Thread Rating:
  • 0 Vote(s) - 0 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Mehdi Kur’an’da neden geçmiyor, hikmeti nedir?
#1
Mehdi Kur’an’da neden geçmiyor, hikmeti nedir?

- Hz. Mehdi’nin Kur’an’da açıkça geçmemesinin elbette bir hikmeti vardır. Bu hikmeti bilmemiz, olmadığını göstermez.

- Kur’an’da açıkça yer almaması, onun önemini eksiltmez. Veya ilgili hadisleri toptan reddetmeye bir vesile olmamalıdır. Zira, Namaz’ın rekatları, kılınış biçimi de Kur’an’da yoktur.

Deccal ile ilgili hadisler tevatür derecesinde ve çok daha yaygın olmasına rağmen, onun da Kur’an’da açıkça yer almadığı ortadadır.

Ye’cüc-Me’cüc, Dabbe gibi bazı konular dışında kıyamet alametleri Kur’an’da yer almamıştır.

Belki bir hikmeti, imtihan sırrıdır. Bu gibi konular açıkça Kur’an’da yer alsaydı, bu konuları yanlış yorumlayarak fitnelere sebep olanlar da olacaktı. Hadislerde yer almaları, mevzuyu biraz hafifletmiştir. Kur’an’da ifade edilseydi, taraftarlar ve muarızlar arasında değişik yorumlarla ümmetin huzurunu kaçıracak olaylara sebebiyet verilebilirdi. Hem de her cemaat kendi büyüğünü daha şiddetli savunacak ve muarızlarını ifşa edecekti.

Halbuki bunların açıkça görülmesi imtihanın sırrına aykırıdır. Bu sır içindir ki, bu konular hadisler bile müteşabih olarak değerlendiriliyor.

Bu sırrın bir hikmetini şu açıklamlarda görmek mümkündür:

“İman ve teklif ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tedkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî mes'eleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zarurî olmaz. Tâ ki Ebu Bekirler a'lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safilîne düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mu'cizeler seyrek ve nâdir verilir.”

“Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alâmet-i kıyamet ve eşrat-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur'aniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, Güneş'in mağribden çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tövbe kapısı kapanır; daha tövbe ve iman makbul olmaz. Çünki Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar. Hattâ Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın nüzulü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselâm olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hattâ Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müdhişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.” ( Nursi, Şualar, 579)


-------------------------

Mehdi ile alakalı bazı rivayetlerden, Mehdi' nin insanüstü bir şahıs olarak vasıflandırıldığı görülmektedir. Bu rivayetler nasıl değerlendirmeliyiz ?

Deccalı da, Mehdî'yi de beşerüstü, harikulâde varlıklar olarak düşünmek doğru olmaz. Böyle bir anlayış, İslâmî anlayışa, Cenab-ı Allah' ın âdetullah adı verilen kanunlarına ve fıtrat düsturlarına ters düşer. Peygamberin bile her işi olağanüstü olmadığına göre Mehdîden nasıl böyle şeyler beklenilebilir?

Elbette Hz. Mehdî yeri ve zamanı gelince kerametler gösterecektir. Ama her hali harika değildir. Mevdûdî'nin dediği gibi, "Mehdî ne zaman gelirse gelsin, o zamanın bilgisini, kültürünü, ahvalini, zorunlu şeylerini çok iyi bilecek ve zamanına uygun tedbirleri alacak, dönemindeki fennî ve ilmî buluşlardan, âletlerden faydalanacak, onları en iyi şekilde kullanacaktır." ( 1)

Peki, Deccalın da, Mehdînin de rivayetlerde geçen harikulâde icraatlarını nasıl yorumlayacağız? Bunları tek başlarına mı yapacaklar?

Hayır. Şahs-ı mânevîleriyle yapacaklar.

Evet, Deccal tahribatını, bir şahs-ı mânevîye, yani bir komiteye, cemiyete dayanarak yaptığı gibi, Hz. Mehdî de o tahribatı, "ihlas, sadakat ve dayanışmayı" esas alan cemaati, seyyidler ve kademe kademe diğer Müslümanların da desteğini alarak tamir edecektir. Cenab-ı Hak ihlas, sadakat ve dayanışmalarına mükâfâten onları muvaffak kılacaktır. Tarihte bunun örnekleri az değildir. İhlaslı nice az topluluk, nice çok toplulukları mağlup etmiştir. Talut'un askerleri çok muydu? Bedir Ashabı, kendilerinin üç katı müşrikleri nasıl perişan etmişlerdi? Malazgirt'te dört kat düşman kuvvet, Alparslan'ın askerleri karşısında darmadağın olmamış mıydı?

Evet, Mehdîye isnad edilen, başaracağı belirtilen bir kısım harika faaliyetlerin ancak bir şahs-ı mâneviyle gerçekleştirilmesi söz konusu olabilir. Meseleye şahıs bazında bakılırsa, o zaman bir değerli hocamızın dediği gibi, "Hz. Peygamberin bile başaramadığı işleri başaracak olan Mehdî anlayışını nereye yerleştireceksiniz?"( 2) demekten kendimizi alamayız.

------------------
Deccale uyacakların çoğunluğu kadınlardır, şeklindeki hadisin tercüme ve izahını yapar mısınız?


ينزل الدجال بهذه السبخة بمرقناة، فيكون أكثر من يخرج إليه النساء، حتى أن الرجل ليرجع إلى حميمه وإلى أمه وابنته وأخته وعمته فيوثقها رباطا مخافة أن تخرج إليه، ثم يسلط الله المسلمين عليه فيقتلونه ويقتلون شيعته، حتى أن اليهودي ليختبيء تحت الشجرة أو الحجر فيقول الحجر أو الشجرة: يا مسلم! هذا يهودي تحتي فاقتله ( Kenzul Ummal, 38831)

“Deccal şu tuzlaya, kanalın geçtiği yere iner/oturur/karargâh kurar. En çok kadınlar yanına gider. Öyle ki, kişi -deccalin yanına gider endişesiyle- kendi yakını olan bir kadının, annesinin, kızının, bacısının, halasının yanına döner de onu sağlam bir bağ ile sıkıca bağlar."

"Daha sonra Allah Müslümanları ona musallat eder de onu ve taraftarlarını öldürürler. Hatta ( Müslümanlardan kaçmak için) bir ağacın veya bir taşın arkasında saklanmış olan Yahudiyi ele vermek için, ağaç veya taş: ‘Ey Müslüman! Altımda / arkamda Yahudi var, gel de öldür.’ diyecektir.” ( Kenzu'l-Ummal, 38831)

Bu hadis rivayetinin manası açık değildir. Şu Sebha / Tuzla denilen yer neresidir? Kanal neresidir? Bunların yerini tayin etmek zordur. Bunları ancak -eğer sahih ise- olay olduğunda ehl-i basiret anlar.

Sebha/Sebeha kelimesi tuzla anlamındadır. Bu ise, çorak ve verimli olmayan yer manasına da gelir. Bu ise, fakir, yoksul kimselerin yurtlarına işaret sayılabilir. Bu özelliğe sahip pek çok çapulcunun bol olduğu bu ülkeye Lenin, Stalin, Troçki gibi deccalerin gücünü gösteren konimizmin yerleşmesi, hadisin bir kısmını açıklar mahiyetindedir.

أحذركم المسيح وأنذركموه. وكل نبي قد حذر قومه وهو فيكم أيتها الأمة! وسأحكي لكم عن نعته ما لم يحك الأنبياء قبلي لقومهم، يكون قبل خروجه سنون خمس جدب حتى يهلك كل ذي حافر، قيل: فيم يعيش المؤمنون؟ قال: بما يعيش به الملائكة، ثم يخرج، وهو أعور وليس الله بأعور، بين عينيه ( كافر) يقرؤه كل مؤمن كاتب وغير كاتب، أكثر من يتبعه اليهود والنساء والأعراب، يرون السماء تمطر وهي لا تمطر والأرض تنبت وهي لا تنبت، ويقول للأعراب: ما تبغون مني؟ ألم أرسل السماء عليكم مدارا وأحيي لكم أنعامكم شاخصة ذراها خارجة خواصرها دارة ألبانها؟ ويبعث معه الشياطين على صورة من قد مات من الآباء والإخوان والمعارف، فيأتي أحدهم إلى أبيه أو أخيه فيقول: ألست فلانا؟ ألست تعرفني؟ هو ربك فاتبعه، يعمر أربعين سنة، السنة كالشهر والشهر كالجمعة والجمعة كاليوم واليوم كالساعة والساعة كاحتراق السعفة في النار، يرد كل منهل إلا المسجدين، أبشروا، فإن يخرج وأنا بين أظهركم فالله كافيكم ورسوله، وإن يخرج بعدي فالله خليفتي على كل مسلم. ( Kenzul Ummal, 38779 kaydettiğim aşağıdaki rivayet için ise bk. no: 39687)

"Sizi mesih / deccalden sakındırıyor ve ona karşı sizi uyarıyorum. Her peygamber kavmini ( bu konuda) uyarmıştır. Ancak Ey Ümmetim! O sizde çıkacaktır. ( onun için), Ben size benden önceki peygamberlerin kavimlerine anlatmadıkları bazı özelliklerini anlatacağım."

"Onun çıkmasından önce bütün canlıların helak olduğu beş kıtlık yılı olacaktır. 'Peki o gün müminler ne ile yaşarlar?' diye sorulduğunda, 'Meleklerin yaşadığı şeyle ( tesbih-tekbir-tehlil gibi zikirlerle) yaşarlar.' diye cevap verdi."

"Sonra o güzü şaşı olarak çıkar. Allah ise şaşı değildir. İki gözü arasında 'kafir' yazılı olur. Okuma-yazması olan da olmayan da her mümin onu okur. Ona en fazla tabi olanlar Yahudiler, kadınlar ve bedevilerdir."

"( İnsanlar) gökten yağmur yağmadığı halde yağdı sanırlar. Yer bitki bitirmediği halde bitirdiğini sanırlar. Cahil bedevilere şunları söyler: 'Benden daha ne istersiniz? Size yağmuru yağdırmadım mı, sığırlarınızı-davarlarınızı sizin için canlandırmadım mı, göğüsleri sütün fazlalığından ters döndüğünü görmüyor musunuz?'”

"Onunla birlikte bazı kimselerin ölmüş babaları, kardeşleri, tanıdıklarının kılığına giren şeytanlar vardır. Kişinin ölmüş babası veya kardeşinin kılığına girerek gelir ve 'Beni tanımıyor musun? İşte bu ( deccali kastederek) senin rabbindir, o halde ona tabi ol!' diyerek telkinde bulunur."

"Deccal ( çıktıktan sonra) kırk yıl yaşar. Bir yılı bir ay, bir ayı bir hafta, bir haftası bir gün, bir günü bir saat, bir saat ise bir hurma yaprağının ateşte yandığı miktar( bir-iki dakika) kadardır."

"İki Mescit ( Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi) hariç her yere girer."

"Size şunu müjdeliyorum ki: eğer aranızda olduğum bir zamanda gelirse, Allah ve resulü sizin için kâfidir. Yok eğer banden sonra gelirse, benim yerime her müslümana Allah bakar.” ( Kenzul Ummal, 38779)

Bu rivayette, deccalin bazı vasıfları zikredilmiştir.

Evvela, onun bu ümmetten çıkacağı bildirilmiştir. Onun gözü -maddeten- şaşı olduğu gibi, gittiği yolun da manevi körlük ve sapıklık olduğu ifade edilmiştir. Deccalin en büyük kuvveti yahudilerdir. Fıtraten cemal-perest olan kadınlar ve yoksulluktan şikayetçi olan cahil bedeviler de ona isteyerek tabi olurlar. Alnında/başında/cebhesinde yazı olmadığı halde onun küfrünü gösteren bir alamet bulunur. Zaman oldukça bereketsizdir. Sabah-akşam olur da kişi istediği işini yapmamıştır. İşlerin fazla olduğundan kinaye de olabilir. İletişim, ulaşımın kısa zamanda yapılacağından haber vermiş olabilir.

قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: يخرج الدجال عدو الله ومعه جنود من اليهود وأصناف الناس، معه جنة ونار ورجال يقتلهم ثم يحييهم، معه جبل من ثريد ونهرمن ماء وإن سأنعت لكم نعته! إنه يخرج ممسوح العين، في جبهته مكتوب ( كافر) يقرؤه كل من كان يحسن الكتاب ومن لا يحسن، فجنته نار وناره جنة، وهو المسيح الكذاب، ويتبعه من نساء اليهود ثلاثة عشر ألف امرأة، فرحم الله رجلا منع سفيهته أن تتبعه والقوة عليه يومئذ بالقرآن، فإن شأنه بلاء شديد، يبعث الله الشياطين من مشارق الأرض ومغاربها فيقولون له: استعن بنا على ما شئت، فيقول لهم: انطلقوا فأخبروا الناس أني ربهم وإني قد جئتهم ، ( Kenzul Ummal, 39687)

- ( Rivayete göre), Resulullah şöyle buyurdu:

“Allah’ın düşmanı Deccal çıktığında Yahudilerden askerler ve bir kısım insanlar onun yanında yer alır/onunla birlikte olur. Onun yanında cennet ve cehennem bulunur. Bazı adamları öldürür, sonra diriltir."

"Beraberinde dağdan bir tirit ( dağ kadar büyük bir tirit-seride- yemeği) ve bir su ırmağı bulunur. Şimdi de size onun bazı vasıflarını bildireceğim:

"O, gözü tümsek gibi düz ( kör) olduğu bir şekilde çıkar. Alnında 'kafir' yazılıdır. Okuma-yazması olan da olmayan da onu okur."

"Onun cenneti ateştir / cehennemdir. Ateşi ise cennettir. O çok yalancı mesihitr. Yahudi kadınlarından 13.000 kadın ona tabi olur. Maiyetindekileri ( aile efradını) ona tabi olmaktan alıkoyan kimseye Allah rahmet etsin."

"O gün onu mağlup edecek kuvvet yalnızca Kur’an’dır."

"Onun durumu ( insanlar için) büyük bir fitnedir, bir imtihandır. Öyle ki, Allah yeryüzünün doğusundan ve batısından şeytanlar gönderir de onlar deccale 'Bizden dilediğin yardımı iste.' derler. O da: 'Gidin, insanlar benim onların rabbi olduğumu, onlara cennet ve cehennemle birlikte geldiğimi, söyleyin.' der. Ve şeytanlar her tarafa dağılırlar, öyle ki bazen bir tek kişiye yüzden fazla şeytan musallat olur.” ( Kenzu’l-Ummal, 39687)

Bu rivayetten anlaşılan şudur ki: Deccal gözü kördür veya kör gibidir. Yazı olmayan bir alamet onun kâfir olduğunu ( basiret ehline)gösterir.

O günkü insanların açlığından istifade ederek, ekonomik gücüyle onları kendine tabi eder. I. dünya savaşı sonrasında olduğu gibi, bir kıtlık olacak ki ekonomik olarak deccalin sofrası önem arzeder. Bazıları dünya malı için dinini dünyaya satar.

Özellikle onun en büyük kuvveti Yahudilerdir. Yahudi kadınları sosyal hayatın değişik sahnelerinde yer alıp diğer kadınları da ve erkekleri de baştan çıkarırlar. Bu gün dünyanın değişik bölgelerinde sefahate davet eden kadın derneklerinin belki de çoğu Yahudi patentlidir.

İnsanlardan ve cinlerden şeytanlar iş başında olur. Cin şeytanlar vesveselerle, insan şeytanlar açık telkinleriyle, materyalist felsefeleriyle, sefahati güzel göstermekle deccalin yolunun doğru olduğu yönünde sıkı mesai yaparlar.

----------------

Bir hadiste okudum, otuz deccal çıkmadan kıyamet kopmaz, diye... Biz bir tane deccal çıkacak biliyorduk, açıklar mısınız?

Deccalların sayısı çoktur, her asrın deccalları vardır. Bir hadis-i şeriften bunların sayısının otuzu bulacağını öğreniyoruz.( 1)

Bunlar arasında âhir zaman deccallarının apayrı yeri vardır. Çünkü daha dehşetlidirler. Bunlar da iki tanedir. Biri, büyük Deccal'dır, dünya çapında çıkar; diğeri de İslâm Deccalıdır. Buna Hz. Ali ( ra) ( 2) ve bir kısım ehl-i tahkik Süfyan demişlerdir ( 3) ve Hz. Ali ( ra) hep bu Deccal'den bahsetmiştir.( 4) Süfyan, Müslümanlar içinde çıkacak ve aldatmakla iş görecektir.

Deccalla ilgili Buharî ve Müslim dahil birçok hadis kitabında çokça sahih hadis bulunmaktadır. Doğrusu Deccalın vasıfları ve icraatı hariç, geleceğiyle ilgili hiçbir tartışma bulunmamaktadır.

Öyleyse Deccalın geleceği ne kadar kesinse Mehdî'nin gelişi de o ölçüde kaçınılmazdır. Çünkü zehir panzehirsiz düşünülemez. Nemrudu Hz. İbrahim ( as)'siz, firavunu Hz. Musa ( as)'sız düşünemeyeceğimiz gibi, Deccalı da Mehdîsiz düşünemeyiz. Deccal varsa Mehdî de vardır.


---------------------------

Mehdî ve Deccal inancının diğer dinlerden İslamiyete geçtiği iddiasına ne dersiniz ?


Mehdî ve Deccal inancının şu veya bu şekilde hemen hemen bütün dinlerde bulunması, illâ ki onun bâtıllığını göstermediği gibi ondan etkilenmiş olabileceğine de işaret etmez. Aksine bütün insanlığı ilgilendirecek ehemmiyette bir konu olduğuna delil olabilir. İslâmın geliş sebeplerinden biri de semavî dinlerin doğru yönlerini teyid, yanlışlarını tashih etmek değil midir?

Mevdudî, Mehdî inancının sadece diğer dinlere ait cemaatlerde bulunduğu şeklindeki anlayışı bâtıl bir itikad olarak görmekte ve şöyle demektedir:
“Dünyadaki hayatın son bulmadan, İslâmın dünya dini olarak zuhur edeceğini, keder ve ümitsizliğe kapılmış insanın kendi îcadı ve inancı olan bir sürü ‘izm’leri denedikten sonra Allah'ın ‘izm’ine ilticaya mecbur kalacağını, bu işin tahakkuku ise, Peygamber Efendimizin ( a.s.m.) tarafından ortaya konulan ölçülerle hareket edecek, çalışacak ve İslâmı asıl hüviyeti ile yayacak olan bir lider tarafından mümkün olacağını, Peygamber Efendimiz gibi ondan evvel gelmiş olan peygamberlerin de kendi cemaatlerine söylemiş olabileceklerini zannetmekteyim. Hem de böyle bir tebşirâtın bâtıl tarafı nerede?”

Mevdûdî, Mehdî inancının gayr-ı müslim cemaatlerde de bulunuşunu açıklarken, bunu, diğer peygamberlerden gelen rivayetlerden aldıklarını, fakat hürafeler katarak yorumladıklarını da söyler.( 1)

İslami kaynaklara İsrâliyât ( Yahudi kaynakli bilgiler) karışmış olamaz mı?

Elbette mümkün. Ama bir sarraf hassasiyetiyle hareket eden ehl-i tahkik İslâm âlimleri bunlar içerisine girebilen İsrâliyâtı da ayıklamayı bir vazife bilmişlerdir. Deccalın bir adada bağlı olduğu, âhirzamanda çıkacağı ile ilgili ve İbni Sayyad hadisi bazı noktalardan tenkitlere tâbi tutulurken, İsrâliyatla ilgili rivayetler de bir bir ayıklanmıştır. Meselâ İbni Hacer el-Askalânî bazı hadislerin Ehl-i Kitaptan alınabileceğine işaret etmiştir. Ona göre "Deccal fitnesinden on iki bin erkek ve yedi bin kadın kurtulacaktır" meâlindeki rivayetle, "Deccal insan değil, altmış halkalı zincirle bağlanmış bir şeytandır" rivayetinin Ehl-i Kitaptan alınabileceğini söylemektedir.( 2)

--------------

Hz. Mehdî'ye ihtiyaç var mıdır ?

Rivayetlerde ifade edilen ahirzamanın dehşetli atmosferi içerisinde * insanlığı bulunduğu bu kaostan kurtaracak bir Mehdî'ye duyulan ihtiyacı zorunluluk derecesine getirmiyor mu?

Konuya biraz daha tahşidat yapacak olursak, gelmesinin gerekliliği, zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

İhtilafların, kargaşanın, zulmün yaygınlaştığı bir dönemdir Hz. Mehdînin dönemi. O günler âdetâ gün doğmadan önceki zifiri karanlıkları andırır.

Ebû Saidi'l-Hudrî'den rivayet edildiğine göre birgün Allah Resûlü, “Size Mehdî'yi müjdeleyeyim mi?” diye sormuş ve devam etmişlerdi: “O ümmetim içinde insanlar arasında ihtilaflar ve sarsıntılar başgösterdiği zaman gönderilir. Zulüm ile dolan yeryüzünü adaletle doldurur. Ondan gökler ve yer ehli razı olur.”1

Evet, fitnenin kol gezdiği bir devrenin adamıdır Hz. Mehdî. Bu korkunç fitneden sakındırmayı ihmal etmeyen Allah Resûlü, bunun İslâm Deccalı Süfyan'a ait olduğunu dahi bildirmiştir. Öyle ki ümmetini yedi fitneden sakındırırken bu fitneye de dikkat çekmiştir. Bu yedi fitneden birinin Şam'da çıkacağını ve buna Süfyanî fitne 2 denileceğini bildiriyordu. Geçmiş dönemlerde İslâma merkezlik yapan Şam ilelebet böyle kalacak demek değildi. Sonraki dönemlerde başka bir şehir İslâma merkezlik yapabilirdi. Öyleyse Süfyan başka bir İslâm merkezinde de çıkabilirdi.

Bu fitne ve fesada, karışıklıklara, ahlâk bozukluğuna başka hadis-i şeriflerde de dikkat çekilmiştir:


“Dünya herc ü merc olduğu, fitneler zuhur ettiği, yollar kesilip insanlar birbirlerinin mallarını yağma ettikleri; büyük küçüğe merhamet, küçük de büyüğe saygı duymadığı zaman, Allah ( Hz. Mehdî'yle) dalâlet kalelerini fethedecek, kapalı kalbleri açacak, dini ilk zamanlarda ikàme ettiği gibi âhirzamanda da yeniden ikàme edecektir. Dünya zulümle dolduğu zaman adaletle dolduracak birisini gönderecektir.”3



İnsanlık tarih boyunca nice musibetlere, zulüm ve işkencelere maruz kalmıştır. Âhirzaman ise az önceki rivayette de belirtildiği gibi insanları ümitsizlik ve karamsarlığa itici, kuvve-i mâneviyelerini sarsıcı hadiselerle doludur. Hele mânevî tahribatı öylesine büyük ve icraatı öylesine dehşetli bir Deccal fitnesi vardır ki, Hz. Nuh'tan itibaren bütün peygamberler ümmetlerini bu şerden sakındırma ihtiyacını hissetmişlerdir.

Cenab-ı Hakkın İlâhî kànun ve âdeti ise her devirde bunalan insanlığı gönderdiği mânevî görevlilerle kurtarmak şeklinde kendini göstermiştir. Geçmiş devirlerde raydan çıkan, bozulan insanları düzeltmek için peygamberler gönderdiği gibi, âhirzaman denilen Peygamberimizden Kıyamete kadarki süre içerisinde de maddî ve mânevî felaketlere maruz kalan insanları desteklemek için de müceddit, mürşid, bir nevi mehdî denebilecek büyük zâtlar göndermiştir. Ümmetin bozulduğu dönemlerde gelen bu zâtlar, mü'minler için büyük bir dayanak noktası olmuşlardır.

Şiîlerin inandıkları tarzda Sünnîlikte bir Mehdî inancı bulunmadığını söyleyen Prof. Dr. A. Salim Kılavuz, ancak Mehdî inancının bir sosyolojik vâkıa olarak var olageldiğini, "Toplumların baskı, zulüm, istibdat altında inledikleri, maddî ve mânevî sıkıntı ve buhranlara maruz kaldıkları çalkantılı dönemlerde, kendilerini bu durumdan çıkarıp ıslah edecek, yol gösterecek, karizmatik lidere Müslümanların ihtiyacı olduğu da sosyolojik bir vâkıadır" cümleleriyle ifade ettikten sonra şu gerçeğe de parmak basma ihtiyacını hissediyor:


"O halde İslâm ümmeti her dönemde ve her şartta, önce fert sonra toplum plânında İslâmlaşmak sûretiyle, kendi içerisinden, hakkı, adaleti, huzuru, sükûnu sağlayacak ve Allah'ın sözünü yüceltecek, ıslahatçı, müceddit, müçtehid olan mürşidler, önderler, liderler çıkaracaktır ve çıkarmak zorundadır."4



Çağımızın önemli âlimlerinden biri olan Mevdûdî de kaynaklara dayanarak ister çağımızda, isterse asırlar sonra gelecek olsun hem akl-ı selîm, hem fıtrat, hem de dünya gidişâtının Hz. Mehdî'yi gerektirdiğini söyler...

Avamın, yani halkın, bir bakışıyla kâfirleri mahvedecek, bedduâsıyla tankları ve uçakları imha edecek eski zaman kıyafetli, modası geçmiş, mistik görünüşlü ve birgün âniden medreseden çıkıverecek bir Mehdî'yi beklerlerken, ”yenilikçi mûcidler”in de bunu imkânsız gördüklerini belirtir, “Nasıl bir Mehdî?” sorusunu da şöyle açıklar:


“Fikrime göre gelecek olan kimse bütün cârî şubelerine ve hayatın ana problemlerine de çok derin nüfûza sahip ve çağının en modern bir lideri olacaktır. Devlet idaresi, siyasî basiret ve harpteki stratejik hüner bakımından bütün dünyayı hayran bırakacak.”



Mevdûdî, Hz. Mehdî'nin bir taraftan gerçek İslâm ruhunu yayarken, diğer taraftan da amelî inkişaf ve tekâmüle sonsuz bir hız kazandıracağını söylemekte ve sonra da şu noktaya dikkat çekmektedir:


“Şayet İslâmın beklenen dünya hâkimiyeti fikri, fikir, kültür ve siyaset bakımından tahakkuk edecekse, o vakit şumüllü ve kudretli bir liderliği sayesinde böyle bir inkılâbı tahakkuk ettirecek büyük bir liderin zuhuru da kezâ şarttır. Böyle bir liderin zuhuru fikrine yan bakanların akl-ı selîm noksanlığına hayret etmekteyim! Bu dünyada Lenin ve Hitler gibi günahkâr liderlerin sahnede görülebilmesine rağmen; aynı hal, fazilet timsali bir lider için neden uzak ve meşkûk ( şüpheli) addedilsin.”5



Bediüzzaman ise, her asrın bir nevi mehdîlere ve âhirzamanın büyük Mehdîsine duyulan ihtiyacı anlatırken, Resûl-ü Ekremin ( a.s.m.) vahye dayanarak, asırları yeisten kurtarmak, moral vermek, kuvve-i mâneviyeyi takviye etmek, dehşetli hadiselerde yeise düşmekten kurtarmak, âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nûrâniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i îmanı rabt etmek için, Mehdîyi haber verdiğini, âhirzamanda gelen Mehdî gibi, herbir asrın, Âl-i Beytten bir nevi mehdî, belki mehdîler bulduğunu kaydeder.6

Başka bir yerde ise, Cenab-ı Hakkın, kemal-i rahmeti gereği, şeriat-ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya müceddit veya bir halife-i zîşan veya bir kutb-u âzam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nevi mehdî hükmünde mübarek zatlar gönderdiğini, fesadı izale edip milleti ıslah ettiğini, din-i Ahmedî'yi ( a.s.m.) muhafaza ettiğini belirten Bediüzzaman, sonra da şunları söylüyor:


“Mâdem âdeti öyle cereyan ediyor; âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddit, hem hâkim, hem Mehdî, hem mürşid, hem kutb-u âzam olarak bir zât-ı nûrânîyi gönderecek ve o zât da, Ehl-i Beyt-i Nebevîden olacaktır.”



Sebeplerin buna müsait olduğunu ve kudret-i İlâhiye açısından hiç de zor olmadığını ifade eden Bediüzzaman, “‘Eğer muhbir-i Sadıktan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lâzım gelir ve olacaktır’ diye ehl-i tefekkürün hükmettiğini”7 söyler.

Bu izahlardan sonra Hz. Mehdî'nin gelmesinin zarureti hakkında şunu söyleyebiliriz:

Hz. Mehdî, Deccalın dehşetli fitnesini def'ecek büyük bir mâneviyat kutbu olduğu içindir ki bilhassa o devirde yaşayan ehl-i îman için büyük bir nokta-i istinad olacaktır. Èmanların tehlikeye düştüğü, tarihte emsaline az rastlanır tarzda zulüm ve istibdadın hükmettiği bir zamanda o gelip gönüllere su serpecek, Allah'ın varlığını, birliğini kalblere nakşedecek, îmanın hazzını yaşatacak, musibetlere karşı dayanma gücü kazandıracaktır. Bu ihtiyaç münasebetiyle olsa gerektir ki, bir hadis-i şerifte, Sahabe, Resûlullahtan sonra bir hadise olacağından korkmaları ve Resûlullaha sormaları üzerine Allah Resûlü onlara Hz. Mehdî'yi müjdelemişlerdi.8 Yine ihtiyaç sebebiyle olacak ki o dönemin insanları bal arılarının arı beyine sığındıkları gibi Hz. Mehdî'ye sığınacak,9 onu baştacı edineceklerdir. Kurtubî'nun Tezkire'sinde belirtildiğine göre de, insanlar dört bir yandan gelip ona bîat edeceklerdir.10

Yine bir hadis-i şerifte Hz. Mehdî'yi olan bu ihtiyacın önemi ve büyüklüğü sebebiyledir ki dünyanın yıkılmasına birgün kalsa bile, Cenab-ı Hak o günü uzatıp Hz. Mehdî'yi göndereceğinden bahsedilmektedir.11

------------------------------
* Bkz : sorularlaislamiyet.com/article…-bilgi-verir-misiniz.html
1. Ikdü'd-Dürer, Varak: 54a; Kitabü'l-Fiten, Varak: 51ab.
2. İkdü'd-Dürer, Varak: 23a-b.
3. Taberânî, Mu'cemü'l-Kebîr.
4. Prof. Dr. Salim Kılavuz, “Mehdî Meselesi,” İslâm, Temmuz 1996, s. 16.
5. Mevdûdî, İslâmda İhya Hareketleri, s. 48, 49.
6. Nursî, Mektûbât, s. 96.
7. A.g.e., s. 425.
8. Tirmizî, Fiten: 43.
9. el-Burhan, Varak: 82a.
10. Tezkiretü'l-Kurtubî, s. 187.
11. Ebû Davud, Mehdî: 4; Tirmizî, Fiten: 43.

------------------------
( 1) Ebû’l-A’lâ el-Mevdûdî, İslâmda İhyâ Hareketleri, çev. Halil Zefir. ( Ankara: Hilal Yayınları: 1967), s.
( 2) İbni Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Barî ( Riyad: Muhibbüddin el-Hatip v.d. nşr.:1389), 16:205.
-----------------------

Dipnot:
( 1) Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten: 1.
( 2) Gazalî, İhyâü Ulûmiddin, 1:59
( 3) Berzencî, el-İşâa fî Eşrâti's-Sâa, s. 95-99; Muhtasar u Tezkireti'l-Kurtubî, s. 133-134; Şuâlar, s. 501, 504.
( 4) Şuâlar, s. 501.

--------------------------
( 1) Mevdudî, Ebu’l-A’la, Meseleler ve Çözümleri, çev. Yusuf Kara ( İstanbul: 1990), s. 51.
( 2) Prof. Dr. Avni İlhan. "Mehdî ve Mehdîlik," İslâm, Temmuz 1996, s. 31.
----------------------



1. Daniel, VII:7, VIII:10.
2. Hezekiel, 38-39.
3. Daniel, VII:8, 24.
4. II. Selaniklilere, II:8-10.
5. Yeni Ahit, Peschitta nüshası, Matta: 24.
6. Matta, XXIV:3-4, 11-13.
7. Matta, XXIV:24-26.
8. I. Yuhanna, II:18.
9. Sarıtoprak, A.g.e., 1992, s. 34.
10. Markos, XIII:5-7, 21-23.
11. Luka, XXI, 5-9.
12. Sarıtoprak, A.g.e., s. 35.
13. II. Selâniklilere, II:3-5.
14. Sarıtoprak. A.g.e., s. 37.
15. A.g.e., s. 38-39.
16. A.g.e., s. 43.
17. A.g.e., s. 44.

Kaynaklar:

1. Süyûtî, el-Havî, 2:67-68; el-Burhan, v. 87a.
2. Tirmizî, Kitabü'l-Fiten, 34; İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 36, Hurûcü Mehdî: 34.
3. İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 36 ( H. 4082, 4084); Müstedrek, 4:465.; İbni Kesir, Kitabü'n-Nihaye, 1:28-29.
4. Ebû Avane, Müsned, 4:476.
5. Ikdü'd-Dürer, Varak: 7b.
6. Ebû Davud, Mehdî: 1 ( H. 4282); Tirmizî, Fiten: 52 ( H. 2231-2232).
7. Tac V, 363
8. TAFTAZANİ, Mesud b. Ömer, Şerhu’l-Makasıd, I-V, Tahkik, ta’lik Abdurrahman Amire, Alemu’l- Kütüb, Beyrut, 1989, V, 312; krş, et-Tac, V, 343, ( Kitabu’l- Fiten, bab, 7)
9. İbni Manzur, Lisanü'l-Arap, ( İbni Manzur, h-d-y md), 15:354.
10. İbnü'l-Esir, Ebû’s-Saadât el-Mübarek bin Muhammed el-Cezerî, Üsdü'l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahabe, I-VIII ( Kahire: ts), 4:31.
11. Tirmizî, İlim: 16; İbni Mâce, Mukaddime: 6; Ebû Davud, Sünnet: 5.
12. İbnü'l-Esir, A.g.e., 4:31.
13. Nuaym bin Hammad, Kitabü'l-Fiten, İstanbul: Âtıf Efendi Kütüphanesi ( el yazma) no. 602, v. 53a.
14. Nursî, Mektûbât, s. 96.
15. Nursî, Şuâlar, s. 509.

-----------------------

Kaynaklar:

( 1) Müslim, Fiten: 126.
( 2) Ramûzü'l-Ehadis, s. 518.
( 3) Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101.
( 4) Müslim, Fiten: 125; Tirmizî, Kitabü'l-Menakıb: 70.
( 5) Buharî, Kitabü'l-Meğazî: 64.
( 6) Ahmed İbni Hanbel, Müsned, I-VI ( Kahire: 1313), 5:372.
( 7) el-Heytemî, Mecmaü'z-Zevâid-I-VIII ( Beyrut: 1403/1982), 7:348.
( 8 ) Hakim en-Nisaburî, Ebû Abdullah Muhammed, Müstedrek, I-IV ( Beyrut: Dâru'l-Marife, ts.), 4:520; Kenzü'l-Ummal, 14:272.
( 9) Alâeddin el-Müttekì bin Hüsameddin bin İsmail el-Hindî, Kenzü'l-Ummal ( Beyrut: 1989), 11:125; Bursalı İsmail Hakkı, Ruhu'l-Beyan fî Tefsîri'l-Kur'ân, I-X ( İstanbul: 1330), 8:197.
( 10) Müslim, Fiten: 125.
( 11) Nursî, Sözler, s. 158.
( 12) el-Münavî, Feyzü'l-Kadîr ( Beyrut: 972), 3:537; Said Havva. el-Essas fi's-Sünne-İslâm Akàidi. çev. M. Ahmed Varol, Orhan Aktepe v.d. ( İstanbul: Aksa Yayın-Pazarlama, 1992), 9:335.
( 13) Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 114; Said Havva, el-Essas fi's-Sünne, 9:335-336.
( 14) Sarıtoprak, A.g.e., s. 67.
( 15) Şuâlar, s. 360.
( 16) Buharî, Fiten: 25; Menakıb: 25; Müslim, Fiten, 84; Ebû Davud, Fiten: 1.
( 17) Gazalî, A.g.e., 1:59
( 18 ) Berzencî, el-İşâa fî Eşrâti's-Sâa, s. 95-99; Muhtasar u Tezkireti'l-Kurtubî, s. 133-134; Şuâlar, s. 501, 504.
( 19) Şuâlar, s. 501.
( 20) Mektûbât, s. 425


---------------------------
1 Ra'd Sûresi,13:7.
2 A'raf Sûresi, 7:178; İsrâ Sûresi, 17:97; Kehf Sûresi, 18:17.
3 Ebû Davud, Melahim: 31.
4 Prof. Dr. Muhsin Abdülhamid, 3. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu, “Modern asrın kelâm düşünürü Bediüzzaman” isimli tebliğinden.
5 Buharî, Enbiya: 49.
6 İbni Hacer, Fethu'l-Barî, 6:570; Teftazanî, Şerhu'l-Makàsıd, 5:314; el-Keşmirî, Muhammed Enver Şah el-Hindî, et-Tasrih bimâ tevâtere fî nüzûli’l-Mesih ( Halep: 1385/1965), s. 97.
7 Teftazanî, Şerhu'l-Makasıd, V:314.
8 Müslim, Fiten: 67-69.
9 İbni Haldun, Mukaddime. çev. Zakir Kadiri Ugan ( Ankara: MEB Yayınları, 1970), II:
10 Canan, A.g.e., 14:77.
11 el-Kittanî, Nazmü'l-Mütenâsır, s. 145-146.
12 Mevdûdî, Meseleler ve Çözümleri, çev. Yusuf Kara ( İstanbul: 1990), s. 45.
13 el-Kittanî, Nazmü'l-Mütenasir, s. 144-6.
14 Sıddık Hasan Han, el-İzaa, s. 114; Said Havva, el-Esas fi's-Sünne, 9:335, 6.
15 İbni Mâce, 10:338.
16 Teftazanî, A.g.e., 2:307.
17 İmam-ı Rabbanî, Mektûbât, 2:250.
18 Ebû Hayyan Muhammed bin Yusuf el-Endülüsî, el-Bahru’l-Muhît, I-VIII ( Beyrut: 1983), 2:473.
19 Sarıtoprak, Bediüzzaman Said Nursî'ye göre Mehdîlik Meselesi, Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu ( 3) Tebliğinden.
20 Nursî, Mektûbât, s. 411.
21 Nursî, Şuâlar, s. 360.
22 A.g.e., s. 364.
23 A.g.e., s. 509-510.
24 Nursî, Mektûbât, s. 96.
25 Nursî, Şuâlar, s. 505; Nursî, Sözler, s. 310.

1. Süyûtî, el-Havî, 2:67-68; el-Burhan, v. 87a.
2. Tirmizî, Kitabü'l-Fİten, 34; İbni Mâce, Kitabü'l-Fİten: 36, Hurûcü Mehdî: 34.
3. İbni Mâce, Kitabü'l-Fiten: 36 ( H. 4082, 4084); Müstedrek, 4:465.; İbni Kesir, Kitabü'n-Nihaye, 1:28-29.
4. Ebû Avane, Müsned, 4:476.
5. Ikdü'd-Dürer, Varak: 7b.
6. Ebû Davud, Mehdî: 1 ( H. 4282); Tirmizî, Fiten: 52 ( H. 2231-2232).
7. Tac V, 363
8. TAFTAZANİ, Mesud b. Ömer, Şerhu’l-Makasıd, I-V, Tahkik, ta’lik Abdurrahman Amire, Alemu’l- Kütüb, Beyrut, 1989, V, 312; krş, et-Tac, V, 343, ( Kitabu’l- Fiten, bab, 7)
9. İbni Manzur, Lisanü'l-Arap, ( İbni Manzur, h-d-y md), 15:354.
10. İbnü'l-Esir, Ebû’s-Saadât el-Mübarek bin Muhammed el-Cezerî, Üsdü'l-Gâbe fî Ma’rifeti’s-Sahabe, I-VIII ( Kahire: ts), 4:31.
11. Tirmizî, İlim: 16; İbni Mâce, Mukaddime: 6; Ebû Davud, Sünnet: 5.
12. İbnü'l-Esir, a.g.e., 4:31.
13. Nuaym bin Hammad, Kitabü'l-Fiten, İstanbul: Âtıf Efendi Kütüphanesi ( el yazma) no. 602, v. 53a.
14. Nursî, Mektûbât, s. 96.
15. Nursî, Şuâlar, s. 509.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)