir.) Ben diyorum ki: Bu, İmam Ebû Hanife1 den gelen rivayetlerden bi­ridir. Sebebi de şudur: Aybaşı halinin devamı süresince kanm gel­mesi icma ile şart değildir. Zira herhangi bir mala nasıl -yılın or­talarında nisaptan aşağıya düşse bile- eğer yılın başında ve sonun­da nisap varsa zekât düşüyorsa, burada da aybaşı hali süresinin başı ile sonu göz önünde bulundurulup sürenin ortalarındaki kan kesintilerine itibar olunmamıştır. İmam Ebû Yûsuf da İmam Ebû Hanife´ den şunu rivayet etmiştir: «İki kan arasındaki kesinti, eğer onbeş günden aşağı olursa te­mizlik değildir. Çünkü onbeş günden aşağı olan kesinti bozuk bir âdet olup temizlik sayılmaz.» Kimisi: -Bu, İmam Ebü Hanife´ nin son görüşüdür» demiştir. (Temizliğin de en kısa süresi onbeş gündür.) İbrahim N a -h a i´ den böyle rivayet edilmiştir. İbrahim Nahaî her­halde bir Sahabiden, Sahabi de Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve SellemVden işitmiştir. Zira miktarlar, ancak işitmekle öğ­renilebilir. (Temizlik süresinin en uzunu hakkında ise, belirli bir sı­nır yoktur.) Zira temizlik bazen bir sene iki sene sürer. Bazen de ka­dın hiç kan görmez. Bunun için temizliğin en uzun süresi diye bir şey yoktur. Ancak eğer müstahaza olursa, yani ondan devamlı kan geliyorsa, o zaman ona -eğer varsa- eski âdetine göre hüküm edi­lir. (Istihaza kanı, devamlı burun kanaması gibi ne namaza, ne oru­ca ve ne de cinsel ilişkiye mâni değildir. Çünkü Peygamber Efen­dimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), müstahaza olan kadına:-Kan hasırın üstüne damlasa bile. abdest al namaz kıl- ([8]) buyurmuştur. Hadisten namazın hükmü anlaşılınca, icma ile oruç ve cinsel ilişki de ona kıyas edil­miştir. (Eğer kan on günden fazla sürer ve kadının da bilinen bir eski âdeti bulunup on günden aşağı ise, kadının eski âdeti kaç gün idiy­se o kadar gün aybaşı hali, gerisi istihazadır.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :-Müstahaza olan kadın, sadece aybaşı hali günlerinde namazı bırakır ( ([9]) buyurmuştur, riem de kadının âdetinden fazla olan günler on günden fazla olan günler gi­bidir.. Çünkü on gün şer´i miktar kadının âdeti de adi miktardır. Bu itibarla her birinden fazla olan günler, miktardan fazlalık vas­fında ortaktırlar. Bunun için, on günden fazla süren kan nasıl is-tihaza ise, kadının kan gelimi devamlı bir hal aldığında onun eski âdetinden fazla olan günlerin de istihaza olması lâzım gelir. Şayet kadın müstahaza olarak baliğ olup eski âdeti yoksa, yani erginlik çağma girer girmez kendisinden kan sürekli gelmeye başlarsa, o zaman her aydan on gün onun için aybaşı hali, gerisi istihazadır. Zira bu kadından kan gelimi on günü aştıktan sonra, üç günden fazla olanı aybaşı kanı mı, istihaza mı diye şüpheye düşüyoruz. İş­te sonradan hâsıl olan bu şüphe ile, daha önceki kesin bilgimizin hükmü -Allah daha iyi bilir- kalkmaz.[10]

Bîr Fasıl

(Müstahaza olan kadın ile, bevlini kendinde tutamayan, burnun­dan sürekli kan akan ve yara veyahut çıbanı sürekli olarak akıntı­lı olan kimseler, her yeni bir namaz vakti girince abdestlerini ye­nilemek zorundadırlar ve bu abdest ile istedikleri kadar farz ve na­file namazları kılabilirler.) ima m.-ı Şafiî (Allah rahmet eylesin) :

Bunlar, farz olan her bir namaz için abdest almak zorundadır­lar. Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) «Müstahaza olan kadın, farz olan her" bir namaz için abdest alır» ([11]) buyurmuştur. Hem de bunların ab-desti, farzı kalabilmeleri için muteber sayılmıştır. Kıldıktan so_nra artık abdestli sayılmazlar.» demiştir. Biz ise:-Müstahaza olan kadın, her na­maz vakti girince abdest alır» ([12]) hadisine dayanıyoruz. Zira bu hadisin delaletiyle, birinci hadisten de bu mananın kasdedildiği an­laşılmaktadır. (Namaz vakti çıkınca bunların abdesti bozulur ve başka bir na­maz için yeniden abdest almaları gerekir.) Bunların, namaz vakti­nin çıkması ile abdestlerinin bozulması, üç imamımıza göredir, imam Zufer (Allah rahmet eylesin) :

«Abdestîeri ancak, başka bir namaz vaktinin girmesiyle bozu­lur- demiştir. (Buna göre eğer bunlar, gün doğarken abdest alırlar­sa, bu abdest ile öğle namazının vakti, çıkıncaya kadar vakit nama­zını kılabilirler.) Bu da İmam Ebû Hanife ile imam Muhammed´e göredir. İmam Ebû Yûsuf ile İmam Züfer:-Bu da abdest ile ancak, öğle vakti girinceye kadar namaz kı­labilirler» demişdir. Bundan çıkan sonuç şudur: özürlü olan kimsenin abdesti, imam Ebû Hanife ile İ m £ m Muhammed´e göre namaz vaktinin çıkması ile, imam Züfer´e göre gir­mesiyle, İmam Ebû Yûsuf´a göre de hem çıkması, hem girmesiyle bozulur. Bu görüş ayrılığının sonucu da ancak, ya -yu­karıda belirtildiği üzere- öğle vaktinin girmesinden, ya da güne­şin doğmasından önce abdest alan kimse hakkında ortaya çıkar. ([13]) imam Züfer: -Çünkü özürlü olan kimsenin abdesti, na­maz kılma mecburiyetinden doîayı muteber sayılır. Namaz vaktinin girmesinden Önce ise, namaz kılma mecburiyeti yoktur, ki abdesti muteber sayılsın», İmam Ebû Yûsuf: -Çünkü abdest alma zorunluğu ancak namaz vakti olduktan sonra başgösterir. Na­maz vakti oimadan önce ise, abdest alma zorunluğu olmadığı için,vakitten önce alınan abdest, ne vakitten önce, ne de sonra muteber değildir», îmam Ebû Hanife ile İmam Munamm e d de: -özürlü olan kimse, vakit girmeden abdestli olması lâ­zımdır, ki vakit girer girmez namaz kılma imkânını bulsun. Vak­tin çıkması da abdeste ihtiyaç olmadığını gösterdiğinden, vakit çı­kar çıkmaz abdestin muteber olması için bir sebep kalmaz» demiş­lerdir.

Vakitten maksat da farz olan namazın vaktidir. Çünkü eğer özür­lü olan kişi, bayram namazını kılmak için abdest alırsa, îmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed´e göre bu ab­dest ile öğle namazını da kılabilir. Zira bayram namazı da kuşluk namazı gibi farz değildir. Eğer özürlü olan kimse, öğle namazı vak­tinde bir kez öğle namazı için, bir kez de ikindi namazı için abdest alırsa - İmam Ebû Hanife ile îmam Muham­med´e göre- bu abdest ile ikindi namazım kılamaz. ([14])

Müstahaza olan kadm: kanının durmaması yüzünden hiç bir namazı abdestîi olarak kılmaya imkân bulamayan kadın demektir. Bunun gibi -yukarıda söylediğimiz üzere- bevlini kendinde tuta­mayan ve benzen kimseler de aynı durumda oldukları için aynı hükme tabidirler.[15]

Kadınların Loğusalık Hali


(Loğusalık doğum yaptıktan sonra kadından gelen kandır. Ge­be kadının, gebelik halinde veyahut doğum yaparken ve fakat daha çocuk çıkmamışken gördüğü kan) ne kadar uzun da sürse (istina-za kamdır.) îmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) bunu da loğusalık kanına kıyas ederek:

-Aybaşı kanıdır. Çünkü rahimden gelir» demiştir. Biz diyoruz ki: Gebe olan kadının rahim ağzı, yaradılış itibarı ile kapalıdır. Loğusalık ise, rahmin ağzı açıldıktan sonradır, ki bu da çocuğun çık­ması ile olur. Bunun içindir ki -rivayete göre- İmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed: -Çocuğun bir kısmı çıktıktan sonra çıkan kan loğusalıktır. Zira çocuk çıkmaya başla­yınca, nefes alabilmesi için rahmin ağzı açılır- demişlerdir.

(Bâzı yerleri de olsa, şekillenmiş olan düşük de doğum sayılır.) Kadın onunla loğusa olur ve eğer iddetli ise onunla iddeti biter. Ca­riye de ümmülveled olur. (Loğusalık süresinin en kısası diye bir sınır yoktur.) Çünkü ka­dın doğum yaptığı için, kendisinden gelen kanın loğusalık kanı ol­duğu malumdur. Bunun için -Aybaşı halinde olduğu gibi- loğu­salığı bildirecek belli bir süreye gerek yoktur.

(Loğusalık, en çok kırk gün sürer. Şayet kırk günden fazla sü­rerse, fazla olanı istihazadır.) Zira Ümmü Seleme (Radı-yallâhü anhâ)´dan gelen rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem), loğusalığın kırk gün olduğunu söylemiş­tir. ([16]) Bu hadis -Loğusalık süresinin en uzunu altmış gündür- di­yen Îmam-ı Şafiî´ nin görüşüne karşıdır.

(Loğusalığın kırk günden fazla sürdüğü zaman, eğer kadın da­ha önce de doğum yapmış ise, o doğumdan sonra loğusalığı ne ka­dar sürmüşse yine o kadarı loğusalık, gerisi istihazadır.t Nasıl ki aybaşı kanının da, en uzun olan süresini aştığı zaman kadının da­ha önceki âdetine bakılır. (Şayet bu doğum kadının yaptığı İlk do­ğum ise, kırk gün loğusalıktır, gerisi istihazadır.) Çünkü loğusalık kırk güne kadar sürebilir.

(Eğer kadın bir karında iki çocuk doğurursa, loğusalık -İmam Ebu Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre- iki çocuğun arası kırk gün bile olsa, ilkin doğan çocuğun doğumundan itibaren başlar, îmam Muhammed ise: -Loğusalığın bağlangıcı ikinci çocuğun doğu­mudur» demiştir.) îmam Züfer de (Allah rahmet eylesin) buna kaildir. Zira kadın birinci çocuğu doğurduktan sonra da gebe olduğu için, nasıl aybaşı hâlini görmüyorsa loğusa da olamaz. Bu­nun içindir ki iddet -icma ile- ikinci çocuğun doğumu ile biter. İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf da:«Gebe olan kadın -yukarıda söylediğimiz üzere- rahminin ağ­zı kapalı olduğu için aybaşı halini göremiyor. Bu kadın ise, birinci çocuğu ile rahminin ağzı açılmıştır. îddet de, gebe kadının, hamli­ni vazetmekle bittiği için, hamli ne is.e onu tamamen vazetmedikçe bitmiş olamaz- demişlerdir.[17]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Darekutnî, Ebû Ümame (R.A.)´dan. Sahife 80. Nasb-ürraye C. I S. 191 El-Hidâye _ C.: i-F.: 5

[2] Muvatta sahife 20., BuharI sahlfe 46. (aybaşı halinin başlangıç ve sonu) S. 46. Nasb-ürraye C. 1 S. 193

[3] Buhar! (Oruç) S. 46. Müslim (Oruç) C. 1. S, 153 Nasb-ürraye C. 1, S. 193

[4] Ebü Dâvud (Taharet) 34, İbn-I Mâce (Taharet) 126

[5] Bakara sûresi âyet 222

[6] Tirmizl (Taharet) S. 19, tbn-i Mâce (Taharet) S. 44

[7] Nesal tDIyet) C. 2 S. 252

[8] îbn-İ Mâce sahife 46, Tahavî sahîfe 61, Beyhak! cilt 1 sahtfe 344, Da-rekutnî sahîfe 78, îmam Ahmed´in müsnedi cilt 6 sahile 42

[9] Beyhakl C. 1 8. 347, Danml S. 12

[10] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/65-70.

[11] Ebü Davud (Taharet) 110, Dirim! (Abdest) 96

[12] Tamamen gariptir. Nasb-ürraye C. 1 S. 204

[13] Çünkü ÖğJe vaktinin girmesinden önce abdest alan öztirİÜ İçin, oğla vaktinin girmesi, bir namaz vaktinin girmesi ise de, herhangi bir namaz vakti-nn çıkması değildir. Bunun için, bu kimsenin abdesti, öğle vaktinin girmesiyle imam Ebû Hanife ile İmam Muhammed´e göre bozulmaz, îmam Ebû Yûsuf ile îmam Züfer´e göre bozulur.Güneşin doğmasından önce abdest alan özürlünün abdesti de güneşin doğ­ması ile, üç tmama göre bozulur, İmam Züfer´e göre bozulmaz. Çünkü güneşin doğması ile bir namaz vakti çıkıyorsa da, herhangi bir namaz vakti girmiyor

[14] Yalınız bu iki îmam´a göre değil, hepisine göre özürlü, bu abdestiyle ikindi namazını kılamaz. Çünkü ikindinin olması ile hem bir namaz vakti giri­yor ve hem bir namaz vakti çıkıyor.

Ancak bu iki îmam özürlünün namaz vaktinden Önce aldığı abdestî mute­ber saydıkları için, bu iki îmam´a göre özürlünün hu abdest ile İkindi namazın: kılabilmesi gerekirdi. Fakat İkindi vaktinin girmesiyle öğle vakti çıktığı için hu iki îmam´a göre de bu abdest bozulur. Bunun için müellif:´ «hu iki îmam´a gö­re» demiştir.

Mütercim Ahmed Meylaaî.

[15] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/70-72.

[16] Ebû Davud sahlfe 48, Tirmizl sahlfe 20 ve îhn-i Mâce sablfe 47. Ebû Dâvud (Taharet) 119, Tirmizî (Taharet) 105, îbn-i Mâce
[17] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/72-74.
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)