Thread Rating:
  • 161 Vote(s) - 3 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Üçüncü Halîfe Osmân Zinnûreyn “r.a.” Menkıbeleri 2. Bölüm
#1
Üçüncü Halîfe Osmân Zinnûreyn “r.a.” Menkıbeleri 2. Bölüm

Otuzüçüncü Menâkıb: Büyüklerden birisi rivâyet eder.
Kâ’be-i serîfi tavâf ederken bir a’mâ gördüm. Hem tavâf ediyor
ve hem de, (Yâ Rab! Bilirim ki, günâhım afv olunmaz!) diyordu.
Ben de ona, böyle bir yerde, böyle söz söylenir mi, dedim.
O da dedi ki: Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” sehîd
olunmazdan evvel bir arkadasım ile, hazret-i Osmân sehîd oldukdan
sonra, yüzüne bir tokat vuralım diye yemîn etdik. Sehâdet
serbetini içdi. Ben ve arkadasım hazret-i Osmânın yanına
vardık. Gördük, mubârek bası hâtununun yanında, örtülmüs
durur. Arkadasım hâtununa dedi ki, aç yüzünü, Onun yüzüne
tokat vurmaga ahd eyledik. Hâtunu dedi ki, Allahü teâlâ
hazretlerinden korkmaz mısınız. Peygamber “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerinin sohbetini anmaz mısınız. Hazret-
i Peygamberin iki muhterem kerîmesini aldıgını fikr etmez
misiniz. Ben hicâb edip, geri döndüm. Arkadasım orada kalıp,
vardı, hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” mubârek basını
açıp, nûra gark olmus yatarken, mubârek gül yanagına, kuruyacak
bir eliyle tokat vurdu. Hazret-i Osmânın hâtunu, elle-
– 224 –
riniz kurusun ve gözleriniz kör olsun dedigi gibi, o ânda, kapıdan
dısarı çıkamadan gözlerimiz kör oldu. Ve ellerimiz kurudu.
Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” menâkıb-ı serîfine
nihâyet yokdur. (Sevâhid-ün nübüvve)den terceme olunmusdur.
Hazret-i Zeydden rivâyet olunur ki, hazret-i Osmânın “radıyallahü
teâlâ anh” katline kasd edenlerin temâmı az zemânda
cünûna mübtelâ olup [aklını kaçırıp], helâk oldular. Abdüllah
bin Mubârek “rahmetullahi teâlâ aleyh” bu haberi isitdigi zemân
(Delilik onlar için azdır) buyurmusdur.
Otuzdördüncü Menâkıb: Bir gün bir kervân Mekke-i Mükerremeye
ticârete giderken, Medîne-i Münevvereye ugradı.
Allahü teâlânın hikmeti, kervân halkı hazret-i Osmânın “radıyallahü
teâlâ anh” kabrinin yanında mola verdiler. Kervân
halkı birbiri ile, bu gece hazret-i Osmânı ziyâret etmek için
müsâvere etdiler. Ertesi günü Sultân-ı kâinât “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerini de ziyâret edeceklerdi. Bütün
kervân halkı, hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” kabrini
ziyâret için abdest aldı. Meger içlerinde bir râfizî varmıs.
Lâkin onu bilmezlerdi. Buna da teklîf eylediler. Bin dürlü behâne
bulup, ziyârete gitmedi. Çadırlardan kervân halkı gitdikden
sonra, bir büyük arslan geldi. O râfizîyi basından kavradı.
Yir iken, kervân halkı ziyâretinden döndüler. Çadırlarına gelip,
gördüler ki, bir büyük arslan, arkadaslarının basını kemirir.
Aslan bunları görünce, râfizînin murdâr lesini çadırdan dısarı
çıkarıp, fasîh lisân ile, kervân halkına dedi ki, hazret-i Osmânı
sevmiyenin sonu budur. Murdâr lesi daga dogru sürüye
sürüye alıp gitdi.
Otuzbesinci Menâkıb: Hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ
anh” rivâyet eder. Hazret-i Osmânı “radıyallahü teâlâ anh” katl
edenler pismân olup, mescidde pismânlıklarını anlatırken, semâ
[gök] yüzünden bir sahs zuhûr etdi. Elini uzatıp, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin hücre-i serîfesinden
bir mushaf çıkarıp, bu sözü söyledigini gördüm. (Muhammed
aleyhisselâm, dîninde ayrılık çıkaran ve böylece fırkalara
ayrılmaga sebeb olan kimselerden uzakdır. Böyle oldugunu
bilmiyor musunuz.)
– 225 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:15
Sehîd olduklarında sekseniki yasında idi. Bakî’de defn olunup,
rahmet-i rahmâna kavusdu “radıyallahü teâlâ anh”. Allahü
teâlâ hasra ve kıyâmete kadar ondan râzı olsun! Ma’lûm ola
ki, hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” fazîletlerinden bu
zikr olunan, deryâdan katre ve günesden zerre mesâbesindedir.
Dahâ genis ma’lûmât edinmek isteyen dahâ önce zikr olunan o
iki kitâba mürâce’at etsin. “Sallallahü alâ seyyidinâ Muhammedin
ve âlihî ve sahbihî ecma’în.”
Otuzaltıncı Menâkıb: Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin
sânları ve serefleri için nâzil olan âyet-i kerîmeler:
1– Islâm dîni yayılmaga baslayınca, her tarafdan arablar Medîne-
i münevvereye gelmege basladılar. Mescid-i serîf dar oldugu
için, gelenler yer bulamadıgından sahrâda çadır kurup, oturdular.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: (Her kim bu bizim mescidimizi, bir zrâ’ dahî büyültürse,
Cennet onun içindir.) Osmân “radıyallahü teâlâ anh”
hazretleri, yâ Resûlallah! Benim malım ve mülküm sana fedâdır.
Ben kemter kulun [kölen] genisleteyim, dedi. Sonra kırk
zrâ’ genisletdi. Allahü teâlâ hazretleri, meâl-i serîfi; (Allahü teâlânın
mescidlerini, ancak Allaha ve âhıret gününe inanan, nemâz
kılan, zekât veren ve yalnız Allahü teâlâdan korkan kimseler
ta’mîr eder. Bu vasfdaki kimselere Cennete götürecek amelleri
yapmak lâzım olur) olan Tevbe sûresi onsekizinci âyet-i kerîmesini
gönderdi.
2– Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, müslimânlara, birbirinizle
ittifâk edip, mallarınızın bir mikdârını vâcib ve bir mikdârını
tetavvu’ olarak Allah yolunda harc edin, buyurmusdu.
Onlara, ittifâklarının netîcesinin bereketinin nasıl olacagını ve
onun sevâbının haddi [mikdârı] ne kadar olacagını beyân buyurmus,
meâl-i serîfi, (Müslimânlardan mallarını cihâd veyâ dahâ
baska hayrlı isler gibi, Allahü teâlânın gösterdigi yolda sarf
etmeleri, bir dâneyi tarlaya ekip, bundan yedi basak ve her bir
basakdan yüz dâne almaga benzer. Allahü teâlâ diledigi kimselere
bu kat kat artdırmagı veyâ dahâ fazlasını kulun malını dagıtmasındaki
ihlâsı nisbetinde, sevâbını on, yetmis, yediyüz veyâ
dahâ fazla katları kadar artdırır. Allahü teâlâ vasi’dir. Alîmdir.
Allah yolunda mal sarf edenler, sarf etdiklerinde men’ ve
– 226 –
ezâ etmiyenler, Rablarının yanında büyük sevâblara kavusurlar.
Onlar için, âhıretde korku ve dünyâ islerinde üzüntü yokdur.)
olan, Bekara sûresi 261, 262.ci âyet-i kerîmeleri ile bildirmisdir.
Minnet, ni’meti yâd etmekdir. Söylemek ve saymak yolu ile
basa kakmak, o ni’metin sevâbını kesmege sebeb olur. Bunun
azı odur ki, bir kimseye in’âm ve ihsân eder. Sonra onu o kimsenin
istemedigi yerde yâd eder. Veyâ onun akebinde bir söz
söyler ki, o kimseye hos gelmez. Veyâ nice kerre sana in’âm etdim,
hiç sükrünü etmedin diye söyler. Bir kimseye hiçbir seyi
vermemek, ona birsey verip de, sonra minnet etmekle rencîde
etmekden iyidir. Zeyd bin Islâm der ki: Babam bana dedi ki,
(bir kimseye bir sey verdigin zemân, böyle bilesin ki, ona senin
selâmından bir nesne gönlüne gelir. Selâmı ondan geri tut. Tâ
ki, o ni’met halâs kalsın.) Ebû Esâmenin yanına bir kadın geldi
ve dedi ki, hakîkat üzere gazâ eden bir mertden bana haber
ver ki, bir okum vardı, ona vereyim. Ebû Esâme dedi: Allahü
teâlâ bulundugun cem’iyyetde seni mubârek etsin ki, onları;
dahâ vermezden evvel rencîde etdin. Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretleri, kulları üzerine, iyilik edip, basa kakmayı, verdigi
ni’meti verdigini söylemegi harâm etmisdir. Ni’meti yâd ederken
basa kakmamalı, karsısındakine magrûr olmamalıdır. Hak
Sübhânehü ve teâlâ hazretleri kullara ni’met verir ve onlara
minnet eder. Allahü tebâreke ve teâlânın minneti yâd etdirmek
ni’meti olur. Böylece o kimse, birsey verince magrûr olmamalıdır.
Meâl-i serîfi, (Mallarını cihâd ve hayr islerinde Allah için
harcayanlar...) olan Bekara sûresinin 262.ci âyet-i kerîmesi Osmân
bin Affân, Abdürrahmân bin Avf “radıyallahü teâlâ anhümâ”
hazretlerinin sân-ı serîfleri için nâzil olmusdur. Abdürrahmân
bin Avf, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
huzûr-ı serîflerine, dört bin dirhem ile geldiler. Dedi ki, yâ Resûlallah!
Yanımda sekiz bin dirhem var idi. Dört bin dirhemini
ıyâlime nafaka için alıkoydum. Dört bin dirhemini getirdim.
Allahü teâlâ hazretlerine karz-ı hasen [ödünç] verdim. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: Allahü tebâreke
ve teâlâ verdigine ve hem de ıyâlin için alakoyduguna be-
– 227 –
reket versin. Fekat Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Tebûk gazâsında
buyurdular ki, techîzatı olmıyan herkesin techîzatını almak
benim üzerime olsun. Bin deve yükü ile gâzîlerin techîzâtına
sarf etdi. Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmeyi onların sânları
için gönderdi. Abdürrahmân bin Sümre “radıyallahü teâlâ anh”
der ki: Osmân “radıyallahü teâlâ anh” bin kırmızı altın getirdi.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin kucagına
dökdü. Dahâ önce de beyân olunmusdur. Hazret-i Habîb-
i ekrem mubârek eli ile o altınları döndürüp, buyurdular ki,
(Affân ogluna, bugünden sonra her ne ederse, ziyân etmez!)
Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” der ki: Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini gördüm. Mubârek
ellerini kaldırmıs, Osmâna söyle düâ buyururdu: (Yâ Rabbî!
Ben Osmândan râzıyım. Sen de râzı ol!) Böylece, sabâh
oluncaya kadar düâ buyurdular.
3– Asagıdaki âyet-i kerîmenin inis sebebi sudur: Hazret-i
Osmân “radıyallahü teâlâ anh” gündüz oruc tutardı. Gece nemâz
kılardı. Her gece iki rek’at nemâz kılardı. Bir rek’atinde
Kur’ân-ı azîm-üs-sânın temâmını okurdu. Bir rek’atinde bin
(Kul hüvallahü ehad) sûre-i serîfesini okurdu. Hak sübhânehü
ve teâlâ bu âyet-i kerîmeyi irsâl buyurdu. (Bütün gece secde
edip ve ayakda durup, devâmlı ibâdet ve itâ’at eden ile isyân
eden bir olur mu. O âhıret azâbından korkar. Rabbinin rahmetini
ümîd eder. Ey Resûlüm, de ki, hiç bilen ile bilmiyen bir olur
mu. Nitekim devâmlı itâ’at eden ile isyân eden de bir degildir.
Bildirdiklerimize ancak akl sâhibleri kıymet verir.) [Zümer sûresi
dokuzuncu âyet-i kerîmesi meâli.] Bu âyet-i kerîme, Ammâr
bin Yâser “radıyallahü teâlâ anh” sânı ve Huzeyfe tebni
Mugîre el Mahzûmî sânı içindir. Müfessîrlerin çogunun kavlince;
Osmân ibni Affân “radıyallahü teâlâ anh” sânı için nâzil olmusdur.
4– Bu âyet-i kerîmenin nâzil olmasına sebeb o idi ki, Osmân
“radıyallahü teâlâ anh” hayrât etmekde, nemâzda ve orucda ve
mal vermekde devâmlı idi. Allahü teâlâ hazretleri, onun yüksek
sânı için, meâl-i serîfi, (Sübhesiz ki, kendilerine bizden se’âdet
îcâb etmis olanlar, iste bunlar Cehennemden uzaklasdırılmıslardır.
Cehennemden uzaklasdırılan O Cennetlikler, Cehenne-
– 228 –
min hısıltısını bile duymazlar. Bunlar canlarının istedigi seyler
içinde ebedî olarak kalıcıdırlar. O en büyük korku (sûra üfürülüs
ânı) bunları mahzûn etmiyecek, kendilerini melekler söyle
karsılayacaklar: Iste bu size dünyâda va’d edilen mutlu gündür!)
olan Enbiyâ sûresi 101, 102 ve 103.cü âyet-i kerîmelerini
gönderdi. Bir rivâyetde gelmisdir. Hazret-i Alî “radıyallahü
teâlâ anh” bu âyet-i kerîmeyi okudular. Sonra buyurdular ki,
ben onlardanım. Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve Talha ve Zübeyr
ve Sa’îd ve Abdürrahmân “radıyallahü anhüm” da onlardandır.
Âlimlerin çogu, bu âyet-i kerîme, Osmân bin Affân
hakkında nâzil olmusdur, dediler.
5– Diger âyet-i kerîmede Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri
buyurdu ki: (Sâlih mü’min olanlar, Allahü teâlânın harâm etmedigi
seyleri yimelerinde zarar yokdur. Ancak harâmlardan
sakınmaları, îmânlı olmaları ve amel-i sâlih islemeleri lâzımdır.
Bundan sonra, kendilerine harâm olan seylerden sakınır, harâm
olduklarına inanırlar. Ve dahâ sonra bütün günâhlardan
devâmlı sûretle sakınır, güzel amelleri arasdırıp, onları yaparlarsa,
muhsin olurlar. Allahü teâlâ, muhsinleri, ihsân edenleri
sever.) [Mâide sûresi 93.cü âyet-i kerîme meâli.] Emîr-ül
mü’minîn hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” buyurur ki: Bu
âyet-i kerîme, Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hakkında gelmisdir.
Otuzyedinci Menâkıb: Hazret-i Osmânın “radıyallahü anh”
üstünlükleri hakkında bildirilen hadîs-i serîfler ve haberler hakkındadır:
1– Isnâd ile Ebû Karfesadan “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
olunmusdur. Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” meclis-i serîflerinde bir cemâ’at oturmuslardı. Ben de
onların içinde bir zemân oturdum. Sonra, Osmân “radıyallahü
teâlâ anh” meclis-i serîflerine dâhil oldular. Bir kösede oturdular.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu
ki: (Yâ Osmân! Bana yakın ol.) Biraz yaklasdılar. Yine buyurdu
ki: (Bana yakın ol!). O mertebe yakın oldu ki, Osmân “radıyallahü
anh” hazretlerinin dizi, Habîbullah hazretlerinin
mubârek dizine ulasdı. Osmânın yakasının bagı açık göründü.
Mubârek eli ile yakasını bagladı. Ve yüzüne bakdı. Mubârek
– 229 –
gözleri yas ile doldu. Sonra buyurdu, (Yâ Osmân! Önünde büyük
is olacagını bil! Sen kıyâmet gününde benim havzıma erisenlerin
evveli olursun! Senin damarlarından kan revân olur.
Rengi kan rengi olur. Kokusu misk kokusu olur. Ben ki, Resûlüm!
[Sana] Sübhânallah! Sana bunu kim etdi, derim. Sen, falan
ve falan etdi, dersin. Orada bir nidâ edici, Arsdan nidâ
eder ki, biliniz ki, Osmân bin Affân, pâdisâh ve emîr, dehr
[dünyâ] sürülmüs üzerine. Sonra, senin ile Allahü teâlâ ve tekaddes
arasındaki perde kalkar. Sana Allahü teâlâ tecellî edip,
buyurur! Yâ Osmân! Seni öldürenler hakkında ne düsünürsün.
Sen dersin ki, yâ Rab! Eger Sen onları azarlar isen [cezâlandırır
isen], ben de azarlarım. Eger Sen onları afv edersen,
ben de afv ederim.)
2– Câbir “radıyallahü teâlâ anh” der ki, biz muhâcirlerden
bir cemâ’at, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûr-
ı serîflerinde oturmus idik. Ebû Bekr ve Ömer ve Osmân ve
Alî ve Talha ve Zübeyr ve Abdürrahmân bin Avf ve Sa’d bin
Ebî Vakkâs “radıyallahü teâlâ anhüm” onların arasında idi. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Sizden
herkes, kendi dost ve yârinin yanına varsın!) Onlar da öyle yapdılar.
Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Osmânın
yanına vardı ve onu kenârına aldı. Yüzünü öpdü ve buyurdu
ki: (Yâ Osmân! Sen benim dünyâda ve âhıretde dostumsun!)
3– Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Osmân bin
Affâna “radıyallahü anh” buyurdular ki: (Ben Ümmü Gülsümü,
Allahü teâlâ tarafından vahy gelerek sana verdim.)
4– Ebû Imâmet-el Bahilî “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
eder. Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular: (Ricâlin [bir kisinin] sefâ’ati ile benim ümmetimden
Rebî’a ve Mudar kabîleleri mikdârı Cennete girer.) Rivâyet
ederler ki, o mert hazret-i Osmân bin Affândır “radıyallahü
teâlâ anh”.
5– Mugîre bin Sûbe’ rivâyeti ile gelmisdir. Mugîre tebni Sûbe
“radıyallahü teâlâ anh” dedi ki: Müsrikler Huneyn gazâsı
günü hezîmete ugradılar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
– 230 –
sellem” bir adama buyurdugunu isitdim: (Ey Allahın düsmanı.
Allahü tebâreke ve teâlâ sana bugz eder!) Mugîre der ki, yâ Resûlallah!
Bu o kisidir ki, Kureyse bugz eder. Buyurdu ki, (Evet,
Osmân bin Affâna bugz eder!)
6– Seddâd bin Evs “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki: Resûlullahdan
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” isitdim, buyurdu
ki: (Ben eshâbım arasında oturmusdum ki, Cebrâîl aleyhisselâm
benim önüme geldi. Beni sag kanadı üzerine aldı. Cennet-
i Adna iletdi. Cennet-i Adnda gezerken, bir elma elime
geldi. Ben o elmaya bakıp, te’accüb ederken, nâgah, o elma
sak olup, iki bölük oldu. Arasından bir hûrî dısarı geldi. Hak
sübhânehü ve teâlâ hazretlerine tesbîh etdi. Öyle tesbîh etdi
ki, evvelden âhıre kimse öyle tesbîh etmemisdir. Ben dedim;
Sen kimsin. Dedi, ben hûrî’aynım. Allahü tebâreke ve teâlâ
beni arsın nûrundan halk etmisdir. Ben dedim, kimin içinsin.
Dedi, imâm-ı mazlûm Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ
anh” içinim.)
7– Zehrî rivâyeti ile, Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ
anh” bildiriyor. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
bir gece kalkıp, gidiyordu. Hazret-i Osmân da ileride gidiyordu.
Cebrâîl aleyhisselâm geldi ve dedi ki: Yâ Resûlallah! Bu
kimdir ki, bu sâatde senin önünden gitdi. Buyurdular ki, (Osmân
bin Affândır). Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki, bu Ebû Amrdır,
ya’nî Osmândır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdular, (Evet yâ Cebrâîl. Siz Osmânı gökde de tanır mısınız!)
Cebrâîl aleyhisselâm dedi ki: Yâ Resûlallah! O Allahü tebâreke
ve teâlâ hakkı için ki, seni halka hak Nebî gönderdi.
Günesin yer yüzünü aydınlatdıgı gibi, Osmân gökleri aydınlatır.
8– Abdürrahmân bin Ebî Leylâ rivâyet eder. Hazret-i Alî
“radıyallahü teâlâ anh” Kanbere buyurdu ki, var mescidde yüksek
ses ile seslen. Hazret-i Osmânı seven kimse var mıdır. Kanber
varıp nidâ etdikde, bir kisi kalkıp dedi ki, ben hazret-i Osmânı
severim. Kanber dedi ki, gel, emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü
teâlâ anh” seni çagırır. O kisi kalkıp, emîr-ül mü’minîn
Alînin huzûruna geldi. Emîr-ül mü’minîn buyurdu ki, Osmânı
sever misin. Dedi ki, yâ Emîr-el mü’minîn, Allahü tebâreke ve
– 231 –
teâlâ hazretlerinin izzet ve azameti hakkı için, ben hazret-i Osmânı
kendi cânımdan dahâ çok severim. Bir vakt Resûlullahın
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna varmısdım. Dedim
ki, yâ Resûlallah! Bana birsey ver ki, bir hanım almısım, hiçbir
nesne yokdur ki, onun mehrini vereyim. Resûlullah hazretleri,
bana bir vekiyye altın verdiler. Bir vekiyye kırk dirhem kıymetinde
altın idi. Ebû Bekr de bir vekiyye verdi. Ömer de bir vekiyye
verdi. Osman iki vekiyye verdi. Yâ Osmân, Resûlullah ve
Ebû Bekr ve Ömer bir vekiyye verdiler. Sen niçin iki vekiyye
verdin, dedim. Hazret-i Osmân dedi ki, bir vekiyye kendimden
ötürü, bir vekiyye, Alî bin Ebû Tâlibden ötürü verdim ki, o vakt
onun hâzır bir nesnesi yokdu ki, sana versin. Ondan sonra dedim
ki, yâ Resûlallah! Bu malın bereketi olması için, bana düâ
et. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: (Bu
malın bereketi nasıl olmaz ki, bunu sana Peygamber ve Sıddîk
ve iki sehîd verdi.) Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” bunu
isitdigi zemân çok sevindi ve buyurdu ki, (dogru söyledin) “radıyallahü
teâlâ anh”.
9– Sa’d bin Ibrâhîm rivâyet eder. Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü
teâlâ anh”, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
huzûrlarında oturmusdu. Hasen ve Hüseyn “radıyallahü anhümâ”
hazretleri geldiler. Server-i âlem onları gördü. Buyurdu ki:
(Yâ Alî! Bu ikisi, ya’nî Hasen ve Hüseyn, Cennet gençlerinin
büyükleridir [üstünleridir]. Onların babaları onlardan yüksekdir.
Osmân bin Affân, Ibrâhîm Halîl-ür-rahmân aleyhisselâma
benzer.)
10– Dogru haber ile gelmisdir. Muhârık bin Semâme, kız
kardesi Ümmü Gülsüme söyledi ki, mü’minlerin anası Âisenin
“radıyallahü teâlâ anhâ” huzûr-ı serîflerine var. Benden selâm
söyle. Ümmü Gülsüm der ki, hazret-i Âise-i Sıddîkanın huzûruna
vardım. Dedim ki: Senin ogullarından birisi sana selâm
eder. Buyurdu ki: Allahü tebâreke ve teâlânın selâmı ve rahmeti
onun üzerine olsun. Ben dedim: Cenâbınızdan ricâ ederim
ki, hazret-i Osmân bin Affân hakkında, bir hadîs-i serîf
nakl buyurunuz ki, onu sehîd etdikleri vakt, herkes bir söz söylediler.
Âise “radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdu ki: Ben sehâdet
ederim ki, bir soguk gecede, Osmân bin Affânı, bu ev içinde,
– 232 –
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ile
gördüm. Cebrâîl aleyhissalâtü vesselâm vahy getirdi. Vahy gelince,
Resûlullah üzerine bir agırlık inerdi. Nitekim, Hak Sübhânehü
ve teâlâ haber verir. (Biz senin üzerine vahy ederiz.
Ya’nî Kur’ân ki o, her ne kadar dil üzerinde hafîf ise de azametde
agırdır.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
mubârek elini Osmânın arkasına vurup, buyurdu ki, (Bu makâm
kime müyesser olur. Allahü teâlâ hazretleri bu makâmı
Peygamberlerinden baska hiç kimseye vermemisdir. Ancak, o
kimseye vermisdir ki, fazlaca ikrâm edendir. Her kim ki, Osmâna
yaramazlık söyler ise, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin
la’neti onun üzerine olsun.)
11– Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmisdir.
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular
ki: Hazret-i Lût aleyhisselâmdan sonra, hanımı ile, Allahü
teâlâ yolunda ilk hicret eden Osmân bin Affândır “radıyallahü
teâlâ anh”. Allahü teâlâ bilir ki, Eshâb-ı güzîn “rıdvânullahi
teâlâ aleyhim ecma’în”, Mekkeden Medîneye, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûruna hicreti
yalnız yapmıslardır. Hazret-i Osmân, ehli ve ıyâli ile berâber
hicret etmisdir.
12– Yûsüf bin Abdüllah bin Selâm rivâyet eder: Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Ben; Allahü tebâreke ve
teâlâ huzûrunda, Osmânın düsmânlarının hasmıyım) buyurmusdur.
13– Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” bir hadîs-i
serîflerinde buyurmuslardır ki, (Biz Osmân bin Affânı, Allahü
teâlâ katında halîl ve kerîm olan babamız Ibrâhîm aleyhisselâma
benzetiyoruz.)
14– Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerinden
rivâyet olunmusdur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Osmân benim ümmetimin
en hayâlısı ve en çok ikrâm edenidir.)
15– Kelîb bin Velîd, Ibni Melbekeden rivâyet eder. Abdüllah
ibni Ömerin “radıyallahü teâlâ anhümâ” huzûruna bir adam
geldi ve sordu: Osmân ibni Affân “radıyallahü teâlâ anh”
– 233 –
Bedr gazâsına hâzır oldu mu? Abdüllah hazretleri buyurdu ki,
hâyır olmadı. Bî’at-ı Rıdvâna hâzır oldu mu. Buyurdu ki: Hâyır
olmadı. Iki asker birbirine mülâki oldukları günde, yüz
döndürdü mü? [Uhud günü, dagılanlar arasında degil mi idi.]
Buyurdu ki, evet! O kisi kalkdı gitdi. Dediler, bu kisi sizden
ba’zı seyler sordu. Cevâbınızdan anladı ki, siz Osmânı zem etdiniz
[kötülediniz]. Buyurdular ki, acele o adamı geri döndürün.
Çagırdılar, geri döndü. Buyurdular ki, benden süâl etdigin
sözleri anladın mı. O sahs dedi ki, evet. Senden süâl etdim.
Osmân “radıyallahü teâlâ anh” Bedr gazâsına hâzır oldu mu.
Sen dedin, yok. Süâl etdim ki, bî’at-ı rıdvâna hâzır oldu mu.
Sen dedin, yok. Süâl etdim ki, Uhudda dagılanlar arasında mı
idi. Sen dedin, evet. Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ
anh” buyurdu ki: Bedr gazâsına hazret-i Osmân hâzır olmadı,
ammâ, Allahü teâlânın ve Resûlünün hâcetinde [isinde] idi.
Hazret-i Resûlullah Osmânın nasîbini o gazâda ayırdı. Ondan
gayri hâzır olmıyanlara nasîb vermediler [hisse ayırmadılar].
Bî’at-ı Rıdvânda da, Osmân ona hâzır olmadı. Resûlullah hazretleri
Osmânı, Mekke-i Mükerremeye elçi göndermis idi. Eshâb-
ı güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bî’at etdiler.
Resûlullah hazretleri kendi mubârek elinin birisini digerine
tutup, buyurdu ki, bu Osmânın eli olsun. Resûl-i ekremin mubârek
eli, Osmânın elinden üstündür. Allahü Sübhânehü ve
teâlâ, kelâm-ı kadîminde haber vermisdir. (Uhud gazâsında
iki asker karsılasdıgı zemân, arka çevirip dönenleri seytân igfâl
etdi [yanıltdı]. Allahü teâlâ onları afv etdi. Allahü teâlâ
günâhları afv edici ve cezâyı gecikdiricidir.) [Âl-i Imrân sûresi
155.ci âyet-i kerîmesi meâli.] Abdüllah bin Ömer “radıyallahü
teâlâ anh” o sahsa buyurdu ki: Sakın ola ki, Osmân “radıyallahü
teâlâ anh” hakkında kötü düsünmiyesin. Buna gayret
et!
16– Abdüllah bin Mubârek, Ebû Mus’abdan, o da Yezîd bin
Ebî Lehebden rivâyet etmisdir. Osmân bin Affân “radıyallahü
teâlâ anh” ile kavga edenlerin cümlesi dîvâne [deli] oldular.
Abdüllah bin Mubârek der ki, onların Cehennemde tadacakları
azâb yanında delilikleri azdır.
17– Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder:
– 234 –
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular
ki: (Ey Allahım! Muhakkak ki Osmân, rızânı taleb eder.
Sen de fadl ve keremin ile Osmândan râzı ol!)
18– Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyeti
ile gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
buyurdular: (Ey Allahım! Osmâna, kıyâmet gününün siddetinden
râhatlık ve kurtulus ver. Çünki, o bizi nice sıkıntılı günlerimizde
râhata kavusdurdu.)
19– Emîr-ül mü’minîn Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hakkında
rivâyet olunur. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
buyurdular ki: (Eger kırk kızım olsa idi, cümlesini birbiri
ardınca, hiçbiri kalmayıncaya kadar Osmâna verirdim.)
20– Abdüllah bin Ömer “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet
eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki: (Muhakkak istedim ki, Eshâbımdan dört kimseyi
âleme göndereyim ki, halka Kur’ân-ı azîm-üs-sânı ta’lîm etsinler.
Bizden önce de Îsâ bin Meryem aleyhimüsselâm havârîlerini
halka göndermisdi.) Osmân bin Affânı, Abdüllah bin
Mes’ûdu ve Mu’âz bin Cebeli ve Ubeyy bin Kâ’bı “radıyallahü
teâlâ anhüm” gönderdiler.
21– Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” rivâyet
eder. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri,
buyurdular ki: (Ümmetimden büyük günâh isleyip, Cehenneme
gitmesi îcâb eden yetmis bin kimseye Osmân sefâ’at eder.
Allahü teâlâ onları Cennete gönderir.)
Otuzsekizinci Menâkıb: Kıymetli kitâblarda haber verilmisdir.
Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki: Birgün
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
kerîmeleri ve hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” zevcesi
olan Rukayyenin “radıyallahü anhâ” huzûrlarına vardım.
Elinde bir tarak tutuyordu. Buyurdu ki, kıymetli babam Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri simdi yanımdan
gitdi. Bu tarak ile mubârek saçını ve sakalını taradım.
Bana buyurdular ki, (Yâ Rukayye! Ebû Abdüllah Osmân bin
Affânı nasıl buldun!). Ben dedim ki: (Hayr ile gördüm. Iyilik
ile gördüm!) Babam buyurdu ki: (Cümle Eshâbım arasında ah-
– 235 –
lâkı bana en çok benziyen odur. Osmâna hurmetde kusûr etme!)
Otuzdokuzuncu Menâkıb: Zübeyr bin Harrâs rivâyet eyler.
Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”; kızı Hafsayı “radıyallahü anhâ”
hazret-i Osmâna “radıyallahü anh” nikâhlamak istedi. Hazret-
i Osmân özr beyân eyledi. Hazret-i Ömer üzüldü. Bu haber
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine erisdi.
Hazret-i Ömere buyurdular ki: (Yâ Ömer! Kızını Osmândan
dahâ iyisi alacak. Ve Osmân Hafsadan iyisini zevce edinecek.
Sen kızını bana nikâh et! Ben de kızımı Osmâna nikâh edeyim!)
[Hafsa “radıyallahü teâlâ anhâ” hicretin üçüncü senesinde,
genç yasında, Bedr gazâsında bulunan Huneysden dul kalmıs
idi.]
Kırkıncı Menâkıb: Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
buyurdular ki, (Üç nesne vardır ki, her kim onlardan kurtulursa
muhakkak kurtulur. Benim vefâtım, Deccâlın ve hak üzere
olan halîfenin katli.) Ebû Hüreyre buyurdu ki, hak üzere olan
halîfenin kim oldugunu Leyse ve Ibni Lehî’aya sordum. Bu halîfe
Osmân bin Affândır “radıyallahü teâlâ anh”, dediler.
Kırkbirinci Menâkıb: Ukbe bin Âmir el Cühenî “radıyallahü
teâlâ anh” bildiriyor. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri birgün buyurdular ki: (Yâ Ebâ Bekr ve
Ömer! Sizin ikiniz, dünyâda ve âhıretde kardeslersiniz. Simdi
her ikiniz, birbirinize selâm veriniz ve müsâfeha ediniz.) Hazret-
i Ebû Bekr, hazret-i Ömerin elini tutdu. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” tebessüm edip, buyurdu: (Yâ Ebâ
Bekr! Sen Ömerin önünce olursun!) Ya’nî dahâ önce halîfe
olursun. Sonra buyurdular. (Yâ Zübeyr ve Talha! Siz de geliniz.
Sizin aranızda da kardeslik vereyim. Her ikiniz, dünyâda
ve âhıretde kardeslersiniz. Simdi birbirinize selâm verip, müsâfeha
ediniz.) Nasıl buyurdu ise öyle yapdılar. Sonra buyurdu.
Ubeyy bin Kâ’b ve Abdüllah bin Mes’ûd da öyle yapdılar.
Sonra Ebû Ubeyde bin Cerrâh ve Sâlimi, ki Sâlim Ebû Huzeyfenin
kölesi idi, onlara da buyurdu. Onlar da öyle yapdılar.
Sonra Üsâme tebni Zeyd ile Ebû Hind öyle yapdılar. Ebû
Hind Haccâm ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sel-
– 236 –
lem” hazretlerinden hacâmat çekerdi. [Kanını alırdı.] Ve mubârek
kanını içerdi. Hazret-i Resûlullaha ziyâde muhabbetden
onların yanında kardeslik etdi. Onlar da öylece yapdılar.
Sonra Abdürrahmân bin Avf yüzünü hazret-i Osmân bin Affân
tarafına döndürüp dedi ki: (Innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn!).
Bize ne olmusdur ve ne islemisiz ki, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri benim ve senin tarafımıza
iltifât etmedi. Allahü teâlâ hazretlerinin hısmından ve Resûlünün
azarından; yine Allahü teâlâya sıgınırız, dedi. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri onlar tarafına
bakıp, buyurdular ki: (Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin
izzi ve celâli ve kudreti ve azameti hakkı için, Allahü tebâreke
ve teâlâ hazretleri sizin üzerinize hısmlı [gadablı] degildir.
Ve Resûli de sizin üzerinize azarlı [sizi azarlamıs] degildir.
Allahü teâlâ ve Resûlü ve melekleri yanında ikrâm görenlerdensiniz!
Velâkin, ben sizi yâd etmek istedigim zemân, Hak
Sübhânehü ve teâlâ bir melek göndermisdir. Beni men’ etdi ve
dedi ki, onları sonra yâd et ki, onların ikisi de ganîdir [zengindir].
Ben de ondan dolayı sizi sonra yâd etdim. Bunun gibi, kıyâmet
gününde hesâb ederler. Fakîrlerin hesâbını evvel yaparlar.
Zenginlerin hesâbını sonra yaparlar. Ve sonra siz, dünyâda
ve âhıretde kardeslersiniz. Siz de birbirinize selâm verip,
müsâfeha ediniz.) Onlar da öyle yapdılar. Sonra Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki,
(Râzı oldunuz mu!). Onlar dediler ki: (Evet, râzı olduk. Allahü
teâlâ hazretlerine sükr ederiz ki, bizi rüsvâ etmedi.) Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdu ki:
(Sizin üzerinize dahâ ilâve edeyim mi!) Evet, dediler. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu: (Siz ikiniz dünyâda
ve âhıretde kardeslersiniz! Cennetde benim kardesim Ilyâs
aleyhisselâmdır. Ilyâs aleyhisselâm, Allahü teâlâ hazretlerine
bütün halkın en sevgilisi idi. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri
Cebrâîl aleyhisselâmı Ilyâs hazretlerine gönderdi ki, Hak
sübhânehü ve teâlâ hazretleri sana kardeslik verdi; bir kulun
halâsıyle ki, onu zulm ile öldürürler. Ben ki, Resûlullah olarak
Hak Sübhânehü ve teâlâ hazretlerini sizi sâhid tutarım ki, size
dünyâda ve âhıretde kardeslik verdim. Siz bugün cümlenin iyisisiniz.)
– 237 –
Kırkikinci Menâkıb: Dogru rivâyet ile gelmisdir. Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden sordular.
Cennetde berk [ısık, simsek] olur mu? Buyurdular ki, evet olur.
Osmân bin Affân bir kasrdan bir kasra giderken yüzünün nûru
ısık olur. Bundan dolayıdır ki, ona zinnûreyn derler. Ülemânın
ba’zının kavliyle, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” uzun
gecelerde tâ’at yapıp ve Kur’ân-ı azîm-üs-sân tilâvet etmekden
geri kalmazdı [ya’nî tilâvet ederdi]. Mubârek pehlûsunu yere
koymazdı. Mubârek gözü aglamakdan kuru olmazdı. Ahmed
bin Attâr “rahimehullahü teâlâ” bu ma’nâda su si’ri söylemisdir:
Yumuk durmakdan gözlerim kurudu,
Sanki göz kapaklarım kısa imis gibi.
Kapakları dikenle delik-desik olmus gibi,
Gözlerimin uyuyacak hâli yok.
Gece uzadıkça uzayınca derim ki,
Ey gecem, gündüz dahâ çok uzakda!
Kırküçüncü Menâkıb: Nu’mân bin Besîrden “radıyallahü
teâlâ anh” dogru rivâyet ile gelmisdir. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Içinizde hayâ
bakımından en sâdıkınız, Osmân bin Affândır.) Bu haber
zâhir delîldir ki, hiç kimsenin hayâ ve hicâbı bu ümmetde Osmân
bin Affânın “radıyallahü teâlâ anh” hayâ ve hicâbından
dahâ çok ve üstün degildir. Hazret-i Âdem aleyhisselâmın zemânından
bu zemâna gelene kadar, güzel ahlâkdan herkesde
zuhûra gelmisdir. O güzel ahlâkdan hayâ, o ahlâkların esreflerindendir.
Bu sözün ma’nâsı odur ki, hayrdan ve serden her
nesne ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri halk etmisdir,
onu çift halk etmisdir. Kur’ân-ı kerîm onunla nâtıkdır. (Her
seyden çift yaratdık...) buyurulmakdadır. [Zâriyât sûresi 49.cu
âyet-i kerîmesi meâli.] Açlıgı yaratdı. Toklugu onun çifti kıldı.
Sıhhati yaratdı. Hastalıgı ona çift kıldı. Fakîrligi yaratdı. Zengin
olmagı ona çift kıldı. Kimseye muhtâc olmamak ile, baskalarına
yük olmagı çift kıldı. Gönlü [kalbi] yaratdı. Rûhu ona
çift kıldı. Nefesi yaratdı. Râyihâyı ona çift kıldı. Dîni yaratdı.
Kemâli ona çift kıldı. (Bugün dîninizi temâm etdim!) [Mâide
– 238 –
sûresi 3.cü âyet-i kerîme meâli]. Dünyâyı yaratdı. Zevâli [yok
olmagı] ona çift kıldı. (Dünyâ malından yanınızda olanlar fânîdir.
Allahın indinde, Cennetdeki sevâb, oradakilerle bâkîdir!)
[Nahl sûresi 96.ci âyet-i kerîme meâli.] Topragı yaratdı.
Sükûnu [ızdırâbsızlıgı] onun çifti eyledi. Atesi yaratdı. Hareketi
onun çifti eyledi. Yer altını yaratdı. Darlıgı ve karanlıgı
onun çifti eyledi. Yeri yaratdı. Açılmagı, yayılmagı onun çifti
eyledi. (Allahü teâlâ sizin için arzı dösek yapmısdır. [Yeri genis
eyledi ki, üzerinde genis yollar açasınız.]) [Nûh sûresi 19.cu
âyet-i kerîme meâli.] Gökü yaratdı. Yüksekligi [mertebeyi]
onun çifti eyledi. (Yedi kat gökleri çok kuvvetli saglam kıldık.
Zemânla bozulmaz.) [Nebe’ sûresi 12.ci âyet-i kerîme meâli.]
Cenneti yaratdı. Maddî ve ma’nevî sıkıntıları ona çift kıldı. Nitekim
Seyyid-i âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdu ki: (Cennet, istenmiyen, sıkıntı veren seyler ile
örtülüdür. Cehennem de, sehvetler, arzûlanan seyler ile örtülüdür.)
Îmânı yaratdı. Hayâyı onun çifti eyledi. Çesidli haberlerde
gelmisdir. Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet
etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur
ki: (Hayâ ve îmân bir arada bulunur.) Ya’nî hayâ
ve îmânı birbirinin çifti eyledi. Lâkin hayâyı gözde yaratdı. Ne
kadar ki, hayâ gözdedir. Îmân da gönüldedir. Allahü teâlâ korusun,
hayâ gözden zâil olunca [gidince], îmân da gönül [kalb]
de za’îf olur. Bu ikisi de kat’î delîl ile sâbitdir. Sek ve sübhe
yokdur.
Osmân Zinnûreyn hazretlerinin zemânında, yeryüzünde ondan
fazîletli ve azîz, yüksek hâlli kimse yok idi. Osmân “radıyallahü
anh” hazretlerinin yüksek hâlleri ve hayâsı ve sehâveti ve
sâir menâkıbları sayısızdır. Hayâ, Allahü teâlâ ve tekaddes hazretlerinin
sıfatlarındandır. Mahlûklara da bu sıfat gelmisdir.
Halka gelen o hayâ sıfatı birkaç çesiddir.
Birinci çesidi hayâ-i hacâletdir. Ya’nî utanmak seklindeki
hayâdır. Âdem alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm hazretlerinin
hayâsı gibi. Bugday dânesi yidi. Üzerinde elbise [Cennet
elbisesi] kalmadı. Hacil oldu [utandı], yüzünü döndürdü. Allahü
teâlâ hazretleri. (Bizden kaçıyor musun!), buyurdu. Hâyır,
yâ Rabbî! Elbiselerim çıkarıldıgı için utanıyorum. O utanmadan
dolayı yüzümü döndüm.
– 239 –
Ikinci nev’i, hayâ-i azametdir. Isrâfîl aleyhisselâmın hayâsı
gibi. Haberde gelmisdir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri buyurdular: (Isrâfîl her gün yetmis kerre
yüzünü kendi kanadı ile örter ve der ki, yâ ilâhel âlemîn! Ne yapabilirim
ki, herkes gibi sana lâyık bir secde ve bir rükû’ etmege
kâdir degilim.)
Üçüncü nev’i, heybet hayâsıdır. Melekler ve Nebîler hayâsı
gibi ki, (Yâ Rabbî! Seni tesbîh ve tenzîh ederiz. Sana hakkı ile
ibâdet edemedik), derler.
Dördüncü nev’i hayâ, hürmet ve hizmetdir. Mûsâ bin Imrân
alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm hayâsı gibi. Mûsâ aleyhisselâm
buyurdu ki: (Yâ Rabbel âlemîn. Bana Cennet gerekdir.
Senden isterim. Senin dîdârın gerek. Onu da senden isterim.
Lâkin her vakt ki, bana tuz, ekmek ve koyun için lâzım
olan hakîr seyler gerekince, bunları ben senden nasıl isterim.)
Allahü teâlâ hazretleri, (Yâ Mûsâ! Maksad budur. Ya’nî onları
istemekdir. Kul, her vaktde bir sebeble, bir ihtiyâc ile huzûra
gelsin. Münâcât etsin. O behâne ile [o sebeble] kullugunu
yerine getirsin. Vefâsını tâze tutsun.) Bu kıssa uzundur. Bu
makâmda bundan ziyâde mümkin degildir. Ammâ o hayâ ki,
Allahü teâlâ hazretlerinin ni’met ve sıfatıdır. Günâhları örter
ve afv eder. Kullarının günâhlarını görür, örter, afv eder. Birçok
haberde gelmisdir. Câbir bin Abdüllah “radıyallahü teâlâ
anh” rivâyet etmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” buyurmusdur ki: (Bir mü’min ve günâhkâr kul kabrden
kalkar, Sırat heyecânı ve Cehennem korkusu ile mahsere
gelirken, iki yol basına erisir. Korkarak ve aglıyarak, sükûnet
ve karâr ile, yolun birisine girer. Kimse ondan bir söz süâl etmez.
Dosdogru Cennet kapısına erisir. Sag ayagını kapıdan
içeri koyup, sol ayagını yerinden kaldırmazdan evvel, Allahü
teâlâ ve tekaddes, bilâ-vâsıta [vâsıtasız] o kulun sag eline bir
nâme verir. Kulum, sen al bu nâmeyi oku ve o nâme içindekileri
ögren. Ondan sonra, hükm senin hükmündür. Cennet-i
ebediyyeye gir ve ondaki senin himmetin ve murâdındır. Orada
ebedî olarak kal, buyurur. O kul da nâmeye bakar görür ki,
(ey benim kulum, her ne yapdın ise, gördüm ve bildim. Lâkin
– 240 –
yapdıgın islerini, tekrâr sana göstermege hayâ etdim,) yazılmıs,
görür.) Bu haberin benzeri Ebû Süleymân-ı Dârânî rivâyeti ile
baska bir vaktde gelmisdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” buyurmusdur ki: (Allahü tebâreke ve teâlâ ve azze
ve celle buyurmusdur. Gökden indirilen kitâbların ba’zısında,
benim kulum, her ne kadar ki, sen günâhkârsın ve günâhından
korkarsın ve hayâ edicisin. Izzim ve celâlim hakkı için ayblarını
ve günâhlarını Âdemoglunun gözünden ve gönlünden gizli
ederim. Ve gözünün hâinliklerini, bedeninin gizli günâhlarını
meleklerin anlayısından saklarım. Ben yanılmalarını ve günâhlarını
levh-i mahfûzda, kirâmen kâtibinden gizli tutarım. Ve kıyâmetde
seni muhâsebe makâmına getirir ve hesâbını kolay
eylerim!)
Her kimse ki, günâhkâr olur. Günâhları sebebi ile utanır
ve korkar. Onun hesâbı çetin olmaz. Hazret-i Osmân bin Affân
“radıyallahü teâlâ anh” her günâhdan kaçınır, her iyiligi
yapar, hilm, vefâ ve hayâ sâhibi idi, utanır idi. Osmân bin Affân
hazretlerine hesâb olmaz. Osmânın dostlarına da hesâb az
olur. Birçok haberde gelmisdir: Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” buyurdular ki, (Allahü teâlâ kıyâmet gününde
yüzyirmidörtbinden ziyâde nebîyi “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü
vesselâm” ümmetleri ile muhâsebe yerinde durdurur.
Herkesi mesgûl oldugu sey mikdârı [ameline göre] çok
müddet veyâ az müddet o yerde durdurur. Osmân bin Affân
hazretlerini ve onu sevenleri hesâbsız mahserden geçirir.)
Herkesi makâmı ne olursa olsun, sıdk [dogruyu söyleyecek]
makâma getirir. Allahü teâlâ Resûllere ve Nebîlere çok fazîletler,
menâkıbler vermisdir. O haslet ve fazîlet ve fahr-i sehâdet
ki [sehîd olmak ki], Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri
Zekeriyyâ ve Yahyâ “alâ nebiyyinâ aleyhissalâtü vesselâm”
hazretlerine vermisdir. [Hazret-i Osmâna da vermisdir.] Ikinci
haslet, fadl-ı zühd ve fahr-i hicretdir ki, Allahü teâlâ Îsâ bin
Meryeme “ala nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” vermisdir.
Üçüncü haslet, mukâleme fazîleti ki, Allahü teâlâ ve tekaddes
hazretleri onu Mûsâ kelîme “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü
vesselâm” vermisdir. Dördüncü haslet, hüsn-i cemâl fazîleti
ki, Rabbil âlemîn onu Yûsüfe “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü
vesselâm” vermisdir. Besinci haslet, cömertlik [sehâ-
– 241 – Menâkıb-ı Çihâr Yâr-i Güzîn - F:16
vet] fazîletidir. Allahü teâlâ onu Ibrâhîm halîl “alâ nebiyyinâ
ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine vermisdir. Altıncı haslet,
yaslılık, pîrlik [ihtiyârlık] üstünlügü ki, Allahü teâlâ onu
Nûh “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine
vermisdir. Yedinci haslet, hayâ ve hicâb fazîletidir ki, Allahü
tebâreke ve teâlâ onu Âdem safiyyullaha ve Muhammed
Mustafâ “aleyhi efdalüssalât ve ekmelüttehıyyât” hazretlerine
vermisdir. Allahü teâlâ bu fazîletlerin temâmını ve bu menâkıbın
mahsûlünü Osmân bin Affân hazretlerine vermisdir.
Onun hayâsı fazîletlerine isâretdir.
Simdi diger hasletlerinin fedâilinden de birer harf isit. Allahü
teâlâ pîrlik [ihtiyârlık] hil’atini [elbisesini] Nûh aleyhisselâm
hazretlerine vermisdir. Nûh aleyhisselâm o sebebdendir ki,
Resûllerinin pîri olmusdur. Bunun gibi, Allahü teâlâ azze ve
celle pîrlik hil’atini [elbisesini] Osmâna verdi. Osmân “radıyallahü
teâlâ anh” hazretleri de o sebeble kendi zemânında ümmetin
pîri oldu. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerinin ömr-i serîfleri altmısüç idi. Ebû Bekr-i Sıddîk ve
Ömer-ül Fârûkun “radıyallahü anhümâ” da ömr-ü serîfleri altmısüç
oldu. Lâkin Osmân-ı Zinnûreyn hazretlerinin ömrü onlara
muvâfık olmadı. Sekseniki yasında vefât etdi. Onun ömrünün
uzun olmasını, ömrünün sonunda, kahr ve zulm ve cevr
görmesini Allahü teâlâ âlimdir, bilir. Yahyâ bin Zekeriyyâ “alâ
nebiyyinâ ve aleyhimessalâtü vesselâm” gibi; mubârek basını
keserler. Allahü tebâreke ve teâlâ, Osmân “radıyallahü anh”
hazretlerinin ömrünü uzun irâde etmis ki, o sebeble cân teslîm
etdigi vaktde râhat olsun. Ma’lûmdur ki, ham meyve tâze agaçdan
zor ayrılır. Bunun gibi genç olan kisinin rûhu da bedeninden
zor çıkar. Kemâl bulmus [olgunlasmıs] meyve agacından
tez [kolay] ayrılır. Pîr [yaslı] olan kimsenin de rûhu bedeninden
kolay çıkar [ayrılır].
Allahü teâlâ ve tekaddes hazretleri, Fütüvvet ve sehâveti
Peygamberlerin önderi olması için, Ibrâhîm “alâ nebiyyinâ ve
aleyhissalâtü vesselâm” hazretlerine verdi. Bunu Osmân “radıyallahü
teâlâ anh” hazretlerine de verdi ki, böylece zemân-ı serîfinde
Evliyânın önderi olsun!
(Isâret): Râhib Mugîrenin Tâifde bir bagı vardı. Kâfirler,
– 242 –
her hafta basında o bagda bir meyvenin turfandası yetisir, diye
ögündüler. Mü’minler de, Medîne-i münevverede, hazret-i Osmânın
“radıyallahü teâlâ anh” serâyı var. Bir yıl ki üçyüzaltmıs
gündür. Hergün o serâyda, garîblere ve miskînlere bir yeni
da’vet ve açıkdan [âsikâre] müsâfir kabûl olunur, diye ögündüler.
Sâir onu nasıl övmüsdür. Si’r:
Bu fânî dünyâda ümîd edilen ne varsa,
Onun kapısında kavusulur!
Çünki, Allahü teâlâ böyle yaratmısdır,
Cennetde azâb bulunmadıgı gibi, onda cimriligin zerresi bile çok garîb düser.
Cihânda vefâ olarak ne varsa,
Onun adâletli kapısında temâm olur.
Onun cömertlik anberi sarka ve miski Sâma ulasdı,
Ona iftihâr elbisesi giydirilip, tekrâr selâm verildi.
Nasıl ki Ibrâhîm aleyhisselâmın putlara tapması mümkin degilse,
Onun için de cimrilik mümkin degildir.
Kırkdördüncü Menâkıb: Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri buyurdular ki: Cebrâîl aleyhisselâm bana
söyledi. Allahü Sübhânehü ve teâlâ, Yûsüf-i Sıddîk aleyhisselâm
hazretlerine vermis oldugu güzelligin benzerini Osmân bin
Affâna da vermisdir. Her kim Yûsüf aleyhisselâmın cemâlini
görmek isterse, Osmânın cemâlini görsün. Fekat, her kim Yûsüf
aleyhisselâmın cemâlini gördü, fitneye düsdü. Her kim Osmânın
cemâlini gördü, hürmet eder oldular. Bir haberde de gelmisdir
ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurmusdur:
Ben nice kerre istedim ki, Osmânın yüzünü kemâli
üzere göreyim, kâdir olmadım. Bir gün Cebrâîl aleyhisselâma
dedim, Yâ Cebrâîl! Ben ne kadar istedim, Osmânın cemâlini temâmen
göreyim. Cebrâîl aleyhisselâm dedi. Ben de kâdir olamadım
ki, Osmânın cemâlini göreyim. Yâ Resûlallah! O kadar
hurmet ve büyüklük ve hasmeti, biz meleklerin kalbinde zuhûra
gelmisdir ki, gözlerimiz Osmânın cemâlini müsâhede etmekden
alıkoymusdur. Yâ Resûlallah! Her gece yarısı ki, Osmân
evinden mescide gelir. Göklerin ve yedi yerin meleklerine, Osmânın
hasmet ve hayâsından hacâlet gelir [utanırlar, mahcûb
olurlar].
– 243 –
Kırkbesinci Menâkıb: Câbir ve Enes “radıyallahü teâlâ anhümâ”
hazretleri rivâyet etmislerdir. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, (Ben mi’râc
gecesi dünyâ gökünde bir mihrâb gördüm. Dört mil uzunlugu,
bir mil eni ve mercân dânesinden idi. O mihrâbın içinde Osmânın
hüsn ve cemâlinin sûretini gördüm. Ikinci gökün üzerinde
bir mihrâb gördüm. Kırk mil uzunlugu ve on mil eni ve
bir dâne inciden idi. Onun da içinde Osmânın hüsn ve cemâlinin
sûretini gördüm. Üçüncü gökün üzerinde bir mihrâb gördüm.
Dörtyüz mil uzunlugu ve yüz mil eni ve bir firûzeden idi.
O mihrâbın içinde Osmânın güzel sûretini gördüm. Dördüncü
gök üzerinde bir mihrâb gördüm. Ikibin mil uzunlugu ve bin
mil eni ve bir yâkut dânesinden idi. O mihrâbın içinde Osmânın
güzel yüzünü gördüm. Besinci gök üzerinde bir mihrâb
gördüm. Üç bin mil uzunlugu, ikibin mil eni, bir dâne kırmızı
yâkutdan idi. O mihrâbın içinde Osmânın genç cemâlini gördüm.
Altıncı gök üzerinde bir mihrâb gördüm. Dört bin mil
uzunlugu ve bin mil eni ve bir dâne zebercedden idi. O mihrâbın
içinde Osmânın hüsn-ü sûretini gördüm. Fevc fevc, tâife
tâife, gürûh gürûh, her ân ve her sâat mukarreblerden ve rûhânîlerden
ve kerûbîlerden [melekler] gelirler ve o mihrâbın
berâberinde durup, Osmânın hüsn-i sûret ve cemâline karsı
Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerine senâ ederler. Ben dedim
ki, yâ Cebrâîl! Mihrâbların sadrında [içinde] olan Osmânın bu
sûret, hüsn ve cemâli ne zemândan beri zûhura gelmisdir.
Hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm dedi: O Allahü teâlâ hakkı için
ki, Âdem safîyullah “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm”
halk olunmazdan dörtyüz bin sene önce, Osmânın bu sûret ve
cemâli bu yedi gök üzerinde mihrâblarda zuhûr etmisdir.
Amel-i sâlihînin bereketinden ve hayrâtından zuhûra gelmisdir.)
Bu sâlih amellerin birincisi odur ki, Osmân “radıyallahü
anh” dâimâ oruc tutardı. Ikincisi, gece yatmaz. Bütün gece nemâz
kılardı. Üçüncüsü, elbisesi olmıyanlara elbise alarak giyindirir.
Dördüncüsü, açların karnını doyurur. Besincisi, Sûre-i ihlâsı
çok okur. Altıncısı, hazret-i Osmân gönlünde müslimânlara
bir zerre gıl ve gıs, kin, hased, sû-i zân tutmaz. Yedincisi, her
– 244 –
acz, her belâ, her musîbet Osmânın önüne gelir. O hâlde hısmını
yutup, sabr eder ve kimseye sikâyet etmezdi.
Kırkaltıncı Menâkıb: Ebû Osmân Hayrî “rahmetullahi
aleyh” (Letâif) kitâbında yazmısdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Mi’râc gecesi beni göke götürdüler.
Dünyâ göküne vardım. Osmânın sûretini gördüm. Dedim,
bu mertebeye ne ile erisdin. Dedi, gece nemâzı ile. Ikinci
göke vardım. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye
ne ile erisdin. Dedi, Kur’ân-ı azîm-üs-sân okumak ile. Üçüncü
göke erisdim. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye
ne ile erdin. Dedi, sûre-i Ihlâs okumak ile. Dördüncü göke vardım.
Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye ne ile
erisdin. Dedi, Âl-i Resûle [Resûlün akrabâsına] nasîhat etmekle.
Besinci göke erisdim. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu
mertebeye ne ile erisdin. Dedi, Mescidde i’tikâf etmekle. Altıncı
göke vardım. Osmânın sûretini gördüm. Dedim, bu mertebeye
ne ile erisdin. Dedi, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinden
hayâ etmek ile. Yedinci göke erisdim. Osmânın sûretini gördüm.
Dedim, bu mertebeye ne ile erisdin. Dedi, Musîbetler ve
mihnetler çekmekle.)
Kırkyedinci Menâkıb: Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine
Zinnûreyn denilmesinden bir mikdâr anlatılmısdı.
Lâkin, dahâ da ziyâde [çok] beyan edelim. Ma’lûmdur ki, Allahü
teâlâ hazretleri Mûsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm”
hazretlerine iki nûr vermisdi. Biri Tevrât nûru. Biri Yed-i Beydâ
nûru. Osmân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine de iki nûr
vermisdi. O sebeble Zinnûreyn derler. Bir kavl de sudur ki, iki
nûr, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin
iki kerîmelerini, biri Rukayye ve biri Ümmü Gülsümdür
“radıyallahü teâlâ anhünne”; almısdır. Aliyyül mürtedâ “radıyallahü
teâlâ anh” hazretlerinin ögünmesi Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bir kerîmesiyle idi. Osmân
“radıyallahü anh” hazretlerinin ögünmesi ondan ziyâde
olur. O iki nûr iki hicretdir ki, Osmân bin Affâna nasîb olmusdur.
Bir kavl de odur ki, o iki nûr iki gazâdır. Biri Bedr gazâsı,
biri Hudeybiye gazâsıdır. Ammâ Bedr gazâsında Resûlullah
– 245 –
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri, Osmân bin Affân
hazretlerine buyurdular ki, (Yâ Osmân! Ben sendenim, sen
bendensin!) Hem kendi nûrunu tutasın ve hem benim nûrumu
tutasın. Hudeybiye gazâsında Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki, iste bu iki elimin biri
benim elimdir. Ve biri Osmânın elidir. Dogru Bî’at-ı Rıdvân
etdim. O vaktde Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretlerinin iki mubârek eli birbirine ulasdı. Bir elinden günes
gibi bir nûr ve bir elinden ay gibi bir nûr parladı. Buyurdular
ki, (Bu iki nûr Osmânın nûrudur. Osmân benim ile ebedî
olarak Cennetde refîkdir.) Bir kavl de odur ki, iki nûrun biri,
gündüz oruclu olmanın, biri gece nemâz kılmanın nûrudur. Bir
kavlde odur ki, o iki nûrun biri îmân nûru ve biri Kur’ân nûrudur.
Bir kavl de odur ki, iki nûrun biri zâhirinin nûru ve biri
bâtınının nûrudur. Herkesin ittifâkıyla Osmân “radıyallahü
teâlâ anh” hem seyh-i ehl-i îmân idi ve hem seyh-i Kur’ân idi.
Su sebebden Seyh-i ehl-i îmân idi ki, yetîmler babası idi. Dertliler
yardımcısı idi. Ihtiyâr kadınların yardımcısı idi. A’mâlara
yardım ederdi. Medîne-i münevvere beldesinde bir aç veyâ bir
çıplak var ise, o aç kimseyi doyurmayınca kendi yimez, o çıplak
kimseyi giyindirmeyince, kendi giyinmezdi. Seyh-i Kur’ân
idi. Ya’nî Kur’ân-ı azîmüssânı kendi haddı ile dört mushaf-ı serîf
yazdı. Âlemin dört tarafına gönderdi. Yirmi küsür sene aksam
nemâzını kıldıkdan sonra, dört rek’at nemâz kıldı. Her
rek’atde sûre-i Fâtihâdan sonra kırk kerre Kulhüvallahü ehad
sûresini okurdu. Ondan sonra ihlâs ile dörtbin tesbîh, tehlîl ve
düâ okurdu. Bunları yerine getirdikden sonra, bütün Kur’ân-ı
azîmi ki, yüzondört sûre, altıbinaltıyüzaltmısaltı âyetdir, bir
kavle göre; tertîb ve tertil ile her gece vitr nemâzında okurdu.
Bu mertebelerden sonra, bir de sehâdet mertebesine kavusdu.
Haberde gelmisdir ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve
sellem” hazretleri buyurdu ki, (Ben mi’râc gecesi dedim ki, yâ
Rabbî! Osmân bin Affân senin hesâbın için hayâ eder. Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretleri buyurdu: Yâ Muhammed! Ben
cümle mahlûku hesâba çeksem de Osmâna hesâb etmem, ben
Osmândan hesâbı ref’ etmisim [kaldırdım].)
Isâret: Her kim bes nesneyi yapar; ondan bes nesneyi men’
– 246 –
etmezler. Her kim hayâ eder. Ondan hayâ ederler. Her kim
rahm eder [rahmet eder], ona rahmet ederler. Her kim malını
Cennete bedel verir. Cenneti ona bedel verirler. Her kim afv
eder. Onu afv ederler. Her kim Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerini
tanıdı. Ya’nî bilip korkdu. Isleri temâm olur. Allahü teâlâ
hazretlerini bulup, vâsıl olur. Bu bes nesneyi Osmân bin Affân
“radıyallahü anh” yapardı.
Nükte: Büyüklük dünyâda dört sey ile olur. Âhıretde de
dört sey ile olur. Dünyâda hüsn ve cemâl ile olur. Sehâvet ve
mal ile olur. Asîret ve Âl [yakınlar] ile olur. Âhıretde iyi sünnet
ve iyi ibâdet ile, iyi huy ile ve iyi sîret ile olur. Emîr-ül mü’minîn
Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinde, bu
sekizi de mevcûd idi. Mal ve cemâl sâhibi idi. Resûlullahın “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” yakın akrabâsından idi. Emîr-ül
mü’minîn idi. Sünneti iyi bilirdi ki, Kur’ân-ı azîm-üs-sânı toplayıp,
dört tarafa gönderdi. Kıyâmete kadar tilâvet edenlerin sevâbına
ortak oldu. Ahlâkının güzel olmasından dolayı, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” muhterem kerîmeleri
Ümmü Gülsümü “radıyallahü teâlâ anhâ”, hazret-i Osmâna
“radıyallahü teâlâ anh” tezvîc buyurduklarında söyledikleri dahâ
önce beyân olunmusdur. Ibâdeti ve iyiligi de dahâ önce bildirildi.
Sîreti, iyiligi odur ki, Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ
anh” kalkdı, Osmân bin Affân hazretlerinin huzûruna gitmek
için çıkdı. Giderken yolda bir kadın gördü. Tekrâr ona bakdı.
Sonra huzûrlarına vardı. Osmân “radıyallahü anh” buyurdular
ki, (Yâ Ebâ Hüreyre! Gözlerinizde zinâ eseri görürüm!) Ebû
Hüreyre dedi, yâ Emîr-el mü’minîn! Resûlullahdan “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” sonra vahy inmis midir? Buyurdular,
vahy inmedi. Velâkin, mü’minin firâseti dogrudur. Nitekim,
Seyyid-il âlem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular
ki: (Mü’minin firâsetinden kaçınınız. Çünki, mü’min,
Allahü teâlânın nûru ile bakar.)
(Isâret): Islâmın bekâsı dört nesne iledir. Kırâet ile, tahâret
ile ve ibâdet ile ve mücâhede ile. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri,
bu dördünü de hazret-i Osmâna “radıyallahü teâlâ anh”
müyesser eyledi. Bu dört dâimâ onun için olur: Kur’ân-ı azîmi
kırâ’et için cem’ etdi. Rûme kuyusunu, mü’minlerin su içmesi
– 247 –
için satın aldı. Mescid-i serîfi ibâdet için genisletdi. Tebûk gazâsında
askeri mücâhede için techîz etdi.
Kırksekizinci Menâkıb: Haberde gelmisdir. Hazret-i Osmân
“radıyallahü teâlâ anh” bir gün, Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretlerinin, kendi evlerine hiç yiyecek
[ta’âm] göndermedigini isitmisdi. Evdekilerin rengi açlıkdan
degismisdi. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
mescid-i serîfe tesrîf buyurmus ve nemâz kılıyorlar idi.
Hazret-i Osmân “radıyallahü anh” bu hâli haber aldı. Hazret-i
Selmâna ıtab eyledi ki, niçin acele haber vermedin. O sâat bir
semîz koyun, bir mikdâr bal ve bir dank un getirdip, Âise-i Sıddîka
“radıyallahü teâlâ anhâ” hazretlerinin hücre-i serîfine
[evine] gönderdi. Yâ Âise, yâ ümmül mü’minîn! Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin bunu, hanımları
[evleri] arasında taksim edecegini biliyorum! Sen söyle ki
taksim etmesin. Ben her eve bu kadar gönderdim. Âise-i Sıddîka
“radıyallahü teâlâ anhâ” buyurdular ki, ben emr etdim. Koyunu
bogazladılar. Ekmegi pisirdim. Resûlullah “sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem” hazretleri, devletle ve se’âdetle mescid-i serîfden
geldiler. Bu unu, ekmegi ve balı gördüler. Bunlar nereden
geldi diye sordular. Hâdiseyi söyledim. Istedi ki, diger evlere
[hânelerine] de taksim etsin. Hazret-i Osmânın söyledigini
haber verdim. Mubârek ellerini kaldırıp, buyurdu ki: (Yâ Rabbî!
Osmânın gelmis ve gelecek gizli ve âsikâr günâhlarını afv
et!)
Kırkdokuzuncu Menâkıb: Osmân “radıyallahü teâlâ anh”
hazretlerinden süâl etdiler. Yâ Emîr-el mü’minîn! Allahü tebâreke
ve teâlâ hazretleri hakkı için söyle ki, bu makâma ne ile
ulasdın. Cevâb verdi ki, Kitâbullahı sag tarafıma koydum. Sünnet-
i Resûlullahı sol tarafıma koydum. Bilirdim ki, Allahü teâlâ
hazretleri benim sırlarımı bilir.
Haberde gelmisdir. Hazret-i Alî kerremallahü vecheh ve radıyallahü
anh”, Fâtimâ-tüz-zehrâ “radıyallahü teâlâ anhâ” üzerine
bir baska hanım dahâ almak istedi. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine kerîh gelip, hazret-i Alîye
üzüldüler. Hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” sefâ’at etdi.
Afv etmedi. Ömer-ül Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” sefâ’at
– 248 –
etdi. Afv etmedi. Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anh” sefâ’at
etdi. Afv buyurdular. Sonra sordular ki, yâ Fahr-i âlem ve
yâ seyyid-i veledi benî âdem! Neden Ebû Bekr ve Ömerin sefâ’atini
kabûl etmediniz de Osmânın sefâ’atini kabûl edip, afv
etdiniz. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri
buyurdular ki, (Bir kimsenin sefâ’atini kabûl etdim ki, Allahü
tebâreke ve teâlâ hazretlerine hitâb edip dese ki, yâ Rab! Bu
yer ile gökü yer degisdir, yer degisdirir. Veyâ dese ki, yâ Rab!
Ümmet-i Muhammedin cümle âsîlerine rahmet eyle! Allahü
teâlâ ve tekaddes hazretleri sefâ’atini kabûl edip, cümlesini afv
eder.)
Ellinci Menâkıb: Bir gün Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” hazretleri, Âise-i Sıddîkanın “radıyallahü teâlâ anhâ”
hücresinde [evinde] otururdu. Hazret-i Osmân “radıyallahü
anh” dört deve yükü bugdayı Fahr-i kâinâta hediyye etdiler.
Hizmetcileri geri gelip dediler ki, yâ efendi, bugdayı Habîb-i
Rabbil âlemîn, muhâcirîne verdiler. Hazret-i Osmân dört deve
yükü dahâ bugdayı gönderdi. Onu da Resûl-i ekrem hazretleri
Ensâra dagıtdılar. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh”
dört deve yükü bugdayı dahâ gönderdi. Fahr-i kâinât onu da
ıyâli arasında taksîm edip, evlerine gönderdiler. Getiren hizmetcilere
sordular ki, seyyidinize kaç deve yükü bugday getirmislerdi.
Hizmetciler dediler, oniki yük. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular. (Temâmını bize gönderdi.
Kendi için bir mikdâr alıkoymadı.) Mubârek ellerini kaldırıp,
buyurdu: (Yâ Rab! Ben Osmânın ihsânından âciz oldum. Her
kim bana ihsân etdi, Ben ona mükâfatını verdim. Ammâ Osmânın
mükâfâtından âcizim yâ Rab. Sen Osmâna karsılıgını
ver.) Derhâl Cebrâîl aleyhisselâm geldi. Buyurdu, (Yâ Muhammed!
Cebbâr-i âlem sana selâm eder. Buyurdu ki, Osmâna
benden selâm söyle. Söyle ki, biz ondan râzı olduk. Onu
Cennetde Muhammede refîk etdik. Arasat hesâbını ondan ref’
etdik. Eger sen ona mükâfatdan âciz isen, biz ona mükâfatdan
âciz degiliz.)
Ellibirinci Menâkıb: Bir gün hazret-i Osmân “radıyallahü
teâlâ anh” yedi tabagı altın ile doldurup, yedi hizmetcinin eline
verdi. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
– 249 –
hazretlerine hediyye gönderdi. Hizmetciler, tabakları huzûruna
koydular. Hazret-i Resûl-i ekrem buyurdular ki, geri gidin,
efendinize selâm götürün. Hizmetciler [köleler] dediler ki: Yâ
Resûlallah, efendimiz bizi de tabaklar ile size hibe etmisdir. Resûlullah
hazretleri buyurdular ki, (Yâ Rabbî! Osmânı sana havâle
etdim.) Hemen Cebrâîl aleyhisselâm geldi ki, (Allahü teâlâ
sana selâm eder ve buyurur ki, Osmâna benden selâm erisdir
ve de ki, Huld ve Na’îm Cennetini bu hediyyesine karsılık olarak
ona bagısladım.)
Elliikinci Menâkıb: Aliyyül-Mürtedâ “radıyallahü teâlâ
anh” Fâtıma-tüz-zehrâ “radıyallahü teâlâ anhümâ” hazretlerine
dügün yapmak istedi. Dünyâlıkdan hiçbir nesnesi yok idi ki,
harc etsin. Kendi zırhını pazara gönderdi. Satıp, dügününe harc
edecekdi. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” pazarda gezerken,
hazret-i Alînin zırhını tanıdı. Dellâlı çagırıp dedi ki, bu
zırha, sâhibi ne behâ [fiyât] ister. Dellâl dedi, dörtyüz dirhem ister.
Osmân “radıyallahü anh” buyurdu ki, gel akçasını al.
Se’âdethânesine vardı. Zırhı dellâldan alıp, behâsını verdi. Bir
dörtyüz dirhem de sayıp, zırhı da üzerine koyup, hazret-i Alîye
gönderdi. Buyurdu ki, bu zırh senden gayriye lâyık degildir. Bu
akçayı da dügüne harc et. Bizim özrümüzü de kabûl et.
Elliüçüncü Menâkıb: Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ
anh” Sâmdan yüz deve yükü bugday getiren kervânı geldi. Medîne-
i münevverede kaht [kıtlık] var idi. Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi
teâlâ aleyhim ecma’în” isitdiler ki, hazret-i Osmânın
kervânı gelmis, satlık bugdayı varmıs. Varıp müsterî oldular.
Bir menn’ine yedi dirhem verdiler. Hazret-i Osmân satmam,
dedi. Niçin dediler. Sizden dahâ fazla fiyât ile alıcı var. Her kim
dahâ fazla verirse ona veririm, dedi. Sahâbe-i kirâm magmûm
[gamlı] ve mahzûn dönüp, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ
anh” hazretlerinin huzûruna varıp, söylediler. Dediler, yâ
Sıddîk, yâ halîfe-i resûl-i muhtâr; bilmezsin ki, Osmân bu gün
bize neyledi. Biz bugdayını almaga vardık. Her menn’ine yedi
dirhem verdik. Vermedi. Bize, sizden dahâ fazla fiyât ile müsterî
var. Ona verecegim diye de cevâb verdi. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin eshâbına böyle cevâb
vermesi lâyık mıdır. Eshâbdan ve Muhâcir ve Ensârdan olarak
– 250 –
kim vardır ki, böyle ihtiyâc mahallinde malını satmayıp, ziyâde
[çok] para ister. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ
anh” buyurdular, sizin Osmân ile münâkasanız olmamısdır.
Onun hakkında kötü düsünmeyiniz ki, o Cennet-i Me’vâda Resûlullahın
refîkidir. Resûlullahın dâmâdıdır. Siz Osmânın sözünü
düsünmemissinizdir. Sonra Sahâbe-i güzîne buyurdular ki,
benim ile geliniz. Se’âdet ile kalkıp, hazret-i Osmânın yanına
geldiler. Hazret-i Osmâna buyurdular ki: Yâ Osmân! Eshâb sizden
sikâyet edip, sizin bir sözünüze üzülmüsler. Hazret-i Osmân
dedi ki; yâ halîfe-i Resûlillah, söylediklerim hakkında ne
söylerler. Ebû Bekr “radıyallahü anh” dedi ki: Sen demissin ki,
sizden dahâ fazla fiyât ile almak istiyen var. Hazret-i Osmân dedi
ki: Evet yâ halîfe-i Resûlillah! O fazlaya alan, onun birini yediyüze
alır. Bunlar biri yediye alır. Biz bu bugdayı ona verdik
ki, biri yediyüze alır. O yüz deve yükü bugdayı Medîne fukarâsına
tasadduk edip ve develeri de kurban etdi. Ebû Bekr-i Sıddîk
“radıyallahü teâlâ anh” bunu görüp, sâd oldu. Kalkıp, Osmân
“radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin alnından öpdü. Buyurdu
ki: Ben bilmisdim ki, Eshâb senin sözünü anlamamıslardır
ve murâdının ne oldugunu bilmemislerdir. O gece emîr-ül
mü’minîn Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh”, Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini rü’yâda gördü. Hulleler
giymis, mubârek basına sarıgını sarmıs; mubârek elinde bir
demet menekse ile, nâzik civânlar gibi gülerek bagdan geliyordu.
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki,
(Yâ Resûlallah! Nereden tesrîf edersiniz.) Buyurdular: (Osmân
bin Affânın ziyâfetinden geliyorum. Iyi sadaka verdi. Allahü tebâreke
ve teâlâ hazretleri dörtyüz yük misk ve anber hazret-i
Osmâna verdi.)
Ellidördüncü Menâkıb: Haberde gelmisdir. Resûlullah “sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurdular ki: (Osmân
bin Affânın sehîd oldugu vaktde, kıyâmet gününe kadar her
kim müslimânların erkeginden ve kadınından, Osmânın sehâdetini
okuyunca; yâhud dinleyince, yâhud fikr edince [düsününce],
onun sebebi ile mahzûn ve magmûm [gamlı] olup, gözünden
yas gelirse, o kimsenin kulagı, ölüm zemânında Lâ büsrâ
[müjde yok] nidâsını isitmez. Onun gözü kabrde ve kıyâmetde
karanlık ve körlük görmez. Onun gönlü dünyâda ve âhıretde
– 251 –
ayrılık derdi ile dertlenmez.) [Ya’nî müjde var nidâsını isitir.
Kabr ve karanlıkda görür. Gönlü açık olur.]
Ellibesinci Menâkıb: Hazret-i Aliyyül Mürtedâ “kerremallahü
vecheh”, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinden
sordu: (Yâ Resûlallah! Kıyâmet günü evvelâ kimin
hesâbını görürler.) Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
hazretleri buyurdular ki, (Evvelâ hesâbı görülen benim.
Sonra Ebû Bekr, sonra Ömer, sonra sen yâ Alî!). Hazret-i Alî
dedi ki, (Osmânın hesâbı nasıl olur?) Buyurdular ki, (Benim bir
vakt Osmâna bir hâcetim düsdü [ihtiyâcım oldu]. O hâceti Osmândan
gizli taleb etdim [Gizlice yapmasını istedim]. Osmân o
hâcetimi [istegimi] gizlice yerine getirdi. Ben Hak sübhânehü
ve teâlâdan ricâ etdim [istedim], Osmânın hesâbı gizli olsun.)
(Düâ): Emîr-ül mü’minîn Osmân “radıyallahü teâlâ anh”
dâimâ bu düâyı okurdu: (Allahım! Dînimi, islâmımı, emânetimi
ve îmânımı, fercimi [hayâmı] muhâfaza eyle!)
Osmân; üçüncü meh-i hilâfet,
mazlûm-ü sehîd-ü zü se’âdet.
Dâmâd-ı Nebî, kemâl pîse,
ferhunde likâ, seh-i firâset.
Ol himmet edip, becân ol dem,
techîz olundu, ceys-i usret.
Bu dîn-i mübîne, her cihetle,
hizmetle buldu, fevz-u rif’at.
Eylerdi hayâ, Melâik, ondan,
tashîh olundu, bu rivâyet.
Nûreyni sahâbet etdi; oldu,
mahsûs ona, bu büyük devlet.
Sevmek gerek, ol bihin kadrî,
Islâma budur, büyük alâmet.
Ayrılma! O sem’i râh-ı dinden,
lâzımsa sana eger hidâyet.
Etsin o sehin Hudây-ı mennân,
rûhuna hezâr ravh-u ihsân.
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)